Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’la ilgili olarak bahsettiklerini duyunca iyi bir iç geçirir buldum kendimi. Ahh ahh…ki ne ahh..Bunda yalnız olmadığımı biliyorum. Bu ülkede başörtülü kadın olmak kolay mıdır ki başörtülü hasta ziyaretçisi olmak kolay olsun…Şimdi söz edilen askeri hastane olunca iş daha da bir ilgiyle takip ediliyor. Olayda mağdur edilen başbakan eşi olunca da gözlerin fal taşı gibi açılması eşliğinde bir aaaaa! yükseliyor. Oysa çok da şaşıracak bir şey olmadığını hepimiz de biliyoruz. Olayın trajikomik, gariplik arz eden halinden değil de burası, Türkiye olduğundan…Bu ülkede annesi çarşaflı diye küçük çocuğu muayene etmeyen doktor mu görmedik, bu ülkede başı örtülü diye hemşireden paparayı yiyen hasta mı görmedik. Maşallah, Başörtülü Kadınlara Davranışlar literatürümüz son derece geniş. Tez üstüne tez yazılacak. Yazılmıyor da değil hani.
Neyse benim içimi acıtan, okkalı bir ah çektirtense rahmetli annanem. Anneannemin bu dünyadan göçmeye hazırlandığı o son günlerinde buldum kendimi, Başbakan’ı dinlerken, gözlerim dalmış gitmiş…ahh ki ne ahh…görevimi yapamamışlığın verdiği iç delici pişmanlıkla ezilir ürperirim her defasında…hatırıma geldiğinde de. Bir insanın ebeveynine, atasına olan borcu ödenir mi hiç…o emeklerin yıllar yılı verilen o emeklerin, göz nuru muamelenin hakkı ödenir mi hiç. Karşılık beklemeden yetiştirirler torunu, torunun çocuğunu. Bütün bunu yaparlar da sadece bir tek istedikleri vardır: Arkamdan okursun değil mi…Tabii anneanneciğim okumaz mıyım hiç, olur her defasında cevabı…bilir cevabını ama yine de sorar…okursun değil mi…o vakt-i saati geldiğinde de başımda durur okursun değil mi…Annaaaneciiiim diye uzatarak biraz da sitemvari bir üslupla işi şakaya vurur, siz hiç merak etmeyin, her şeyi en güzel şekilde yaparız, ama şimdi uzun uzun hep beraber ağız tadıyla yaşayacağız Allah’ın izniyle der, konuyu değiştirirdim. Annanem uzun ve bereketli yaşadı. Elhamdülillahi Rabbil alemin. Doksan yedisinde dimdik elinde Kur’an’ı, dilinden tesbihi eksik olmadı. Din işleriyle ilgilenmediği zamanını da dünya işlerine ayırdı. Gazetesini elinden düşürmedi. Beraberinde gelen tatlı şikayetini de: gözlerim de bir tuhaf oldu, göremiyorum eskisi gibi diyerek…yaaa işte böyle. Ne var ki onu son yolculuğuna uğurlama zamanı geldiğinde annaneme olan sözümü tutmak tam da nasip olmadı. Budur feryadımın sebebi. Ah ki ne ahh. İçim yanar! Peki ne olmuş da annaneme sözümü tutamamıştım? “GATA” olmuştur. Ne işiniz var demeyin, GATA’da. Rahmetli dedem İstiklal Savaşı madalyası kazanmış bir askerdi. Öyle eften püften değil, mesleğine Peygamber Ocağı’nda anlayışıyla sarılan bir İstiklal Savaşı gazisi. Askeri Tıp Akademisi’nde de öğretmenlik yapmıştı. Ancak dedem de beş yaşından beri namazlı abdestli biriydi. Bunun Türkiye’deki implikasyonlarını açıklamama gerek yok herhalde. YAŞ’ların olmadığı eskide de dindar insanlara muamele farklı değildi. Genç yaşında mesleğinden erkenden emekli olmak zorunda kalmıştı. Annaneme gelince alın yazısı ona son nefesini GATA’da verdirecekmiş. Ani gelen kalp kriziyle gelen ambulans onu önce istediğimiz hastaneye, orada tamirat olduğu anlaşılınca da bir başkasına, oradan da sonunda nasıl olduysa GATA’ya götürecekti. Kaderi bilemiyoruz. Boyun eğmekten sabırla kucaklamaktan başka çaremiz olmuyor bazen, her zaman…
Bir gün içerisinde okyanusları nasıl aştığımı bilmiyorum…Aştık ama geldik Türkiye’de GATA engeline takıldık. Adın Merve soyadın Kavakçı olunca işin zaten zor Türkiye’de. Başbakan’ın dediği gibi anlatılacak çoook şey var da neyse, haydi neyse…haydi…neyse…Kapıda görevli böyle giremezsin diyor, bekliyorsun oracıkta. İğnen var ya başında, batıyor bir yerine…Kasket altında başörtüsü ikilisi yetişiyor imdadımıza. Hem benim için tebdil-i kıyafet oluyor, gözlükle falan, aman diyeyim, haddimizi şuracıkta bildirmeye falan kalkarlar!..hem de kapıdaki görevli ne olduğunu anlayıncaya kadar, karışıyorsun kalabalığa…
Eh hadi girdin içeri, yüzünden düşen bin parça derler ya, tam öyle bir hemşire güruhu, bakışlarındaki hiddetle saldırıyor adeta insana…kapıları yüzüne mi çarpmıyorlar, sorduğun soruyu cevapsız bırakıp defolup gitmiyorlar mı birbir ödetiyorlar sana başındaki örtünün bedelini…birrr birrr. Olsun…kardeşim Elif “Merve” diyor bir ara, “buna annanem için katlanıyoruz, unutma, annanem için her şeye razıyım,” diyor. Susmaktan başka çaren yok, çünkü anneannen oracıkta, yoğun bakım ünitesinde, şanslıysan, nöbetçi doktor vicdanlıysa günde üç beş dakika göreceksin annaneni, bir sabah bir akşam…komada sesini duyacağı, kızımmmm gelmiş diyeceği ümidiyle…Eskilerin üç gün yatak dördüncü gün kelime-i şehadet temennisini çok da aşmadan, bir haftanın sonunda hissediyoruz ki zaman yaklaşmış… başında durdurmadılar ki bir Kur’an duysun annaneciğim…Topu topu gördüğün birkaç dakikada kulağına fısıldadığın üç beş ayeti geçmedi ki okuduğun…ya verilmiş sözün? Ya Kur’an’ın ölüm anını kolaylaştırıcı etkisi…için yanıyor, cayır cayır yanıyor da ne yapacağını bilemiyorsun….Ve annanemi son görüşüm…belli ki artık çok yakınız “başlangıcın sonuna”…odada birkaç hasta daha var, kimi ağır kimi biraz daha iyi gibi…gözlerimle etrafı kolaçan ediyorum, hemşire yok, doktor da…tutuyorum annanemin elini, hafif bir sesle okuyorum ezberimden, öyle elimize Kur’an-ı Kerim almak falan ne haddimize…çok şükür ki ezberimde…hafızlık yetişiyor imdada…hafif bir ses…ama yine de yanındaki hasta belki de duyacak tonda, kulağa fısıldama da değil yani... Son görevimi yapacağım, söz verdim, kararlılığında. Bugün şanslıyım diyorum, üç beş, altı, yedi, on dakika kimse gelmedi…demeye kalmadan genççe bir doktor giriyor içeriye, önceden gördüğüm insaflıydı da tek tek de olsa arada bir gelip Elif’le annanemi yoklamamıza izin veriyordu diyorum içimden…bakıyorum başka hastalarla ilgileniyor, iyi sorun yok diye düşünüyorum, biliyorum artık zaman çok yaklaştı, ne olursa olsun Kur’an’ın eşliğinde olmalı annaneciğim diyorum, alçak bir sesle devam demeye kalmadan doktor peyda oluyor yanımda: “Ne yapıyorsunuz!?” demesiyle susmam bir oluyor, okuduğum ayet havada, yarısı bitmiş, askıda "Lütfen okumayın, diğer hastalar korkuyorrr!” Donakalıyorum. Dondum. Kaldım. Annanemin kulağına eğiliyorum “annanecim ben şimdi gideyim, sonra gelir devam ederim olur mu?” diyorum usulca… Ayet havada, yarısı askıda… Boğazımda düğüm… Ne ben bir daha annanemi görüyorum ne de yarım Kelam diğer yarısını…boğazımda düğüm…hâlâ… bugün… beş buçuk sene sonra…Başbakan’ı dinlerken…