![]() |
#1 |
![]() Markar Esayan
![]() Kutuplaşma ve AK Parti... Türkiye'de son 12 yıldır yaşananların adı, tüm artı ve eksikleriyle birlikte, eski rejimin tarih sahnesinden çekiliyor oluşudur. Varsayılanın aksine, eski yeninin içinde varlığını sürdürür, aslında hiçbir şey yok olmaz. Ama söylem ve iktidar üstünlüğü el değiştirir, paradigma kırılır. Değişim ve statüko özneleri arasında çatışma yaşanır. Bu çatışma taraflarının yaslandıkları kendi kamuoyları vardır. Statükonun dayandığı kast ile değişimden eşitlik uman kitleler karşılıklı konumlanır. Biz buna genel olarak 'kutuplaşma' diyoruz. Bu konuları evvelki iki yazıda açmıştık. Son krizden geriye doğru giderek AK Parti kısmına bakalım... Başbakan ve diğer kurmayların, paralel yapı konusunda 'Aldandık, reformlar suiistimal edilmiş, saflığımıza verin' türünden değerlendirmelerinin doğru olmamasını, olmasına yeğlerim. Ama bana öyle geliyor ki, Başbakan ve kurmayları gerçek bir ruh durumundan bahsediyorlar. Öyle olmasa, 7 Şubat ve 17 Aralık müdahalelerine giden yolu çok önceden tıkamış olmaları beklenirdi. Erken bir 'normalleşme' ve 'kendine güven' hissine teslim olunduğu anlaşılıyor. Gülen Cemaati elitlerinin bu kadar keskin bir hareketle 'kamp' değiştireceği de öngörülememiş. Değişim süreçleri karmaşıklaştıkça, 'ittifak' bileşenlerinin eski düzen devam ediyormuş gibi, varsayılan şekilde hareket etmeye devam edecekleri, dindarlığın tek başına demokrat veya adil olmaya yeteceği düşünülmüş. Muhtemelen Başbakan ve hükümet üyelerine paralel yapı konusunda daha önce birçok uyarı yapılmış olmalı. Bu uyarıların hangi saikler neticesinde ciddi bir anlama-önleme sürecini engellediğinin araştırılması önemli. 2006'da bugün başımıza dert olan TMK değişikliğine nasıl ikna olunduğu, kitlesel KCK operasyonlarına neden geçit verildiği de üzerinde durulması gereken kritik unsurlardan. Devlet yönetmeye ehil olmak, bir bireyin 'şu dostumu iyi tanımamışım, safmışım' şeklinde yapacağı bir savunmayı aşan ciddiyet gerektirmekte. Öte yandan, böyle tarihî bir sorumluluğu üstlenirken, kadroların temiz kalması, bununla ilgili iç mekanizmanın kurumsallaşması normal zamanlara kıyasla daha kritik hâle gelir. Bugün 'paralel yapılanma ile neden mücadele ediyorsunuz!' kampanyasından ziyade, AK Parti ve Başbakan'a yapılması gereken eleştirilerin başında bu konular geliyor. Muhalefetsizliğin CHP'nin tabanı ve AK Parti'ye mesafeli tüm kesimlerin nezdinde nasıl bir psikolojik tahribata yol açtığının önemsenmemesi, Gezi krizi gibi ülkeyi uçurumun kenarına kadar getiren bir bunalıma yol açtı. AK Parti, hep düşman gibi muamele görmenin verdiği meşruiyet ve erken normalleşme algısıyla 'Ben kendi kitlemden sorumluyum. Dindar bir partiyim ve benim kendi tabanıma siyaset yapmaya hakkım var' türünden bir duyguya kapıldı. Normalleşmiş bir ülke için bu duygunun bir karşılığı var. Ama demokrasisi inşa sürecinde olan, hâlâ darbe yapmaya hevesli odakların ciddi güç sahibi olduğu bir ülkede, kamuoyunun tüm parçalarına ayrı bir özen gösterilmesi şarttı. Tam bu noktada, konunun oldukça istismar edildiği ortada olsa dahi, üslup konusunun kritik önemde olduğunu düşünüyorum. Hükümete hep bel altı vuran üst yapılara ne kadar sert karşılık verilirse verilsin, aynı anda birden çok kesime seslenildiği unutulmamalı. Çünkü bu üst yapılar, çoğunluk demokratik argümanlarla ambalajlanmış bir zemin üzerinden ilerliyorlar. Dile kolay, koca bir medya ordusu bunun için her gün yayın yapıyor. Her konu hunharca araçsallaştırılıyor. AK Parti haksızlığa uğramanın verdiği hisle de bu tartışmalarda karşıt üst yapının işine gelecek bir duyarsızlık veya sertlik sergilemeye meyilli. Öte yandan kavga da inceliklere yer bırakmayacak denli siyaset dışı ve gayriahlâki ilerlemekte. Topluma konuşur, üst yapının ayak oyunlarına sert biçimde cevap verilirken tavan-taban ayrımı yapılmayınca, halk kesimleri bu cevapları kendi üzerine alıyor. Çünkü sert dil, icraata dökülmese bile, arka plândaki zihniyet dünyasının verisi olarak kabul ediliyor. Mesela 'Geziciler' 'onlar' 'bunlar' söylemleri sorunlu. Bunun yerine kuşatıcı bir dil ile üst yapının stratejilerini boşa çıkaracak melez bir dil mümkün. Başbakan bunu MHP tabanı için yapıyor. Çünkü MHP tabanı onun tahayyülünde kendi sosyolojik kodlarına çok yakın. Oysa Başbakan, tahayyülüne tüm kesimleri alacak kapasiteye sahip. Bunu 30 Eylül'de Demokratikleşme Paketi'nin sunuş konuşmasından da biliyoruz. Kaldı ki, eleştiri konularının içlerinin boşaltılarak araçsallaştırılmasına, biz-onlar diliyle cevap vermek, başka bir araçsallaştırmaya savrulmak demek. Bu ise ahlâki üstünlükten taviz vermeyi ima ediyor. Maalesef, Türkiye'de normalleşmeyi arzu eden başka bir siyasi hareket yok. Bu görev de AK Parti ve Başbakan Erdoğan'a düşüyor. Kutuplaşmanın ana siyasi strateji olduğu süreç, bence -en azından bu hâliyle- sona erdi. Artık kutuplaşma, AK Parti'nin bundaki sorumluluğundan veya haklılığından bağımsız olarak, vesayet ittifakının en elverişli malzemesi hâline geldi. Bu taktiği boşa çıkarmak için, tahayyüle tüm toplumu almak yeterli gibi geliyor. Kaynak Yeni Şafak 05.03.2014
![]() Konu Cihannur tarafından (04-08-2015 Saat 11:26 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|