03-25-2010, 17:09 | #1 |
Medya Gündem'den Dev MEDYA Araştırması YAKINDA!..
Bu dosya ilk kez açılıyor! Medya mahallesinin şifreleri kırılıyor! MEDYAGÜNDEM ANALİZ MEDYAGÜNDEM'den dev araştırma... Türk medyası üzerine bu gerçekler ilk kez ortaya konacak. Medya mahallesine mercek tutulacak. Medyanın etkin kalemlerinin sırları bu dizi yazıyla açığa çıkacak. YAKINDA MEDYAGÜNDEM
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
03-26-2010, 15:33 | #2 |
Bu Dosya İlk Kez Açılıyor!
Bu dosya ilk kez açılıyor! Medya mahallesinin şifreleri kırılıyor! TUTKUN AKBAŞ YAZDI MEDYANIN MASUMİYET MÜZESİ... Tutkun Akbaş'ın yazdığı dizi-analiz yarından itibaren MEDYAGÜNDEM'de başlıyor Türk medyası üzerine bu gerçekler ilk kez ortaya konacak Medyanın etkin kalemlerinin sırları bu dizi yazıyla açığa çıkacak 24/03/2010 |
|
03-27-2010, 15:34 | #3 |
Medya mahallesinin "derin" kodları!
Medya mahallesinin "derin" kodları! En ünlü sahnede kimler rol alıyor? TUTKUN AKBAŞ YAZDI Türkiye bugünlerde yeni anayasa değişikliğini tartışırken, kuvvetler ayrılığı ilkesi özellikle yargı temelinde masaya yatırılmışken, “dördüncü kuvvet” medyada da başka bir ayrışma yaşanıyor. Tarihi, kavgalar ve polemiklerle dolu olan Türk medyası ilk kez bu denli bir kamplaşma süreci yaşıyor. Ak Parti’nin 2002 yılında tek başına iktidara gelmesinin ardından geçen 8 yılda, medyada deyim yerindeyse büyük bir gerilim varlık gösteriyor. Gerilim ise karşıtlık- yandaşlık kavramları üzerinden sürdürülüyor. Karşı görüşte görülen isimler ya da kurumlar “yandaş” yaftasıyla damgalanıyor, karşıtlık üzerinden kimi zaman bir “mağduriyet edebiyatı” yaratılarak medya savaşlarına zemin hazırlanıyor. Karşıtlık-yandaşlık kavgasındaysa en temel argümanlar, iktidara muhalif olmak ya da desteklemek üzerine oturtuluyor. Özgür medya ilkesi iktidar karşıtlığının en önemli referansı haline getiriliyor. İktidarı eleştirmemekse, yandaş ve özgür olmayan medya suçlamalarına referans yapılıyor. Tüm bunlar gösteriyor ki, Türkiye’de medya-iktidar ilişkileri açısından ciddi bir kırılma dönemi yaşanıyor. İktidar karşıtlığının felsefesi haline gelen “özgür medya yok ediliyor” iddiası ne kadar doğru? Yoksa birtakım ahlaki ilkelere sığınılarak ve de “özgür medya” argümanıyla siyasi bir hesaplaşma mı yürütülüyor? Türk medyasında olan biteni anlamak, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verebilmek için, medyanın en önemli aktörlerini iyi incelemek gerekiyor. Çünkü son dönemde yaşanan tartışmaların da odağında hep bu isimler öne çıkıyor. Kilit soru şu: Özgür medya ve bağımsızlık silahıyla “dolaşan”, köşelerinden “özgürlük mücadelesi” verdiklerini söyleyen medyanın bazı etkin isimleri bu meselede ne kadar samimiler? Zaten yaşanan kavgada da sürekli geçmiş sicil dosyalarının açılması aslında “samimiyet sınavının” da bir göstergesi. Türk medyasının karnesine bakıldığında söylenebilecek net ifade, basının Türkiye'de her zaman önde gelen siyasi bir aktör olduğu gerçeğidir. 80’lerle birlikte İkitelli’deki “akıllı binalara” diğer deyişle plazalara taşınan basın için, bu radikal karar bir milat olmuştur. Ve de medya-siyaset ilişkileri o tarihten itibaren artık başka bir şekle dönüşmüştür. Medyada artık pek çok iş alanında etkin faaliyet yürüten büyük patronlar vardır ve “gazeteci patronlar” dönemi de sona ermiştir. Medyanın yeni dizaynında 90’lı yıllar hep sorgulanan da bir dönemin adı oldu elbette. Gazete genel yayın yönetmenleri gazetecilik dışında bir misyon yüklendi. Özellikle de siyaset-bürokrasi ve askerden oluşan ilişkiler ağının bir parçası haline geldi. MEDYANIN GÜNAH MÜZESİ 90’lı yıllara damgasını vuran o kadar çok örnek yaşandı ki, basın hükümet devirip, hükümet getiren bir mekanizma, derin siyasetin de lokomotifi oldu. Aradan geçen 13 yıla rağmen 28 Şubat sürecinin hala tartışılıyor olması bunun en iyi göstergesi. Medya yeniden şekillenirken aslında bir “günah müzesi” de ortaya çıkmıştı. İşte medyanın bu günah galerisinde, özellikle 90’lı yıllardaki performansıyla ülkenin en güçlü grubu olan “Doğan medyası” büyük bir iz bıraktı. Kimi zaman siyasetle kolkola, siyasete şekil vermek, kimi zaman da askeri vesayet sistemine sığınarak otoriter bir devleti öne çıkarmak için yoğun çaba gösterildi. Manipülasyon, psikolojik savaş, örtülü operasyon olarak da nitelenen pek çok habere imza atıp, yazıya yer veren Doğan Medya Grubu bu tartışmaların hep odağında yer aldı. GÜNAH GALERİSİNİN ÜNLÜ KOMPOZİTÖRLERİ İşte medyanın günah galerisinde zihinlere kazınansa, etkin aktörler eliyle yaratılan “günah tablolarıydı”. Medyanın o günah müzesinin ünlü kompozitörleri medyanın güvenilirliğini sarsan aktörler olarak da bugün köşe başlarını tutmuş durumdalar. Akla ilk gelen isimse 20 yıl boyunca Türkiye’nin “amiral gemisi” olmakla övünen en güçlü gazetesi Hürriyet’in genel yayın yönetmenliğini yapmış olan Ertuğrul Özkök. Onun medyayı tartışılır hale getiren, zihinlerden gitmeyen icraatıysa, dönemin bir bakanıyla yaptığı telefon görüşmesiydi. 90’lı yıllarda koaliyon iktidarının bir bakanıyla yaptığı ve sonradan muhalif bir siyasetçi tarafından ses kaydının kamuoyuyla paylaşıldığı konuşmada Özkök, Devlet Bakanı Güneş Taner’den bir fabrika projesi için teşvik talep etmekteydi. Peki yayın yönetmenleri aracılığıyla siyaset üzerinden ticari faaliyetler yürütüldüğü bir dönem, Türkiye’de hakkıyla sorgulandı mı? Ya da 28 Şubat sürecinde medyanın rolü ne kadar bilindi, ne kadar tartışılabildi? Bu soruların yanıtı maalesef “hayır”dır. Çünkü medyanın yerleşik düzeni, alışkanlıkları ve genetik kodlanması buna ciddi bir engel teşkil ediyor. Peki bugün yaşanan tartışmalar, medyanın geçmiş siciline bakılacak olursa ne kadar sahici? Gerçekten mesele basın özgürlüğü mü? Türkiye bugün büyük bir değişim sürecinden geçiyor. Demokrasi tarihte hiç olmadığı kadar tartışılıyor, tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor. Demokrasi tartışmalarının medyaya yansımasında ise kavga karşıtlık-yandaşlık olgusu üzerinde hayat buluyor. Başbakan Erdoğan medyaya yönelik sert eleştirileriyle, özellikle de köşe yazarlarına karşı sarfettiği sözlerle medya tartışmalarındaki harareti daha da artırıyor. Başbakan eleştirdikçe, köşelerden salvolar eksik olmuyor. Kilit sorulardan biri de şu: İktidar gerçekten özgür medyayı yok mu ediyor? Medyada yandaş düzeni mi yaratmak istiyor? DEMOKRASİ MEDYANIN NERESİNDE? Mesele “karşıtlık-yandaşlık” tartışmasına indirgendiğinde izah edilecek gibi de hiç görünmüyor. Çünkü medyanın yerleşik alışkanlıkları ve güvenilirliğini sarsan bazı “habis yönleri” bu konuda ciddi bir engel teşkil ediyor. Medyanın etkin aktörleri eliyle yaratılan sistem sorgulanmaya muhtaç da bir durum arzediyor. Sözün özü medyaya “demokrasi ayarı” şart görünüyor. Siyasete yön verme, hatta yönetme ve bunun üzerinden iş yürütme alışkanlığının 90’lı yıllarda olduğu gibi devam etmesinin artık çok güç olduğu aşikar. Bu durumda medyanın elinde ne kalıyor? Asli işi olan, gazetecilik görevini ifa etmek elbette. Ama yerleşik aktörlerin bu konuda yine tartışmaların odağı haline gelmelerine neden olan tutumları da “salt gazetecilik ifası” dışında talepleri olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Türkiye’de bu manada hiçbir tartışma hakkıyla yapılamıyor, karşıtlık-yandaşlık takıntısı medyadaki gerilimli atmosfere yön veriyor. İşte geçmiş alışkanlıklarının ciddi bir örneği olarak medya çoğu zaman muhalefet partisi gibi davranmaktan imtina etmiyor. Bu da yine “özgür basın” ilkesine, "demokrasinin gereği" mantığına sığınılarak gerçekleştiriliyor. Türkiye’nin geçmiş günahlarıyla yüzleştiği bir süreçte, medyanın bu sınavı henüz vermediği net bir şekilde söylenebilir. Hatta medyadaki “özgür basın” müdafaasının da iktidarını yitiren bir yapının direnç mücadelesi olduğu da iddia edilebilir. ÖZELEŞTİRİ YAPANA MEYDAN DAR EDİLİYOR Temel sıkıntılardan biri medyanın özeleştiri yapma konusundaki statükocu tutumu. Bugün bazı gazetecilerin geçmişin kötü sicilini açarak yarattıkları tartışmalar başka kalemler tarafından karşı saldırıyla tartışılmaz hale getiriliyor. Bu şekilde de medya özeleştirisini yapmaktan ısrarla kaçınıyor. Her samimi sicil sorgulaması daveti, “itiraf”, “yamanma”, “yandaşlık” gibi suçlamalarla sulandırılıyor, medyaya yön veren birileri ayıplarını örtme direnişi sergiliyor. Buna en iyi örnek Star gazetesi yazarı Ergun Babahan’ın Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e verdiği röportaja (15 Mart 2010) verilen tepkiler. Babahan 90’lı yıllarda medyanın kötü sicilini ortaya koyan anılarını dönemin etkin bir tanığı olarak anlatması sonrasında tartışmalar yine karşıtlık-yandaşlık seviyesine indirildi. Bunda da bazı gazetecilerin özel çabası gözlerden kaçmadı. Akşam gazetesi yazarı Oray Eğin’in 24 Mart tarihli yazısı işte bu “özel çabanın” dikkat çeken bir örneğiydi. Son dönemin en tartışılan isimlerinden biri olan Oray Eğin Babahan’ın açıklamalarını tartışmaktan çok, Babahan’ı tartışmaya açtı. Yazısının da başlığı “Bir yandaşa üç düzeltme” şeklindeydi. Oray Eğin, “Geldiği yerle dönüştüğü kimlik arasındaki farka bakınca en talihsiz medya figürlerinden biri kuşkusuz Ergun Babahan” diyerek Babahan’ı “PKK itirafçısı” tarzında konuşmakla suçladı. Yazısının devamında da Babahan’a “çiğ”, “cahil”, “kendini bilmez” suçlamaları havada uçuştu. Babahan Neşe Düzel’e yaptığı açıklamalarda bizzat içinde olduğu yanlışları bir özeleştiri kabilinden anlatmasına rağmen Eğin, “Vay sen misin itiraf eden, ben de senin günahlarını açıklayayım” mantığıyla karşı taarruza geçerek, tartışmanın odağını bozdu. Belden aşağı vuruş diye de nitelenebilecek yazısında Babahan’ın ne dediğiyle hiç ilgilenmeyen Oray Eğin, bir “yandaşlara savaş” stratejisi yürütüyor görüntüsü verdi. Türkiye’nin önünü açacak her tartışma “çamur atma”, “hakaret etme”, eski defterleri açarak söz söyleyeni etkisizleştirme şeklinde özetlenecek örtülü bir operasyon yapıldığı izlenimi yaratıyor. Medyada yaşanan bu gerilimi anlamak için de taraflara, öne çıkan aktörlere projeksiyon tutmak gerekiyor. Çünkü tartışmaların samimiyeti ve medyanın şeffaflığı için de bu gerçek kendisini ciddi anlamda dayatıyor. Medyada son dönemde öne çıkan tartışmalardan biri de “ajan gazeteciler” meselesi. Bazı kalemler bu konuyu ısrarla gündeme getirmesine rağmen, bazıları bu tartışmayı “saçmalık”, “salaklık” ifadeleriyle sulandırıyor ve tartışmayı çıkmaz bir sokağa mahkum ediyor! Oysa iddia son derece önemli. MİT’te uzun süre üst düzey yöneticilik yapmış biri olan Mehmet Eymür tam 10 yıl önce kendisine ait olan atin.org adlı sitede bu tartışmanın fitilini ateşlemiş, Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru zaman zaman bu tartışmaya hararet getiren yazılar yazmış ama konu köşelerde yazılıp çizildiğiyle kalmıştı. Medyanın en etkin aktörleri ise “derin” bir sessizlik içinde tartışma zeminine yaklaşmamaya özen gösteren bir tavır içinde oldular. Gözler özellikle de Hürriyet cephesinden bu tartışmaya nasıl bir tepki geleceğine çevrilmişken, konuya sadece Ahmet Hakan tarafından alaycı bir üslupla değinildi. Coşkun, “Ajan gazeteci üfürmesi” başlıklı yazısıyla, (18 Mart 2010-Hürriyet) “Hem zaten bu devirde ‘ajan gazeteci’ suçlaması, tam bir saçmalık” dedi. Bu sözlerin ardından zaten kimse artık bir kelam edemedi! İÇERİK TARTIŞMASI YOK ÖNYARGILI RETÇİ TAVIR VAR Aslında pek çok ciddi konuya odaklanamama, hakkaniyetle tartışamama sorununun yaşandığı söylenebilir. Buna neden olansa, bazı gazetecilerin alaycı, hafif üslupları. Ülkede anayasa değişikliği gibi son derece hayati önemde bir mesele gündeme geliyor, ama medyada bazı köşelerden verilen tepkilere bakıldığında üslup, zihniyet ve gazetecilik şekli açısından sorunlu davranışlar ortaya çıkıyor. Birtakım köşe yazarları söz birliği etmişçesine hiçbir meselenin içine, içeriğine ve ne dediğine odaklanmıyor, yazılarındaki ideolojik karşıtlık kimi zaman “militanvari” bir siyasi muhalefet zeminine dönüşüyor. Buna da en iyi örnek iki yazardan verilebilir. Habertürk yazarı Bekir Coşkun’un 25 Mart 2010 tarihli yazısının konusu Anayasa değişikliği. Yazının tamamına bakıldığında o değişiklikle ilgili taslak metninin içeriğinden hiç bahsedilmeyen ağır bir üslup kendini ele veriyor. Coşkun yazısında Başbakan Erdoğan’a “padişah” suçlaması getiriyor, kestirmeden iktidarın anayasa çalışmasını çöpe atar bir yazı kaleme alıyor. Aynı şekilde Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil. O da içerik analizine girmeden, Ak Parti muhalifi olmak gibi bir misyonla anayasa değişikliği tasarısının içeriğini tartışmaya tenezzül etmeden, kestirme laflarla köşesinden nefret kusuyor. Mantık şöyle işliyor: “Ak Parti’yi sevmiyorum, karşıyım. Her icraatını yerin dibine sokmalıyım.” Peki özgür gazetecilik bu işin neresinde? Bir iktidar her şeyi kötü mü yapar? Bir gazeteci ana muhalefet partisi gibi kendisini kodlamalı mı? İşte bu mesele Türkiye’deki etkin gazetecilerin zihin dünyasının ve gerçekten salt gazetecilik yapma konusundaki yeterliliklerinin ve samimiyetlerinin sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Aslında medyanın asıl tartışması gereken konu, bu mahallenin kendi içinde gerçekten demokrat olup olmadığı meselesi. Demokrasi medya mahallesinin neresinde? Bu sorunun yanıtını verebilmek için medya mahallesini iyi tanımak gerek. Kim kimdir, kim kiminle hareket eder, medyada bir vesayet sistemi mi vardır? Medya günahlarını özellikle örtme çabası mı yürütmektedir? Kilit sorular bunlardır. Medyayı anlamak için de bu soruların acilen yanıt bulması gerekmektedir. MEDYANIN BİR ARKA ODASI MI VAR? Medyada köşe başlarını tutan güçlü aktörlerin varlığı bir gerçek. Hatta gizli bir anayasadan dahi söz edilebilir. Medya mahallesinin etrafının aşılmaz bir Çin Seddi’yle çevrili olduğu da söylenebilir. İçeride neler olup bittiği sadece mahallede olanların bilgisi dahilinde. Hatta o duvarların ötesinde de ciddi bir kast sistemi olduğu medya çalışanlarının bildiği en temel gerçeklik. Alttakiler ve üstekiler arasındaki duvarsa çok daha aşılmaz. Merkez medyaya yön veren bu kast sisteminin hasbelkader içinde bulunmuş herkes bilir ki, şeffaflık ya da demokrasinin orada esamesi okunmaz. Otoriter bir yapı vardır, asttan üste tereddütsüz itaat beklenir. Bu da medyadaki ilişkileri, ilişki biçimlerini, insan karakterlerini belirleyecek kadar önemli bir psikolojik vakıadır. Gazeteci varolabilmek, tutunmak, yükselmek gibi profesyonel hırslarını tatmin etmek için, bozuk sistemin içinde kendisine alternatif yollar yaratır. Üste yakın markaj, gazetecilik tabiriyle yoğun kulis, göze girmek için işinden çok karakter zaafiyeti olarak tanımlanabilecek motivasyon unsurlarına sığınılır. İşte bu da gazeteci milletini anlamak için işin çok kritik ve psikolojik arka planını yansıtır. Burdan hareketle şu da söylenebilir: Gazeteci gücü sever, güçlü olmak ister, gözü hep yükseklerdedir. Tatmin olmaz bir ego, önü alınmaz bir hırs gazetecilerin aslında ciddi karakter sorunları yaşamasına neden olan unsurlardan sadece birkaçıdır. Hele hele yoğun rekabet ortamı medyanın ruh halini fena halde bozan en etkili unsurdur. Gerçeklerin peşinde olma iddiasındaki gazeteci olgusu, kendi gerçekliğini bile oturtabilmiş değildir esasında. KÖTÜ SİCİLİYLE BİR VESAYET DÜZENİ Mİ VAR? İşte bu psikolojik arka planıyla ancak medya, özelde gazeteciler daha iyi anlaşılabilir. Türk medyasında kontrolsüz ego ve karakter yapısının şekillendirdiği bir sistem vardır. Ve bu sistem iyi bilinmeden de bugün hiçbir konunun gerçek manada tartışılabildiği söylenemez. Bizim meselemiz var olan kamplaşmada bir taraf olma, karşıtlık-yandaşlık kutuplaşmasında bir mevzide yer alma kaygısı hiç değil. Dolayısıyla medyada suni bir kriz ve gerilim stratejisinin varlığı reddedilemeyecek bir gerçeklik olarak ortada. Türkiye’nin mesafe alabilmesinde, medyadaki halihazırdaki örgütlenme biçiminin ciddi engel teşkil ettiği eleştirilerinin daha iyi anlaşılması gerekiyor. Var olan örgütlenme biçimi, eskimiş, modası geçmiş ve kötü bir sınavla sınıfta kalmış bir gazetecilik üzerine oturuyor. İşin dramatik tarafı yaşanan büyük değişim sürecine medyada, eski alışkanlıklarla bir direnç gösteriliyor. Katı bir statüko varlığını halen sürdürüyor. İşte medyada karşıtlık-yandaşlık sığlığına hapsedilen gerilim de sözü edilen bu statükonun en temel argümanını oluşturuyor. Buradan hareketle medyada katı bir vesayet sistemi mi var sorusu da akla geliyor. Ve maalesef ki bu sorunun yanıtına da hayır demek mümkün görünmüyor. ZİHNİYETİN ADI: TOPYEKÜN RETÇİLİK Medyada “topyekün retçi” bir cephe var. “Her şeye karşı olma” stratejisi egemen. Bu topyekün retçi cephe ise her ne kadar demokratik bir ahlakı benimsemiş olduğunu iddia etse de, durum hiç de öyle görünmüyor. Bu nedenle Türk medyasının kötü sicilinin sorumlusu olan, vitrindeki en etkili koltuklarda oturan isimleri masaya yatıracağız bu dizi analizde. Medya mahallesinin en işlek caddelerini, en yoğun sokaklarını ve en kalabalık hanelerini dolduran bu isimler kim? O isimlerin yarattığı bir vesayet düzeni mi var? Medya, grup grup, takım takım bir bölünme ve “itiş kakışlar” mı yaşıyor? Bu soruların yanıtlarını arayacağız. Son dönemde medyada etkin isimlerin sanki “ortak akıl” ürünü tavrı, kurgulanmış hissi yaratan “istemezük korosu” tutumları iyi analiz edilmeli. Üslup farklılıklarıyla aynı ideoloji etrafında toplanmış bir gazeteci güruhuyla karşı karşıyayız. Anayasa değişikliği tartışmalarında bu mesele kendini daha da belirgin hale getirdi. Ertuğrul Özkök’ün başını çektiği “istemezük korosu” kamuoyunda “yargı siyasallaştırılıyor”, “AKP kendi anayasasını yapıyor” algısı yaratmak için yoğun çaba gösteriyor. Hep beylik cümleler, önyargıyla dolu klişelerle köşelerden salvolar… İktidarın uzlaşı çabası görmezden geliniyor, topyekün retçi zihniyet anında devreye giriyor. Ve bu etkin kalemler söz birliği etmişçesine kamuoyunda farklı algı yaratmak için ciddi mesai harcıyor. Ana muhalefet partisi CHP bile bu köşe yazarlarının muhalefeti yanında yetersiz kalıyor. Anayasa Mahkemesi raportörü ve Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can’ın dediği gibi “Matbaaya direnir gibi direniyorlar”. Medyadaki direniş korosuna bakıldığında, kendisini siyasi bir taraf olarak görme, hamaset ve ciddi demagoji kokan bir üslup gözden kaçmıyor. İşte medyanın kötü sicili bu meselede de ne kadar samimi olunduğu kuşkusunu akla getiriyor. İSTEMEZÜK KOROSUNUN ÜYELERİ Topyekün retçi koronun özellikle Doğan medya grubunda toplanmış olması bir tesadüf mü? Tesadüfler sadece bundan mı ibaret? Medyanın son 20 yılına damgasını vurmuş bir isim var önümüzde. Ertuğrul Özkök. Türkiye’de belki de abartılmış bir gücün simgesi kendisi. Türk basınının karakteri, ahlakı, refleksleri, iş düzenini belirleyen bir isim aynı zamanda. Türkiye’nin 30 yılının etkin bir aktörü, tanığı. İktidarlar geldi gitti ama o iktidarını korumayı başardı. Türkiye’nin “kırılma” dönemlerindeki “derin misyonu” henüz aydınlanabilmiş değil. 28 Şubat’ta, Ahmet Kaya ve Hrant Dink’i ölüme sürükleyen süreçteki manşetleri, medyadaki sert polemiğin bugün ana malzemesi. “Kaosa kalkan eller” manşeti ise sicilindeki “yıldızlı” icraatlardan biri. Özkök için medyadaki ana “oyun kurucu” bir isim demek hiç de yanlış olmaz. Onun hazırladığı bir “sahne” var medyada ve sahne alanlarsa hep onun belirlediği isimler. Zekice tasarlanmış, “Moulen Rouge” efektleriyle dolu ışıltılı bir sahne aynı zamanda. Sahneye çıkan herkes o pırıltının şehvetinden geri duramıyor. Bu yüzden de sahnede kalmak ve rolü kimseye kaptırmamak en önemli motivasyon. Sahne o kadar baş döndürücü ki, şişmiş egolara yenik düşmemek gerçekten mümkün değil. Medyada kim kimdir dedik ya. Buna medyadaki sahnelerde kim vardır demek daha doğru olacak. En büyük olanıysa Ertuğrul Özkök sahnesi elbette. Özkök her ne kadar fiili yayın yönetmenliğini bıraksa da, onun rol verdiği isimler sahnede ve kendisi de sahnenin hala arkasında. SAHNENİN BAŞROLÜNDE AHMET HAKAN VAR Özkök sahnesinin son dönemlerde parlayan yıldızıysa hiç şüphesiz Ahmet Hakan. Kanal 7’yle medyada yıldızı yükselmiş, muhafazakar kesimin “parlak medya starı” olmuş, bugünse Özkök sahnesindeki performansıyla fenomen haline gelmiş bir isim. Medyadaki karşıtlık-yandaşlık kavgasının en ateşli tarafı aynı zamanda kendisi. Adından söz ettirmeyi, yazılarıyla en fazla konuşulan yazar olma ünvanını kimseye de kaptırmıyor. Medya takip merkezlerinin araştırmalarında hep onun adı ön sıralarda yer alıyor. Ahmet Hakan’ın Hürriyet’e transferinin bir Ertuğrul Özkök operasyonu olduğu bilinen bir gerçek. Ancak Ahmet Hakan’ın son iki yıldır gerek hayatı, gerekse de yazılarındaki üslup ve bakış açısı büyük bir değişime uğradı. Kendi akvaryumundan çıkar çıkmaz girdiği “Hürriyet denizinde” ilk zamanlar çizdiği Ahmet Hakan profiliyle bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Özkök’le gün geçtikçe gelişen samimiyeti, bugün büyük bir yakınlığa dönüşmüş durumda. 5 yılda “Ertuğrul Bey”den “Adamım Ertuğrul” noktasına nasıl geldi peki bu ilişki? Özkök’ün yayın yönetmenliğini bıraktığı günlerde yazdığı bir yazı aslında Özkök-Ahmet Hakan ilişkisinin kodlarını ele veriyor. Özkök sahnesinin sırlarını ifşa ediyor. 30 Aralık 2009’daki yazısına Ahmet Hakan, “Adamım Ertuğrul Özkök” başlığını atmış. Son 5 yılını birlikte geçirdiği Ertuğrul Özkök’ün ardından hüzünlü bir gülümseme yayılmış yüzüne. Özkök’ü maddeler halinde tanımladığı yazısında açtığı kategoriler Özkök sahnesini tanımlayan nitelemelerle dolu. “Dönektir Ertuğrul Özkök” kategorisi mesela. Ahmet Hakan o yazısında şöyle diyor: “Fikr-i sabit denilen illetten o kadar uzaktır ki, bin yıl aynı türküyü çığırmanın geçer akçe olduğu bir memlekete, dönebilmenin erdem olduğunu öğretmiştir.” “Sirayet ettiricidir Ertuğrul Özkök” maddesi için de, “20 yıl boyunca Türkiye’nin en büyük ve en önemli gazetesini yönetirken ruhunu üflemiştir... Çaktırmadan... Sinsice... Taklide açık bir şekilde...” diye yazıyor Ahmet Hakan. “Fırlamadır Ertuğrul Özkök...” başlığının altını ise şöyle dolduruyor: “Matraklığa prim verir... Espriye açıktır... Mavracıdır... Yüzünde muzipçe bir gülümsemeyle karşılar her türlü fırlamalığı...” “Hafiftir Ertuğrul Özkök...” içinse Ahmet Hakan, “Ağır ol da molla desinler” sözünü darmadağın etmiştir... Hafiflikten bir ağırlık çıkarılabileceğini kanıtlamıştır...” notunu düşüyor. Yazısının sonunda da Özkök’ün bir yere gitmeyeceğinin altını çizip, “Ve yoldaşımız olmaya devam edecek.” diyor. Ahmet Hakan’ın 30 Aralık 2009 tarihli bu yazısı medyanın tartışılan aktörlerinin ruh hali ve karakter analizini yansıtıyor. “Döneklik”, “hafiflik”, “fırlamalık”… “Dün dündür, bugün bugündür” klişesiyle siyasette “dönmenin” simgesi olan Süleyman Demirel’den sonra Ahmet Hakan’la birlikte “döneklik” kavramı bu denli tartışılır hale geldi. Kavramlara o denli alaycı manalar katıldı ki, dönekliğin bir değişim göstergesi olduğu algısı yaratıldı ve de bu kavram üzerinden yeni bir “ahlak” üretildi. “Dönek olmak” matah bir şeymiş gibi gösterildi. MEDYADA SIT-COM GAZETECİLİĞİ DÖNEMİ Ertuğrul Özkök’ün sık sık yazılarında dile getirdiği “sit-com gazeteciliği” onun hep bir oyun sahneleme stratejisinin yeni bir kavramsal ifadesi olarak da değerlendirildi. Hürriyet’i bir “sit-com" benzetti. Sit-com gazeteciliğini yeni bir trend olarak gündeme getirdi. Özkök sahnesindeki son dönemde yıldızı parlayan başrol oyuncusu Ahmet Hakan elbette. Bu sahnede eskiden beri rol kapmış pek çok isim var. Ancak Ahmet Hakan çizgisi son trendin de adı olmuş durumda. O da “Özkök modeli” bir stratejiyle kendi sahnesini de kurdu. Sahnesinin başrolünde ise Akşam yazarı Oray Eğin ve Hürriyet yazarı, Oda TV sahibi Soner Yalçın var. Medyadaki sert kavgada adları hep “çete” olarak da gündemde geliyor bu isimlerin. Dostluklarını hiç bir zaman göstermekten, “ekip” görüntüsü vermekten rahatsızlık duymadan hareket ediyorlar. AHMET HAKAN VAKASI Bu sahnedeki asıl isimler dediğimiz gibi Ahmet Hakan, Oray Eğin ve Soner Yalçın. Üçünün ilişkilerinden dolayı figüran olarak sahnede yer alan pek çok isimle karşılaşıyoruz. İlginç olansa Ahmet Hakan’ın Hürriyet’e ilk transfer olduğu dönem Oray Eğin ve Soner Yalçın’la “düşman” oldukları gerçeği. Oray Eğin köşesinden Ahmet Hakan’ı pek çok kez sert eleştiren, Ahmet Hakan’ın da Soner Yalçın hakkındaki ağır sözleri hala arşivlerde duruyor. Peki ne oldu da, üç isim bugün ayrılmaz bir dost durumuna geldi. Bu noktada bildiğimiz bazı özel detayları aktarmakta fayda var. Ahmet Hakan Hürriyet’e transfer olduğu günlerde yaşam standardını da yeniden düzenlemişti. Nişantaşı’na taşındı. O dönem “kadim dostu” Nuray Mert vardı yanında. Hakan’a deyim yerindeyse bir “yaşam koçluğu” yapıyordu. Ahmet Hakan Nişantaşı’ndaki ilk günlerinde tek başına bir adam olarak “yeni mahallesinin” kafelerinde oturur, yeni bir çevrenin içine temayül etmeye çalışırdı. O dönem yazılarına da yansıyan bir yalnız adam hali vardı. İşte tam da bu dönemde Oray Eğin’in Ahmet Hakan hakkında yazdıklarına bir bakalım şimdi. 26 Ocak 2006 tarihli Akşam gazetesi. Eğin yazısına, “Birkaç gündür düşünüp duruyorum; yazsam mı yazmasam mı diye. En sonunda, bir arkadaşımı rahatsız etme pahasına yazmaya karar verdim. Çünkü bu polemikte yakın bir arkadaşımın üzerinden söz almak istemezdim; hele bir de ortada görünmeyen, medyadan uzak durmaya çalışan bir isimse...” diyerek başlıyor. Buradaki işaret ettiği yakın ve medyadan uzak durmaya çalıştığını söylediği kişi ise Soner Yalçın. “Ve maalesef konu yine Ahmet Hakan” diyerek bugün dostu olan Ahmet Hakan’a salvolara başlıyor. Oray Eğin, “İlk günden beri Hürriyet'in bu yazarını eleştirmemdeki en temel ölçüt gazetecilik yapmaması” dediği Ahmet Hakan'ı gazetecilik yapmaya niyetlenmek bir yana, ölçüyü iyice kaçırarak bir de gazeteci düşmanı olmaya başlamakla itham ediyor. Eğin’in Ahmet Hakan’ı yeniden yazmasının nedeniyse, Hürriyet’teki yazısında Soner Yalçın’ı isim vermeden eleştirmiş olması. Ahmet Hakan yazısında Soner Yalçın için “Kitapları çok satsın diye ailelerin soy kütüklerini sıralayan adam” ifadesini kullanıyor. Oray Eğin arkadaşı Soner Yalçın’ı savunan yazısında Ahmet Hakan için bir de “Bunun terbiyesizce edilen, ayıp bir söz olduğunu düşünüyorum” diyor. Gelin Oray Eğin’in Ahmet Hakan hakkındaki şu ağır sözlerini okuyun bir de: *Ama Ahmet Hakan bunu hep yapıyor. Kendisi oturduğu yerden, tek referans olarak günlük Türkçe gazeteleri aldığı için, daha fazla çalışanlara, soranlara, düşünenlere büyük bir düşmanlık besliyor. *Her şeyden önce maddi bir hata da var Hakan'ın mantığında. Soner Yalçın'ın kitapları 'Efendi'den önce de hep çok satıyordu zaten. 'Bay Pipo' da, 'Reis' de 100 bini satan kitaplar, diğerlerinin satışı da bu civarlarda. *Herhalde en safımız bile bu kitapların Nişantaşı'ndan bir cafe'den, hiçbir risk almadan, yerinden kıpırdamadan yazılmadığını bilir. Sonuçta, Türkiye'de gazetecilik risk almaktır. Ahmet Hakan'ın hiçbir zaman yapmadığı budur. Yapmadığı için de gazetecileri de Gülben-Hülya polemiği düzeyinde ele alır, o ölçüyle eleştirir Ahmet Hakan. *Giderek, Ahmet Hakan'ın büyük ve ciddi meseleleri (mesela İpekçi cinayeti) bu kadar basite indirmesinin, ucuzlatmasının sebebinin kendi gazetecilik zaaflarını örtme çabası olduğuna inanıyorum. Ucuz atışlarla, belaltı vuruşlarıyla saldırıyor ki, başkalarını da kendi zaaflarına sahip göstermek ister gibi. Bu sayede de eksikliklerinin göze çarpmayacağına inanıyor sanki. Ama bunu da o kadar göstere göstere yapıyor ki... Zannediyor ki, herkes gazeteciliği bir araç olarak kullanıyor; Nişantaşı'nda kabul görmek için. *Ama belki de Ahmet Hakan, hakikaten de Serdar Turgut'un zamanında dediği gibi 'aydınlanması imkansız' ve 'aydınlamaya direnen bir kafaya' sahiptir. ESKİ DÜŞMANLAR NASIL DOST OLDU? Oray Eğin’in Ahmet Hakan hakkındaki sözleri gerçekten çok sert. Eğin, “Nişantaşı’nda kabul görme kompleksi” taşıdığı suçlaması getirmiş zamanında Ahmet Hakan’a. Zaten işin püf noktası da bu kavramda gizli. Kabul görme, mahalleye girme, sahnede başrol kapma… Bu tür yazılardan, ağır ithamlardan sonra ne oldu da bu üç isim bugün “çete” olmakla itham edilecek kadar yakın hale geldiler. Bunun sırrını bilen yok. Ama Nişantaşı’ndaki Salomanje adlı mahalle kafesinden filizlenen bir süreç olduğu da tahmin ediliyor. Aynı mekanda sık sık karşılaşmalarla başlayan bir uzlaşma olduğu da düşünülebilir. Ama bu ilişkinin bugün geldiği boyut herkesi şaşırtıyor. İlişkinin tomografisini ortaya koyan başka bir ayrıntı var sırada. İnternetteki sosyal paylaşım adresi Twitter’la beraber ilişkilerin daha yakından gözlemlenme imkanı ortaya çıktı. Özellikle de Ahmet Hakan ve Oray Eğin’in Twitter çıktığı günden bu yana sıkı müdavimleri olarak ortaya çıkıp, özel hayatlarını herkesle paylaşır hale getirmeleri son derece ilginçti. Twitter üzerinden her dakika yazdıkları mesajları, birbirleriyle paylaşım notları binlerce insan tarafından takip edilir hale geldi. Hatta en fazla kimin takipçisi olduğu konusunda aralarında bir rekor yarışına dahi girdiler. Bugün Ahmet Hakan’ı Twitter’da 25 bine yakın kişi takip listesine almış. Twitter üzerinden de özellikle medyadaki popüler olan olmayan pek çok ismin birbirleriyle girdikleri ilişki trafiğini yakından gözlemleme imkanı oluşmuş durumda. Bir nevi özel hayata sanal röntgen imkanı yaratıldı demek hiç de yanlış olmaz. Ahmet Hakan’ın bir geceyarısı koltuğuna oturup Okan Bayülgen’i izlediğini Twitter’da yazdıklarıyla öğrenebiliyoruz. Oray Eğin ve Ahmet Hakan’ın bunu da “kompleksizce” yapma motivasyonuyla izah etmeleri bir başka ayrıntı. TWITTER ÜZERİNDEN SAHNELENEN YENİ GAZETECİ PROFİLİ Eskiden gazetecilerin hayatlarını bu denli tartışılır hale getirdikleri görülmüş bir durum değildi. Köşe yazarlarını köşelerine yazdıkları üzerinden bilir, yazılarıyla onlara ilişkin bir algımız oluşurdu. Ama bugün etkin gazeteciler hayatlarını daha açık hale getirmiş durumdalar. Ve Twitter’la bu iş artık yeni bir tartışmanın da fitili ateşlemiş durumda. Birbiriyle yan yana gelmeyecek isimler bir bakıyorsunuz Twitter üzerinden birden bire yakın arkadaş oluveriyorlar. Ahmet Hakan köşesinden bir gün iktidarı, bir gün anayasa değişikliği paketini, başka bir gün eski mahallesini eleştirirken, Twitter üzerinde de bu ideolojik tavrını binlerce takipçisiyle birkaç kelimelik cümlelerle paylaşarak sürdürüyor. Anayasa değişikliği paketinin açıklandığı gün Ahmet Hakan Twitter’da aynen şu notu düşüyor: “Olacak olan şudur: Kemalist yargı gider, yerine Tayyibist yargı gelir...” Twitter üzerinden iyi takip edildiğinde Ahmet Hakan, Oray Eğin, Soner Yalçın ve Ertuğrul Özkök arasında ciddi bir yakınlık olduğu görülüyor. Yazılarına yansıyan görüşleri, Twitter’a yansıttıkları yüzleri, bu isimler arasında son derece koordine bir paylaşım olduğu izlenimi yaratıyor. Bir “ortak akıl” etrafında aynı zihniyet yapısını taşıdıkları da söylenebilir. Ama bunu her biri kendi üslubuyla yansıtıyor. Hatta bir “misyon”la hareket ediyor. YARIN: ÖZKÖK SAHNESİNİN AYRINTILARI... İSİM İSİM İLİŞKİLER TRAFİĞİ... MEDYADAKİ DİĞER SAHNELERİN ÜYELERİ… MEDYAGÜNDEM 27/03/2010 |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
medya araştırması, medya mahallesi, medya şifreleri |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|