12-29-2007, 16:39 | #1 |
Mehmed Akif, bu milletin manevî mimarıdır!
Müceddit, yenileyici demektir.
Ebû Dâvud'daki bir hadis-i şerifte mealen buyruluyor ki; "Her hicri asırda bir müceddit gönderilecek. Bu müceddit, dinin mevcut hakikatlerini yeniden izah edecektir." Yani Müslüman, yaşadığı asırda İslamiyet'i nasıl anlayacak ve nasıl yaşayacak? Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası'nda diyor ki: "Bu zaman hem iman ve din için hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddit ister. Fakat en ehemmiyetlisi hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes, en büyüğüdür. Şeriat ve hakikat-i içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor." 1882'den 1979'a kadarki hicri 14. asırdaki insanları ve olayları incelediğimizde görürüz ki, beş yüz senede olmayan işler bir yüz yılda gerçekleşmiş. İslam tarihine dikkatle bakarsak, halifelerin, sultanların, padişahların ve vezirlerin mağlubiyeti, galibiyeti vardır; ulemanın mağlubiyeti yoktur. Bu sebeple yıkılan her İslam devletinin sonunda Allah, güçlü alimler göndermiştir ki, yenisi kurulsun diye... Selçukluların son zamanında Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi, Yunus Emre, İmam Nevevi, Ahmet Yesevi gibi pek çok edip ve ulemayı gönderen Allah, Osmanlıların temelini onlarla atmış; Osmanlı, ilimle ahlakla yükselmiştir. Hatta Gazali'den Şeyh Sadi Şirazi'ye kadar hizmet çizgisi uzanırken, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli ve fukaha Osmanlı'nın manevi mimarları olmuştur. Aynı durumu Türkiye'nin başlangıç yıllarında da görüyoruz. Tefsirde Elmalılı Hamdi Yazır, hadiste Ahmed Naim, tasavvufta Abdülhakim Arvasi, Süleyman Hilmi Tunahan, edebiyatta da Mehmed Akif Ersoy... Lozan Antlaşması'yla İslamiyet'ten uzaklaştırılan Müslümanları, bunlar tekrar İslam'la bütünleştirme gibi bir vazife yüklenmişler ve başarmışlardır. Öyleyse Akif'i, Türkiye Cumhuriyeti'nin manevi mimarlarından saymak gerekir. O, kâinat çapında bir yükü yüklenmişti. O, kendi sahasında Müslümanları manen tedavi etmişti. O, müfessirdir, muhaddistir, ediptir. İslamiyet'i en güzel şekilde yaşayıp Müslümanlara örnek olmuştur. Cemal Kutay'ın yazdığı Mehmet Akif isimli kitapta, Akif'in Fransızcayı çok iyi bildiği yazılıdır. Bir insanda bu kadar meziyetleri toplayan Allah, o insanı yirminci asır arenasına bir savaşçı olarak çıkarmıştır. Çünkü ahirzaman harpleri harflerle olacaktır. Safahat'ı anlayan İslamiyet'i de anlar. Safahat'ı anlayan Sahih-i Buhari'yi de anlar. Elmalılı'nın tefsirini de anlar. Safahat, edebiyat yönünden de bizi tarihe, geçmişteki kültürümüze bağlar. Bunca zamandır uyudun, kanmadın Çekmediğin kalmadı, uslanmadın Çiğnediler yurdunu baştan başa Sen yine bir kere kımıldanmadın! Dehşet-i maziyi getir yâdına Kimse yetişmez yarın imdadına Merhametin yok diyelim nefsine Merhamet etmez misin evladına? Doğru mudur ye's ile olmak tebah? Yok mu gelip gayretle bir intibah? Beklediğin subh-i kıyamet midir? Gün batıyor sen arıyorsun sabah! Bir baytarın müfessir olması... Akif'in hayatında en çok dikkatimi çeken budur.. Edebiyat Müslümanların dertleriyle uğraşmıyordu. Sanat adına sanat ortaya koyuyordu. Akif ise sanatını İslamî yolda kullandı. Bana edebiyat doktorluğu verdiler. "Gel burada edebiyat dersleri okut" dediler. Ben oralara gitseydim, Akif'in Safahat'ından ders yapacaktım... Fakat gitmek nasip olmadı. Bugün yapabildiğim Safahat'ı okumak... Birçoğu da ezberimdedir. Hekimoğlu İsmail
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|