![]() |
#1 |
![]() Melih Altınok
![]() Erdoğan'ın karşısındaki basın değil medya partisi Başbakan Erdoğan’ın zaman zaman gazete manşetlerine ve yazarlara cevap vermesi bazı çevrelerce eleştiriliyor. “Dünyanın hiçbir demokrasisinde başbakanlar böyle çıkışlar yapmaz.” deniliyor. Peki. Madem kıstas olarak kurumsallaşmış demokrasilerin genel kabûl gören medya yapılanmasını ve işlevselliğini alıyoruz, o hâlde “ideal”den konuşacağız. Evet, medyasının “denetim” işlevini yerine getirerek kurumsallaşmasına katkı sağladığı demokratik bir ülkede başbakanların basınla direkt polemiğe girmeleri istisnadır. Ancak, yine ideal olarak, bu ülkelerde medya organları da bizdeki gibi birer siyasi parti işlevi üstlenmezler. Muhalifliği değil, eleştirelliği kriter olarak benimserler. Ve bizdeki gibi bu “acarlıklarını” da yalnızca muhafazakâr hükümetlere karşı değil, tüm “iktidar odaklarına” karşı konuştururlar. Kimilerimiz batı demokrasilerindeki bazı istisnai müzmin muhalif yayınları örnek olarak gösterebilirler. Kısmen doğrudur da. Bizdeki muhalifliğin pespaye üslubunun yanından bile geçmeseler de kategorik olarak bir siyasal iktidara karşı cephe alan yayınlar her yerde vardır, olabilir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken, söz konusu yayın organlarının ve tarzlarının “ana akımı” oluşturup oluşturmadığıdır. Sanırım bu durumda da Türkiye basını istisnai bir görünüm arz ediyor. Mustafa Karaalioğlu’nun tabiriyle “CHP basın bürosu” olarak çalışan ana akım medyanın yanına Cemaat medyasını da katarsınız, kendisini AK Parti’ye “kategorik olarak muhalefete adamış” gazeteler, toplam tirajın neredeyse 3/4’üne sahip. Ve bu ezici çoğunluğun oluşturduğu ana akımın yorum, daha da fenası haber dili de benim diyen marjinal yayını aratmaz nitelikte. Yani medyanın merkezi, marjinalize olmuş, tabiri caizse “Sözcüleşmiş” durumda. Türkiyeliler nere ana akım medya nere! Medyanın bu genel görünümünün, Türkiyelilerin siyasi tercihleriyle olan çelişkisi de, ana akımın konumlandığı yeri göstermesi açısından aydınlatıcı. Zira Türkiye halkının sandığa yansıyan iradesiyle tezat oluşturan bu “hâkimiyet”, medyanın ticari örgütlenmesini olduğu kadar ideolojik konumunu da açık ediyor. Ne var ki tüm bu ekonomik ve moral üstünlüklerine rağmen basın özgürlüğü nutukları atanlar, gün gibi ortada olan bu çelişkiyi ağızlarına dahi almıyorlar. Dâhil oldukları ana akımın, “havuzun”, ticari yapılanmasını Türkiye’nin “resmî muhalefetiyle” ilişkisini, ittifaklarını tartışma konusu dahi yapmıyorlar. Türkiyelilerin çoğunluğunun siyasi eğilimini yansıtmasına rağmen henüz emeklemeye başlayan alternatif merkez medyanın varolma hakkını âdeta “suç” sayıp, azınlığın, resmî ideolojinin ve dolayısıyla eski Türkiye'nin değerlerini savunan ana akımı “norm” ilan ediyorlar. Oh ne âlâ! Hem yayınlarınla siyasi bir parti gibi bir başka partiye kategorik olarak muhalefet edeceksin. Alanını ve o alanın evrensel ilkelerini, kurallarını ihlâl edeceksin. Nefret objesi hâline getirip karşısında konumlandığın siyasi aktör, ihlâlin nedeniyle kaçınılmaz olarak önüne çıkınca da basın kartını çekip “ama ben basınım” diyeceksin!.. Kaynak Türkiye 19.02.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|