AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



 
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 06-03-2009, 13:41   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart MODA
MODA
ALPEREN GÜRBÜZER

Moda kavramı, Latince "modus" kelimesinden türemiş, sınırlanamayan anlamında ifade edilmektedir. Moda, hemen hemen her alanda etkisini gösteren bir sunum. Bu olgu sanattan siyasete, spordan kültüre, giyimden düşünceye kadar her alana sirayet ederek karizmasına büyüleyici özellik katmaktadır. Nitekim sosyal yapıdaki değişiklikler, çevre faktörleri ve düşünceler de giyime tesir etmiş durumda.
Modayı sadece kılık kıyafetle özdeşleştirmekte yanlış. Giyimin dışında her hangi bir müzik veya kitap da moda olabilir. Bir bakarsınız ummadığınız ve önemsemediğiniz her hangi bir değer, şartların yerli yerine oturmasıyla birlikte toplumun tamamını bir anda etkisi altına alabilir pekâlâ. Modanın, bir dalga misali bir anda yayılabilirlik özelliği vardır çünkü. İnsanların bakış açılarından tutun da, düşünce, ruh ve sosyal ilişki biçimleri bile modanın kapsamı içine girer. Modanın bile kendi içinde türevleri söz konusu; Renk, uyum, biçim, uzunluk, kısalık, klasik, pop ve spor gibi.

Klasik Moda
Klasik anlayış, kendi modasını da beraberinde türetiyor. Sade giyim, aşırıya kaçmayan ya da göze batmayan giyim tarzı, genellikle "klasik modayı" oluşturur. Yani, klasik giyimde belirli bir çizgi mevcut. Popüler giyimde ise daha çok çizgi, daha çok açılma ve daha çok dalgalanma hâkim. Fakat bu kadar çeşitliliğe rağmen, bunca çeşitlilikten ancak bir iki ürün toplumda kabul bulabiliyor. Popüler moda örneklerinin piyasaya sürülmesine rağmen hepsinin toplum tarafından kabul görmemesi mümkün olmayabilirde, bu durum toplumun iç dinamikleri ile ilgisinden kaynaklanabilir. Bu sene kabul görmeyen bir ürün, diğer seneler beğeni kazanabiliyor. Dedik ya moda, bir rüzgâr gibi, bir bakarsın bir anda dalga dalga büyür ya da tam tersi küçülebilir de.

Batıya Endeks
Gerek ekonomi, gerek kültür ve gerekse sosyal alanda kendimize hep batıyı örnek almışız. Her şeyde olduğu gibi moda konusunda da batıya endekslenmişiz. Maalesef kendi bilgi birikimimizi, giyim tarzımızı ve öz kaynaklarımızı geliştirmemiz gerekirken, sürekli batı örneklerini taklit etmekle yarışıyoruz. İlk kıyafet taklitçiliği II. Mahmut’la başlamış. Bu padişah üstelik yüzeysel değişiklikleri yenilik diye sunmuş, halk da ister istemez tepki göstermiş. Aslında II. Mahmut’a halkın "Gâvur Padişah" denmesi yeniliğe karşı olduklarından değil, toplumun iç dinamikleriyle bağdaşmayan satıhta (yüzeysel) getirilen değişikliklere karşı gösterilen reaksiyonun ifadesidir. Hem "yeni" demek her şey demek değil ki. Felaketler de musibetler de yeni olabilir. Önemli olan, yeniliğin bir anlam içermesidir. İlk önce, Fransızları örnek aldık, sonra Alman üniformasını benimsedik. Yetmedi, Almanlar savaşta yenilince, bu sefer de Amerikan giyim tarzını ölçü kabul ettik. Fransız, Alman ve Amerikan derken, bir türlü iç zenginliklerimizi hayata geçiremedik. Taklitçilik hastalık haline gelmiş. Sanki Türk'ün kendisine has modeli yokmuş gibi, dışardan sürekli moda arar olduk. Allah’tan toplumumuz, her zaman sembolik yeniliklere karşı sıcak bakmamıştır. Hippiliğin yenilik diye takdim edilmesine tepki gösteren halkımız, şu sıralar örf ve adetlerimize işlerlik kazandıracak yeni yöneticilere hasret durumda.

Taklit
Modacılarımızın gözü batıdan başka bir şey görmüyor. Hatta iyi olan her şeyin, batıdan gelmesi gerekir gibi bir zihniyet var. Kendi tecrübemiz, kendi üretimimiz ve potansiyelimiz yokmuş gibi davranıyoruz.
Bizim hiç mi zevkimiz, ya da tarzımız yok. Tuhaf bir batı imajına bağlanmışız kendimizi. Aslında taklitçi zihniyetin, batıyı da tam anladığına inanmıyoruz. Batıda birçok kadın, sanılanın aksine bizde olduğu gibi aşırıya kaçmaz. Güzel giyinirler, bakımlıdırlar, ama makyaja da kaçmazlar. Bizde abartı, bir o kadarda aşırıya kaçma batıcılık sanılmış. Oysa kıyafet, insanın iç dünyasıyla bütünlük arz etmeli. Modern görüneceğim diye renkten renge girmeyi marifet sanarak badana misali her azalarımızı boyamak batıcılık değildir. Batıda kadınlar önce temizlik, sonra sağlık bir hayat ve güzel giyinmeyi ilke edinmişler. Maalesef batıcılarımız, batıyı da tanıyamamışlar. Birkaç zıvana istisnai örnekleri bulup, işte moda bu dercesine istisna olanı genelmiş gibi bizim iç dinamiklerimize yansıtıyorlar.
Orta Yol
Adab-erkân denilen bir anlayışımız vardı bir zamanlar. Beraber yemek, adab ve erkân başlı başına gerçek bir moda olduğu gibi, aynı zamanda medeniyetimizin göstergesiydi. Bizim kültürümüz umman, her kaba kolay kolay sığmaz, derunidir. Fakat bu kültür deryasından mahrum yaşıyoruz. Geçmişimizi günümüze uyarlamıyoruz. Aşırı giyim tarzıyla şahsiyetimizi zedeliyor, paspal, pis ve dağınık vaziyette sokakta geziniyoruz habire. Her şeyin itidali (orta yolu) iyidir. Tefrit ve ifrattan uzak durmalı, ölçümüz adab ve erkân olmalı. Her şeyden önce temizliği öğrenmeli. Her yönümüzle, hal ve hareketlerimizle örnek olmalı. Madem aynı toplum içinde yaşıyoruz, o halde birbirimize karşı sorumluluklarımızın olduğunun idrakinde olmamız gerekiyor. Nerede, nasıl giyinileceğini bilmemizde fayda var. Hani bizim kendimize has hamam kültürü, gül kokusu, kıyafet tarzlarımız vardı, şimdilerde onlardan eser dahi kalmadı. Bütün bunları hiçe sayıp özgürlük adına adeta çırılçıplak sokağa çıkılıyor, üstelik adına da moda diyoruz. Bir başka gerçeğimizde paspallık halimiz. Hem yarı çıplak sokağa dökülmeye, hem miskin, hem de hantal ve paspal giyimle insanlar arasında dolaşmayı yeğliyoruz her nedense. Bir kere giyim adabı denen bir şey var, toplumun iç dinamikleri denilen bir gerçeği göz ardı ettiğimizin bilmem farkında mıyız? Bir an evvel kendi modamızı, kendi sektörümüzü bir an evvel harekete geçirmekte yarar var.
Şalvarımızı alaya alanlar, batıda giyinilmeye başlanınca, her nedense sus pus oldular. Batıda giyilince moda, bizde giyilince tukaka muamelesi. Oysa Batı, Mevlevi kıyafetlerine de hayranlık içerisinde bakıyor. Gerçekten de Mevlevi kıyafetleri başlı başına bir kıymet, ama bu kıymetimizi anlatacak izahtan mahrumuz. Klasiklerimizi, modernize edecek zihniyetten yoksunuz. Taklitçi zihniyet, üreticilik duygusunu da köreltiyor. Kendimiz beğenip, kendimiz üretemiyoruz bu yüzden. Dolayısıyla tek tip düşünmekten, tek tip giyim anlayışından bir türlü yakamızı kurtaramıyoruz. İnsanları inatla batı değirmenine sokmaya çalışmak abesle iştigaldir. Elbette ki insanlar yeniliğe açık olacaklar, bu kaçınılmaz. Fakat yenilik geçmişten kopmak değil, bilakis geçmişi geleceğe taşımakla anlam kazanabilir. Bir gün elbet maziden atiye yol almak, kendi modamız olacaktır, ümit varız. Aslında, bizim topraklarda, makramesinden kanaviçesine, tığından sırma işlemesine, ehramından kilimine kadar kendine has orijinal motiflerimiz var. Hâsılı birçok konuda olduğu gibi, modada da kimlik bunalımı yaşıyoruz. Başka iklimlere payanda olmadan, kendi motiflerimizi daha da zenginleştirme yolunu tercih etmeli. Çok köklü kültürümüz söz konusu. Ne yazık ki günümüze taşımıyor ve uyarlamıyoruz hala.

İlm-i Kıyafet
Osmanlı'da üst baş, yani giyim, "ilmi kıyafet" olarak telakki edilmiş. Bir zamanlar tulumbacısından hizmetkârına ve sakasına kadar kendine has giyim tarzı vardı. Batı Osmanlı'yı biliyor, fakat biz bilmiyoruz. Batı iç çamaşırını ve gömleği bile bizden öğrenmiştir. Biz neyaptık? Yaptığımız şu; Osmanlı'nın neyi var neyi yok hepsini değiştirmeye kalkıştık. Nitekim bizde ıslah demek yıkım manzarası demektir. Tanzimat’ın liberalizm modası ne kadar zarar verdiyse, cumhuriyet döneminde de bir takım yıkım hareketleri aynı ölçü de zarar vermiştir. Japonlar hiyeroglif alfabesinin ve Şintoizm dinlerinin kılına bile dokunmadılar, ama bugün süper devlet olma yolundalar. Osmanlı'nın da hataları olmuş olabilir, ama bu durum onu toptan imhasını gerektirme hakkını doğurmaz. Osmanlının hiç mi kayda değer kıymetleri yoktu? Ne var ne yok, kurunun yanında yaşta yanar misali, her şeyi sil baştan bir yol izledik. Gelinen noktaya baktığımızda durum daha da bir vahim hal almış, yani içler acısı. Her şey gayet açık; bir gecede satıh üstü, sembolik değişikliklere reform demişiz. Oysa asıl değişiklik ilimde, teknikte ve beyinde değişikliktir. Hala tarım toplumunun değerleriyle kendimize yön veriyoruz. Dünyanın geldiği nokta, sanayileşmiş bilgi ötesi olduğu halde, Türkiye tarım toplumu ile sanayileşmiş bilgi toplumu arasında "geçiş süreci" yaşıyor. Dikkat edin, geçiş süreci diyoruz. Yani sanayileşemeyen bilgi toplumuyuz hala. Yıkılan harabe edilen değerleri tamir etmek veya geri getirmek mümkün olamıyor. Her şeyimiz elimizden alındı, acaba daha neyimiz kaldı ki? Hiç olmazsa bari bu günümüzü yıkmayalım. Yıkmak her zaman kolay, yapmak ise zordur. Çünkü bilgi yolu emek ister.

"Kıymetler"
Modacı denildiğinde abuk-sabukluk akla geliyor. Acaba hiç düşündünüz mü niçin bu gözle bakılıyor diye. Demek ki; bir yerlerde aksayan, yıkılan, kanayan yaralar var ki bu kanaat ortaya çıkıyor. Eğer köklerimizle bağımızı koparmasaydık, modacı denildiğinde onları "medeniyet kurucuları" olarak algılayabilirdik pekâlâ. Gerçek manada modacı dendiği zaman, dünü bugüne, bugünü yarına taşıyan, zenginliklerimize kıymet kazandıran "kıymetler" olarak tarif edebilmeliydik. Hala, yeni yeni diye kökü dışarıda ideolojilerin peşinden koşturuyoruz. Bir zamanlar Mao tipi ceket, Kastro tipi sakal veya şapka, Stalin tipi bıyık, K. Marks tipi sakal, ya da bıyık veya giyim yenilik sanılmışsa, şimdilerde de hippi giyim tarzı, aşırı makyajlanma, açık giyim moda olarak lanse edilmektedir. Kimlik krizi bu alanda da kendini göstermektedir. Bilindiği gibi moda rüzgârı, genellikle kalkınmış ülkelerden doğar, kademe kademe diğer ülkelere sirayet eder. Her alanda olduğu gibi, süper devletler bu sektörü de kendi inisiyatifinde tutarak zenginliklerine zenginlik katmışlar, katmaya da devam ediyorlar. Demek ki Moda dünyası büyük merkezlerden, küçük merkezlere doğru yayılıyormuş. Fakat çoğu kere küçük merkezler gelen rüzgârın yabancı kaynaklı olmasından dolayı direnç gösterirler, buda başka bir gerçeğimiz.

Uyumsuzluk-Tepki-Doğurmak
Modanın kabul bulması, iç dinamiklerle paralellik arz etmesine bağlı. Uyumsuzluk tepki doğurmaktadır çünkü. Bir an olsun camii imamına papaz kıyafeti, hakanlarımızın başına fötr şapkası veya kravatlı olduğunu varsayalım, uyumsuz bir manzara ortaya çıkacağı muhakkaktır. O halde uyumluluğun giyim ve kuşamda etkili bir olgu olduğu inkâr edilemez. Mukaddes ve manevi değerlerde toplum duyarlıdır, koruyucu ve muhafazakâr tavır takınır hep. Köylerin muhafazakâr, şehirlerin hareketli ve yenileşmeden yana olması bunun tipik bir göstergesi zaten. Şehirler, sosyal değişmenin en hızlı yaşandığı ve yozlaşmanın çok olduğu yerlerdir. Zira sosyal hayatın da kanunları var. Tarım toplumu statik ve durağandır. Sanayi toplumu dinamik zengin yapı arz eder. Onun için köy gibi yerler örf ve adetlerin en çok korunduğu veya yaşandığı alanlar olup, şehirler ise sosyal ve ekonomik değişikliklerin yaşandığı bölgeler olarak tanımlanır. Şehirlerde milli kültürü yaşatmak, iç dinamiklere uygun yaşantı kurabilmek için "sosyal meteoroloji" merkezleri kurulmalıdır. Dejenerasyonun önüne geçebilmek bu tür merkezler kurmakla mümkün olabiliyor ancak. O halde bir yandan kalkınırken, diğer yandan kültüre de ağırlık verilmeli. Çünkü milli kültür geleceğimizin garantisidir.

Sosyal Değişim
Yukarıda modalar sosyal değişmenin en hızlı biçimidir demiştik. Hele hele şehirlerimizde her geçen gün modanın dalga dalga büyümesi sektörün önemini bin kat daha da artırıyor. Neyse ki tek tesellimiz son zamanlarda sevindirici durum olarak, tesettür giyimin sektör haline gelmesidir. Tesettür giyimin sektörleşmesi, kimlik arayışı yolunda, gençliğin yeniden özüne dönmesinin işaretidir. Başörtülü hanımların, teknolojik enformasyonla birlikte her alanda kendilerini hissettirmeleri, bazı çevreleri tedirgin etse de, korkunun ecele faydası yok. Nasıl ki, milli mücadele sırasında Fatma ninelerimizle, Ayşe bacılarımızla ve başörtülü kadınlarımızla düşmanı topraklarımızdan kovduysak, bu gün de başörtülü hanımların üniversitelerde ve her alanda bilgisayarın başında yeni başarılara imza atacakları an meselesi. Ümit varız. Japon’un "kimonosu" nasıl modaysa, başörtü de pekâlâ Türk'ün kendi öz modası olabilir.
Sözün özü, "Hepimiz aynı kilimin desenleriyiz."

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi