AK Gençliğin Buluşma Noktası
AK Gençlik Münazara AK Parti Gençliğin fikir akımı yaptığı bölüm.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-14-2010, 02:19   #1
Kullanıcı Adı
Mavera
Standart
Alıntı:
Noktaların Efendisi Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Dtp görünüşte siyasal olan ama pkk terör örgütü ile organik bağı olan bir kurumdur...
terör örgütü değilse bile destekçisi ve yandaşıdır...
ne yani simdi dtp ylede mi silahli mücadele yapilmalidir?

 

Mavera isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-14-2010, 02:18   #2
Kullanıcı Adı
EpiVaTeS
Standart
Ama olmuyor ki...
Sadece İkimiz tartışacak ve münazara yapacaksak...

diğerlerine ne gerek...
Katılımın daha fazla olması ümidi ile bu gecelik benden bu kadar...
EpiVaTeS isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 02:24   #3
Kullanıcı Adı
EpiVaTeS
Standart
Yandaş-Destekçi dedim...
Terör örgütü demedim...
EpiVaTeS isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 08:41   #4
Kullanıcı Adı
Mavera
Standart
yani sempazitani!.. peki terör örgütü sempazitanlarina bir yaptirim uygulanamaz mi!
Alıntı:
Noktaların Efendisi Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Yandaş-Destekçi dedim...
Terör örgütü demedim...
Mavera isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 11:16   #5
Kullanıcı Adı
Mavera
Standart
sapla, samani ayiralim biz pkk yla uzlasilsin demiyoruz pkk nin var olma nedenleri ortadan kaldirilsin o zaman pkk zamanla güc kaybedecek ve en en sonunda tamamen kendini siyasi arenaya birakacakdir..
birde sunu sormak istiyorum size göre ergenekon yapilanmasi bir terör örgütü müdür eger öyleyse bunla nasil silahli mücadele yapilabilir?
Mavera isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 11:58   #6
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart
Alıntı:
Galevera Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
sapla, samani ayiralim biz pkk yla uzlasilsin demiyoruz pkk nin var olma nedenleri ortadan kaldirilsin o zaman pkk zamanla güc kaybedecek ve en en sonunda tamamen kendini siyasi arenaya birakacakdir..
birde sunu sormak istiyorum size göre ergenekon yapilanmasi bir terör örgütü müdür eger öyleyse bunla nasil silahli mücadele yapilabilir?

Her terör örgütünün PKK gibi olduğunu düşünüyorsunuz galiba Ergekon terör örgütü barışlamı bitirildi ? Mensuplar cezaevinde ne biçim barış ) Bir sanki savcı askersiz içeri atıyor bunları . Ergenekon terör örgütümüdür diyorsun . Ergin kardeşlerin cezaevinde böğürmelerine bakılırsa öyle ...

Konu EZEL tarafından (06-14-2010 Saat 16:46 ) değiştirilmiştir..
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 12:00   #7
Kullanıcı Adı
Mavera
Standart
Alıntı:
EZEL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Her terör örgütünün PKK gibi olduğunu düşünüyorsunuz galiba Ergekon terör örgütü barışlamı bitirildi ? Mensuplar cezaevinde ne biçim barış ) Bir sanki savcı askersiz içeri atıyor bunları . Ergenekon terör örgütümüdür diyorsun . Ergin kardeşlerin cezaevinde böğürmelerine bakılırsa öyle ...
etö bitirildi mi? peki sunu söyleyim kararli bir hükümet, cesur bir savci olmasa su anda onlar iceride olurmuydu!..
bu arada askerin bu tutuklamalardan, gözaltilardan pekte memnun oldugunu söyleyemeyiz yani bana göre askeri anlamda bir destek yok!
Mavera isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 16:41   #8
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart
Alıntı:
Galevera Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
etö bitirildi mi? peki sunu söyleyim kararli bir hükümet, cesur bir savci olmasa su anda onlar iceride olurmuydu!..
bu arada askerin bu tutuklamalardan, gözaltilardan pekte memnun oldugunu söyleyemeyiz yani bana göre askeri anlamda bir destek yok!
Kardeşim ne diyorsun cesur savcılar olmasaydı etö mensupları içerde olurmuydu diyorsun şimdi savcı bu örgüt mensuplarını bizzat gidip kendisimi içeri tıkıyor yoksa beraberinde silahlı polis ile gidip polislermi adamları içeri tıkıyor ? Sonra içeri alınanlar çokmu memnun bu barışçıl çözümden !!!
Burda askerin destek verip vermesini konuşmuyoruz hadi diyorum o cesur savcılar gitsinde Kuzey Iraktaki teröristleride teslim alsın diyoruz yapabiliyorlarmı Savcılar KCK yapılanmasına mensup kişileride içeri aldı ertesi gün Osman Baydemir çıktı şerefsiz diye hakaretler yağdırdı bu barışçıl çözüm ise iki tarafında memnun ve razı olduğu bir çözüm olması gerekir ama görüyoruzki her iki olaydada 2 taraf razı değildir sizler olduğunu söyleyebilirmisiniz ?

Alıntı:
barışcan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Konuya başka bir yönden bakarsak;

Bir hasta adam düşünün acilen hastaneye kaldırılıyor ve teşhis konulmadan tedaviye başlanıyor hemen ameliyat narkoz veriliyor kalp masajları yapılıyor hasta kurtarılmaya çalışılıyor iyi de hastanın neyi var diyen yok ne yapalım diyen yok klasiik kurtarma AMELİYAT!!!

Sİz hastanın nesi olduğu bilmeden tedavisinin nasıl olcagına karar vermeden istediğiniz kadar ameliyat yapın adamın çabuk ölmesinden başka bişey yapamazsınız.

Önce hasta tedavi edilir hastalığı teşhis edilir gerektiği takdirde AMELİYAT edilir.

Başka bir konudan bakalım tekrar Psikoloğa gidiyoruz sorunlarımızı anlatıyoruz psikolog care arıyor ve sorunu nerde olduğunu aramaya çalısıyor çocukluğumuza veya geçmişimizi soruyor yani sorunu geçmişte yaşadıklarımızda aramaya çalışıyor.

Geçmişte olanlar nasıl bugündeki sorunlarımıza etkisi varsa günümüzdeki terör belası da bunun gibidir geçmişimizde olan sorunlar terörü beslediğini söylüyoruz ve bunun çözümüne yönelik adımların atılmasını bekliyoruz siz hala terör silahla biter diyorsunuz iyi de kardeşim önce bir tedavi ve teshis belirleyin sonra ameliyata başlayın yok diyorsunuz illa ameliyatla bu işi çözeceğiz.
Sizce ameliyat ne zaman gerekli olur ?

Alıntı:
barışcan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
EZEL sen jitemin varlığına inanıyormusun desem düşünmeden evet inanıyorum dersin.Ama tsk ve genelkurmay başkanlığı jitem diye bir kurum yok diyor inkar ettikleri kurum hakkında ben kişisel olarak hiçbirşey yapamam

Bu siteye bakmanı öneririm.

http://www.kontrgerilla.com/index.asp


Bazı yorumlardan uzak durucam pkk sempatizanı görünümünde olmamak adına.

Beni köyümden çıkaran devlet mi haksız yoksa devlete bu durumu gerektiren teröristlermi? diye sorsam cevabın ne olurdu. merak ediyorum doğrusu?

Doğudaki faili mechullerin bazılarını jitem yapmadı hemen hepsini jitem yaptı o zaman jitem demzdik biz derin devlet veya özel harekat derdik.İsmi önemli değil ne yaptıkları önemli.



90 yılından itibaren olaylar arttı Rahmetli turgut özalın federasyon hayali vardı ve bu federasyonun terörü kökten çözecek güçlü bir çözüm gibi görünüyordu.

hiç unutmam 93 nisan'ına kadar çözümler için çaba sarfediliyordu genel af bile düşünülüyordu ama ne oldu nisanda turgut özal ÖLDÜRÜLDÜ. mayıs ta silahsız olan 33 askeri katlettiler sonrası ateşkesler kaldırlıp topyekun savaşa başlandı ve faili mechuller bu dönemde artmaya başladı.

tavsiye ettiğim siteye bakıp kafana takılanları tekrar sormanı beklerim.
Jitem veya Özel harp dairesi olmasaydı PKK bitecekmiydi ? 1984 PKk'nın kanlı eylemlere başlamasının sebebi Jitemmiydi ?

Konu EZEL tarafından (06-14-2010 Saat 17:42 ) değiştirilmiştir..
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-14-2010, 23:11   #9
Kullanıcı Adı
Ahmet Yasin
Standart
Alıntı:
EZEL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster



Sizce ameliyat ne zaman gerekli olur ?
Eğer ki biri size silah doğrultuyorsa sizinde sırıtarak gül uzatmanın manası ve mantığı olmaz.Bizim burda anlatmak istediğimiz neden silahla savaşma gereği duymasıdır.Nedenlerine bakacak olursak yukarda bazı kısımlarda anlattım sistemin hatası veya yanlış uygulamaları nedeniyle insanların sadece savaşma ihtiyacı hissetmeleridir.dağdakilere sorsanız çoğu savaşmak istemez. cezaevine gitmeyeceklerini bilseler inanıyorum çoğu dağdan inerler burda devletin yapması gerekende burda başlıyor bir çözüm bulunmalı.

Çözüm mercileri biz olmadığımız için sadece düşüncelerimizi paylaşmaktan öteye gidemiyoruz.

Alıntı:
EZEL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Jitem veya Özel harp dairesi olmasaydı PKK bitecekmiydi ? 1984 PKk'nın kanlı eylemlere başlamasının sebebi Jitemmiydi ?
Hayır jitem gibi gizli yapılanmalar olmasaydı pkk şuana kadar çözüme kavuşurdu.1984 yılında pkk kanlı eylemlere başlamasına 80 darbesi fitili ateşlemiştir.gereğinden fazla siddet uygulandı pkk destek veren vermeyen herkes yargılandı öldürüldü veya sürüldü işte burda dindar kürt ile laik-ulusalcı kürtler birleştiler.Sen yaramzlık yapan cocuğu dövdükçe çocuk uslanmaz sen dövünce uslana çocuk arkanda daha çok yaramazlık yapar. ama eğitim verirsen daha çabuk uslanır sence de öyle değilmi?
(Arkadaşlar kusura bakmayın normal hayattan fazlaca örnek veriyorum umarım kızmazsınız hakınızı helal edin )

Asıl sorun cumhuriyet döneminden sonra başlıyor.Osmanlı zamanında etnik ayrım yoktu sadece dini ve mezhep ayrımı vardı osmanlıda türkler ve kürtler müslüman olduğu için herhangi bi sorun yoktu.taki etnik kökene indi sorun başladı.Sonraları da sistem yangına körükle gidince alev sönmedi gittikçe alevlendi.Her hak talebinde bulunana isyancı gözüyle bakıp üstüne asker yollarsanız doğal savunma hakkı doğar.

Güzel kardeşim 22 milyon km hükmeden ve 20 farklı etnik kökeni topraklarında barındıran osmanlı nasıl oldu şimdi 770 bin km karde takıldı kaldı.

Savaşçı mantığıyla yanlış siyaetlerle her hak talebinde bulunanları bölücükle suçlayıp sonra askeri baskın yaparsanız son kaçınılmaz olur.(bu konuda yanlışım varsa tarih okuyan arkadaşlar düzeltebilirler.)
Ahmet Yasin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-15-2010, 10:39   #10
Kullanıcı Adı
Ahmet Yasin
Standart
Alıntı:
Yalçın KARACA Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
KURTULUŞ SAVAŞINDA KÜRTLER


Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile birlikte Kürtlerin ödediği fatura çok ağır oldu. Osmanlı Ordusu içinde savaşan Kürtlerin yanı sıra, Rusların Doğu Bölgesini işgal etmesiyle birlikte Kürdistan’da yaşayan halk çok ağır bir bedel ödemek zorunda kaldı. Köyler yakıldı ve yıkıldı. Bu arada Ermeni çetelerin yaptığı tahribat ve verdikleri zarar çok büyük oldu. Ruslarla birlikte hareket eden ve onlardan güç alan Ermeniler, bağımsız bir Ermenistan kurma hayali ile Müslüman Kürt ahaliye çok büyük zarar verdiler. Daha sonraları imzalanan Mondros Mütarekesi sonucu İngiltere Irak’ın Kuzey bölgelerini işgal etti. İngiltere’nin esas maksadı bu şekilde Petrol bölgesini kontrol altına almaktı. Bu maksadını gerçekleştirmek için bölgede sinsi dolaplar çevirmeye başlayan İngiltere, Osmanlı Devletinin zayıflayarak bölgedeki kontrolünü iyice kaybetmesi için çok yoğun faaliyetlere girişti. Bunun için bölgeye çok sayıda İngiliz ajanı gönderildi. Bu ajanlar bölgede yaşayan ve hilafete bağlı olan Araplar ve Kürtler arasında faaliyet göstererek ırkçılık düşüncesinin halk arasında taraftar bulması için büyük bir propagandaya giriştiler. Bu gibi faaliyetlerin halk arasında taraftar bulmaması için hem Osmanlı Hükümeti ve hem de Kuva-yı Milliye önderleri tarafından da hilafet ve İslam kardeşliği ekseninde bazı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir.
Damat Ferit Paşa, sadrazamlıktan istifa etmek zorunda kaldıktan sonra hükümeti kurma görevi Sultan Vahideddin tarafından 2 Ekim 1919 tarihinde Milli Harekete yakınlığı ile bilinen Ali Rıza Paşa’ya verilmiştir. Bu kabinede Milli Mücadeleye destek veren çok sayıda bakan görevlendirilmiştir. Bu hükümet ile Kuva-yı Milliye arasında 20 Ekim 1919 tarihinde Amasya’da çok önemli bir görüşme yapıldı. Bu görüşmeye kabine adına Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Padişah Yaveri Albay Naci(Eldeniz), Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal, Rauf ve Bekir Sami beyler katılmıştır. İki gün süren görüşmeler sonucunda üçü açık, ikisi gizli olmak üzere beş protokol imzalanmıştır. Bu gizli protokolün önemli maddelerinden birisi şu şekildedir:
’’Milli sınırlar, Osmanlı Devleti’nin Türkler ve Kürtlerle meskûn olan arazisidir. Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkânsızdır. Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek şekil ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olması dahi desteklenmek ve yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılan tezviratın, (dedikoduların) önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması uygun görüldü’’(1)
Bu gerçekten çok önemli bir taahhüttü ve uygulanması halinde gelecekte kurulacak Türkiye Cumhuriyet’inin huzuru için çok önemli bir tespitti. Fakat daha sonraki yıllarda ‘’Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek şekil ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olması’’ düşüncesi unutulmuş, Türk ırkının üstünlüğü ve egemenliği ile Kürtlerin inkârı düşüncesine dayanan bir politika uygulanmıştı.
Amasya Protokolü’nde bulunan taahhüt ve konuşmaların benzeri Cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam etmiş, bu şekilde Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’na büyük bir kuvvet ve tam bir bütünlük içinde destek vermeleri sağlanmıştı. 24 Nisan’da Meclis’in açılışının 2. gününde uzun konuşmalar yapan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’teki üyeleri tanımlarken şu ifadeleri kullanıyordu:
‘’Yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir fakat hepsinden mürekkep bir anasır-ı İslamiyedir. Vatandaştırlar, birbirlerine karşılıklı hürmetle bağlıdırlar ve diğerinin her türlü hukukuna, ırki, sosyal, coğrafi hukukuna daima riayetkârdırlar.’’(2)
Mustafa Kemal Paşa’nın Kürt ağa, bey, şeyh ve ileri gelenleri ile yaptığı yazışma ve görüşmelerde, özellikle dini kavramların ve ‘halifelik’’ kurumunun ön plana çıktığı görülmektedir. Büyük Şeyhlerden ‘’Şeyh Ziyaeddin Efendi Hazretlerine’ yazdığı mektup, bunun çok canlı bir örneğidir:
‘’Cenab-ı Hakkın avn-ü inayeti ve Peygamber-i Zişan’ımızın feyz-ü şefaati ile umum milletimizin bir noktada müttehid(birleşmiş) olduğunu ve hukukunu muhafaza ve müdafaaya kadir bulunduğunu cihana göstereceğiz.’’
Yine Malatya’lı Kürt ileri gelenlerinden Hacı Kaya Ağa ve Mustafa Ağa’ya 15 Eylül 1919 tarihinde çekilen telgrafta, Milli Harekete desteklerinden ve vatanperverane hizmetlerinden dolayı teşekkür ediliyor ve şöyle deniyordu:
‘’Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürt’ün yekdiğerinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam edeceği ve Makam-ı Hilafet etrafında sarsılmaz bir vücut halinde iç ve dış düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak, mesainizi meşkûr eylesin.’’
Hazro eşrafından Mehmet Beyefendi’ye gönderdiği 24 Ağustos 1920 tarihli mektup, Mustafa Kemal’in din, ümmet, hilafet gibi kavramları kullanarak ‘’bütün kuvvetleri birleştirmek’’ şeklindeki stratejisini yansıtan örneklerden biridir:
‘’Zat-ı âlileri gibi vatanperver dindaşlarımızın vatani ve fedakârca yardım ve hizmetleriyle vatanımızın ve Hilafet makamının kurtarılmasına yönelik meşru çalışmalarınızda er geç muvaffakiyete nail olacağımız hakkındaki kanaatim sarsılmazdır. Yakında İslam ümmetinin Avrupalı istilacılardan kurtarılması hususundaki başarı haberlerini zat-i âlinize inşallah tebliğ ederim…’’ (3)
Kurtuluş Savaşı’nda yüzlerce Kürt ağa, aşiret reisi ve ileri gelenleri kendi imkânları nispetinde milis kuvvetleri kurarak, bilfiil çatışmalara girmiş ve büyük yararlar sağlamıştır. Doğu’nun savunmasında ve Batı’ya asker gönderilerek Kuva-yı Milliyeye büyük destek sağlayan bu kuvvetlere, tarikat şeyhlerinin çok büyük destekleri ve teşvikleri olmuştur. Güneydoğu’dan 16 müftü, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde başkan veya üye olarak görev almıştır. Bediüzzaman’ın yakın dostu Şeyh Masum Efendi, Van Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı idi. Şeyh Masum Efendi, hiçbir alakası olmadığı halde Şeyh Said hadisesinden sonra Bediüzzaman ile birlikte Batı bölgesine sürgün edilenler arasında bulunuyordu.




1- Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, İstanbul, 2007, Sayfa. 109
2- Taha Akyol, age, Sayfa. 147
3- Taha Akyol, age, Sayfa. 163-164
Alıntı:
Yalçın KARACA Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
ŞEYH SAİD OLAYI, TAKRİR-İ SÜKÛN KANUNU VE TAM BİR İSTİBDAT DÖNEMİ UYGULAMALARI


Musul meselesinin ülkede şiddetle tartışıldığı ve ordunun Musul’a girmesinin an meselesi olduğu bir zamanda patlak veren bu hadisenin bütün yönleriyle aydınlatılmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Şeyh Said’in evinde 13 Şubat 1925’te yapılan ve çoğu silahlı yedi yüz sekiz yüz kişinin davetli olduğu bir düğüne gelen on beş kişilik bir askeri müfreze, mahkeme tarafından istenen bazı kişilerin düğünde olduklarını belirterek, Şeyh Said’ten kaçakları teslim etmesini istemişler. Şeyh Said bunun üzerine müfreze kumandanına şu şekilde cevap vermiştir:
‘’Siz iki üç gün benim misafirim kalınız. Bu kalabalık dağıldıktan sonra, bunları o zaman size teslim ederim, alıp götürün. Şimdi yedi sekiz yüz silahlı insan topluluğu var. Hepsi de birbirlerinin hısımlarıdır, akrabalarıdır. Siz bunları zorla götürmeğe kalktınız mı, korkarım ki bir niza olur ve nahoş bir netice verir; sizden istirham ederim; üç gün sabırlı olun, arzunuz tamamıyla yerine gelir.’’Müfreze kumandanı; ‘’hayır ben emir aldım, bunları götüreceğim ve beklemem ve hemen neferlerle beraber onların bulunduğu yere gideceğiz, haydi düşün önüme gideceğiz. Mahkeme sizi istiyor’’ der. Aranan kişiler de’’ düğün bitsin sonra geliriz; düğünü yarıda bırakmak ayıp olur’’ derler. Bunun üzerine münakaşa çatışmaya döner, silahlar patlar, her iki taraftan da yaralanan ve ölenler olur. Kendi evinde asker ve subay vurulan Şeyh Said telaşa düşerek, yüksek dağ başındaki köyüne çekilir. Bu sefer Şeyh Said’i almaya gelen kuvvetle, Şeyh Said’in adamları arasında çatışma başlar. Ölü ve yaralılarla mesele büyür.(1)
Daha sonra isyancılar, Palu, Elazığ ve Diyarbakır’ı ele geçirdiler. O sıralarda bu olayların üzerine ılımlı bir şekilde gidilmesini isteyen Fethi Okyar başkanlığındaki hükümet düşürüldü. İsmet İnönü başkanlığında yeni ve sertlik yanlısı bir hükümet kuruldu. Musul’a gönderilmesi söz konusu olan bütün askerler isyan bölgesine gönderildi. Böylece Musul’u işgal etmiş bulunan İngiliz askerleri rahatladı. Bölgeye gönderilen çok sayıda askeri birlik ile hadise çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Olayların bastırılması esnasında suçlu-suçsuz çok sayıda kişi öldürüldü. İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanan Şeyh Said ve arkadaşları suçlu bulundu ve idama mahkûm edildi. Şeyh Said ve 47 arkadaşı, 29 Haziran 1925’te Diyarbakır’da idam edildi. Cenazeleri toplu olarak büyük bir çukura gömüldü ve kepçelerle üzerleri örtüldü.
İdam edilenler arasında Dersim Milletvekili Hasan Hayri de bulunuyordu. Hasan Hayri, 1. Meclis’te bulunan 72 Kürt milletvekilinden birisiydi. Lozan Barış Görüşmelerinin TBMM’nde müzakere edildiği sırada konu ile ilgili görüşlerini açıklayan Hasan Hayri, Türklerle Kürtlerin bir ve beraber olduklarını ve asla ayrılamayacaklarını savunmuş ve konuyu tarihi seyri içinde ikna edici bir tarzda anlatarak dikkatleri üzerine çekmişti. Bu konuşmasından dolayı kendisini kutlayan Mustafa Kemal, ertesi gün Meclis’e Kürt milli kıyafetleri ile gelmesini istemiş ve bunun üzerine Hasan Hayri de birçok Kürt milletvekili arkadaşıyla beraber, bu şekilde giyinerek Meclis oturumuna katılmışlar ve Lozan Konferansına telgraflar çekerek, Kürtlerin Türklerden ayrılamayacaklarını bildirmişlerdi.(2) Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kurulunca, Hasan Hayri bu partiye geçmiş ve parti çalışmaları yapmak amacıyla Elazığ’da bulunduğu bir sırada Şeyh Said hadisesi patlak vermiş, halka olaylara karışmamaları için sükûnet tavsiye etmiş, ancak buna rağmen yakalanarak Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış ve idama mahkum edilmiştir. Mahkemede ‘’niçin Meclis’e Kürt milli kıyafeti ile geldin’’ sorusuna da muhatap olan Hasan Hayri, Şeyh Said hadisesini yatıştırmaya çalıştığı halde, o sıralar hâkim zihniyete muhalif olan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi için çalışmalar yapmak amacıyla Elazığ bölgesinde bulunduğundan, fırsattan istifade ile Mahkeme Başkanı Ali Saip tarafından darağacına gönderilmiştir.(3)
Halifeliğin kaldırılması için sürekli ve sinsi bir şekilde çalışan İngilizlerin, Musul meselesini hal etmek ve ülke gündeminde geri sıralara attırmak için Şeyh Said hadisesini teşvik ettikleri ve bunun için de Halifeliğin kaldırılması konusunu istismar ettikleri ortaya çıktı. Bu teşvik ve destek ile Hilafetin yeniden kurulmasının amaçlanmadığı, bilakis bu hadisenin bahane edilerek din ve dindarların üzerine gidilerek daha da sert tedbirlerin alınması için zemin hazırlandığı şüphe götürmez bir gerçek olarak orta yerde durmaktadır.
Muhalefeti, basını ve din adamlarını ezmek için bahane arayan hükümetin eline Şeyh Said Hadisesi iyi bir malzeme oldu. Binlerce insan bu hadise ile hiçbir münasebetleri olmadığı halde, evlerinden alınarak Batı illerine sürgüne gönderilmiş, yerlerinden yurtlarından edilerek gurbette yokluk ve sıkıntı içinde yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Bu olay sebep gösterilerek Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı. Bu kanun, 4 Mart 1925’te çıkarılmış tek maddeden ibaret bir kanundu ve şu şekildeydi:’’ İrtica ve isyana ve memleketin içtimai nizamını, huzur ve sükûnunu, emniyet ve asayişini bozmaya yönelik bütün teşkilat ve tahrikler ve teşvikler ve teşebbüsler ve neşriyat Cumhurbaşkanının tasdikiyle hükümetçe re’sen ve idareten yasaklanabilir.’’ İstismara çok açık ve subjektif bir şekilde yazılan bu kanun maddesi, tek sesliliğin hâkim olduğu bu Meclis’te bile sert tartışmalara konu olmuş, 79 hayır oyuna karşılık ancak 82 oy ile kabul edilebilmiştir. Bu kanun başlangıçta iki yıllık bir süre için çıkarıldı. Daha sonra iki yıl daha uzatıldı.
2 Mart 1929 tarihine kadar dört yıl süren bu yürürlük döneminde, tam bir sindirme ve yıldırma politikası ile anti demokratik birçok icraata imza atıldı. Bu süre zarfında Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararnamesi, 2 Eylül 1925’te ‘’büyük irtica hadisesi’’ denilen Şeyh Said Olayı gerekçe gösterilerek çıkarıldı. Bu kararnamede, ‘’bütün tekke ve zaviyelerin istisnasız kapatıldığı, T.C. dâhilinde hiçbir tarikat, derviş, şeyh ve mürid olmadığı ve türbedarlığın kaldırıldığı’’ ifade edilmiştir. Daha sonra da, 13 Aralık 1925’te Resmi Gazete’de yayınlanan ‘’Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’’ ile bu süreç tamamlanmıştır. Bu kanun ile 600 yılı aşkın bir süre ile Osmanlı devleti’ni idare eden bütün Padişahların, sahabelerin mezarları ziyarete kapatılmış ve bakımsızlık ile yıkılmaya terk edilmiştir. Ayrıca İstiklal Savaşında birer manevi üs olarak kullanılıp, milletinin maneviyatını ve moralini yükselterek zaferin kazanılmasında çok büyük fonksiyon icra eden bütün tekke ve zaviyeler kapatılarak, buraların birçok mensubu hapislere doldurulmuştur. 1 Mart 1950 yılında çıkarılan bir kanunla Türk büyüklerine ait ve sanat değeri bulunan türbelerin ziyarete açılmasına izin verilmiştir. Bu kanunun çıkmasından sonra Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Nasreddin Hoca, Ertuğrul Gazi, Akşemseddin, Osman Gazi, Orhan Gazi, Çelebi Mehmet, Süleyman Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, 11. Mahmut, Mustafa Reşit Paşa, Barbaros Hayrettin Paşa, Mimar Sinan, Gazi Osman Paşa, Âşık Paşa, Selçuk Sultanları ve Süleyman Şah’ın türbeleri onarılarak, bir çoğu 14 Mayıs 1950 seçimlerinden önce ziyarete açılmıştır.
Şapka Kanunu, 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edildi. 30 Kasım 1925’te TBMM’nde asılı bulunan Şura Suresinin 38. ayeti ‘’onların işleri aralarında istişare iledir’’ yazısı indirilerek, ‘’Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’’ yazısı asıldı. Medeni nikâh uygulamasına geçildi. ‘’Türkiye Devletinin dini, din-i İslam’dır’’ ibaresi de bu fırsattan yararlanılarak Anayasa’dan çıkarıldı. 10 Nisan 1928 tarihinde, milletvekilleri ve Cumhurbaşkanlığı yemin metinlerindeki ‘’vallahi’’ kelimesi çıkarılarak, ‘’ namusum üzerine söz veririm’’ ifadesi eklendi. TBMM’nin vazifeleri arasında bulunan ‘’şeriat hükümlerinin yerine getirilmesi’’ hükmü de bu değişiklik ile birlikte Anayasa’dan çıkarıldı.
Yoruma ve istismara çok açık olan bu kanun ile çok büyük baskı, haksızlık ve zulümlerde bulunuldu. CHP’nin Lozan politikasına karşı çıkan Tevhid-i Efkâr, Sebilürreşad, Son Telgraf, Tanin, Orak-Çekiç, Vatan, İstiklal ve Aydınlık gibi gazeteler kapatılmıştır. Aynı zamanda Velid Ebuzziya, Abdulkadir Kemali Öğütçü, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman ve Suphi Nuri gibi gazetecilerde Elazığ İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Bu gazetelerin kapatılması, yazarların ve gazetecilerin yargılanması ile birlikte basın büyük bir baskı altına alınmış ve neredeyse hükümetin icraatlarını tenkit eden muhalif en ufak bir imaya bile izin verilmemiştir. Takrir-i Sükûn Kanunu, Şeyh Said Hadisesi bahane edilerek çıkarılmış olmakla birlikte, çok geniş bir sahada uygulanmış, muhalefeti bütünüyle susturmak için bir silah olarak kullanılmıştır.
Ankara’da kendisine yapılan teklifleri kabul etmeyip Van’a giden ve burada iki yıla yakın bir süredir birkaç talebesi ile birlikte ilmi çalışmalarına devam eden Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said hadisesi ile hiçbir alakası olmadığı ve Şeyh Said’in yardım çağrısına ‘’dâhilde ki hareket menfi olmaz. Bu zamanın gereği cihad-ı maneviyedir. Millet tenvir ve irşad edilmelidir. Siz de bu hareketinizden vazgeçiniz. Çünkü neticesiz akim kalacaktır’’ diye cevap vererek katılmadığı ve vazgeçirmeye çalıştığı halde, Van’daki ikametgâhından alınarak Erzurum-Trabzon-İstanbul ve Antalya yolu ile Burdur’a sürgüne gönderilmiş ve burada mecburi ikamete tabi tutulmuş, bu sürgün ve mecburi ikamet hayatı kesintisiz olarak yirmi beş yıl kadar sürmüştür.

1-Yakın Tarih Ansiklopedisi, 9. Cilt, Sayfa:130
2-Dr. Muhammed Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, Eylem Yayınları, İstanbul, 1979, Sayfa: 163–164
3-Yeni Nesil Gazetesi, 3 Haziran 1989

okumanızı tavsiye ederim....
Ahmet Yasin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi