AK Gençliğin Buluşma Noktası
Genel Tarih Devlet tarihleri ve kültürleri.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 06-07-2008, 20:30   #1
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
MİSAK-I MİLLİ



Misak-I Milli Nedir?

Yazıya bu soru ile başlamamın nedeni şudur: Türkiye’de İlk Öğretim seviyesinde eğitim görmüş hemen herkes Millî Mücadele döneminin ünlü belgesi “Misak-ı Millî” yi duymuştur ama ne olduğunu pek bilemez, hatırlayamazlar.

Ama hepsi de Misak-ı Millî Hudutlarını bilir ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ile ilgili bir şeyler söylemek, hamasi bir konuşma yapmak istediği zaman da genellikle Misak-ı Millî Hudutları ifadesini kullanmaktan büyük keyif alır. Oysa bu belge: en az ABD Halkının ünlü “Bağımsızlık Bildirgesi” veya Fransız Halkının “İhtilal Bildirgesi” kadar önemsenmesi gereken bir belge olup, 1920 yılında Sevr Barış görüşmeleri devam ederken, Türk Halkının hangi şartlarda barışı kabul edebileceğini bütün dünyaya açıklayan, 6 maddelik bir bildirgedir. Bu gün bu Tarihi belgenin ne olduğunu ve nasıl oluşturulduğunu işlemek istiyoruz.

Sivas Kongresinden sonra İstanbul Hükümet temsilcileri ile yapılan görüşmeler sonucunda Osmanlı Mebuslar Meclisinin yeniden açılması karar altına alındı, açılışın Ocak ayında yapılabilmesi için çalışmalar başlatıldı. Sivas Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu’dan seçilip gönderilecek mebusları oryante etmek ve gelişmeleri yakından izleyebilmek amacıyla, Aralık 1919 sonunda Ankara’ya geldiğini hatırlıyoruz. Ankara’ya uğrayan Milletvekilleri ile görüş alışverişinde bulunularak İstanbul’da nasıl bir politika izleneceği kendilerine anlatıldı. En önemli görevleri; Mecliste bir “Müdafaa-i Hukuk” grubu kurmak ve Mustafa Kemal’i Meclis Reisi seçmeye gayret göstererek” Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararların Meclis Üyeleri ve İstanbul Hükümeti tarafından benimsenmesini sağlamaktı.

Böylece Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da, halkın kurduğu bir “Millî Meclis”in başkanlığı yanında, Anayasal bir kuruluş olan “Millet Meclisi”nin de başkanı olarak güçlü bir siyasi söz hakkına sahip olabilecekti.(1) Ne yazık ki milletvekilleri Mecliste her iki hususu da gerçekleştirememiş, ancak “Felahı Vatan” adında yeni bir siyasi grup kurabilmişlerdi. (2) Bu grubun teşebbüsleri ile Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar, Ankara’da kararlaştırıldığı gibi, Ulusal Ant (Misak-ı Millî) adı ile 28 Ocak 1920′de Milletvekillerine onaylatılmış (3) ve 17 Şubat 1920 günkü oturumda da ilkeler açıkça ilan edilmiştir.(4)

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-07-2008, 20:31   #2
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
Metin esasta 8 madde olarak Ankara’da hazırlanmış ve Trabzon mebusu Hüsrev Sami Gerede’ye teslim edilerek İstanbul’a gönderilmiştir. Ankara metninde ayrı maddeler halinde yazılan “Mütareke sınırı” ve “Müslüman halkın bölünmezliği” maddelerinin diğer maddelerle birleştirilmesi sonunda metin 6 maddeye indirilmiştir.

“Ahd-ı Milli” (Millî Yemin) Beyannamesi, 17 Şubat 1920 tarihinde, Edirne Milletvekili Mehmet Şeref (Aykut) Bey’in verdiği önergenin kabul edilmesi ile Mecliste okunmuş ve aynı gün kabul edildiği gibi, alınan kararların basına verilerek bütün Dünyaya duyurulması kararlaştırılmıştır. Bu isimle kabul edilen bildiri daha sonra Misak-ı Millî olarak adlandırılmıştır. Bu terim de (Ulusal Yemin) anlamına gelmektedir. Misak-ı Millînin içerdiği maddeler şunlardır:

• Osmanlı Devletinin yalnız Arap çoğunluğuna sahip topraklardan 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinin imzalanması sırasında düşman kuvvetlerin işgali altında kalan bölgelerin geleceği halkın özgürce vereceği oylarla kararlaştırılmalıdır. Aynı antlaşma sırasında Türk askerinin kontrolü altında bulunan bölgeler ayrılmaz bir bütündür. (Hatay ve Musul bu sınırlama içinde kalmaktadır.)

• Halk oylaması ile anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum illerinde gerekirse yeniden bir halk oylaması yapılmasını ve sonucun herkes tarafından kabul edilmesini istiyoruz.

• Batı Trakya’nın hukuki durumu özgürce yapılacak bir halk oylaması ile tespit edilmelidir.

• Hilafet Merkezi ve Osmanlı İmparatorluğunun başşehri İstanbul ve Marmara Denizinin güvenliği esastır. Bu ilke esas alınmak suretiyle Boğazların ticari geçişlere açılabilmesi için diğer devletlerlerle birlikte alacağımız karara uymağa hazırız.

• Yapılacak barışta azınlıkların hakları; komşu ülkelerde yaşayan Müslüman halklara da benzer hakların tanınması şartı ile teminat altına alınacaktır.

• Ekonomik gelişmemize imkân sağlamak için her devlet gibi bizimde özgür ve bağımsız olmaya hakkımız var. Bu nedenle mali, ekonomik ve hukuksal kısıtlamalara karşıyız. Ancak ekonomik gelişmelerimiz için her ülke ile görüşmeye hazırız.(5)

“Misak-ı Millî” İngiliz emperyalistlerin asi Türklere karşı duyduğu hoşnutsuzluğu arttırdı. 19 Şubat 1920′de General Milne, müttefiklerin kararı gereği İstanbul’un Türkiye’nin başkenti olarak kalacağını duyurdu ve Türk birliklerinin harekâtının durdurulmasını istedi. Aslında İngiliz hükümeti, İstanbul’un Padişah’ın oturduğu yer olarak kalmasını, Boğazların uluslararası bir statüye kavuşturulmasını ve her hususta kontrolün İngilizlerde bulunmasının menfaatlerine daha uygun olacağını kabul ediyordu.(6)

Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in açılmasına rağmen ısrarla sürdürdüğü mücadele işgal güçlerini olduğu kadar Ali Rıza Paşa hükümetini de rahatsız ediyordu. Bursa Valisi iken 8 Şubat’ta İçişleri Bakanlığına getirilen Ebubekir Hazım Tepeyran anılarında bu konuya temas etmektedir:

“Sadrazam Paşa-bugün Mecliste Felahı Vatan Grubu ile görüşüp konuşacağız, Salih Paşa’da (Bahriye Nazırı) gelecek siz de bulunsanız iyi olur deyince toplantıya ben de katıldım.

Sadrazam Paşa’yı Meclis’te okuduğu nutkun mahut fıkrasıyla, vilayetlere çekilen telgrafın sebep olduğu teessür ve hiddet içinde şiddetli sözlerle hayli sıktılar.

Hücum edenlerin başında Heyeti Temsiliye’den Rauf (Orbay) Bey vardı. Sadrazamın biri Anadolu’da, biri İstanbul’da olmak üzere iki hükümetle memleket idare edilmez sözü gürültüyü arttırdığı bir sırada İstanbul’un bize bırakıldığına dair gelen telgraf sadrazamın imdadına yetişti.

Bu iyi fırsattan istifade ile Babıâli’ye gitti.”(7)

DİPNOTLAR:

(1) B. Kurtuluş, a.g.e. s.86

(2) Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, s.120–123

(3) Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle Atatürk, s.239 (Genkur Basınevi, Ankara–1980); M. Gönlübol, Cem Sar, a.g.e. s.6–12

(4) T.Z. Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, s. 71 (İst–1984); S. Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s.16, 17 (İstanbul)

(5) Alev Coşkun: Kuvayı Milliyenin Kuruluşu, s.276 ( En Uzun 15 gün–1997)

(6) Johannes Glasneck, Kemal Atatürk Çağdaş Türkiye, s.118, 119 (Çeviren Arif Gelen, Onur Yayınları, Ankara–1976)

(7) Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, s.16 (Çağdaş Yayınları, İstanbul–1982)
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:34   #3
Kullanıcı Adı
parabol
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
En nefret ettiğim şey gerçek olmayan ütopik kafaya göre çizilmiş haritalardır...

Gönül ister ki hepsi bizim olsun ama değil...Bu nedenlede bizim kimsenin toprağında gözümüz olamaz olmamalı....

Ama bu ülke topraklarınıda tabıkı kanımızla canımızla mudafa etmeliyiz o da ayrı....

Bu tarz haritalar çizmek koymak bize yakışmaz....Çirkin....
parabol isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:35   #4
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
Vatanseverlik: Kurtuluş savaşının ilk günlerinde ilk kez gözüken, Türkiye’deki Türk ulusuna dayanan topraksal bir ulus-devlet fikri, dönemin koşullarının bir anlamda ortaya çıkardığı bir zorunluluktu. Anadolu’daki milliyetçilerin temel isteklerini içine alan Misak-ı Milli’si, üzerinde tam ve bölünmez egemenliğin istendiği, “dinen, ırkan, emelen, müttehid Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskun alanlardan söz eder.
Bu ant, halen Türklerden değil, Osmanlı İslamlarından söz eder. Mustafa Kemal, çok geçmeden ister dinen ister ırkan belirlenmiş olsun, ulusal sınırlar ötesinde belirsiz ve daha geniş her hangi varlık için değil, Türkiye halkı için savaştığını açıklığa kavuştururdu.
1908’den beri kültürel milliyetçiliğin büyümesi, yeni Türk kuşaklarını Türklük, Türk ulusuna dayanan özdeşlik ve bağlılık fikrine alıştırmıştı. Kurtuluş savaşı yeni bir fikir, Türkiye vatanı fikrini getirdi. Bu fikir o kadar yeniydi ki Türk dilinde bunun için bir ad bile yoktu. Genç Osmanlılar, Farsçadan yararlanarak Türkistanı uygun görmüşken Mehmet Emin Türkeli’nden söz etmişti. Ancak genç Türkler döneminde Türkiye adı yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Osmanlı İmparatorluğunun geriye kalan ve Türklerle meskun merkezi oluşumunu ifade etmek üzere bu ad resmen ilk kez Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı öncüleri tarafından benimsendi. 1921 Anayasasın da ve 1924 Cumhuriyet Anayasası’nda ülkenin adı olarak kullanıldı.
Bu yeni toprak esasına dayanan Türkiye devleti düşüncesinin, bu kadar uzun süre din ve hanedana bağlılıklarına alışmış bir halkın zihnine yerleşmesi hiç de kolay olmamıştı. Yeni devletin bizzat sınırları yeni ve alışılmamış şeydi; Ülkenin adı, Türkiye bile kavram olarak, yeni şekil olarak yabancıydı. Bu yüzden eski metinlerde yazılışı ve okunuşu da farklı olmuştur. Eski neslin Türkiye yerine Türkiya demesi gibi.
Anadolu Vatanı: Bu düşünce ne kadar yabancı, güçlükler ne kadar büyük olursa olsun bir ulusal Türk devleti oluşmakta idi. Uzun süre Osmanlı İmparatorluğunun ağırlık merkezi olan Balkanlar yitirilmişti. İslam anayurdunda Arap toplulukları kendi ayrı yollarına gitmişlerdi. Anadolu, Ermeni ve Rumlara karşı son mücadeleden sonra Türk Ülkesi olarak elde tutulmuş ve başkent bile, kozmopolit ve levanten İmparatorluk İstanbul’undan, üzerinde Selçuklu kalesi bulunan bir Anadolu şehrine aktarılmıştı.
Bir Türk ulusu düşüncesi, Türk aydınları arasında çabuk gelişti. Fakat kendisiyle birlikte yeni bir tehlike de getirmişti. Bu İmparatorluğun kaybıydı ve nispeten küçük ulus-devleti tatminkar ve çekici görmeyen bir çok kimsenin hala yüreğini yakıyordu. Pantürkist çevrelerde ve özellikle Tatar sürgünleri arasında, ereği çok dilli ve çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu yeniden canlandırmakta olan Ege’den Çin denizine kadar Türk ve Tatar halklarından yeni bir Pan-Türk İmparatorluğu kurmak olan, yeni bir İmparatorluk kaderinin Türkleri beklediği düşüncesi ve ülküsü yaygındı.
Bütün bu çeşit tasarılara ve tutkulara Mustafa Kemal kesinlikle karşı idi. Türklerin Anadolu’da yapacakları uzun ve zor bir görevleri vardı. Diğer yerlerdeki Türk kardeşleri, onların sempati, ilgi ve dostluğundan yararlanabilirlerdi; Fakat kendi siyasal kaderlerini kendileri yaratmalı, Türkiye Cumhuriyeti kendi işinden alıkoyup, uzak ve tehlikeli maceralara sürüklemeye çalışmamalıydı.
Gerekli olan şey milliyetçilikten çok vatancılık yani, ulus gibi iyi tanımlanamayan ve çeşitli şekilde yorumlanan bir varlıktan çok; mevcut, hukuken tanınmış, egemen Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılık idi.
Vatan değiminin modern Türkiye de inişli çıkışlı bir tarihi olmuştu. Cevdet Paşa’ya göre, XIX. Yüzyıl ortalarında bu deyim, bir Türk askerine köy meydanından daha fazla bir şey ifade etmezdi; 19. yy sonlarında, Namık Kemal’e, Arabistan’ın kutsal şehirleri de dahil olmak üzere, bütün Osmanlı İmparatorluğunu ifade ediyordu. 1911’de Pantürkist Ziya Gökalp için vatan ne Türkiye nede Türkistan’dı, geniş Turan ülkesi idi.
Bu farklı görüşlere karşı Mustafa Kemal yeni bir Anadolu Türk vatanı fikrini zihinlere yerleştirmek istedi. Amacı, halen İslam’ı ve Osmanlı bağlılık duygularını yıkmak, Panislamist ve Panturkist heveslere karşı koyma ve Türk ulusunda vatanına karşı yeni bir bağlılık yaratmaktı.


Anadolu vatanı Kurtuluş Savaşı’nın belgelerinede yansımıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, Müterake sınırları içindeki topraklar ülke sayılmış, bu topraklar üzerindeki, idari birlik-bütünlük üzerinde kurulmuştur. Bunun anlamı, soy kümelerine ve bölgeci devletçiklerin kurulmasına karşı çıkmaktır.
Bu ilke Misak-ı Milli’de de kabul edilmiştir. Burada ayrıca, Arapların çoğunlukta oldukları topraklarla Batı Trakya’da ve üç doğu ilinde halk oylaması yapılabileceği belirtilmiştir. Bütün bu kararlar Osmanlı Anayasa hukuku açısından son derece yeni bir durumdur ve tamamen Kanun-i Esasi’ye aykırıdır. Çünkü, 1876 Anayasasında Osmanlı devleti var olan toprakları ve imtiyazlı eyaletleri ile bölünmez bir bütün olarak kabul edilmiştir (Tanör, 1998:56).
Bu yönüyle Misak-ı Milli, Milli bir devlet için Anadolu vatanı amacına yönelikti. Yayılmacı hedefler gütmeyen sadece ulusal niteliklere dayalı yeni bir anlayışı onaylamıştı. Bu ise Osmanlı İmparatorluğunun dağıldığı, onunla birlikte Osmanlıcılık,İslam birliği ve Turancılık politikalarının da terk edildiği, yeni sınırlarıyla bir ülkenin oluştuğu anlamına geliyordu.
Savaş sonrası Türk- Yunan nüfus değişimi de Türkiye’deki Türk kimliğinin oluşmasında etkili olmuştur. Lozan Antlaşması ile Türk-Yunan arasındaki uyuşmazlıkları sona erdirmiş ve aralarındaki ayrı bir anlaşma ile, zorunlu bir nüfus değişimsiyle azınlık sorunlarını sürekli bir çözüme kavuşturmayı öngörmüşlerdi. 1923 ile 1930 arasında 1.125.000 kadar Rum Türkiye’den,Yunanistan’a, 500.000 Türk’de Yunanistan’dan, Türkiye’ye gönderilmiştir.
İlk bakışta bu değişim, her iki tarafta da milliyetçi ve vatancı fikirleri ve ulus ile vatana daha büyük bir birlik ve bağlılık verme arzusunun hüküm sürmesine bir belirti gibi görünebilir. Fakat olup bitenler oldukça farklı olmuştur. Yunanistan’a gönderilen Karaman Rumları, din olarak Hristiyan Rumlardı, fakat çoğu Rumca bilmiyordu ve dilleri Grek yazısı ile yazdıkları Türkçe idi. Aynı şekilde Yunanistan’dan gönderilen Türkler pek az Türkçe biliyordu, esas dilleri Rumca idi. Rumcayı da eski Türkçe ile yazıyorlardı. Yapılan iş bir Türk ve Rum değişimi değil, daha çok bir Rum Ortodoks ve Osmanlı Müslüman Mübadelesi idi.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:37   #5
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
Alıntı:
parabol Nickli Üyeden Alıntı
En nefret ettiğim şey gerçek olmayan ütopik kafaya göre çizilmiş haritalardır...

Gönül ister ki hepsi bizim olsun ama değil...Bu nedenlede bizim kimsenin toprağında gözümüz olamaz olmamalı....

Ama bu ülke topraklarınıda tabıkı kanımızla canımızla mudafa etmeliyiz o da ayrı....

Bu tarz haritalar çizmek koymak bize yakışmaz....Çirkin....
Evet öyle kötü sayılacak bir durum aslında ancak onlar ağrı dağını isterken Suriye son on yıla kadar Hatayı isterken Biz M. KEMAL ATATÜRK'ÜN GERÇEKLEŞMESİNİ VASİYET ETTİĞİ BU DURUMU NİYE DÜNYADA MİLLİ SİAYSETİMİZ POLİTKAMIZ OLARAK DUYURMAYALIM.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:38   #6
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
Ulusal Bilincin Geliştirilmesi:
Modern ulusal kimlikler feodal üretim biçimlerinden kapitalist üretim biçimlerine geçerken şekillenmişlerdir. Bu geçişin tarihi sırası ve devrim veya evrim şeklinde ortaya çıkışı ulusal birimlerin temel niteliklerinin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Batıda savaşçı aristokratların yerini fetihçi burjuvalar değişik yöntemlerle aldılar. Bu fetihçi burjuvalar batının ortak değerlerini aristokratik kültür mirası üzerine oturturken, değişik yol ve yöntemleri de ulusal karakterlerin oluşmasına renk kattı. İngilizlerin pragmatizmi ve iktisatçılığı Fransızların despotik iktidarlara karşı kavgayla beslenen devrimcilikleri, Almanların gecikmiş kapitalizmleri de hep bu bağlamda değerlendirildi.
Osmanlı devletinde modern ulus devlete temel oluşturacak edecek etnik ve kültürel açıdan türdeş bir halk tabanı yoktu. Gelecekteki Türk ulusunu oluşturacak öğeler Anadolu’da bile bir bütünlük sağlayamamışlardır. Çağdaş Türk Ulusu’nu Anadolu, Balkanlar ve Kafkasya’nın Türkçe konuşan Müslümanları uzun ve zahmetli bir ölüm kalım savaşı sonunda Anadolu’da buluşarak gerçekleştirdiler.
Tarihte ilk kez halkımız önderinin ağzıyla mazlum ulus kimliğinin bilincine varıyor ve bu fırsatla zulmü yenme kavgasına girişiyordu. Bu ölüm kalım kavgasının başka bir ön koşuluda erbab-ı say yani emekçi olmamızdı. Ancak bu koşullarda kendimiz hakkında gerçekçi olabilir ne olduğumuzu bilebilirdik. Büyük lider zaferden sonra yeni Türkiye’ye şekil vermek için toplandığı Türkiye İktisat Kongresi’nde, uzun uzun tarihte saban’ın kılıcı nasıl yendiğini anlatıyordu.
Ulus kavramı Türkiye Cumhuriyeti açısından önemli ve kurucu bir kavramdır. Bilindiği üzere ulusların doğuş döneminde ulusu neyin oluşturduğu ya da ulusun temelinde neyin bulunduğu konusunda iki farklı anlayış belirmiştir.
Bunlar sözleşmeye dayalı ulus anlayışı ve kolektif ruha dayalı ulus anlayışıdır. Bu anlayışlardan birincisi; ulusu, kökenleri ne olursa olsun aynı ilkeler etrafında iradi olarak belirmiş bir yurttaş topluluğu olarak tanımlayan ve daha ziyade Fransız devrimine bağlanan anlayıştır.Sözleşmeye dayalı ulus anlayışında, bir millete giriş özgür bir seçime, irâdî bir katılım edimine bağlanmıştır. Önemli olan kan veya ırk gibi doğuştan gelen özelliklerden ziyade toprak ve irade katılım gibi sonradan kazanılabilecek türden özelliklerdir.
Buna karşılık ulusu kolektif bir ruhun ifadesi olarak gören anlayış, tarihin, geleneklerin ve kökenin belirleyiciliğini öne sürmektedir. Daha çok, Alman romantiklerine dayanan bu anlayışta, milliyet dışarıdan katılıma ilk olarak kapalıdır; örneğin Alman olmak, iradî bir edimin sonucu olarak değil, genelde ve önceden tanımlanmıştır.
Tüm ulus-devletler, politik, kültürel, ekonomik bir birlik oluşturmayı hedefler, bünyesinde topladığı farklı grupları bütünleştirmeye yönelir. Dinsel cemaatlerin ve etnik toplulukları görmezden gelerek, yurttaşlığı esasa alır; yani farklılıkları dile getirmeksizin, ilk olarak insanları yurttaş yapan şeyin dışında adlandırmamak ister. Herkesin herkese karşı yasalar tarafından korunduğu, insan ilişkilerinin, halk ve görevlerin yasal bir zemine oturtulduğu bir hukuk düzenini oluşturmaya çalışır. Bu cumhuriyetçi demokrasi anlayışıdır.
Tüm topluluklar, genel bir deyişle halk onu oluşturacak, bir arada tutacak zihinsel bir ilke, bir kavram (notion) etrafında tasarlanır. Bu kavramlaştırma nasıl gerçekleştirilir, oluşturulur? Genel fikirler iki farklı yoldan oluşturulur. Birinci yol toplama (kolleksiyon) ve sınıflandırma yolu yöntemi, politik birleştirme tarzıdır. Buna baktığımızda halk kavramı da iki tarzda oluşturulabilir; ya benzerlikleri birleştirerek tasnif yöntemiyle ya da kavramsal inşa ve soyutlama yöntemiyle. Birinci halde etnik, ırksal veya kültürel bir anlayışla, birtakım gözlenebilen özelliklerden; davranışlar, ritler, alışkanlıklar, töreler, inançlardan hareketle bazı insanlar birleştirilebilir.
Bu politik birleştirme tarzı dediğimiz ikinci yönteme denk düşer. Burada halk kavramı ve benzeri birleştirmeler, olgusal cevaplara göre veya inançlara dayandırılarak doğrulanmaz. İnsanların bir halk olarak toplanması, doğal bir veri gibi düşünülmez. Buradaki toplanma, bir üretim veya yapım edimidir. Takdimden temsile geçmek söz konusu olur. Bu köklerden kopmayı gerektirmez, ancak köklerinde bir veri gibi alınmasını içerir.
Oysa ülkemiz bir kültür mozaiğidir. Bu gerçekten hareketle yurttaşlık kavramı yaratmak ikinci yola yakın bir yöntem izlemiştir. Ülkemizde olduğu gibi, bir toplum farklı kültürleri veya gelenekleri barındırdığı zaman, bunları birlikte düşünmenin üç tarzı vardır. Farklı kültürler ya bir yerlere yerleştirilir ve aralarında ilişki olmaz, ya içlerinden birisinde özümsenir ve diğerleri asimle edilir veya birbirleriyle bir bütün içinde kaynaşırlar. Bu demektir ki, farklı kültürler hem kendilerini korumak, hem de bir arada yaşamak istediklerinden entegrasyondan başka bir yol yoktur.
Entegrasyon kavramı, ancak politik toplanma tarzında anlamlıdır. Burada hiç kimse politik bir topluluğun doğal üyesi değildir; ama herkes üye haline gelebilir. Bu anlayış çağımızın ve ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan çok kültürlülüğün hayata geçirilmesine en uygun model olarak görülmektedir. Çünkü bu tarz, hem kökenlerin inkarını gerektirmekte, hem de kökene bağlı olmayan politik bir çerçeve çizmektedir. Bu çerçevede kalınarak hem tekil bir şey kişi, hem de yurttaş olmak mümkündür. Daha somuta indirgersek, hem etnik bir aidiyet olarak Türk, Kürt, Boşnak veya Çerkez olmak, hem de yurttaş olmak böylece kendisi olmaktan vazgeçmeksizin bir üst kimlikte birleşebilmek mümkündür.
Toplumsal ve bireysel evrime baktığımızda, Tanrının kulu olan bir insan anlayışından, prensin tebaası, yani prensin otoritesine boyun eğmiş bireyi temsil eden ortaçağ anlayışına geçiş görülür. Burada insan, özerk bir özne değil tabi olandır. Tüm insanların tebaa olarak doğdukları anlayışı vardır. Tarihsel ve mantıksal olarak başlangıçta var olan bu tür insandan sonra yurttaş gelmektedir. Hak ve ödevliliğiyle tanınmış olan yurttaş tebaadan sonra gelmekte ve tebaanın boyun eğme durumuna son vermektedir. Bu anlayışta tebaa, başlangıç insanı değildir ve burada insanlar tebaa olarak değil, özgür ve haklar bakımından eşit doğarlar.
Politik topluluğun Cumhuriyetçi bir yöntemle yapımı çok kimlilikle ne ilkesel, ne de politik bir karşıtlık içermez. Cumhuriyetçi anlayışta ortak varoluş ilkesi, diğerinin hakkı ilkesine o da özgürlüklerin birlikte varoluş ilkesine götürür.
Yurttaşlık kabaca bir devlete aidiyeti belirtir; bireye bir takım hak ve ödevler içeren hukuki bir statü verir. Ancak yurttaşlık sorunu, sadece yasal veya anayasal bir sorun değildir; bireyin topluluk içinde yer alma tarzı ve politik iktidarlar ilişki tarzını da içerir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:40   #7
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
Peki Misak-ı Milli Tarihte ne etki yarattı?

A) T.B.M.M nin KURULMASI ÖNCESİNDE GENEL DURUM T.B.M.M nin KURULUŞU ve İÇ İSYANLAR

1) Meclisi Mebusan'ın İstanbul'da Toplanması ve Misak-ı Milli'yi Kabul Etmesi
İstanbul' da toplanan Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920'de ilk toplantısını yapmış ve en önemli iş olarak, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin de aldığı kararlara uygun olarak, Misak-ı Milliyi bir beyanname halinde ilân ve kabul etmiştir.

Son Osmanlı Meclisi Mebusan'ında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin bir grubunu kurmak ve bu adla adlandırmak bazı sebeplerden ötürü mümkün olmamış, bunun yerine Müdafaa-i Hukukçular, "Felâh'ı Vatan" grubunu kurmuşlardır. Müdafaa-i Hukukçuların çoğunlukta bulunduğu Osmanlı Meclis-i Mebusan' ının en önemli hizmeti, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kabul edilen barış şartlarını öngören Misak-ı Milli' yi, diğer bir deyimle Milli Yemini (Ahd-i Milli) olağanüstü şartlara rağmen kabul ve ilan edilmesidir.

Misak-ı Milli'nin metni, Atatürk' ün Büyük Nutku'nda belirttiği üzare, "Milletin amâl ve maksadını kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi, Ankara' da görüşüldü. Misak-ı Milli ünvanı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadiyle kaleme alındı."

Başta Atatürk olmak üzere Heyeti Temsiliye üyeleri tarafından hazırlanan metin esas alınarak, Meclis-i Mebusan'ın, 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda "Ahd-i Milli olarak bütün mebuslara imzalatıldı ve 17 Şubat 1920 tarihli açık oturumda da basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı.

2) Misak-ı Milli'nin Önemi ve Sonuçları
·Misak-ı Milli' nin kabul edilmesi, İstanbul Hükümeti'ni telaşa düşürmüştür. İtilaf Devletleri ise, Misak-ı Milli' den memnun kalmadıklarından kısa bir süte sonra Meclisi Mebusan'ı cezalandırmışlardır.
·Misak-ı Milli beyannamesi, her şeyden önce milli ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırlarını çizmiştir.
·Misak-ı Milli ile Türkler, tam bağımsızlık şuuruna erişmişler ve millet olarak asgari haklarını istemişlerdir.
·İtilaf Devletlerinin, Yunan cephesinde bulunan milli kuvvetleri geri çektirmek için yaptıkları teşebbüsün imkansız olduğu hakkında almış oldukları cevap üzerine, YUnan kuvvetlerini taaruza başlatmaları, Ali Rıza Paşa kabinesini çekilmeye mecbur bırakmıştı. Bu defa' da yeni kabineyi Salih Paşa kurmuştu.

3) İstanbul'un İngilizler Tarafından İşgali ve Buna Karşı Mustafa Kemal Paşa' nın Tepkisi
15 Mart' ta İstanbul'daki İtilaf kuvvetleri 150 Türk aydınını yakalatmış ve ertesi gün de şehir fiilen ve resmen askeri işgale maruz kalmıştır. İstanbul' un işgalini, Mustafa Kemal Paşa' nın Anadolu' da kuvvetlenmesi sonucu bir baskı ve müeyyide şeklinde de görmek mümkündür. 18 Mart' ta ise İngilizler, Meclisin etrafını makineli tüfeklerle sararak, toplantı halinde bulunan bu milletvekilleri içinde bazılarını göz önünde tevkif ederek ve sürükleyerek götürmüşlerdi. Böylece son Osmanlı Meclis-i Mebusan' ı düşman süngüsü altında zorla kapattırılmıştır.

Bu işgali fedakâr bir telgraf memuru Manastırlı Hamdi efendi vasıtasıyla öğrenen Mustafa Kemal Paşa, derhal bütün cihana bu hareketi protesto ederek, bu işgalin haksız ve hükümsüz olduğunu ilân etmiştir. Ayrıca kapanan Meclisin Ankara' da açılacağını ve bütün Meclis azalarının Ankara' daki toplantıya katılmalarını bildirmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ise, bu buhranlı günlerde bir taraftan İstanbul hükümetince kışkırtılan ayaklanmaları bastırıyor; düşman ilerlemesine karşı, epheyi tutmaya çalışıyordu. Diğer taraftan da. Anadolu'daki ulemadan 153 kişinin imzasıyla verilen mukabil fetva ile; asıl hainlerin, milleti istiklal yolunda savaştan geri koymak isteyenler olduğunu halka ilân ediyor ve Ankara' da toplanacak olan Millet Meclisinin hazırlıkları ile meşgul oluyordu. Mustafa Kemal Paşa, 22 Nisan 1920 de yaptığı bir diğer genelge ile, Büyük Millet Meclisi' nin 23 Nisan' da açılıp görevine başlayacağını, o günden itibaren Milleti temsil yetkisini bu meclisin haiz bulunacağını, bütün millete, askeri ve mülki makamlara bildirmiştir.

4) T.B.M.M'nin Açılması
23 Nisan 1920 Cuma sabahi erken saatlerde, Ankara'da bulunan herkes Meclis Binasi çevresinde toplandi. Halk, kendi kaderine sahip çikmanin coskusu içindeydi. Haci Bayram Camii'nde kilinan ögle namazindan sonra, Meclis binasi girisinde gözleri yasartan muhtesem bir tören yapildi. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 milletvekili Meclis salonunda toplandi.
Parlamento geleneklerine göre, en yasli üye olan Sinop Milletvekili Serif Bey (1845), Baskanlik kürsüsüne çikti ve asagidaki konusmayi yaparak Meclis'in ilk toplantisini açti:

"Burada Bulunan Saygideger Insanlar, Istanbul'un geçici kaydiyle yabanci kuvvetler tarafindan isgal olundugu ve bütün temelleri ile halifelik makaminin ve hükümet merkezinin bagimsizliginin yok edildigi hepimizce bilinmektedir. Bu duruma bas egmek, milletimizin, teklif olunan yabanci köleligini kabul etmesi demektir. Ancak tam bagimsizlik ile yasamak için kesin olarak kararli bulunan ve ezelden beri hür ve basina buyruk yasamis olan milletimiz, kölelik durumunu son derece ve kesinlikle reddetmis ve hemen vekillerini toplamaya basliyarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmistir. Bu Yüksek Meclisin en yasli üyesi sifatiyla ve Allah'in yardimiyla milletimizin iç ve dis tam bagimsizlik içinde alin yazisinin sorumlulugunu dogrudan dogruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye basladigini bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açiyorum."

Bu açis konusmasinda, millî egemenlige dayali yeni Türk parlamentosunun adi da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmustu. Bu ad herkesçe benimsedi. Daha sonra Atatürk'ün tüm konusmalarinda yer aldigi sekliyle ve ilk kez 8 Subat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazili olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adi kalicilik kazandi.

TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptigi ikinci toplantisinda Mustafa Kemal Pasa'yi (Atatürk), baskanliga seçti. Mustafa Kemal Pasa, kendi öncülügünde kurulan TBMM'nin baskanligini Cumhurbaskani seçildigi gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. TBMM, açilisindan iki gün sonra, sadece yasama degil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî yapisini düzenleme çalismalarina basladi. Bu düzenlemeler, TBMM'nin tam bir güçler birligi ilkesini benimsedigini göstermisti.

5) T.B.M.M'ye Karşı Tepkiler (Ayaklanmalar)
Mustafa Kemal Paşa' nın azimli davranışı, milli davayı başarmakta gösterdiği güç, Damat Ferit Hükümetini memleket ve millet menfaatini hiçe sayan en ağır tedbirlere baş vurmaktan geri bırakmamıştır. Damat Ferit Hükümeti'nin tesir ve telkini ile irtica, istilâcı düşmanla birleşerek, Türk Milletinin kurtuluş ve istiklâl hamlesini kırmağa, yok etmeğe çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşları, İstanbul'daki "Birinci Örfi İdare Harbi"nin verdiği 4 Mayıs 2000 tarihli bir kararla, "resmî rütbe ve nişanlarının alınmasına" ve " idam cezasına" mahkûm olmuşlardır.
Padişah-halife ve onun Damat Ferit Hükümeti, düşmanlarla işbirliği yaparak çeşitli yerlerdeki cahil halkı Mustafa Kemal ve milliyetçi arkadaşlarına kışkırtmaya kalkıyor ve nihayetinde onların aleyhine harekete geçirmişlerdir.
Baş gösteren iç isyanlarla milli kuvvetler uğraşmak zorunda kalmış, kardeşi kardeşe boğduran bu kanlı olayların bastırılması için, Yunanlılar' a karşı kullanılan dört tümenden fazla kuvvet, cepheden çekilerek isyancılarla meşgul olmuştur. Yeni meclisin en çok önemle uğraştığı bir problem olarak iç isyanlar, millî bünyeyi uzun süre kemirmiştir
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:44   #8
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN ( 30 EKİM 1918 ) ÖNEMİ NEDİR ?

Osmanlı Devleti bu antlaşmayla fiilen sona ermiştir.
Antlaşmanın 7.Maddesi “İtilaf Devletleri kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa , istedikleri bölgeyi işgal edebileceklerdi “ çok ağır bir madde olup ülkenin her an işgalini mümkün hale getirmiştir.
Altı vilayette bir Ermeni Devleti kurulması için zemin hazırlanmıştır.
İşgallerin başlamasıyla bölgesel direniş örgütleri ve Kuvay-i Milliye ortaya çıkmıştır.
Azınlıklar işgalleri kolaylaştırmak için zararlı cemiyetleri kurmuşlardır.

ZARARLI CEMİYETLER HANGİLERİDİR.?
A.Azınlıkların Kurdukları Cemiyetler:

Mavri Mira: Rumlar tarafından kuruldu. İstanbul Patrikhanesi yönetir. İzmir ve Doğu Trakya’yı Yunanistan’a katmak istemektedir.
Etnik-Eterya Cemiyeti:Rumlar tarafından Yunanistan sınırlarını genişletmek için kuruldu.
Pontus Rum Cemiyeti:Doğu Karadeniz’de eski Rum Pontus Devletini tekrar canlandırmak için Rumlar tarafından kuruldu.
Ermeni Taşnak –Hınçak Cemiyeti: Ermeniler tarafından Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurmak amacıyla faaliyet göstermiştir.
B.Milli Varlığa Düşman Cemiyetler:

Kürt Teali Cemiyeti: Doğu illerinde bir Kürt Devleti kurmak için faaliyette bulundu.(İstanbul’da kuruldu.)
Teali İslam Cemiyeti: Saltanat ve Hilafeti desteklemiş ve İstanbul’da kurulmuştur.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti: İngiliz himayesinde yaşamayı isteyenler kurmuştur.
Sulh ve Selamet-i Osmani Fırkası: Saltanat ve Hilafeti desteklemiştir.
Wilson Prensipleri Cemiyeti: Amerika egemenliğini(Mandasını) istemiştir.

YARARLI CEMİYETLER ( MİLLİ CEMİYETLER ) HANGİLERİDİR.?

Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilmesini önlemek için kuruldu.
Trakya Paşa eli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Trakya’nın Yunan işgaline uğramasını engellemek için Edirne’de kuruldu.
Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti: Doğu Karadeniz ve çevresinin Rumlara verilmesini ve Rum Pontus Devletinin kurulmasına engel olmak için kuruldu.
Kilikyalılar Cemiyeti: Adana ve çevresinin Ermenilere verilmesini önlemek için kurulmuştur.
İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: İzmir ve çevresinin Yunanlılara verilmesini önlemek için kurulmuştur.
Milli Kongre Cemiyeti: İstanbul’da kurulan bu cemiyet Türklere karşı yapılan haksızlıkları basın ve yayım yolu ile dünyaya duyurmaya çalışmışlardır.

PARİS BARIŞ KONFERANSININ ( 18 OCAK 1919 ) ÖNEMİ NEDİR ?

İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini nasıl paylaşacaklarını kararlaştırmak için Paris’te toplandılar.
Daha önce İtalya’ya verilen Batı Anadolu Yunanistan’a verildi.
İtalya’ya: Güneybatı Akdeniz ,
Fransa’ya: Urfa,Maraş,Antep,Suriye ve Lübnan,
İngiltere’ye : Irak, Filistin ve Boğazlar bırakılmıştır.
Yunanlılar Paris Barış Konferansının kendilerine verdiği yetkiyle 15 Mayıs 1919 ‘da İzmir’i işgal etmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:44   #9
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
GENELGELER VE KONGRELER:
HAVZA GENELGESİ’NİN ÖNEMİ NEDİR ? ( 29 MAYIS 1919 )

M. Kemal Havza’ya gelince askeri ve sivil mülki amirlere gönderdiği bildirilerle, işgallerin protesto yapılmasını,mitingler düzenlenmesini , ülkemizin içinde bulunduğu durumun millete anlatılmasını , İstanbul hükümetine protesto telgraflarının çekilmesini istemiştir.

NOT: M. Kemal 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden sonra 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuruyla Samsun’a doğru yola çıkmış ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gelmiştir. M. Kemal Samsun’a gelirken 9.Ordu Müfettişliği sıfatıyla resmi görevli olarak, Samsun ve çevresindeki Rumlarla Türkler arasındaki çatışmalara son vermek amacıyla Samsun’a gelmiştir.

AMASYA GENELGESİ VE ÖNEMİ NEDİR ? ( 22 HAZİRAN 1919 )

M. Kemal ,Rauf Orbay, Refet Bele,Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir toplantı yaparak , aldıkları kararları genelge olarak yayınlamışlardır.
Vatanın ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu belirtilmiştir. Miletin geleceğini ,milletin azim ve kararı kurtaracaktır denildi.
Osmanlı hükümetinin görevini yapmadığı ve bu durumun milletimizi yok saydığı belirtilmiştir.
Milletimizin sesini dünyaya duyuracak her türlü etki ve denetimden uzak milli bir kurulun kurulması gerektiği belirtilmiştir.
Bu nedenle seçimlerin yapıldığı yerlerde seçilen kişiler seçimlerin yapılamadığı yerlerde ise halkın güvenini kazanmış 3 delege Sivas’a gelerek toplanılması gerektiği belirtilmiştir.
Doğu illeri adına Erzurum’da bir kongre toplanacak


AMASYA GENELGESİ’NİN ÖNEMİ


İlk defa kurtuluş savaşının mücadele safhası başlamıştır.
İlk defa kurtuluş savaşının gerekçesi , yöntemi ve amacı belirtilmiştir.
İlk defa millet egemenliğine dayanan yönetimden bahsedilmiştir.
İlk defa milli bir kurulun oluşturulmasından bahsedilmiştir.
İlk defa İstanbul hükümetinin görevini yerine getiremediğinden bahsedilmiştir.
İlk defa Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanmasına karar verilmiştir.

NOT: M. Kemal Amasya Genelgesi’nden sonra 8 Temmuz 1919’da padişaha yolladığı bir telgrafla resmi göreviyle birlikte askerlik görevinden de istifa ettiğini açıklamıştır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 06-07-2008, 20:45   #10
Kullanıcı Adı
hiperaktif
Standart MEGALA İDEA'YA ERMENİLERİN YALANINA KARŞI (MİSAK-I MİLLİ) GERÇEKLEŞTİRELİM.
ERZURUM KONGRESİ’NİN ÖNEMİ NEDİR ? ( 23 TEMMUZ 1919 )

Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin girişimleriyle bölgedeki Ermeni tehlikesine karşı toplanmıştır.
Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür asla parçalamaz olduğu belirtildi.(Misak-ı Milli’de aynen yer aldı.)
İlk defa hükümet kurulmasından bahsedilmiş ve ilk defa 9 kişilik Temsil Heyeti seçilmiştir.
İlk defa manda ve himaye reddedilmiştir.
Milli Meclisin derhal toplanması ve hükümetin meclisin denetimine girmesi kararlaştırıldı.(Mebusan Meclisi)
Kuva-yi Milliye’yi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
Erzurum kongresi bölgesel olarak toplanmış fakat aldığı kararlar tüm yurdu ilgilendirdiği için milli bir kongredir.

SİVAS KONGRESİ’NİN ÖNEMİ NEDİR ? ( 4-11 EYLÜL 1919 )

Ülke genelindeki milli cemiyetler “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla birleştirildi.
Manda ve himaye fikri kesin olarak reddedildi.
İrade-i Milliye adıyla bir gazete çıkarıldı.
Temsil heyeti 15 kişiye çıkarılmıştır.
Her yönüyle ulusal bir kongredir.
Ali Fuat Cebesoy Batı Anadolu Kuva-i Milliye Komutanlığına atanmıştır.

MİSAK-I MİLLİ’NİN İLANI ( 28 OCAK 1920 )

Amasya Görüşmeleri’nde alınan kararla yurdun her tarafında seçimler yapılarak Mebuslar Meclisinin açılmasına zemin hazırlanmıştır. Meclisin İstanbul’da açılmasına karar verilince M. Kemal İstanbul’a gitmemiştir. Fakat onun düşüncelerini temsil eden Felah-ı vatan adıyla bir grup kurulmuştur. Bu grup hazırladığı Misak-ı Milli’yi son Osmanlı Mebusan Meclisine kabul ettirmiştir.(28 Ocak 1920)

Alınan Kararlar: Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında Türk askerlerinin elinde bulunan topraklar bir bütündür, parçalanamaz
Arap topraklarının, Batı Trakya’nın ve Kars,Ardahan ve Batum’un geleceği halk oylamasıyla belirlenecek. Osmanlı’nın merkezi ve Marmara Denizi’nin güvenliği sağlanırsa boğazlar dünya ticaretine açılacak. İçimizdeki azınlıklara komşu ülkelerdeki Müslüman halka tanınan haklardan fazlası tanınamaz. Tam bağımsızlığımızı ve ekonomik gelişmemizi engelleyen sınırlamalar ve kapitülasyonlar kesinlikle kabul edilemez.
Misak-ı Milli ile Türk vatanının sınırları çizilmiştir.
Misak-ı Milli’nin ilanı İstanbul’un işgaline neden olmuştur.
İstanbul 16 Mart 1920’de itilaf devletleri tarafından resmen işgal edilmiştir. Mebusan Meclisi dağıtılmıştır. Bazı milletvekilleri Malta adasına sürgüne gönderilmiştir. Bazıları Ankara’ya kaçmıştır.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi