AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yakın Tarih Cumhuriyet tarihimiz ile ilgili paylaşımlar.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 09-26-2009, 22:59   #1
Kullanıcı Adı
depare
Post Menemen-Necip Fazıl Kısakürek (1)
O SENE

Yıl 1930... Serbest Fırka tecrübesinin yapıldığı, nihayet bu tecrübe elde patlayan bir hortum gibi beklenmedik bir korku verince hemen onun kapatıldığı ve peşinden dindarları sindirme hareketine girişildiği, yâni Şeyh Said ve şapka hâdiselerinden sonra korkunç bir şımarıklığın müslüman avına çıktığı hengâme...

İnönü'nün, kaptanlığını ettiği hükümet gemisi birdenbire Serbest Fırka'ya Anadolu'da ve hususiyle Ege çevresinde büyük bir alâka, hattâ sarılma derecesinde bir iştiyak görünce, kendisini kayalara bindirmek üzere farzetmiş ve bu küçük komedyanın arkasındaki dram hazırlığını hemen sezmişti. Aynı şeyi Serbest Fırka'nın başındakiler de görmüş ve bu yüzden apışıp kalmışlardı. Fantezya planındaki rollerin altından böyle bir halk temayülü ve hâile istidadı doğacağını bilemezlerdi. Serbest Fırka, vatanı yoktan var ettiklerini iddia edenlerin suratına halk eliyle inmiş, yalancılıklarını ihtar edici bir vesile olmuştu.
Serbest Fırka, 1930 yılının son bulmasına iki ay kala ortadan kaldırıldı.

Fakat bununla, bu fırkanın canlandırdığı ve şahlandırdığı mesele bitmiyordu. Serbest Fırka halkın hasretler içinde yandığı din dâvasını meydana çıkarmış, olanca başarısını, vaad eder gibi bir eda taşıdığı din alâkasından devşirmişti. Yahut şahdamarı dinsizlik olan Halk Partisi'ne aykırı görünmesi, onun böyle bir istidat vaad etmesine kâfi gelmişti. Şimdi bütün mesele, işte bu vesileyle kıpırdanır gibi olan din alâkasını ezmek ve bu alâkayı besleyebilecekleri umulan din şahsiyetlerini yok etmekteydi.

Din alâkasını besleyici, geliştirici ve bir gün patlak vermeye doğru yürütücü kuvvet ve zümrelerin başında da Nakşîlik vehmolunuyordu.

Hiçbir pazarlığı ve sun'i tarafından güzelleşme ve göze girme zaafı olmayan ve topyekûn fezayı kuşatıcı bir füze gibi sadece mukaddes Şeriatten istikamet alan bu tarikat, tekkelerin kapatılmış olmasına rağmen, ruhtan ruha sıçrayıcı kıvılcımlarıyle, hükümete, yekpare bir halka şeklinde görünüyor ve mutlaka başının ezilmesi lâzım bir ejderha hissini veriyordu.

Ne yapsınlar da bu tarikatın yüce sandıkları şahsiyetlerini bir (eroin) çetesi fertlerini tek tek avlarcasına toplasınlar ve boğazları kesilmek üzere çantalarına yerleştirsinler? Oldukları yerde ve birbirinden uzak, Allah'ı zikreden bu insanları hangi bahaneyle enseleyebilirler?

Zor!..

Fakat buldular!
Devlet ve hükümete karşı ayaklanma çapında büyük bir hâdise çıkarmak ve peşinden bunun Nakşîler tarafından körüklendiği iddiasıyle onları temizlemek ve bütün dindarları yıldırmak...

İşte 1930 Aralık ayının sonlarına doğru Menemen'de cereyan eden hâdise, birkaç serseriye yaptırılmış böyle bir tertip işinden başka bir şey değildir ve olanca gayesi, büyük ve kuvvetli sandıkları bazı din adamlarını ortadan kaldırmak olmuştur.

İspatını vak'anın nakli sırasında, hâdiselerin revş ve tarzından anlayacaksınız.
Şimdi, hâdiseye girmeden, onu din düşmanlarının nasıl gördüğüne dikkat edelim! İşte, size, din düşmanlığında en nâmdar gazetenin bundan birkaç yıl önce bu bahis üzerinde neşrettiği satırlar:

«23 Aralık 1930'da, yâni Serbest Fırka'nın kapanışından bir ay sonra Menemen olayı yer alır. Nakşibendi halifesi olarak kabul edilen İstanbullu Şeyh Esad'ın tahrikleriyle, başlarında Şeyh Mehmed bulunan beş Nakşibendi, Menemen'de bir irtica hareketi başlatmak istemişlerdir. Abdülhamid'in oğlunun Halife ilân edileceğini, bir sabah namazında cemaate bildiren bu beş gericiye bir kısım halk da katılmış ve Kubilây adındaki bir yedek subay duruma müdahale etmek istemiştir. Fakat gözü dönmüş yobazların tahrikiyle Kubilây'ın üstüne binlerce kişi saldırmış ve tekbîr sesleri arasında Kubilây'ın başı testere ile kesilmiştir. Bir mızrağa taktıkları Kubilây'ın başını, devrimlere karşı hareketin sembolü şeklinde Menemen'de gezdiren yobazlar, bir jandarma kıtası tarafından açılan ateş sonunda öldürüleceklerdir. İstanbul'daki Nakşibendi şeyhlerinin yargılanması ise, 1931,31 Aralığı sonunda Harp Divanı tarafından yapılacak ve 28 kişi idama mahkûm edilecektir.

1933 yılı Şubatında, Bursa'da Ulucami'de benzeri bir olay cereyan edecek, Türkçe ezana karşı olduklarını belirten Kozanlı İbrahim ve birkaç suç ortağından meydana gelmiş diğer bir Nakşibendi grubu, yine devrimci hükümetin kuvvetleri tarafından cezalandırılacaklardır. 1935'teki Şeyh Halit (Siirt) ve 1936'daki Şeyh Ahmed (İskilip) gerici ayaklanmaları, hep Nakşibendi tarikatının patlak verdirdiği olaylardır.»

Küfür karargâhı mahut gazetenin resmettiği «Menemen Hâdisesi» tablosunda Es'ad Efendiye atfedilen «Nakşibendi Halifesi» tâbirine kadar ne korkunç bir cehalet ve içyüzlerden uzaklık belirdiğini göstermeye değmez. Aslında tertip eseri olan bir vakayı, aynı tertip ruhuna bağlı bir neşir vasıtasından başka türlü izah, elbette ki beklenemez.


HÂDİSE

Daha önce kaydettiğimiz gibi, 1930 yılının son ayındayız... Bu ayın ortalarına doğru, Manisa ve civarında bağ budama mevsiminin en elverişli olduğu bir zamanda «Mehdi Mehmed» isimli bir serseri, etrafına birtakım ve çoğu genç, hattâ çocuk, saf tipler toplayarak Menemen taraflarına sürüklüyor... İlk ikna vesilesi köylerde zengin işler olduğu, hususiyle Paşaköy dolaylarında bütün bağların budanmakta bulunduğu, kendilerinin de bu fırsatı kaçırmamaları gerektiği, oraya giderlerse çok para kazanacakları iddiasıdır.

«Mehdî» unvanını taşıyan Mehmed Giritlidir ve tarihin birçok devrinde şahit olunduğu gibi Mehdîlik iddiasında bir deliden başka bir şey değildir. Hiç kimse tarafından sevilmeyen bir insandır ve oturduğu mahalle Manisa'nın Arpalan semtinde hemen herkesin nefret ve istiskaline karşıdır. Esrarkeştir. Buna rağmen, dışından, ham softa ve kaba yobaz tipinin bütün arazına mâliktir.

Etrafında tam beş kişi: Sütçü Mehmed; saf, âciz, kendi halinde, mahallede süt satan bir esnaf... Şamdan Mehmed; budala ve muvazenesiz bir insan ve mesleği budayıcılık... Çoban Ramazan; 18-19 yaşlarındaki bu keçi çobanı, öbürleri gibi cahil ve muvazenesizin biri... Nalıncı Hasan; bu da Giritli ve hâdiseye hiçbir şey bilmeden karışanlardan... Ve Zeki Mehmed, budayıcılık yapan bu adam da para ve menfaat karşılığında her şeye müstaid bir ahlâksız...

Mehdî (!) Mehmed, işte bu biçareleri telkin altına alıp bildirdiğimiz istikamate doğru sürüklüyor... Yanlarında bir de çakmaklı tüfek, hep beraber Manisa'dan Paşaköy'e gidiyorlar. Yolda hangi konaklarda kaldıkları ve neler konuştukları belli değil... Fakat oradan kaçmak suretiyle başını kurtaran Çoban Ramazan'ın anlattığına göre, yolda birkaç esrar partisi tertiplemişler, hattâ Paşaköy'de iş bulamadıkları için Bozalar köyüne dümen kırmışlar, yolda yine sızasıya esrar çekmişler ve bu arada kendine gelen Çoban Ramazan aralarından kaçıp Manisa'ya dönmüş...

Bozalar köyünde Sütçü Mehmed'in kardeşine misafir oluyorlar... Evde bir baba ve iki oğul olmak üzere üç kişi var... Oğullardan büyüğü askerlikten yeni dönmüş... Misafirlerin üslûp, tarz ve hareketlerinden şüpheleniyor ve babasına:

— Bunlar, diyor; bence şüpheli adamlar... Kendilerini dehlesek fena olmaz!..
Babanın cevabı:

— Canım bir gece kalıp gidecekler!.. Kaygıya değer mi?.. Sabaha karşı sen onları arabayla Menemen'e götürürsün!.. Böyle istiyorlar!..
Sabaha karşı, askerden gelen oğulun sürdüğü araba, Menemen'e yaklaşıyor...
Mehdî Mehmed, arabanın kasabaya girmesini beklemeden:

— Biz burada inelim, diyor; bazı işlerimiz var!..
Araba başını aldığı gibi dönüyor... Onlar da oracıkta, Menemen'e karşı, yere çömelip çubuklarını çıkarıyorlar ve esrarlı tütünlerini tüttürmeye başlıyorlar. Beşi birden dalgada...

Mehdî Mehmed'in bu dalga içinde sözü:

— Artık Mehdîliğimi ilân edebilirim! Günü geldi!..


Mehdîlik iddiasında bir sapığın ardında, esrarkeş serseriler Menemen'e giriyorlar... Şimdiki Belediye binasının bulunduğu yerde, binanın arkasına düşen camiye giriyorlar... Cami avlusunda oturup imamın gelmesini bekliyorlar... Namaz vakti erişmiş bulunduğu için cemaat, birer ikişer sökün etmekte... Bunlar, avludaki garip hal ve edalı adamları görünce âdeta ürküyor ve birbirine soruyor:

— Bu yabancılar da kim?

— Tanımıyoruz! Halleri gerçekten çok garip!..

Bu vaziyeti gören ve fısıltıları duyan Mehdîlik kalpazanı onlara doğru ilerliyor...

— Bizden korkmayın, diyor; biz de sizdeniz! Camiye ibadet etmek, namaz kılmak için geldik. Namazdan sonra bir işimiz olacak! Siz de bize katılın!

O cemaatte bulunmuş olan bir zatın yıllarca sonra bir arkadaşına şunları söylemiş olduğunu Manisa'da tesbit ettim:

«— Öyle bir namaz kıldık ki, kılan kim, kılınan ne, anlayamadık! Birdenbire müthiş bir ürküntü hissi havada donmuştu!»

Mahutlar namaz biter bitmez camideki, üzerinde Tevhid kelimesi yazılı sancağı alıyorlar ve kapıya çıkıp cemaatin gelmesini bekliyorlar. Cemaat, gözleri dehşetle bu garip adamlara takılmış, çabucak önlerinden geçip gidiyorlar ve caminin karşısındaki kahvehanede yer alıyorlar... Herkes büyük bir merak ve tecessüs içinde...
Mehdî Mehmed sancağı kaldırıyor ve hem meydandan geçenler, hem de kahvedekilere karşı avaz avaz bağırmaya başlıyor:

— Sancağımız etrafında toplanın! Müslümanım diyenler gelsin! Durmayın! Küfrü tepeleyeceğiz! Yerinden emir aldık! Kuvvetler hazır!..

Tam o anda Menemen'in Askerlik Şubesi Reisi oradan geçmekte değil mi? Mehdî Mehmed onu görür görmez üzerine koşuyor ve yakasına sarılıp haykırıyor:

— Hemen şimdi bize kuvvet gönder! Peşimize takılsınlar! Menemen'i 70 bin silâhlıyla sardık! Dediğimi yapmazsan kötü olur!

Apışıp kalan Şube Reisi hiçbir şey anlayamıyor, ellerinde dinî bir sancakla ayaklanmış şu birkaç kişinin belirttiği mânayı ve kuvvet derecelerini kestiremiyor ve o an için başının kaygısına düşerek:

— Peki, diyor: şimdi istediğinizi yaparım!

Ve sıvışıveriyor. Nümayiş ve delice haykırma ve davetler devam ederken, birdenbire bir yüzbaşı peydahlanıveriyor. Arkasında sekiz tane jandarma eri... Bu kuvvet, karşısındaki altı kişiyi bir anda enselemeye yeterken dehşete düşen yüzbaşı, tıpkı Şube Reisi gibi, vaziyeti bilememekten hiçbir harekette bulunamıyor ve Mehdî Mehmed'in:

— Bize yardımcı ol, yoksa canınız elden gider!

Tehdidine cevap veremiyor. Bir er koşturarak Jandarma alayından imdat istiyor. Mehdî Mehmed'in görülmemiş cür'eti ve üzerine doğru koşması, yüzbaşıyı şaşırtmış, mefluç hale getirmiştir.

Hâdise bu şekilde devam eder ve delice bir cesaret içinde Mehdî Mehmed bağırıp çağırırken, o civardaki kışlada nöbetçi olarak bulunan ve olup bitenleri uzaktan takip eden yedek asteğmen Kubilây, yanına bir manga asker alıp meydana doğru koşuyor.
Aradan hayli vakit geçtiği halde hâlâ ciddi ve anî bir hükümet davranışı yoktur.
Kubilây erleri saf nizamına geçirip kumanda veriyor:

— Süngü tak!

Mehmetçikler hemen emre itaat ediyorlar. Kubilây önlerinde...

Mehdî Mehmed ise biraz ileride aynı mecnun teraneleri sayıp dökmekte, avazı çıktığı kadar haykırmakta...

Arkasındaki süngülü asker safının heybetine güvenen, ilerideki mecnunların ihtilâç içinde nereye kadar gidebileceklerini tahmin edemeyen Kubilây, tek başına Mehdîlik şarlatanı, bilerek veya bilmeyerek gizli bir tertip ve telkine âlet, bu maşa adamın üzerine yürüyor.
Kubilây, askerlerini geride bırakıp tek başına Mehdî Mehmed'in üzerine yürüyor ve hiçbir kelime sarfetmeden sol eliyle onun yakasına yapışıp sağ eliyle suratına iki tokat aşkediyor. Askerler geride ve halk etrafta merakla bakınmaktadır. Ortada hâlâ hükümet adına bir (otorite) ve hâkim kuvvetin göründüğü yoktur.

Tokatları yiyen Mehmed henüz kendisini toparlayamadan bir silâh sesi... Kubilây'in yere düştüğü görülüyor. Topuğundan, bütün ayağı parçalanasıya bir tüfek kurşunu yemiştir.
Müthiş an... Jandarmalar tüfeklerini bırakıp kaçışıyor ve Kubilây'ın askerleri, yüzgeri, dağılıyor. Delice bir cür'et, başsız kalan askerlere, neyin nereden geldiğini ve nereye gittiğini kestirememek şaşkınlığı içinde büyük bir dehşet vermiş ve onlara dağılmaktan başka çare bırakmamıştır. Halk da her zaman olduğu gibi, çenesi bir karış düşük, sanki bir (kovboy) filmini seyretmektedir. Ortada vaziyete el atacak tek irade ve hamle tezahürü yine mevcut değil...

İşte Mehdî Mehmed bir hava boşluğunu hatırlatan bu ruhî hayret ve dehşet anını seziyor ve en büyük numarasını oynamak üzere, yerde inleyen Kubilây'ın üstüne atılıyor. Onu, kurbanlık bir koyun gibi saçlarından kavrıyor ve cebinden çıkardığı bağ budama bıçağını boynuna dayıyor.

— Yapmayın, beni öldürmeyin! Ben ayağımdaki bu yarayla yaşarım! Canıma kıymayın!

Kubilây, Mehdîlik taslayan esrarkeş mecnuna yalvarmaktadır.

— Canıma kıymayın!

Mehdî Mehmed'in ise ağzında bir nâra:

— Artık vakit doldu! Mehdî geldi!
Ve tırtıllı bıçağıyle, testere kullanır gibi, Kubilây'ın kafasını vücudundan ayırıyor. Korkunç bir feryad, hırıltı, kan fıskiyesi ve halkta çığlıklar...

Mehdî Mehmed, kesik başı yine saçlarından tutup cami avlusundaki musalla taşının üstüne koyuyor.

Seyirciler bağıra çağıra kaçışmakta ve meydan bir an için Mehdî Mehmed ile beş arkadaşına kalmış bulunmaktadır...
Birden koşaradım gelenlere mahsus ayak sesleri... Alaydan, altı serserinin üzerine, mitralyözlü, koca bir bölük sevk edilmekte...

Bölük hemen meydanı ve cami avlusunu sarıyor, makineli tüfeğini kuruyor ve ateş...
İlk kurbanlar, ne olup bittiğini anlamak üzere koşup gelen iki masum bekçidir. Vücutları birçok yerinden delik deşik, vurulup yere seriliyorlar.
Hâdisenin müsebbiplerine gelince:
Ateş çemberinden kaçmak isterken, aralarından yalnız iki kişi müstesna, hepsi birden vurulup vahşi hayvanlar gibi yere devriliyorlar. Başta Mehdî Mehmed, Şamdan Mehmed ve Sütçü Mehmed ölüyor. Zeki Mehmed ölü taklidi yaparak uzandığı yerde, başından yaralı olarak ele geçiyor. Giritli Hasan ile Nalıncı Hasan ise nasılsa kaçıp sıvışma imkânını bulabiliyorlar.
İşte bütün oluşu ve bitişiyle topyekûn vak'a!.. Sadece kaçabilen iki kişinin ve eğer destekçileri varsa onların da bulunup cezalandırılmasından ibaret kalan ve bir iki mecnunun telif eserinden ibaret bulunan hâdise birdenbire o kadar büyütülüyor ki, ortada, tâ Sarıkamış'tan İstanbul'a kadar, tamamıyle masum ve alâkasız tesir ve şahsiyet sahibi kaç müslüman varsa onlara çevrilmiş bir tuzaktan, kuru bir bahaneden başka bir şey kalmıyor.
Bir nevi dehşet salma devri açılmıştır.

Necip Fazıl Kısakürek-Son Devrin Din Mazlumları

 

depare isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi