03-21-2011, 03:25 | #1 |
Melih Arat Okumaya Değer
Melih Arat
Özer'in öyküsü İlkokulun birinci günü Özer'i okula babası götürdü. Okula varınca babası, "Özercim, okul eve çok yakın. Akşam çıkınca kendin gel." dedi. Küçük çocuk biraz endişelendiyse de, "Tamam baba" dedi. Okul bitip dışarı çıkınca sokakları karıştırdı. 10-15 dakika bir sokaktan çıkıp öbürüne girdi. Ne yapsa sonuçsuzdu, evin yolunu bulamıyordu. O endişe halinde sokağın köşesinde bir oyuncakçı dükkanı gördü. Oyuncakçı dükkanına girdi; trenlere, legolara baktı. Korkusu biraz geçmiş ve sakinleşmişti. Sonunda evin yolunu buldu ve eve gitti. Eve geç kaldığını annesi ve babası fark etmemişti. O akşam odasına çekildiğinde günün bir incelemesini yaptı. "Ne olmuştu?" "Sabah babası bildiği yoldan onu okula götürmüştü, iyi de olmuştu; böylece okula zamanında varmıştı. Akşamsa yeni yollara girip kaybolmuştu; ama bir dükkan keşfetmişti. Eğer başka yollara sapmasa oyuncakçıyı bulamayacaktı. Öyleyse zaman kısıtlı iken bildiğimizi yapmaktan şaşmamalıyız. Ancak zaman varsa yeni yolları, yeni seçenekleri denememiz gerekir." Özer bu anlayışı, bir yaşam düsturu olarak benimsedi. İlkokuldayken hiç reklamı olmayan, kimsenin dinlemediği müzikleri dinlemeye ve izlemediği filmleri izlemeye, kimsenin okumadığı kitapları okumaya başladı. Altıncı sınıfa geldiğinde İngilizce öğrenmesi gerektiğini hissetti. Ailesinin teşviki olmadan bir İngilizce kursuna yazılacaktı. Para lazımdı. Babasına sorarak evdeki eski kitapları tezgah açıp satmak istedi. Babasının onayıyla bulduğu tahtalardan bir tezgah hazırladı. İşler iyi gitti ve neredeyse tüm kitapları sattı. Kazandığı parayla kursa yazılmadı ama, gitti daha fazla eski kitap aldı. Eğer parayı kursa yazılmak için kullansaydı, ikinci ayın taksidini ödeyemezdi. Bu arada Üsküdar ve Kadıköy belediyelerinin açtığı ücretsiz flüt, tiyatro ve bilgisayar kurslarına yazıldı. Okulda oldukça popülerdi, çünkü hem güzel sanatlar alanındaki gelişen yetenekleriyle insanların dikkatini çekiyordu hem de okuduğu farklı kitaplar ve izlediği farklı filmler sayesinde hep anlatacak ilginç bir şeyleri oluyordu. Liseye geldiğinde bir İstanbul kaşifi oldu. Elindeki mavi kart (günümüzün sınırsız akbili) ile otobüsle bütün İstanbul'u defalarca gezdi. Bütün müzeleri, kasırları ve kenar mahalleleri. Lise ikinci sınıfa geldiğinde konserlere, balelere, tiyatro gösterilerine gitmeye başladı. Her etkinliğe giderken de yanında bir kayıt cihazı da götürürdü. Bu cihaz sayesinde gösterinin müziklerini evinde tekrar dinlerdi. Lise sonda üniversiteye de hazırlanması gerekiyordu ama Özer bir gün geziyor, bir gün üniversite hazırlık kursuna gidiyordu. Kimse onun üniversite kazanacağını beklemiyordu. Sınav sonuç belgesinde Kastamonu'da bir okula girdiği yazılıydı. Kastamonu'ya gittiğinde okuldaki arkadaşlar 'batsın bu dünya' modundaydı. Hepsi yeniden sınava girmeyi ya da yatay / dikey geçiş yapmayı düşünüyorlardı. Özer ise Kastamonu'da olduğuna çok mutluydu. Çünkü İstanbul onun için bitmişti. Kastamonu'da ise keşfedecek çok şey vardı. 30'a yakın evliyanın mezarı, tarihî camiler, tipik Osmanlı evleri ve Türkiye'nin manen en sevilen dağı: Ilgaz Dağı. Kısa sürede Kastamonu'yu keşfetti. İlgili bir turizm vakfından aldığı onayla gönüllü turizm rehberi oldu. Bu rehberlik işi onu binlerce kişiyle tanıştırdı. Hem rehberlikten bahşiş alıyordu; hem de en iyi restoranlarda turistlerle bedava yemek yiyordu. Kastamonu'nun itibarlı bir insanı olmuştu. Birinci yılında İstanbullu bir işadamı onu çok sevdi ve onu İstanbul'a staja davet etti. İkinci yıl Belçikalı bir aile yaz tatili için Belçika'ya, üçüncü yıl Amerikalı bir aile Kuzey Karolina'ya. Dördüncü yıl okul bitince hemen askere gitti. Askerden dönünce hiç iş aramadı. İş onu arıyordu çünkü. Sosyal becerileri fevkalade gelişmiş, İngilizce konuşan, Avrupa ve Amerika görmüş, kültürlü, problem çözebilen bir insandı çünkü.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|