|
11-10-2009, 20:13 | #1 |
Mehmet ALTAN "Tek parti devrimcileri... "
Bugün 10 Kasım... Mustafa Kemal Atatürk’ün 71. ölüm yıldönümü... Gene bugün TBMM’de tarihsel bir açılımın biraz daha ete ve kemiğe bürünebileceği bir görüşme var. Ben Atatürk’ün ölüm yıldönümü vesilesiyle Bülent Ecevit’i de anmak istiyorum. 5 Kasım 2006’da yitirdiğimiz Bülent Ecevit, sadece ölüm yıldönümüyle değil, ikinci ihbar mektubunda vurgulanan internet siteleri tartışması nedeni ile de gündemde. *** Ama benim Atatürk ile Ecevit’i bir arada anma sebebim başka... Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kurucusu, rahmetli Ecevit de bu partinin İsmet İnönü’den sonraki genel başkanı... Daha ilginci, Bülent Ecevit 1970 yılında, önce 10 Kasım günü CHP’nin resmi yayın organı Ulus Gazetesi’nde tefrika etmeye başladığı yazısında, daha sonra da “Atatürk ve Devrimcilik” adlı kitapta “Atatürkçülüğü” değerlendiriyor. CHP’nin kurucu başkanı üzerinden kurulan Kemalizm’e bakıyor. *** Bülent Ecevit’in yazdıkları, her türlü açılıma ve yeniliğe karşı çıkıp, tek parti faşizmini “ilericilik” maskesi altında özleyenlere sıkı bir yumruk terkibinde... CHP Genel Başkanı iken “tek parti devrimcilerinin” tutuculuğuna karşı kaleme aldığı kitap nedense görmezden gelinir. Ben de bu nedenle her vesileyle anımsatmaya çalışırım. Galiba şu günlerde bunu anımsatmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Çünkü “tek parti devrimciliği” düpedüz statükonun adı oldu. *** “Bugün, devrimciler arasında, devrimci olduklarını ve halk yararına yeni devrimler istediklerini söyleyenler arasında, az sayıda da olsa, gerçek demokrasinin tek partili rejim olduğunu söyleyenler var. Oysa tek parti dönemi, yeni atılımlar, yeni devrimler yapabilme gücünü yitirmiş bir dönem olarak kapanmış, geride kalmıştır.” *** “...Cumhuriyetin ilk döneminde yapılmış olan devrimler, daha çok üstyapı devrimleriydi. O dönemde, o dönemin koşulları içinde yapılması olanağı bulunan ve daha sonraki devrimlere girişmeden önce, çok partili demokratik rejimi kurmadan ve altyapı devrimlerine geçmeden önce yapılması gereken devrimlerdi bunlar. Şimdi bazı aydınlarımız, halk o dönemde yapılmış üstyapı devrimlerini yeterince benimsememişti veya benimsemiyor diye, Türk halkını, devrimleri hazmedememekle suçlamaktadırlar. Gerçekte ise, ortada, bir hazımsızlık yoktur, bir azımsama vardır. Türk halkı çoğunluğu, aslında o devrimleri az bulmaktadır ve daha ilerisini beklemektedir. Neden az bulmaktadır? Azımsamakta neden haklıdır? Çünkü bu devrimler, o dönemin koşulları içinde gerekli idi, kaçınılmazdı ve büyük değer taşımakta idi; fakat önyargısız bakılırsa görülür ki, genellikle o devrimler, halkı ezilmekten, sömürülmekten kurtarıcı devrimler değildi. Halkı daha çok refaha, daha çok ekonomik özgürlüğe, imkân eşitliğine ve sosyal adalete, yapıldıkları anda kavuşturucu devrimler değildi. Bir insanın başına fes yerine şapka giydirilmekle, giyim-kuşam ya da yazı değiştirilmekle, kadınlar peçe altından çıkarılmakla, hele laiklikle, toplumda pek çok şey değişebilir ve değişmiştir. Ama Türk halkı, bu gibi devrimlerin yapılmasıyla birlikte sömürüden, yoksulluktan kurtulabilmiş değildir. ...Aslında Türk halkı, Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlere karşı değildi, karşı olamazdı fakat o devrimlerden yana da değildi. Türk halkı ancak o devrimlere ilgisizdi ve ilgisiz olmakta kendi açısından haklı idi.” *** “Üst yapı ile ilgili değişikliklerdense, daha çok belirli zümreler, nispeten varlıklı olan veya yönetici bürokrat kadronun üyesi bulunan kimseler yararlanıyordu.” *** “Gerçek devrim altyapı devrimidir. Yani, üretim ilişkilerini yeniden düzenleyen ve ekonomik güce el değiştirten devrimdir. Şimdiye kadar Türkiye’de bu anlamda bir devrim, ekonomik güce el değiştirten bir devrim, bütün olarak ve köklü olarak yapılmış değildir. Genellikle şimdiye kadar yapılan devrimler, ‘altyapı devrimi’ değildir. Hepsi yararlı olmakla, gerekli olmakla birlikte, belirli bir aşamada daha ileri devrimlerin hazırlayıcısı olmakla birlikte, bu devrimler, sınırlı bazı istisnalar bir yana bırakılırsa, üretim ilişkilerini halk yararına değiştirecek, ekonomik güce el değiştirtecek, öylelikle halkın ekonomik, sosyal durumunu dişe dokunur ölçüde düzeltecek, siyasal gücünü bir ölçünün üstünde artıracak nitelikte devrimler değildir.” *** “...Cumhuriyet kurulduktan bir süre sonra ortaya çıkan tutuculuk eğiminin bir başka nedeni de şudur: Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, bazı kimseler, bazı çıkarlar sağlamışlardır. Yeni kurulmakta olan rejimde elde ettikleri bu çıkarları veya kudret mevkilerini korumak güdüsü ile tutucu olmağa başlamışlardır.” *** Yukarıdaki saptamaları Bülent Ecevit’in “Atatürk ve Devrimcilik” kitabından aldım. Bugün Türkiye, Ecevit’in yanlış politikası yüzünden kaybettiği Avrupa Birliği tam üyeliği yolunda hızla ilerliyor. Ama anlaşılan o ki, “üretim biçiminde” meydana gelecek değişim ile birlikte “tutucular cephesinin” tüm çıkarlarını ve özellikle de “kudret mevkilerini” bitirecek bu atılıma karşı inanılmaz bir direniş yaşanmakta. Cumhuriyet devrimlerini yapmakla övünen “öncü güç”, bugün Avrupa Birliği’ne girmekten en çok korkan “güç” haline geldi. Onların amacı, halkın zenginleşmesini ve özgürleşmesini önlemek, Ankara kodamanlarının hiçbir doğru dürüst ülkede görülmeyen hukuk dışı yöntemlerinin sürmesini sağlamak. Andıçcı cuntacıların hala arsızca yerli yerinde durmaları da bunu ispatlamıyor mu?
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|