AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 09-22-2010, 15:41   #1
Kullanıcı Adı
rizzelli
Standart Medya okuma özürlü mü?
Medya okuma özürlü mü?

Referandumun mağlubu olarak muhalefet partileri zikredilse de asıl kaybeden yine bazı medya ve yazarlar oldu. Eskiden yenilgiye kılıf aramakla yetinirlerdi, şimdi toplumu okuma tartışması da yapıyorlar. Sahi, medya değişiyor mu?

‘Önceki akşam da kendi kendime şunu sordum: ‘Niye benim tuttuğum parti hep kaybediyor?’ Rahmetli babam ise hep muhafazakâr partilere oy verirdi ve hep onun tuttuğu partiler iktidara gelirdi. O ilkokul ikinci sınıftan ayrılmaydı, ben eğitimini doçentlik düzeyine kadar devam ettirmiş biri. O zaman arıza bende mi? Ben bu toplumu hiç mi okuyamıyorum?’

Bu ifadeler, Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün 14 Eylül 2010 tarihli yazısından alıntı. Referandum sonuçlarını değerlendiren yazar, yıllardır oy verdiği bütün partilerin seçimi kaybetmesinden yakınıyor ve kendini sorguluyor. Mesele Özkök ile sınırlı değil elbette. Türkiye’de merkez medyanın yatırım yaptığı neredeyse bütün partiler yıllardır seçim kaybediyor. Buna rağmen hem merkez medyanın genel tavrı hem de yazarların yaklaşımı değişmiyor. ‘Yanlış ata oynamaya’ devam ediyorlar!

12 Eylül 2010 referandumunda da benzer bir tablo ortaya çıktı ancak bir farkla. Köşe yazarları bu kez bahane aramak veya suçu başkalarına yüklemekle birlikte bir öz eleştiri süreci de başlattı. En azından bir kısmı diyelim. Hatta medya kulislerine yansıyan bilgilere göre öz eleştiri sürecine, Doğan Grubu’nun patronu Aydın Doğan da katıldı. Aktif Haber adlı internet sitesinin haberine göre, Aydın Doğan’ın bu süreci doğru analiz etmek için, referandumu en doğru tahmin eden araştırma şirketi KONDA’nın başkanı ve Radikal gazetesi yazarı Tarhan Erdem’den bir rapor bekliyor. Bu rapor belki de Doğan Grubu’nda köklü değişikliklere yol açabilir. Benzer bir yorumu, Kanaltürk’teki bir tartışma programına katılan eski CHP milletvekillerinden Bülent Tanla da yaptı ve referandum sonrası bazı medya patronlarının değişeceğini iddia etti.

Referandum sonuçları ortaya çıktıktan sonra, medyanın toplumu ne kadar doğru okuduğuna dair en dramatik ifadeleri Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu kullandı. Mutlu, 15 Eylül’deki yazısını şu ifadelerle bitiriyordu: “… Bize de birgün ‘Başkanlık sistemine geçelim mi?’ diye sorulacak olursa, bu konuda bir referanduma gidilirse… Oyum bu kez, kayıtsız şartsız ‘Evet…’ Nasıl olsa her zaman benim dediğimin tam tersi oluyor.” Mutlu’nun bu ifadeleri, medyanın toplumu doğru okuma ve anlama noktasındaki hâl-i pürmelalini ironik bir dille ortaya koymaya yetiyor.

Referandum sabahı öz eleştiri yapan isimlerden biri de Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever’di. Yazısına ‘Ağır mağlubiyet’ başlığını koyan Ülsever, şöyle diyordu: “Lafı gevelemeye hiç gerek yok. Aralarında şahsımın da bulunduğu ‘hayır’cılar ağır bir mağlubiyet almışlardır. ‘Evet’ oylarının ‘hayır’ oylarından 6 milyon civarında fazla çıkması ‘hayır’ı savunanlar açısından üzerinde çok derin düşünülmesi gereken bir olgudur…”

Gerçekten de üzerinde çok düşünülmesi gereken bir durum yaşıyoruz. Buna rağmen, söz konusu arayış ve sorgulamalardan medyanın ve yazarların somut sonuçlara ulaşmasını beklemek çok gerçekçi olmasa bile, yine de gelinen nokta önemli. Bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak içinse, biraz geriye giderek medyanın ve yazarların, genel ve yerel seçimlerdeki pozisyonlarına yakından bakmak gerekiyor.

KIRILMA NOKTASI 1994

Medya ve seçim sonuçları denince akla ilk gelen hadise, 1994 yerel seçimlerinde İstanbul ile Ankara’ya yönelik tahminler ve oralardan alınan sonuçlardır. Geçmişte örnekleri bulunsa da Türk medyasının toplumsal değişimleri, toplumsal talepleri çok yanlış okuduğu en etkili örneklerden biridir, 1994 mahalli seçimleri. Aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan’ın kazandığı ilk seçim olma özelliğine de sahip 1994 seçimleri, medya ile toplum arasındaki uyuşmazlığın miladı oldu. Aynen şimdilerde olduğu gibi o dönemde de seçim öncesi anketler yayımlanıyordu. O yıllarda, Hürriyet ve Milliyet ile birlikte merkez medya sacayağının en önemli unsuru sayılan Sabah gazetesi, yerel seçimlere ilişkin bir anketi manşetine taşıyarak ‘tahmin değil, sonuç’ başlığını kullanıyordu. Gazetenin kaynak gösterdiği anketin verilerine göre İstanbul’da belediye başkanlığı seçimini SHP’nin adayı Zülfü Livaneli kazanıyordu. Sadece Sabah değil, Hürriyet ve Milliyet gibi büyük gazetelerin de İstanbul’da yatırım yaptığı isim Livaneli’ydi; ancak medyanın sonuçları ile sandık sonuçları birbirini tutmadı. Refah Partisi’nin genç adayı Recep Tayyip Erdoğan, yüzde 25 oyla seçimi kazandı. Hem de Bedrettin Dalan (DYP), İlhan Kesici (ANAP), Ertuğrul Günay (CHP) ve Zekeriya Temizel (DSP) gibi güçlü rakiplerini geride bırakarak…

Benzer tablo 1994’ten sonraki hemen bütün seçimlerde tekrar etti denebilir. Medyanın yatırım yaptığı siyasetçiler ve partiler, seçimlerde ağır yenilgiler aldı. 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’nin yüzde 21,38’lik oy oranıyla birinci parti olması, yazarlar için en büyük sürprizlerden biriydi. 1999’a gelindiğinde ise sandıktan bir koalisyon hükümetinin çıkma ihtimalinin kaçınılmaz oluşu, basını da yeni arayışlara itti. O tarihte Sabah gazetesinin öncülüğündeki merkez medyanın beklentisi, DSP-ANAP koalisyon hükümetiydi. İş dünyasının da desteğini alan gazete, Türkiye’nin istikrarı için bu iki partinin kuracağı koalisyonun önemine vurgu yapıyordu. Koalisyon dönemlerinin medya açısından böyle bir özelliği de vardı aslında. Siyaset mühendisliği yapmak için, zayıf partilerden müteşekkil, çok partili parlamento en uygun zemindi. Nitekim pamuk ipliğine bağlı iktidarların, merkez medyanın elinde nasıl oyuncak olduğu, 1995-2002 arasındaki 7 yıllık dönemde bariz şekilde ortaya çıktı. Ömrü 3-4 ayı bulmayan koalisyon hükümetleriyle Türkiye bu dönemde tanıştı. MHP lideri ve koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla Kasım 2002’de gerçekleşen erken seçim ise Türkiye’deki medya-siyaset ilişkileri açısından yeni bir dönemin de başlangıcı oldu.

2002’ye geçmeden önce, 18 Nisan 1999 seçimleri öncesi medya performansına göz atmakta yarar var. Konrad Adenauer Vakfı’nın desteğiyle, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin gerçekleştirdiği ve yine vakıf tarafından kitap hâline getirilen, ‘1999 seçimleri ve medya’ başlıklı araştırmaya göre, medya bu seçimde ‘taraflı, dengesiz ve yönlendirici’ davrandı. Araştırma bulgularına göre 1999 seçimlerinde medyada lehinde en çok yayın yapılan parti Mesut Yılmaz’ın liderliğindeki ANAP olmuştu. Kanal D, Star gibi en çok izlenen kanallar bültenlerinde en fazla ANAP ve Yılmaz haberlerine yer vermişti. ANAP’tan sonra medyanın en fazla yer verdiği parti ise CHP ve Deniz Baykal’dı. Televizyonlar DSP ve MHP’yi görmezden gelmişti. Buna karşılık medyada en çok aleyhinde yayın yapılan parti Fazilet olmuştu. Sonuçta ise merkez medyanın yatırım yaptığı Yılmaz ve Baykal bu seçimden ağır bir yenilgiyle çıkmıştı. CHP baraj altında kalırken, ANAP yüzde 13 oy oranına ulaşabilmişti. Medyanın görmezden geldiği DSP ve Bülent Ecevit yüzde 22 ile birinci parti olurken, MHP oy patlaması yaparak yüzde 18 ile ikinci sırayı almıştı. Fazilet ise yüzde 15 ile üçüncü olmuştu. Bu seçimde de medya toplumu doğru okuyamamış, bu yüzden yatırım yaptıkları partiler sandığa gömülmüştü.

SAHİ BİZ UZAYDA MI YAŞIYORUZ?

4 Kasım 2002’de gerçekleşen erken genel seçimlerde, henüz 14 aylık bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi, oyların yüzde 34’ünü alarak tek başına iktidara geldi. 1999-2002 döneminin koalisyon ortakları DSP, MHP ve ANAP, baraj altında kalarak parlamentoya giremedi. 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek büyük bir sürprize imza atan ve görev süresini, okuduğu şiir sebebiyle Pınarhisar Cezaevi’nde tamamlayan Erdoğan, merkez medyayı bir kez daha ters köşeye yatırarak tek başına iktidar oldu. Bu aynı zamanda 11 yıllık koalisyonlar döneminin de sonuydu. Erdoğan, 2002’den sonra ikisi referandum olmak üzere 5 kez daha seçmenin karşısına çıktı. Ve 5 seçimin tamamında rakiplerini geride bırakmayı başardı. 2010 referandumu, Erdoğan’ın siyasi hayatında kazandığı 7. sandık zaferi oldu.

Bu yedi zafer içinde, medya yansımaları açısından en dikkat çekici olan üçüne ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Bunlardan biri olan 1994 seçimlerinden bahsettik. Diğer ikisiyse 22 Temmuz 2007 genel seçimleri ve 12 Eylül 2010 referandumudur. Çünkü bu iki olayda merkez medya, toplumsal okuma ve halkın reflekslerini ölçme noktasında kelimenin tam manasıyla sınıfta kaldı. 22 Temmuz’da gerçekleştirilen erken genel seçimler öncesi sahaya inen köşe yazarlarının seçim tahminleri evlere şenlik boyutlardaydı. En iyimser tahminler AK Parti kıl payı birinci olsa da iktidarı CHP-MHP koalisyonuna bırakıyordu! Medyanın müzmin hastalığı bu seçimde tekrar nüksetmiş ve seçim tahminlerini siyaset mühendisliği adına yazmaya başlamışlardı. Sahaya inen yazarların yansıttığı manzaraların toplumun değil kendi nabızları olduğu, 22 Temmuz akşamı ortaya çıkıverdi! Ancak yazarlar o dönem neden toplumu doğru okuyamadık sorgulaması yapmak yerine sadece seçim sonuçlarını doğru tahmin eden araştırmacı Tarhan Erdem’den özür dilemekle yetindiler. Çünkü ‘AKP yüzde 48’e dayandı’ dediği için, kendi mahallelerinden olduğuna bile bakmadan ona ‘Erdemli Tarhana’ diyerek hakaret etmişlerdi. Tıpkı son referandumda ‘evet’ diyeceğini açıklayan ünlü sanatçı Sezen Aksu’ya ‘Sazan Aksu’ denmesi gibi…

22 Temmuz’daki en sahici sorgulamayı ise dönemin Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan yaptı. Çölaşan, ‘Sürpriz’ başlıklı, 24 Temmuz tarihli yazısında aynen şöyle diyordu: “… Sevgili okuyucularım, yazdık, yazdık, yazdık!.. Uyardık, belgeledik. Yalan yoktu, yanlış yoktu. Sonra bir seçim oldu, hiç kimsenin beklemediği bir sonuç belirdi. Gazeteci arkadaşlarımızla konuşurken şu görüş öne çıktı: ‘Demek ki biz uzayda, başka bir gezegende yaşıyormuşuz. Türkiye’nin ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz! Demek ki insanlar durumdan, gidişten memnunmuş. Seçim günü uzay gemisinden paraşütle, hiç bilmediğimiz bir ülkeye indik. Burasının Türkiye olduğunu öğrendik. Ülkenin gerçeklerini, nasıl böyle yanıldığımızı da yakında inşallah öğrenmeye başlayacağız!’ İşte böyle!..”

Evet, gerçekten de işte böyle… Kırık notlarla dolu bir toplumsal okuma birikiminden gelen bir kısım medya ve bir kısım yazarlar var Türkiye’de. 12 Eylül referandumu onlar için yeni bir şok dalgası oldu. Yaşanan travmadan ilk kez öz eleştiri ve sorgulamalar da çıkmaya başladı. Merkez medya ve bazı yazarların, toplumsal refleksleri doğru okuyamadıklarını itiraf etmeleri için, demek ki bu kadar büyük bir birikim gerekiyormuş! Sonuçta her şeye rağmen bir sorgulamanın başlamasıysa kayda değer elbette. Bu öz eleştiri sürecinden nasıl bir sonuç veya tavır değişikliği çıkacağını ise zaman gösterecek.

Öz eleştiri yaptık, artık aşağılayabiliriz!

Referandumdan sonra medyada öz eleştiri veya sorgulama kadar, toplumun bir kesimini aşağılama veya küçük görme anlayışı da vardı. Hatta bazı yazılarda ölçünün iyice kaçması, referandumun medyada nasıl bir travmaya yol açtığını da ortaya koyuyordu.

Yüzde 58’lik evet oyunu kendileri açısından ağır bir yenilgi olarak nitelendiren bazı yazarlar, diğer yandan da evet verenleri aşağılamayı, hatta onlara ağır hakaretler etmeyi ihmal etmedi. Sürecin en akılda kalan hakareti, Aziz Nesin’in Türk milletinin yüzde 60’ının aptal olduğu yönündeki sözlerinin, referandum sonuçlarıyla bağdaştırılması oldu. Konu hakkındaki ilk yazı, 14 Eylül’de Yeniçağ gazetesinin medya sayfalarında yayımlandı. Selcan Taşçı’nın köşesinde ‘Evrim’ isimli bir bölümde aynen şu ifadeler kullanıldı: “Mesaj yağıyor… Herkes konuşmak ve sandıktan çıkaramadığını düşündüğü o sesi çıkarmak istiyor… Ve aklın yolu bir mi demeli bilmem ama dün geceden beri en çok Aziz Nesin’i hatırlıyor insanlar… Tarhan Erdem kadar bir yanılma payı olmuş elbet ama bakın bunu neye bağlıyor bir okurumuz: O yüzde 2’lik fire de 30 yıllık bir evrimin neticesidir!”

Aziz Nesin meselesi referandum sonrası özellikle sanal ortamda çok ilgi gördü ve bazı yazarları da etkiledi. Akşam yazarı Oray Eğin, 15 Eylül’deki yazısında, bir yandan ‘gidilecek başka ülke var mı’ diye sorarken, diğer yandan da halkı aşağılamayı ihmal etmedi: “… 700 bin civarında geçersiz oy var. Sadece ‘evet’ ve ‘hayır’dan oluşan bir seçimde 700 bin kişinin oyu nasıl geçersiz sayıldı, ürkmemek elde değil. Çocuğa verseniz becerir bunu, ama bu ülkenin 700 bin vatandaşı bu kadar basit bir işlemi gerçekleştiremedi. Yılın esprisi: Aziz Nesin referandum sonucunu önceden bildi.”

Hürriyet yazarı Rahmi Turan da 16 Eylül’deki yazısında bu sürecin dışında kalmadı ve referandumdan çıkan sonucu, toplumun cahilliğine bağladı. Şu satırlar onun yazısından alıntı: “… A&G Araştırma Şirketi’nin Hürriyet için yaptığı araştırmadan çıkan ilginç bir sonuç şöyle: Oy veren seçmenin eğitim seviyesi arttıkça ‘hayır’ oyları yükseliyor. Lise ve üniversite mezunlarının büyük bölümü ‘hayır’, ilkokul ve ortaokul mezunlarının büyük çoğunluğu ise ‘evet’ dedi. Başka yoruma gerek yok!”

Oysa Rahmi Bey’in, araştırmasını yazısına referans yaptığı Adil Gür’ün, referandumla ilgili araştırmalarında büyük bir hayal kırıklığına uğradığını, toplumsal refleksi okuyamadığını da belirtmesi daha objektif bir yaklaşım olurdu.

Bu üç yazara aslında en güzel cevabı, Radikal gazetesi yazarı ve Türkiye’nin önde gelen sol teorisyenlerinden Ahmet İnsel verdi. İnsel, 14 Eylül’deki yazısında, halkı hor görüp aşağılayanların ruh hâlini ve dramatik hâllerini şöyle tasvir etti: “Ay bu insanlar ne bilirler ki oylarının değeri olsun, diyerek dudak bükenler, ‘halkın ezici çoğunluğunun neye göre evet ya da hayır oyu verdiğini açıklayamadan oy verdiğini’ iddia edip halkı budala yerine koyan iyi okumuşlar, bu tavırlarıyla halkın kime oy vereceğine karar vermesine yardımcı oluyorlar. Küçük gördüğü, tercihlerini yaparken vesayet altına alınması gereken aşağı-ortadan düşük zekâlı zihinsel özürlüler olarak baktığı ve onlar biraz yanına yaklaşınca korkuyla karışık bir nefretle irkildiği bu kitlenin kendilerini gayet iyi anladığını idrak etmekten aciz bir zümre bu. AKP’yi proto-faşist olmakla suçlarken, kendisinin ağır bir otoriter elit hükümranlığı özlemini ele verdiğini görmüyor. Kendini demokrat, solcu, ilerici, vs. zannediyor. Bir de bir tür çaresizlik itirafına benzer bir tavır var...

Travma geçince medya normale döner

Türkiye’nin önde gelen medya eleştirmenlerinden Alper Görmüş, merkez medyada bazı yazarların referandum sonrası yaptıkları öz eleştiri ve ‘biz bu toplumu neden okuyamıyoruz’ sorgulamalarının kalıcı olmadığını düşünüyor. Görmüş’e göre bu tepkiler, sonuçların oluşturduğu travmadan kaynaklanıyor; travma geçince medyada eski saflar yine sıklaşacak. Medyanın bu tip olaylar karşısındaki tavrını sürekli izleyen bir isim olarak yapılanın hakiki bir öz eleştiri olmadığını belirten Görmüş, “Yazılanları, bildiğimiz öfkenin başka dilde yeniden ifadesi olarak görüyorum. 2007 seçimlerinden sonra Emin Çölaşan, ‘biz uzayda mı yaşıyoruz’ diye yazdı ama ‘göbeğini kaşıyan adam’ ve ‘bidon kafa’ lafları da o zaman aynı medya merkezlerinden seslendirildi. Şimdi bir panik havası var. Böyle gidersek tirajlara da mı yansır korkusuyla yazılar yazılıyor.” diyor. Peki, medya toplumu neden okuyamıyor? Alper Görmüş bu soruya, bir halk deyişiyle cevap veriyor: “Görmek istemeyenden daha kör kimse yoktur.” Medya, okuyamamaktan ziyade, toplumu okumak istemiyor. Çünkü toplumu okumak demek, gelişmelere objektif bakmak demek. Bu durumda Görmüş, “İncelediğiniz nesneye karşı içinizde düşmanlık hisleri varsa nasıl objektif okuyacak ve ona nasıl hak vereceksiniz?” sorusunu yöneltiyor. Bu duygusallık ve düşmanlık hisleri değişmeden medyanın toplumu doğru okumasının mümkün olmadığını savunan Görmüş, şöyle devam ediyor: “İdeolojik bir hâkimiyet duygusundan söz ediyoruz. Kendilerine o alanda bir ortak çıkarsa, ezerek yok etmeyi hak görüyorlar. Korku motifi her defasında daha da irrasyonel boyutlara varıyor ve komik hâle geliyor. Ama hâlâ işliyor ve etki yapıyor. Toplumun bir kesimindeki bu anlayışı medyaya da teşmil edebilirsiniz. O da aynı öfke ve hastalıkla malul hâlde. Bana göre toplumun bir kesimi ideolojik intihara gidiyor.”



20.09.2010

ZAFER ÖZCAN

AKSİYON

 

rizzelli isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi