![]() |
#1 |
![]() MUTASYON
ALPEREN GÜRBÜZER Canlılarda bir genin yapısında ve rekombinasyonlarında ani olarak meydana gelen kalıtsal değişikliklere mutasyon denmektedir. Mutasyonlar kendiliğinden veya deneysel olarak gerçekleştirilebiliyor. Deneylerden elde edilen sonuçlar itibariyle mutasyonların nizami olmayıp gelişigüzel bir yola kanalize oldukları, aynı zamanda ani değişmelerin periyodik aralıklarla değil nadiren nüksettiğini, faydalı mutasyonların ise istisna derecesinde vuku bulduğu gözlemlenmiştir. Hatta yumurtalık ve testisler dış kaynaklı etkilerden korunacak bir bölgede konuşlandıklarından mutasyona uğramaları daha zayıf ihtimal gibi gözükmektedir. Yinede radyoaktif veya kozmik ışınlar bir nebze olsun tesir edebiliyor. Dahası son derece kompleks yapıda ki bir hücre programının en küçük bir değişime maruz kalmasıyla birlikte doğması muhtemel arızaya tahammülü olmadığı da apayrı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin mutasyonlardan beklentileri zararlı olmaları noktasında değil, aksine büyük oranlarda faydalı olmalı ki evrime delil olabilsin. Biliyorlar ki zararlı mutasyonlu bir genetik yapının tabii seleksiyondan korunması mümkün olmayacaktır. O halde mutasyonu faydalı olarak lanse etmeli ki tabii seleksiyonun elemesine maruz kalmadan iddialarına dayanak teşkil edebilsin. Bir kere şunu belirtmekte fayda var canlıların genetik yapılarında cereyan eden küçük değişmeler asla yeni bir canlının dönüşmesine yol açmamaktadır. Zaten mutasyonun milyonlarca yıl sürebilecek birikimle yeni bir tür ortaya çıkaracağını söylemek abesle iştigal olabileceği gibi bu uzun bir zaman dilimine dayalı evrimin deneysel uygulamasının ispatı da bir o kadar imkânsızdır. Bu gerçeklere rağmen evrimciler kendilerince hayali bir ihtimal hesapları üreterek her 100 milyon senede 8 mutasyon olayının gerçekleşebileceğini söyleyip durmaktalar. Oysa ispatlamaktan aciz teoriler bilimin dışında yer alacaktır. Çünkü bilim sebep netice ilişkisine göre kendine rota çizer. Yinede bu tür düşünceler tecrübe edilemeseler bile üzerinde tartışılmayacak anlamına gelmez. Neyse ki evrimcilerin mutasyonların faydalı olduğu tezine karşı antitez geliştiren sağduyulu bilim adamlarımızda var. Söz konusu bilim adamları mutasyonların zararlı olduğu görüşünde hem fikirdirler. Darwin, kafasında tabiat gücü oluşturarak çevreye uyum sağlayan birtakım canlılarda cereyan eden faydalı küçük değişmelerin birikmesiyle kuşaktan kuşağa geçip zamanla farklı bireylere dönüşebileceğini düşünmüştür. Fakat ileri sürdüğü faydalı değişmelerin kaynağının ne olduğu konusunda ortaya delil koyamamaları teorinin daha ilk baştan iflas edebileceğinin işaretlerini vermeye yetmişti bile. İşte canlılarda faydalı değişikliklerin kökeni nedir sorusunun karşılık cevap bulunamadığı konuyu ileride Neo-Darwinizm el atıp, bu işin kaynağının rasgele meydana gelen mutasyonlar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa mutasyonlar bir canlının genetik yapısında nükseden kopma, yer değiştirme, bozulma gibi faktörlerin etkisiyle bir takım zararlara neden olduğu belirlenmiştir. Buna rağmen kendilerini modern evrimciler olarak takdim eden Neo-Darwinistler tabii seleksiyonun koruma şemsiyesi altındaki mikro düzeyde mutasyonların birikmesiyle birlikte yeni türlerin meydana geleceğini iddia etmektedirler. Hatta iddia ile sınırlı kalmayıp elle tutulur faydalı bir mutasyon bulma adına geceli gündüzlü büyük bir çaba içerisine girdiler, ama günümüzün ileri teknoloji donanımına sahip laboratuarlarda yaptıkları her deneme sonucunda elleri boş dönmüşlerdir. Anlaşılan o ki Neo- Darwinistler tıpkı klasik evrimciler gibi mutasyonların zararlı, hatta birçoğunun öldürücü olduğunu görmezlikten gelerek modernlik kisvesi altında fikirlerini yutturmaya çalışmışlar. Onlar yutturmaya çalışa dursunlar takriben 100 ila 1000 mutasyon arasından belki bir tanesi organizma için faydalı olsa bile o bir tanenin nesilden nesile aktarılmadığı anlaşılmıştır. Dahası faydası olduğu söylenen mutasyonun hücre üzerindeki etkisinin ne olacağı belli olmadığından vay o hücrenin haline demekten başka ne diyebiliriz ki. Üstelik şimdiye kadar doğru dürüst faydalı olduğuna dair bir mutasyon olayının varlığı henüz ispatlanmış değil. Tam aksine mutasyonların faydadan çok zarar getirdiği öyle belli ki bizatihi kendileri mutasyona neden olan radyasyon ortamlarından hızla uzaklaşmanın çarelerini aramaya koyulmuşlardır. Zira hâlihazırda mevcut mutagenlere yenilerinin ilavesiyle evdeki hesabın çarşıya uymayacağı besbelli. O halde anlık durum değerlendirmesi yapıp bu noktada mümkün olduğu kadar yenilerinin eklenmesine geçit vermemek, nükleer santrallerin yapımı ve nükleer denemeler aleyhinde kamuoyu oluşturarak mutasyonların çoğalmasının önüne geçmek artık temel gayeleri olmuştur. O zaman demezler mi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Hani mutasyonlar faydalıydı. Madem mutasyon faydalı mutasyonu hızını artıracak mekanizmaları durdurmanın ne anlamı var ki? Demek ki Neo-Darwinizmden bir halt olmayacağını anlayanlar son zamanlarda bu seferde sıçramalı evrim tezini ileri sürmeye başladılar. Yani bir zamanlar canlı türleri arasında ki küçük değişmelerin uzun bir zaman diliminde kademeli bir şekilde meydana gelerek yeni bir canlı meydana getirdiği şeklinde ileri sürdükleri fikrin yerine 180 derecelik bir dönüşle evrimin ansızın ve büyük değişiklikler sonucu ortaya çıktığı çizgisine gelinmiştir. Maalesef bu teoride mesnetsiz bir çıkış örneği sergilemektedir. Görülmüş müdür dünya kara sahasını oluşturan canlıların ansızın uykularından uyandıklarında kapsamlı bir değişiklik sonucunda dev yapılı canlılara dönüştüğü, ya da dev bir balina haline geldiği. Hakeza evrimcilere göre güya kuşlar sürüngen yumurtalarından ansızın meydana gelmişler. Oysa bu iddiaya kargalar bile gülmektedir. Hatta bu yaklaşım tarzı karşısında masallar bile geri planda kalmaktadır. Düşünebiliyor musunuz tamamen su içerisinde hayatını geçiren amfibiyen yumurtası nasıl oluyorsa bir anda karasal ortamda gelişen sürüngen yumurtasına dönüşecek. Üstelik sürüngenler, amfibiyenler aralarında hiçbir bağ olmadan kendilerine ait herhangi bir ataları olmaksızın yeryüzüne çıkmış canlılar olmasına rağmen utanmadan sıkılmadan böyle bir evrimleşmeden söz edebiliyorlar hala. Baksanıza o kadar uçuk fikirler ileri sürmeyi seviyorlar ki sürüngenleri uçurup kuş kategorisine rahatlıkla dâhil edebiliyorlar. İyi hoş ta adama sormazlar mı yarım doktor insanı candan yarım hoca ise insanı dinden eder. O halde eksik göz ya da yarım kanatla evrimleştiğini iddia ettiğiniz varlığı daha uçuşa geçirmeden o hayvanı anasından doğduğuna bin pişman etmiş olmuyor musunuz? Bir kere kuşların kemikleri kara canlılara nispeten daha narin daha hafif ve bir o kadarda kendine özgü kalp-dolaşım sistemi mevcuttur. Üstelik akciğerleri diğer canlılara göre çok daha farklıdırlar. Keza biri pullu diğeri tüylü derili olup her açıdan birbirlerinden ayrıdırlar. Hadi bu anatomik farklılıklardan da vazgeçtik, peki bugüne kadar tek kanat ya da yarım kanat içeren ara fosiller neden bulunamamıştır. İşin garibi şu meşhur tavus kuşu var ya, işte o kuşun birbirinden güzel nakışlarla işlenmiş tüylerindeki estetiğe Darwin baktıkça dona kalmış ve hatta bu kuşun tüyleri ileri sürdüğü teorisinden nerdeyse soğutacak kadar kendisini mest ettiğini itiraf edebilmiştir. Anlaşılan o ki sürüngenlerin kuş tüylerine dönüşümünü gösterecek hiçbir epidermal (üst deri) orijin bulunamamıştır. Kromozom Yapısı Değişmeleri Mutasyonla ilgili örneklere kromozom düzeyinde de ele alabiliriz. Evrimciler irsi karakteri içerenkromozomların yapısında bulunan DNA’ların tesadüfü olarak veya mutajenik değişmeye uğrayarak meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Elbette ki DNA’larda istisnai değişmeler kendiliğinden veya x ışınları, ultraviyole ışınları, gama ışınları ve çeşitli kimyasal maddeler vs. etkisiyle meydana gelebiliyor. Buna itirazımız yok zaten. Hatta mutasyonların bir kısmı ise hücre bölünmesi sırasında birtakım anormalliklerden kaynaklanarak ta oluşabiliyor. İster tesadüfen isterse diğer nedenlere bağlı olarak her ne sebeple mutasyon olayı gerçekleşirse gerçekleşsin netice itibariyle böyle bir olayın ardından yeni bir başka canlı ortaya çıkması asla söz konusu değildir. Kaldı ki mutasyona uğrayan DNA’nın tahribatıyla birlikte daha çok hücrenin ölümü olayı ile karşı karşıya kalınmaktadır. Küçük değişiklik deyip geçmemeli, sinek küçük olsa da sonuçta mide bulandırıyor. Buradan hareketle genetik kodlarda tesadüfî değişmeler mükemmellik doğurmamakta, tam aksine maraz yapılar oluşturmaktadır. Nitekim tam donanımlı bir fabrikada çalışan cihazlarda birkaç parçanın fire vermesiyle birlikte daha üstün performansla çalışan bir aygıt çıkardığına şimdiye kadar rastlanılmamıştır. O halde artık mutasyonun var olmayan herhangi bir organı var edemeyişini anlamamız gerekmektedir. Zira mutasyon planlayıcı bir program değil ki kendiliğinde ihtiyaç belirleyip kanat, kıl, tüy, gaga gibi yapılar ortaya çıkarabilsin. Genel itibariyle genler çok kararlı bir yapıya sahiptirler. İşte bu kararlı yapıları sayesinde aradan uzun seneler geçse bile değişikliğe uğramadan kararlılıklarını koruyabiliyorlar. Fakat üzerinden ancak birkaç binyıl geçtikten sonra nadir değişiklikler nüksedebiliyor. Dolayısıyla mutasyonlar kromozomlar üzerinde yer alan bir genin binlerce alt ünitesinin ancak birinde değişmeye neden olacak bir etki yaptığı gibi, birçok gen tarafından da etki altına girdikleri artık bir sır değil. Yani karşılıklı etkilenmeler söz konusudur. Üstelik mutasyonlar bir genin alt ünitesinin biri üzerinde ani değişiklik meydana getirse de, meydana gelen bu istisnai değişikliğin birçok gen tarafından kontrole tabii tutulduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Aynı zamanda mutasyonlar zararlı olduğu konusunda bilim adamlarının ekseriyeti hem fikirdirler. Ne yazık ki bu konuda evrimciler bu mutasyonlardan ancak çok az bir kısmının (milyonda bir) faydalı olduğundan dem vururlar. İşte görüyorsunuz % 50’si faydalıdır demiyorlar, peki ne diyorlar? Canlılar âlemindeki çeşitliliğin milyonda bir ihtimalle meydana gelebilecek faydalı mutasyon sayesinde ortaya çıktığını iddia etmekteler. Düşünebiliyor musunuz binlerce nesilden sonra mutantlar, orijinal genlerin veya değişime uğramamış genlerin yerine geçerek idareyi ele aldıklarını söyleyebilmekteler. Daha da ileri giderek tam dört dörtlük değişikliğin 30–40 milyon geçtikten sonra gerçekleşebileceğini zırvalamaktalar. Oysa bir türün evrimleşmesi için genetik kodlarda değil bir veya iki, çok daha büyük oranlarda faydalı değişikliklerin cereyan etmesi gerekirdi. Fakat gel gör ki kazın ayağı hiçte öyle değil. Çünkü hiçbir mutasyon genetik kodu geliştirmediği gibi herhangi bir genetik bilgi de ilave edememektedir. Böylesine genetik enformasyona katkıda bulunmayan mutasyonun genetik kodlarda eksilmeler ve bozulmalara neden olduğu gerçeği ortada iken hala onu evrim kahramanı ilan etmek doğrusu bir bilim adamına yakıştıramıyoruz. Bir noktada ateisti anlarım, o zaten ruhsuz, inançsız, düzen, intizam nedir bilmeyen tesadüf dünyasında yüzen dedikodu kahramanı. Dolayısıyla bilim adamının dedikodulardan yola çıkma lüksü asla olamaz, temel kriteri analitik gözlem ve deneyler olmalıdır. İşte görüyorsunuz masal kahramanı ilan ettikleri dev mutasyonlar aslında genetik âlemde devasa azalmalar ve düzensizliğin (bozulmalara) baş kaynağıdırlar. Bu kaynaktan evrimleşme bekleyenler düştükleri çukurdan nasıl çıkacaklar doğrusu bende çok merak ediyorum. Kaldı ki milyonlarca proteinden bir tanesi bile tesadüfe meydan vermeyecek şekilde hayata merhaba derken, gayri nizami kaynaktan yeni bir canlının türeyeceğini beklemek doğmamış çocuğa don biçmek gibi bir şey olsa gerektir. Mutasyonu oluşturan radyasyon ve kimyasal faktörlerden herhangi birisinin etkisine bırakılmış bir hücrenin kromozomu enine olarak bir veya daha fazla noktadan koparak yer değiştirir ki, işte bu tür kopma olayına fragmantasyon denmektedir. Yani kopmalar kromozom tip ya da kromatid tip şeklinde gerçekleşebilmektedir. Dahası kromozom tipinde bir kromozom her iki kromatidi aynı noktada kopabiliyor. Böylece bu şekil kopan bir kromozom sentrik olmak üzere iki parçaya ayrılmaktadır. Kromatid tipte ise iki kromatitten yalnız biri kopup, bu şekil kopan bir kromozom asentrik (sentromersiz) olmak üzere iki parçaya ayrılmaktadır. Derken asentrik olan kromozom sentromeri olmadığı için kaybolmaya eğilim gösterecektir. Mesela kromozomu kopmuş bir parça çok defa şifa bularak orijinal şeklini alır, ya da asentrik parça koptuğu yere veya başka bir kromozomun ucuna yapışacaktır. Sonuçta kopan parçanın aynı yere yapışması bir değişikliğe sebep olmayacaktır. Ancak başka bir kromozoma yapışması veya koptuğu yere ters dönmüş olarak yapışması kromozomun yapısında cüzi bir değişikliğe neden olup yeni bir canlı ortaya çıkaramayacaktır. Kromozomlar genellikle tek tip halde interfaz (erken profaz) oldukları zaman daha kolay koparlar. Tekrar yapışma olayı olmadığı zaman sentrik ve asentrik parçalar uzunlamasına yarılarak herbiri iki kromatid oluşturacaktır. İki kromatidin kopuk uçları birleşirse bu olaya kardeş kromatidlerin birleşmesi anlamına sister union (S.U.) denmektedir. İşte yukarıda sıraladığımız envai çeşitli bu kopuşların çoğu kez hücrenin onaramayacağı boyutta birtakım altından kalkılamayacak derecede tahribatlara yol açtığı ayrı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü mutasyonlar sihirli bir değnek değil. Üstelik bu değnek zararlı olduğu yediden yetmişe herkes tarafından bilinmektedir. Tabir caizse Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil faciasının yol açtığı sakat ve toplu ölüm manzaralarını aratmayacak nitelikte zararlı bir biyolojik atom bombası görevi yapmaktadır. Zira çok kompleks düzene sahip kromozomlar üzerinde hangi tür kopmalar ve değişmeler olursa olsun şurası bir gerçek bütün değişmeler mükemmelliğe doğru değil tam aksine bozulmaya doğru zararlı değişimler olarak tezahür etmektedir. Maalesef mutasyonun zararı etkisinden büyük olmaktadır. Bir başka ifadeyle zirveye doğru değil tabana doğru bir gidiş söz konusudur. Mutasyon hiçbir zaman tavan yapmaz, aksine sefillere oynayan bir girdabın içerisinde debelenip duran bir olaydır. Dolayısıyla debelenip durmasına şaşmamak gerekir. Çünkü programsız, gelişi güzel gelişen olayların sonu hep hüsranla bitmiştir. Nizami perspektiften yoksun, şifresiz bir arıza yapının nizami yapılar oluşturup yeni canlıların türemesine yol açacağı düşüncesi evrimcilerin hep hayali mahsulü kalacaktır. Kelimenin tam anlamıyla ne mutasyonların ne de tabii seleksiyonun organize topluluklar oluşturabilecek gücü yoktur. Gücü olmayanın yönlendirme özelliği de olamayacağına göre her ikisinde de enerji dönüşümü beklemek boşa gayretten öteye geçemeyecektir. Anlaşılan o ki mutasyonlar canlılar üzerinde ‘küçük çapta değişiklikler, etkisiz, rasgele ve zararlı’ diyebileceğimiz özelliklere sahip, aynı zamanda genetik yapıya olumlu katkıda bulunmayan yapılar olarak tarif edilecektir. Sahi yoksa şimdi bu özelliklere sahip mutasyonlardan hala evrimleşme olayının gerçekleşeceğini mi sanıyorsunuz? Öyle anlaşılıyor ki bizden virane olmuş, hatta mutasyon depremiyle yerle bir olmuş şehrin enkazından arta kalan faydalı mutasyonlarla kendiliğinden sentez harekâtı başlatıp eskisinden çok daha güçlü yeni bir başka şehir doğabileceğine inanmamızı bekliyorsunuz. Önce somut yararlı bir mutasyon örneği gösterin belki inanırız. Fakat bunca çabalarınıza rağmen bugüne kadar bir tane bile olsa faydalı mutasyon oluşturamadınız. Hani ne oldu, meyve sinekleri üzerinde senelerce mutasyon deneyleri veya bu canlılar üzerinde müteaddit defalar mutajenik uygulamalar yapmanıza rağmen bir tek somut faydalı mutasyon oluşturamadınız. Üstelik zamanınızı, hatta on yıllarınızı verdiniz yetiştirdiğiniz meyve sineklerinden işe yarar bir tek enzim bile ortaya koyamadınız. Maalesef içine düştüğü bu durum tamamen bir hilkat garibesi olayı olmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Netice itibariyle evrime uğramış bir canlı türü hayali fiyaskoyla noktalanmıştır. Ancak ve ancak akıllarda sadece mutasyona uğramış tüm sineklerden arda kalan birkaç sakat, kısırlaşmış ölü halde sinekler veya ayakları kafasından çıkan meyve sineği (Drosophila) kaldı. Görüyorsunuz mutasyon zavallı meyve sineğini zarara uğratarak sinekliğinden utandıracak hale sokmuştur. Hakeza insanlar üzerinde nükseden tüm mutasyonlar ya kalıcı olarak sakat bırakmakta ya da çoğu ölümle sonuçlanan vakalara sürüklemiştir. İşte bu yüzden bir kromozomun tümünün bozulması neticesinde ortaya çıkan arızaya kromozom mutasyonu diye tarif edilmektedir. Kromozom mutasyonu geçiren bir hücrede ister istemez genlerin sıra dizilimi alt üst olup DNA’daki bilgilerin okunamaz hale getirebiliyor. Nitekim kromozom değişmeleri aşağıda çeşitli şekillerde meydana gelmektedir. Şöyle ki; İnversiyon Kromozomun bir parçasının koptuktan sonra aynı kromozoma 180 derecelik bir dönme ile bağlanmasına inversiyon diye tarif edilir. Translokasyon Homolog olmayan kromozom parçalarının yer değiştirmesi olayına translokasyon denip, bu tür kopma olayları çeşitli şekillerde olabiliyor. Şöyle ki; —Farklı homolog çiftlerine ait kromozomların birbirini kat etmesi sonucunda temas noktasında kopmaya sebep olur ki, bu kopan parçalar translokasyon meydana getirecek şekilde birleşmektedirler. —Homolog olmayan kromozomların sentromere yakın bölgelerde kopan parçaların değişmesi (translokasyon) vuku bulur ki, böyle hallerde bir büyük kromozom birde küçük kromozom meydana gelmektedir. Yani başlangıçtaki 2 akrosentrik kromozomdan tek metasentrik kromozom meydana gelmiş olur. Böylece o türün diploid kromozom sayısında azalma olur. Öneğin: Drosophila, Reptilia, Kuşlar vb. birçok hayvanlarda böyle hallerin meydana geldiği anlaşılmıştır. —Homozigot translokasyonla, bir çifte ait her iki kromozom öncekinden farklı genleri taşır ki bu durumda birbirinin homoloğu olduklarında redüksiyon bölünmeyle birlikte eşleşmiş olacaklardır. — Heterezigot translokasyonda ise iki farklı homolog çiftine ait kromozomlardan bir tanesi orijinal şeklini korumakla beraber diğeri translokasyona uğramış olacaktır. Delesyon ve defisiyens Çeşitli dış faktörlerin etkisiyle kromozomdan kopan herhangi bir parça tekrar kromozoma bağlanmayabilir. İşte bu yüzden kromozom parçasının ucundan koparak kaybolmasına defisiyens ve arasından kopana ise delesyon denmektedir. Zira kaybolan kromozom parçası çok defa gen mutasyonu olarak tanımlanır. Eksilen parça çok büyük hayati öneme sahip genleri ihtiva ettiği takdirde canlıda latel etki yapabiliyor. Keza kopan parça küçük olsa da önemli genler ihtiva ettiğinden yine latel etki söz konusu olabiliyor. Şurası bir gerçek DNA üzerindeki nükleotidlerin kopması, yerlerinden başka yerlere taşınması, ya da tamamen yok olması canlıya herhangi ekstra bir avantaj sağlamıyor, tam tersi bir bakmışsın kol bir anda sırttan veya bilemedin kulağın karın bölgesinden çıkmasına benzer nahoş manzaralar doğurmaya yaramaktadır. Tabii buna yaramak denirse. Zira görüldüğü üzere mutasyon bilgi eklemiyor bilgiyi ortadan kaldıracak eylemlerde bulunuyor sadece. Yani DNA molekülünün herhangi bir noktasında gerçekleşen bir hata, bir çözülme veya kopma bazı karakterlerin eksilmesi dediğimiz gen mutasyonuna yol açmaktadır. Duplikasyon Bir kromozomdan kopan parçanın homoloğu olan kromozoma dönüşmesi veya bağlanmasına duplikasyon denmektedir. Duplikasyonun krosigoverden farkı; krosongoverle homolog kromozomların her ikisinde parça değişimi olurken, duplikasyonda ise homolog kromozomlardan yalnız birinde parça değişimi gerçekleşmektedir. Bir kromozom yapısı içerisinde mutasyonla mevcut olan sırasını değiştirmiş bir gen, yeni komşu genlere göre eskisinden oldukça farklı bir etki kazanabilir ki bu hale position effect (durum etkisi- yer etkisi) diye tarif edilir. Böylece bu tip değişmeyle farklı karakter ortaya çıkabiliyor. Bu küçük farklar birikerek zamanla yeni arızalar meydana gelmesine sebep olmaktadır. Mesela Drosophila melanogaster’in (sirke sineği) x kromozom noksanlığı duplikasyonla özellikle heterozigot dişilerde görülüp, öldürücü etki yapmaktadır. Diğer taraftan aynı defisiyens gösteren x kromozomlu erkek Drosophila’nın homoloğu bulunmayanı için de yine öldürücü etki yapar. Bu yüzden Drosophila’da gözün küçük kalmasına Bar hali denmektedir. Ki; bu bar hali kromozom üzerinde bir parçanın duplikasyonu ile meydana gelir. Duplikasyonun tekrarlanması halinde ise ultraboar denilen ince bir göz şekli ortaya çıkmaktadır. Şurası muhakkak duplikasyonla vücut sarı renkli, göz ince ve küçük olarak kalsa da hayata yeniden göz kırpan yeni kuşak canlılar yine eskisi gibi Drosophila kalacaklardır. Asla bu durum küçük farkların birikmesiyle birlikte başka bir canlı türün meydana gelmesine kapı aralamayacaktır. Mesela birbirine benzer at ve eşek çiftleştirildiğinde katır doğmakla birlikte, katır hiçbir zaman üreme kabiliyetine erişemeyecektir. Bu tür çiftleşme olayıyla mutasyonun hududu bir noktaya kadar çizilip ondan ötesine geçit verilmiyor. İşte etrafında kıyamet kopartılan mutasyon denen hadisenin gücü buraya kadarmış meğer. Bilindiği üzere insan hücresinde ki kromozom sayısı 46’dan 47’ye yükselmesiyle birlikte mongolizm hastalığı ortaya çıkıyor. Şayet mutasyondan kaynaklanan değişim cinsiyet hücrelerine sirayet ederse çocuk sakat olarak doğabiliyor. Yukarda bahsettiğimiz mutasyon sonucu ortaya çıkan arızalara mongolizm, down sendromu, albinizm, cücelik, orak hücre anemisi ve çağın vebası bir takım kanser türlerini de ilave ettiğimizde hiçbir mutasyonun faydalı olmayıp aksine biyolojik nizam üzerinde tahribi söz konusudur. Dolayısıyla sakat ve hastalıklı yapıları evrime dayanak kılmayı düşünen insanların akıllarından şüphe etmek gerekir. Kaldı ki canlıya zarar veren her oluşumdan medet ummak akıl kârı bir iş gibi gözükmüyor. Kromozom sayısı değişmeleri Şurası bir gerçek mutasyonun bir döllenme esnasında teşekkül etme ihtimali milyonda bir olup, yeni kuşaklara aktarılması için mutlaka üreme hücrelerinde bu olayın gerçekleşmesi icap etmektedir, ama öyle olmuyor.Nitekim insanda altıparmaklılık nüksettiğinde bir sonraki kuşağa geçmediği gözlemlenmiştir. Hakeza gözün radyasyon veya kimyasal etkiler vs. gibi sebeplerle mutasyona uğrayarak anormal bir hal alması da öyledir. Kesinlikle arızalar bir sonraki kuşağa transfer olmayıp doğan çocuk orijinal haliyle doğmaktadır.Yanigenetik yapı gereği bir canlının hücresi kendi spesiyesi yönünden karakteristik sayıda kromozom taşımaktadır. Eşeyli üreme gösteren canlılarda gametlerin ihtiva ettiği kromozomlar üzerinde bir takım yapılara genom adı verilip, üreme hücrelerinde kromozom sayısı n ile gösterilmektedir. Aynı zamanda genomlar planlı bir programın tasarımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tasarımda sapma olduğu takdirde genom mutasyonu söz konusu olup tıpkı mongolizm hastalığında olduğu gibi hücre içerisindeki kromozom sayıları üzerinde değişiklik doğabiliyor. Somatik hücreler ise iki misli kromozom ihtiva ettiklerinden program gereği kromozom sayısı 2n olarak yer almaktadır. Kromozom sayısı değişmeleri değişik adlar altında gerçekleşmektedir. Şöyle ki; Euploidi Bir takımdaki kromozomların hepsinin birden sayısının tüm katlar halinde yükselmesi veya o takımın organizmada birdefa bulunması olayıdır. Monoploidi Nadiren bazı hayvan ve bitki hücrelerinde kromozomlar bir takım (n kromozom) ihtiva eder ki; bu olay monoploidi olarak bilinmektedir. Böyle fertlere ise monoploid adı verilmektedir. Mesela Sorghum, Hordeum, Triticum vb. bazı bitkilerde monoploid fertlere rastlanmaktadır. Bal arılarında da erkek monoploid, dişi ise diploid olmaktadır. Bu arada Monoploid fertler döllenmemiş yumurtanın gelişmesiyle hâsıl olurlar. Mesela bitkiler üzerinde x ışınları vasıtasıyla yapılan tozlaşma deneylerinde polenlerin yumurtayı dölleyememesiyle birlikte monoploid embriyoların meydana gelmesine sebep olduğu belirlenmiştir. Keza Triturus’un yüksek temperatür şokuna tabi tutulduğunda yumurtalar gençleşip monoploid fertler teşekkül ettiği gözlemlenmiştir. Monoploid fertler aynı zamanda sahip oldukları genler bakımdan homozigotturlar. Poliploidi Bir takımdaki kromozomların tümünün birden sayısının 3 veya daha fazla kata yükselmesi poliploidi diye tanımlanıp, bu olay sonunda 3n, 4n, 5n veya daha yüksek kat ‘n’ kromozomlu fertler meydana gelmektedir. Bunlar sırasıyla triploid, tetraploid, pentaploid diye isimler alırlar. Poliploidlerin meydana gelmesi iki yolla olur. 1- Mayoz bölünme esnasında kromozom sayısının yarıya inmesinin önlenmesiyle birlikte somatik hücrelerde (2n) kadar genoma sahip gametler teşekkül eder. Gametlerin (erkek ve dişi ) birleşmesiyle zigot teşekkül etmektedir. Zigotun gelişmesiyle de başlangıçtaki orijinal ferdin iki katı kadar genom taşıyan bir fert meydana gelir. Kromozom eşleşmesi esnasında meydana gelebilecek herhangi bir intizamsızlık kromozomların birinci anafaz da yarı yarıya zıt kutuplara gitmesine vesile olup hepsi aynı nükleus içerisinde kalacaklardır. Bu yüzden böyle nükleuslara restitüsyon nükleus denmektedir. Bir restitüsyon nükleusu ikinci kez bölünme geçirdiğinde iki hücre meydana gelecektir ki bu hücrelere diyad denir. Yani normal halde beklenen tetrat yerine bir diyad meydana gelmiş olur. Diyad hücrelerin her biri tetratın iki misli büyüklükte olup, 2 kat kromozom taşırlar. 2-Zigotun ilk bölünmesi esnasında hücre çeperin enine teşekkülüne engel olmak suretiyle meydana gelebilecek fertte kromozom sayısının iki kata yükselmesi hadisesi gerçekleşir ki bu olaya kromozom ikileşmesi denmektedir. İkileşme yoluyla poliploid fertler elde etmek için yüksek seviyelerde seyreden hararet şoklar ve bazı kimyasal maddeler uygulandığında ilk önce iğ ipliklerin uyuşmasıyla birlikte hücre faaliyetine engel olduğu, böylece kardeş kromatidlerin her biri zıt kutuplara çekilemeyip ekvator bölgesinde kalmak zorunda kaldıkları gözlemlenmiştir. Bu durumda evvelkinin 2 kat kromozoma sahip bir nükleus meydana gelmektedir. Fakat iğ ipliği üzerindeki narkotik etki ortadan kalktıktan sonra mitoz tekrar normale dönmektedir. Derken evvelce hâsıl olan tetraploid hücreler bölünmek suretiyle bu sayı normal seyrinde devam edip en nihayetinde autoteraploid dokular (organlar) meydana gelmektedir. Bu arada belirtmekte yarar var; narkotik kimyasal maddelerin başında bir süs bitkisi olan colchicum automole ile narkotik zehir içeren colchicine bitkisi gelmektedir. Autopoliploidi- Bir poliploidin ihtiva ettiği genomların hepsi aynı türden geliyorsa bu durumda ister istemez autopoliploid’den bahsedilecektir. O halde diploit bir fert düşündüğümüzde AA genomlarına sahip iki ferdin çaprazlanmasıyla (kendileştirilmesi) birlikte aynı türe ait 4 genom (4A) yani autotetraploid hâsıl olacağı muhakkak. Şöyle ki; AA x AA AA x AA \ ⁄ \ ⁄ AA AAAA (4x) ↓ x2 AAAA (4x) şeklinde tezahür edecektir. Ekseriyetle autotetraploidlerle onların diploid ebeveynleri arasında çaprazlama yapılamamaktadır. Yapılsalar da yaşayabilen bir döl elde edilemez. Örneğin Oenethera Lamarckiana (2n=14), Oenethera gigas (2n=28) arasında çaprazlama yapılamaması bunun en tipik misalidir. Alelade bir çavdarla 2n=14 ve 2n= 28 kromozomlu tetraploid çavdarların diploid olan polenleri ile tozlaştırıldığı zaman döllenme gerçekleştirilebiliyor. Fakat embriyo gelişmesinin erken safhalarında oluşması beklenen çavdarların ölüp tohum elde edilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Yani bu iki tipin (2n=14, 2n=28 ) yan yana ekilmesiyle birlikte tetraploid çavdarların normal tohum meydana getirme şansını azalttığı gözlemlenmiştir Allopoliploidi- Bir poliploidin ihtiva ettiği genomların bir kısmı bir spesiyesden, bir kısmı diğer spesiyesden geliyorsa allopoliploid dengesizlikten bahsedilir. Mesela Aa x BB genomların çaprazlanmasıyla A ve B genomu taşıyan diploit zigot hâsıl olmaktadır. Şayet kendiliğinden veya özel bir muamele ile AB zigotunun ilk bölünmesi esnasında redüksiyon bölünme engellenip kromozom sayısı iki misline çıkarılırsa, bu sefer Allotetraploid fert (AABB(4x) hâsıl olacaktır. İşte böyle bir oluşum iki farklı genom çeşidi ihtiva ettiğinden böyle allotetraploidlere alloploid denmektedir. AA x BB AB \ ⁄ \ ⁄ AB AABB (4x) ↓ x2 AABB(4x) Endopoliploidi- Endopoliploidi endomitoz olayı sonucu meydana gelmektedir. Nitekim farklılaşmış bölünme yeteneğini kaybetmiş olan hücrelerde iğ teşekkülü görülmediği gibi nükleus zarı kaybolmaz da. İşte bu tip hücrelerin kromozomları mitozda olduğu gibi uzunlamasına bölünerek sayılarını yükseltirler ki, bu olaya endomitoz diye tarif edilir. Şayet endomitozla hâsıl olan kromatidler birbirinden ayrılarak bağımsız kromozomlar halini alırlarsa bu sefer bu olay endopoliploidi (polisomati) adını alır. Ya da birbirine yapışık kalarak kromatid paketlerinden ibaret dev kromozomları meydana getirirlerse politeni diye tanımlanırlar. Zira Politeni kromozomlar, diphtera larvaların tükürük bezlerinde sıkça görülen bir hadisedir. Aneuploidi- Bir takımdaki kromozomlardan birinin veya birden fazlasının sayısının değiştirmesi olayına aneuploidi denir. Bir başka ifadeyle aneuploidi bir fert normal haploid bir sayıdan fazla veya eksik sayıda kromozom ihtiva eden gametlerin ürünü olarak tezahür etmektedir. Monosomi Diploid bir bireyde bir kromozomun eksik olması olayı monosomi olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla böyle bir fert normal gamet ile bir kromozomu eksik gametin birleşmesinden meydana gelmektedir. x-1 x \ ⁄ 2x–1 (2n–1) Nullisomi Bir canlıda 1 kromozomun homoloğu ile birlikte eksik olması olayıdır. Nullisomik fertler aynı kromozom üzerinde 2 çeşit gametin eksik olmasıyla meydana gelmektedir. x–1 x x -1 \ ⁄ 2x–1 (2n–2) Polisomi- Bir takımda bulunan kromozomlardan birinin veya birkaçının sayısının yükseltmesi olayıdır. a-Trisomi Diploid bir ferdin kromozomuna ilaveten bir fazla kromozom bulunması olayı olup 2x+1 (2n+1) şeklinde tezahür eder. Eğer iki ayrı çeşit kromozom bir fertte üç defa bulunursa formül 2x+1+1 şeklinde tezahür edecektir. b-Tetrasomi Diploid bir fertte takımdaki kromozomlardan 1 tanesinin 4 defa bulunması halidir. Bu durum 2x+2(2n+2) şeklinde formüle edilip daha çok aneuploid yüksek katsayılı fertlerde rastlanır. Hiperploidi Yüksek katsayılı poliploidlerde bir takımdaki kromozomlardan bir (1) tanesinin diğerine nazaran fazla bulunması diye tanımlanıp, 4x+1 ve 5x+1 şeklinde formüle edilir. Mesela buğday bitkisinde 6x+1=43 kromozomlu trisomik tipler olduğu gibi, 6x+2=44 kromozomlu tetrasomik tipler de mevcuttur. Hipoploidi- Yüksek katsayılı poliploidlerde bir takımdaki kromozomlardan 1 tanesinin eksik olması halinde böyle fertler 4x–1, 5x–1 şeklinde formüle edilirler. Velhasıl; mutasyonlarla canlı organlarında bazı değişiklikler çoğu kez zararlı ve ölümcül olmakla birlikte yaşama imkânı veren istisna türden mutasyon hadiseleri gerçekleşebilmektedir. Fakat yaşama imkânı veren bu tip mutasyonlar kendi türü içerisinde sınırlı kalıp, asla bir değişimden öteye geçemeyecektir. MUTAGENLER Evrim teorisi canlılardaki çeşitliliğin mutasyon kaynaklı olabileceğini ileri sürmektedir. Elbette ki mutagenler DNA ve RNA’nın yapısında değişmelere sebep olabiliyor. Fakat doğru olmayan bir şey varsa o da mutasyonların yeni bir başka canlı türü oluşturabileceği iddiasıdır. Oysa mutasyonlar yeni bir tür meydana getirmeyip kalıtsal bozukluklar meydana getiren fiziksel maddeler olarak sahne almaktadır. Bu söz konusu maddeler laboratuar şartlarında hayvanlar üzerinde denenmiş bile. Fakat insan üzerinde mutasyon yapıp yapmayacağı konusunda kesin bir sonuç elde edilmiş değildir. Belki 10.000–100.000 doğumda bir ihtimal anormal durum ortaya çıkabiliyor. Ancak ortaya çıkan anormalliğe neden olan binlerce kimyasal maddenin hangisinden kaynaklandığı tespit edilememiştir. Mesela aşağı yapılı canlılardan fare, solucan, meyve sineği, bakteri ve bir takım bitkiler üzerinde kimyasal mutasyonun olduğu konusunda deliller mevcuttur. Hatta bitki ve hayvanlara gerek karantina yoluyla verilen bazı ilaçlar, gerekse tedavi için kullanılan ilaçların insana aktarıldığında kusurlu doğumlara ve bir takım organ bozukluklarına yol açtığı da apayrı bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Talidomit (Thalidomit=uyku habı) adlı teskin edici bir uyku hapı kısa kolluluk, kolsuz ve bacaksız doğma gibi çarpıklıklara sebep olması bunun tipik bir misalini teşkil eder. Özellikle uyku habı gebeliğin ilk iki ayında verilirse daha da anormal durumlar meydana getirebiliyor. Batı Almanya’da doğum öncesinde kullanılan bu tür ilaçla birlikte 40.000 kusurlu doğum vakası gözlemlenmiş olup, diğer ülkelerden İngiltere’de 1000, Amerika’da ise 200.000 doğumun kusurlu olduğu tespit edilmiştir. Demek ki Thalidomit germinal hücrelerde genetik zararlar meydana getirmekle birlikte tam manasıyla mutagenik bir etkinin olmadığını söyliyebiliriz. Bitki ve hayvanlarda mutasyona sebep olan bazı ingredientler Toksin- Penisilin ve Aspergillustan elde edilip bakteri, virus, mantar parazitleri, fare ve insan üzerinde mutasyon etki yapabilmektedir. Benzo α (alfa) piren- Sigara ve kömür dumanının yanı sıra kışın hava kirliliği olan yerlerde fareler üzerinde mutasyon etkisi yapmaktadır. Hatta akciğer plevrasında kanser yaptığı tahmin edilmektedir. Kafein- Kahve bitkisinde bulunup, kromozom değişmelerine sebep olup, özellikle bakteri, soğan, meyve sineği ve insan hücresi üzerinde etki yapabiliyor. Dimetil Sülfat- Kimya sanayinde kullanılmakta olup, bilhassa DNA üzerinde mutasyon etkisi yaptığı belirlenmiştir. Hatta deney hayvanları üzerinde denenmiş te. Nitröz asit (HNO2)- Bakteri, virüs ve mantarlar üzerinde mutasyon etkisi yaptığı gözlemlenmiştir. Ozon (O3)- Yağmurlu havalarda şimşek çakması sonucu teşekkül edip, daha çok geniş yapraklı bitki köklerinin hücrelerinde kromozom kırılmasına neden olmaktadır. Tri-metilamin (TEM)- TEM kanser ilaçlarında ve böcek kemosterilizanlarında bulunup, ayrıca fare ve meyve sineği üzerinde mutagenik etki yapabilmektedir NaNO3(Sodyum Nitrat)- Bütün gıda maddelerinde bulunup mutagenik etki yapabiliyor. Nitekim NaNO2 + HCl → NaCl + HNO2 denkleminden de anlaşıldığı üzere mide içerisinde tuz asidi (HCl) yardımıyla HNO2 mutagenik madde olarak ortaya çıkar. Hatta birçok bilim adamı tarafından HNO2 + NaCl karışım halinde mide kanserine yol açtığı söylenmektedir. http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|