10-04-2009, 09:16 | #1 |
Mehmet METİNER "Yargı krizi ve statüko beyleri "
Bir bu eksikti.
Hülya Avşar’a açılan soruşturmadan sonra bir de başımıza DTP’li vekillerin yargılanma krizi çıktı. Ne zaman bir sorunumuzu çözmeye kalksak, çözümsüzlükten nemalananlar bir yerden bozuveriyorlar işi. Statükodan beslenenler mevzilerini terk etmemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Görünen o ki, koymayacaklar da. “Zamanın ruhu”ymuş, “evrensel hukuk normları”ymış, “demokrasi”ymiş, geçin bunları diyor birileri bize ısrarla, gözlerimizin içine bakarak. “Burası Türkiye! Türkiye’yi başka ülkelerle mukayese etmeyiniz. Türkiye henüz demokrasiye ve evrensel hukuk normlarına uygun bir ülke değil!” Evet, birilerinin dolaylı-dolaysız dediği tam da bu işte... *** Laiklik, asker-sivil, din-siyaset, vatandaşlık gibi konularında o statükocu beylerin dillerine pelesenk ettikleri tek şey bu işte: Türkiye nev-i şahsına münhasırdır! Türkiye’nin kendine özgülüğünden kastettikleri şey ise, bizzat kendilerinin oluşturdukları anti-demokratik statüko... Türkiye’nin başka ülkelerle mukayese edilemeyecek bir ülke olduğuna kim karar veriyor? Millet mi? Milletin seçilmiş temsilcileri mi? Hayır! Türkiye’de milletin hakimiyeti kayıtlara ve şartlara bağlanmış. Son tahlilde millet iradesi, bürokratik iradeye ram kılınmış. Milletin seçilmiş temsilcilerinin bu durumda iktidarı ise son derece sınırlı. Kendileri için öngörülmüş verili iktidar alanıyla yetinmeyenlerin akıbetlerini hepimiz biliyoruz. Böyle olmamış olsaydı, bu ülkenin Başbakanı her seferinde, “Ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun!” gibi cümleler kurar mıydı hiç? Hangi demokratik ülkenin Başbakanından bu tür laflar duydunuz? Ama burası Türkiye! Asıl iktidar sahipleri, bürokratik seçkinler. *** Tarihsel iktidar blokunu oluşturan devletçi-bürokratik seçkinler, “demokratik açılım”dan belli ki rahatsızlık duyuyorlar. Çünkü “demokratik açılım” başarıya ulaşırsa statüko değişecek. Statükonun değişirse, onların millete rağmen oluşturdukları iktidarları da yitip gidecek. Beslendikleri statükonun değişmemesi için var güçleriyle çabalamaları boşuna değil. AB düzeyindeki bir demokrasi ve hukuk sistemi bu yüzden onların işine hiç gelmiyor. Onlar kendilerini devletin ve ülkenin sahibi olarak görüyorlar. Cumhuriyetin banisi ve maliki olarak görüyorlar. Hukukun da bu yüzden devletin emrinde olması gerektiğine inanıyorlar. Devlet dedikleri de kendileri. Kendilerinin oluşturdukları yapı... Onlara göre seçilmişlerden oluşan hükümetler, devletin hassasiyetlerine, hadi moda deyimle belirtelim, kırmızı çizgilerine uygun hareket etmelidirler. Devletin hassasiyetleri dedikleri şey ise, kendilerinin çerçevesini çizdikleri hassasiyetler... “İrtica” ve “bölücülük” üzerine oturan “iç tehdit” algısı... Laikliğe kendilerince yükledikleri anlam, demokrasiden yoksun. Kaskatı bir ideoloji ve yaşam tarzı olarak algıladıkları laik(çi)lik üzerinden toplumu “laikliğe inananlar” ve “laikliğe inanmayanlar” diye ikiye ayırdıklarını görmüyorlar. “Bölücülük” söylemi de tıpkı laikçilik söylemi gibi farklılıkların kendilerini özgürce geliştirebilmesinin önünde en büyük engel. Çünkü o bir avuç bürokratik devlet eliti herkesi kendi eşiti olarak görmüyor. Kendisinin sahip olduğu tüm hak ve özgürlüklere kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan ve yaşamayanların da sahip olması gerektiğine inanmıyor.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
10-04-2009, 09:17 | #2 |
Yargı krizi ve statüko beyleri-2
Bürokratik seçkinlerin Cumhuriyeti eşitlikçi bir Cumhuriyet değil.
Onlar hukukun emrinde bir devlet ve demokrasiyle taçlanmış bir Cumhuriyet olsun istemiyorlar. Çünkü hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir Cumhuriyet, onların sahiplik iddiasına son verir. Demokrasinin hür ve eşit vatandaşlık anlayışını bu yüzden “irtica” ve “bölücülük!” biçiminde yorumlayarak püskürtmek isterler. Sanki başı örtülü bir vatandaşımız ile başı açık bir vatandaşımız temel hak ve özgürlüklerde eşitlendiğinde laik cumhuriyet elden gidecekmiş gibi. Sanki etnik anlamda Kürt olan vatandaşlarımızın eşitsizlik sorunu giderildiğinde ülke bölünecekmiş gibi. Yaptıkları propaganda bu işte... Bilmeyen de sanır ki laiklik ve cumhuriyet tehlikede... Ülke bölünüp parçalanıyor! Tabii ki yok böyle bir şey! Onların kafasındaki “makbul vatandaş”, verilene razı olan vatandaştır. Yani eşitsiz duruma itirazsız boyun eğen vatandaştır. Verili özgürlük alanını kendileri için yeterli bulmayanlar, daha ileri gidip kendileriyle eşit olmak isteyenler ise ya “mürteci”dirler, ya da “bölücü”... Dokunulmazlık ne işe yarar? DTP’li vekilleri dokunulmazlık zırhına rağmen mahkemeye çağıran anlayış, Anayasanın 14 maddesinde saklı... Söz konusu maddeyi bir kez okuyunuz lütfen. Göreceksiniz ki, orada somut bir suç tanımı yok. Sadece soyut ve takdire bağlı belirlemeler var. “Eski Türkiye”nin ideolojik hassasiyetlerine göre askeri rejim sonrasında kurgulanmış ifadeler... Her iki seçmenden birinin oy verdiği iktidar partisini (AK Parti) “laiklik” söylemi üzerinde kapatmaya çalışan zihniyet de mevcut Anayasanın özünde mündemiç... Hülya Avşar’ın veya DTP’li vekillerin söylediklerini eleştirebilirsiniz, ama onların salt düşünce düzeyinde kalan söylemlerini yargı konusu haline dönüştürmek, “Yeni Türkiye”nin demokratik ruhuyla bağdaşmıyor. Bırakalım herkes düşüncelerini özgürce ifade etsin. Kim ne istiyorsa onu söylesin. Artık Anayasanın 14. maddesi gibi somut suç tanımı yapmayan, ama soyut ve takdire bağlı suç tanımlarıyla ifade özgürlüğünün köküne kibrit suyu döken yasalarımız olmasın bizim. DTP’lilerin suçu! DTP’li vekilleri “bölücülük” suçuyla mı yargılıyoruz, yoksa terörü veya terör örgütünü övdükleri gerekçesiyle mi? Eğer birincisiyse, bunun bir karşılığı yok artık. Çünkü DTP’liler devletin üniter yapısıyla, bayrağıyla ve resmi diliyle hiçbir sorunlarının olmadığını söylüyorlar. En azından resmi söylemleri böyle... Diğer görüşlerine veya siyaset yapma tarzlarına çokları gibi benim de eleştirilerim var. DTP’nin eleştirilmesi ne kadar demokrasinin gereğiyse, DTP’nin de kendi düşüncelerini özgürce dile getirebilmesi demokrasinin gereğidir. Sadece DTP’liler değil bu ülkede yaşayan tüm vatandaşlar düşüncelerini serbestçe ifade edebilmelidirler ki, demokrasimiz evrensel ölçülere uygun bir biçimde bu topraklarda kök salsın. DTP’liler terör örgütünü veya liderini övdükleri için suç işliyorlarsa, bu yargılama pekala dokunulmazlıklar kalktıktan sonraya bırakılabilir. Bu sonraya bırakma Türkiye’yi ne böler-parçalar, ne de Türkiye’nin gücüne gölge düşürür. Tam tersine Türkiye’nin demokratik olgunluğunun nişanesi olarak alkışlanır. Başka türlü hareket etmek, yani geçmişin o yasakçı ve baskıcı dayatmalarıyla hareket etmek, sadece sorunu kangrene dönüştürür. “Eski Türkiye”ye ait anti-demokratik yasaklarla, kapatmalarla, gözaltı ve tutuklamalarla varabileceğimiz yer bellidir. Bu sorun kangrene dönüşmeden çözülmelidir. DTP’nin sorunlu dili Başbakan Erdoğan’ın ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu konuda sergilediği tavır, demokrasiye ve hukuka sahip çıkan bir tavırdır. Dilerim DTP bunun kıymetini bilir de bundan sonra çözümsüzlükten nemalanan statükocu beylerin değirmenine su taşıyan ve yasal siyasetin zeminini de tahrip eden o sekter dilini terk eder. DTP bu haliyle çözümün değil sorunun bir parçası olarak duruyor. Çünkü DTP hala siyasetin dilini kuşanabilmiş değil. Bakalım DTP kongresinde nasıl bir DTP çıkacak. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|