|
06-07-2009, 18:56 | #1 |
Mehmet Metiner "‘Türk’ ve ‘Türkiyelilik’ bahsinde çözüm denemesi"
Öncelikle esas aldığım kuramsal çerçeveyi paylaşayım.
Hiçbirimiz etnik aidiyetimizi seçerek dünyaya gelmiyoruz. İçine doğduğumuz aidiyetleri inkar etmenin de yüceltmenin de manası yok. Hiçbir etnik aidiyetin -Türk, Kürt, Arap vs.- bir diğerine ayrıcalığı ve üstünlüğü olamaz. Kim ki etnik aidiyetinden ötürü kendini değerli ve üstün addederse biliniz ki o etnik milliyetçidir. Düpedüz ırkçı ve faşisttir. Aidiyetlerimiz birbirimizi tanımak için gereklidir. Dillerimizin farklılığı, Allah’ın ayetlerindendir. Kim ki bu farklılığı inkar ederek yok etmeye yönelirse Allah’ın ayetlerinden birini inkar etmiş olur. Irkçılık ve faşizm, Allah’ın yeryüzünde oluşturduğu dengeyi bozmaya dönük sapkın bir ideolojinin adıdır. Demokratlar, hür ve eşit vatandaşlık anlayışına inandıkları için, Müslümanlar da Kur’an’daki bu öğreti dolayısıyla her türlü etno-sentrik, ırkçı ve faşizan anlayışa karşı çıkarlar. Bu noktada Kur’an’ın öğretisi ile demokrat anlayış ve tutum örtüşür. Etnik milliyetçilik ayrıştırır ve çatıştırır. Ama ‘ülke milliyetçiliği’ veya ‘vatandaşlığa dayalı milliyetçilik’ tam tersine herkesi bütünleştirir. Millet; etnik değer yüklü olmayan ama tüm etnisiteleri de bünyesinde eşit olarak barındıran bir politik bütünlüğün kendisi olarak tarif edildiğinde hem farklılıkları zenginliğe dönüştürür, hem de kopmaz ve sarsılmaz bir bütüncüllük oluşturur. Devlet, politik bir bütünlük olarak herkesin devleti olduğu için devlete ve ülkeye aidiyet duygusu etnik aidiyetin ötesinde bir anlama ve değere sahiptir. Türk kimdir? Osmanlıda Türk denildiğinde akla Müslüman gelirdi. Türk-Müslüman özdeşliği o kadar güçlü ve yaygındı ki, Türklük tanımlaması etniklik içermezdi. Meşhur Kürt din alimi Bediüzzaman Said Nursi bile, Macar Türklerine atıfta bulunarak, Müslümanlıktan çıkanların Türklükten de çıktıklarını söyler. Cumhuriyetin başlarında da bu Türk algısı vardır. Ama 1930’lı yıllardan itibaren Türklük tanımı giderek ırk, kan ve soy-sop eksenine oturtulmaya çalışılır. Bu dönem, kaba etnik milliyetçiliğin tarih ve dil teorileri üzerinden yapıldığı bir dönemdir. ‘Türk vatandaşlığı’ deyiminin bu ülke Kürtleri tarafından herkesi kuşatan/kapsayan bir ‘anayasal vatandaşlık’ biçiminde algılanmamış olmasının nedeni hem bu dönemde ‘Türk’e yüklenen etnik milliyetçi anlayıştan ötürüdür, hem de pratikte kendi etnik kimliğinin inkarı üzerinden şekillenen kaba yasakçı ve baskıcı yöntemler dolayısıyladır. Türk vatandaşlığı ‘Türk’ elbette etnik bir aidiyetin adıdır. Tıpkı Kürt veya Arap gibi... ‘Türk vatandaşlığı’ deyimi, aslında ‘Osmanlı vatandaşlığı’ deyiminden ödünç alınmış bir yaklaşımın ifadesidir. Cumhuriyet ‘Osmanlı’ ifadesini kullanamayacağına göre haliyle vatandaşlık tanımında ‘Türk’ü esas alma yoluna gitmiştir. 1921 Anayasasında din ve ırk farkı olmaksızın ‘Türkiye ahalisi’ne vatandaşlık itibariyle ‘Türk’ denildiği belirtilir. Burada ‘etnikçi’ bir yaklaşım söz konusu değildir. Ama 1961 ve 1982 Anayasalarında bu tanımın etnik milliyetçiliği açıkça çağrıştıran bir mahiyete büründürüldüğü söylenebilir. ‘Türk vatandaşlığı’ deyimi, yaşanan onca acı deneyimden sonra yalnızca ‘Anayasal vatandaşlık’ biçiminde algılanıyor mu? Görünen o ki, özellikle politize olmuş Kürt vatandaşlarımız bu tanımlamayı ‘sorunlu’ buluyorlar. Burada bir başka ‘sorun’ çıkıyor karşımıza. O da, sanki ‘Türk’ün kendisine karşı bir husumet varmış gibi bir algının ortaya çıkması. Türkiye toplumunun kahir ekseriyetinde de bu algı var. Tabii devleti yönetenlerde de. Burada tetiklenen hassasiyet, ‘bölünme-parçalanma’ kaygısı üzerine oturuyor. Tarihte karşılığı olan bu kaygı, çözüm arayışlarında yabana atılmaması gereken bir öneme sahiptir. star
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|