04-06-2009, 22:40 | #1 |
Mukabele Et Sessizliğime
Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yûsuf Aleyhisselâm kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!" (Hz. Mevlânâ)
..../ Kuyu.../ Hapis.../İp... Hatıraları ayıkladım başucumdan. Leyl zamanım, ucu bucağı görünmez ovada koşturan bir küheylan. Günlerin günü vardı, hazırlık tadında. İhtizaza gelen dakikalar sağanağında, ıslanmaya meyyal göz gibiydim. Dip susuşlarda çıkacak ne varsa, yoksuldum ona. Bir koşu solukta ölecek kadar, bir adımlık, bir adlık seste yitecek kadar... Ferahfezâ bir hâl arıyorum son günlerde. Körebemde saklandığını öğrendim, ayağı kayan çocuk misalince, gidişlerine bir kelâm edemedim; öyle intizar duruşlarda yüreğimi kapı bekçisi eyleyemedim. Gece istirahat buyursun, ben beklerim zamanı. Sabrın kavi tellerinde dolaştırırım parmaklarımı. Ziyanı yok, ziyâ çâredir hasta hücrelere. Söküp atasım gelir, bölük bölük parçası vediasıdır aşkın; sahibine teslim. Selâmette kalsın müslüman neslim. Analiz edilen her asra sorusu olsun cevabından usanmayan fikrimin. Telli duvaklı umutlara cevherini taksın hayalîm. Mum sesinde seranat, vefâ dilince mâruzât. Hele bir bak; dert defterinin borcu hayli kabarmış, can bankaları ifsat. Damardan geçecek olana, toprağın altını öğüt vermeli. Ceddimin akan kanının adresi kayıtlı. Kırmızı dolma kalem, yüzüm ölüler atlası. Ey cân sofrası; nerdesin? Kapılarım kapanmadan gel. Sararmış defterler bir kez daha ıslanmadan. O son gidişine yakılan hayalîmi dert derelerine atmadan. Çığlığım, çomak sokmadan göz yaralarına. Gel, değnek tutmaz eğrilikte yalpalıyorum. Avuçluyorum kum karanlıklarını, ardınsıra çöller müebbet firarda. Geceyi gömüyor kaldırımlar, bölüyor uykulara. Tasasız yüzlerden çok uzakta, kıvılcım saatler pazarındayım. Derin nefeslerlerimi geri ver, al kısa ömürleri. Aşktan bîhaber ceset tezgâhında ezilmişleri ayırmaktan yorgunum; çürüyorum. Köhne kuyularıma yetiş, nalemden çıkan sessizliğe daldır ipini... Uğultulu görünmezlikte kuyular. Asrın ahirine raptedilmiş bir kuyuyum, kervanı yağmalanmış. Hâldaşım, hâlsizliğe. Baygın çayırlar rüyasındayım. İçime atıldıkça zeberced, neşter kesiyor sesi. Tınıda bir tokluk, güya esrik namesi. Toprak silkiyor toz zerrâtını, herekete gelen bir titremeyle siliyorum iç yüzümün aynasını. Pencereler açıktı, öyle bir tozlanmışım; dünya üzerime yağdı! Kuyu kuyu aç beni, koyuluktan aç beni! Açım ben, ey tokluklar şehri. "Şehrü Ramazânellezî..." Ey merhamet ipi! Ateşdîde yanışlarıma yakınlaş. Hapsime beraat ver, düşsün davam aşk kayıtlarına. İlâhîce bir makamdan icra edilsin ayrılık nota nota. Aşk hatırına iftirâkın her hecesi kudsî. Neydi bütün aklıma takılan muamma? Beni perişan eden, ömrümü kemirerek dişleyip tüketen? Her anıma yazılmış bir hesabı ödemek fikri, fakirlikten ziyade yoksul etti beni. Derunum boşaldı ortalıklara. Zîr ü zeber ahvâlin kırık havasında, gelesin diye bekledim. Bekledim dedim ama beklediğimi dahi bilemedim. İnsan neyi beklediğini bilmiyor çokça. Gelecek olana ülfet, gidecek olana uğur ola; böyle açıldı o eşsiz yara. İp, yaraya dokundukça acır mı? Merhametin devasıdır iyi gelecek devasa hummaya. Hâtıraları ayıkladım başucumdan. Yaz, derlendi gitti. Üç tane ay saydım parmaklarımla. Sonuncusu bir ses oldu yankılanan kuyumda. Çağırıyor gül sesli, vecizeler parlıyor zindan loşluğunda. Bir merhamet ipi, semaya çekiyor arza müptelâ benliğimi. Gözlerimde buğulanma. Boğulma gayri, elbet karanlığın körlüğü perde perde aşılır. Yönetmen sahne arkasından oynatır son perde. Görüşe açılır koğuş kapıları. Kuyu başına bir sancak bağlanır. Ele geçirilen susuzluğum, kudret eliyle çekilir kat be kat göklere. Doyarım, çün ikram olunur ötelerden. Verd-i vefa kokusu yayılır örtülere. Güz, rüzgârıyla selâmlar kutlu ay'ı. Şölenim kalbimde, eğlencem oruç babı. Reyyan'da bir rayiha dilerim; kuyuluğumu unutmadan, zulmeti yaşamadan aydınlığı ne bilirim? Süveyda... Kaç git uzaklara, nur seni kovalıyor; her defasında yakalan ona... Ey Yusuf-u Nebi sesli! Ey can sofrası! Ey merhamet ipi! Hani denildiği gibi, on bir ayın bağışlanmasına vesile olan biricik ay. On bir kardeşin günahını affeden Sultân! Çağırışlarınla çıkart beni kuyumdan. Aşkınla huyumu donat. Kedere gark olmuş me'yus görüntüme yayınını ver. Mukâbele et sessizliğime, bir sefîne batıyor içimde, heyhât!... Hattını çiz göğüme. Kalp güğümünde kaynat isimlerinin görkemini. Hiçbir şey etmeyen gel-gitlerimi deryana at. Nasıl oldu bilmiyorum, memâta kaydı bütün hayat. Yumdum gözlerimi, denildi ki: "Sırra gönül ekmeli. Sesi verene gitmeli. Sofrayı kuran kimdi? Geldi kutlu ay: Ramazan. Onu kim getirdi?" Her sene Ramazan güllerini gönderen Sevgili! Vefasını rahmetle bereketlendirip tatlıların tatlısını hazırlayan Sevgili! Getirdiğin bu ay'a, hazırladığın sofraya, uzattığın ip halkalarına tutunmayı bize nasip et. Ahlâk-ı haseneyi edeple can sarayına taç et... Vaktini seninle geçirip, vakitlenenlerden eyle. / Diz çöktüm ve döküldüm. Son baharımdan Sana gömüldüm.../ Hatıraları ayıkladım başucumdan. ..../ Kuyu.../ Hapis.../İp... (Hamdolsun göründü kenz-i mahfî, eyyâm-ı Ramazan...)
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|