12-30-2008, 23:46 | #1 |
Mutluluğun Anahtarı
Mutluluğun Anahtarı
Dörtbir yanımızı varlığının delilleriyle dolduran Yüce Yaratıcı, insanları hayatlarının çeşitli safhalarında engellerle karşılaştırır, sıkıntılara sokar; ta ki kendilerine gelsinler, tek kapının kendisinin olduğunu anlasınlar. "Türk aydınları arasında şüphecilik, dine karşı cephe alma, hatta dinsizliğin müdafaası önceleri de görülmüş olmakla beraber Batılılaşmaya geçildikten sonra daha da yaygınlaşmışdır. Bu devirde, aydınların mühim bir kısmı günlük yaşayış tarzlarında dini gelenekten uzaklaşmışlar, derin temellere dayanmayan bir zevkpe-restliği hayat felsefesi olarak benimsemişlerdir. İstiklâl savaşını büyük bir imanla kazanan neslin, Cumhuriyet kurulduktan sonra ahlakî bakımdan nasıl değiştiğini, bir ahlak sükûtuna nasıl daldığını iki devri de çok iyi bilen Yakup Kadri, Halide Edip, Peyami Safa gibi romancıların eserlerinde görmek mümkündür. Cahit Sıtkı ve Orhan Veli nesli, artık ne dine, ne de tarihe inanıyordu. Onlar için sadece "yaşanılan an" mühimdi. Gençlik yıllarında Andre Gide'in "Dünya Nimetleri"ni okuyan bu nesil "yaşama sevincini" adeta bir din haline getirdi. Fakat ölüm vardı, sosyal sefalet ortadaydı. Bunlar, yaşanılan hayatın tatlı aşına zehir katıyorlardı. Ölüme bir çare bulunamayacağına göre, yapılacak şey geçen günleri mümkün olduğu kadar hazla doldurmak ve sosyal sefaleti ortadan kaldırmaktı." (1) "Kalpler, ancak Allah'ı anmakla huzura erer." (K.K.) "Dünya ne kadar güzel olursa olsun insanın içindeki sonsuzluk duygusunu ve ebediyet iştiyakını yok edemez. Cahit Sıtkı bir çok şiirinde ağlar ve unuttuğu Tanrısını arar: Olmuyor seni düşünmemek Tanrım Ummamak senden medet ... Ve ölüm kapımda kişner sabırsız Bir at oldu nihayet." (2) Bu dönem şairleri insanlardan ve sosyal hayattan kaçmak isterler ve bu istekle hayallerinde yaşayacakları bir âlem kurarlar. Bu tatmin edilmemiş cennet fikrinin sahte tezahürüdür. "Tevfik Fikret'in "her sahn-ı hakikatten uzak, herkese meçhul" bir alemde bulacağını umduğu "Ömr-i muhayyel"i ile Ahmed Haşim'in nerede olduğunu bilmediği "O Belde"si aynı özlemin farklı muhayyile ve üsluplara göre ortaya konulmuş ifadeleridir." (3) "Bu güzel dünyadan, denizden, yeşillikten, ten hazlarından kopup gitmek çok zordur. Ölümün ötesi ise nihayet çürümek ve dağılmaktır. Hayatın bitiminde ruhî bir varlık ve sığınacak bir tanrı tanımadıkları için bu şairlerin umutsuzlukları da korkunç görünür. Ölüm korkusunun en dehşetli bir ıstırapla anlatılışına bilhassa Cahit Sıtkı Tarancı'da rastlıyoruz." (8) "Biz insanı en güzel şekilde (Ahsen-i takvim'de) ve en yüksek mertebede yarattık." (K.K.) "İnançsızlığın neticesinde içgüdülerine göre yaşamak yani "gayri insanileşmek" en tabii yol sayılmıştır. Bu "gayri insanileşmek" arzusu, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, ve Sait Faik'te olduğu gibi Bedri Rahmi'de de vardır: Kendimi kendim yaratsaydım. Bir beygir olur insanoğlunun asfaltına... Sevgilimi gördüğüm yerde kişner Sevmediklerime de basardım çifteyi. Fakat içinde hiçbir suretle yok edemeyeceği bir ruh taşıyan insan, hayatından tam zevk alamaz." (4) Çünkü o, geçmişin hataları, geleceğin korkularıyla kuşatılmış bir hayata sahiptir. "Cahit Sıtkı ve Orhan Veli nesli ailelerinden ve mekteplerinden kendilerini ikna eden samimi ve hakiki hiçbir inanç edinememişlerdi. Onlarda daha önceki nesillerin adeta boşluk duygusundan kurtulmak ister gibi sarıldıkları din, tarih ve geleneğe ait hiçbir şey yoktu. Orhan Veli ve arkadaşları kendilerini yıkılmış bir toplumun ve dünyanın ortasında büsbütün boş, avare, hatta gülünç buldular. Bedri Rahmi kendisini renklerle oyalamaya çalıştı. Şehvete ve marksizme bir kurtuluş vasıtası olarak sarıldı. Hiçbir şey bu neslin içine düştüğü boşluğu Orhan Veli'nin o küçük "Böcekler" şiiri kadar iyi anlatamaz: Düşünme, Arzu et sade! Bak böcekler de öyle yapıyor." (5) "Hiç düşünmüyor musunuz"(K.K.) "Düşünmeyi arzu etmemek bu neslin en bariz vasfıdır. Kendilerini gayri meşru eğlencelere atmalarının sebebi de budur. Fakat geçici olan bu eğlenceler acılan dindirmez, ziyadeleştirir. Orhan Veli, Cahit Sıtkı ve Sait Faik'in erken ölümlerinde içkinin büyük rolü olduğu malumdur. Kanaatime göre onları içkiye götüren âmil de hayatlarını saran derin boşluğu hissetmeleridir. Teselli edici güzel inançları olmasına rağmen Yahya Kemal ile Tanpınar bile kendilerini bu duygudan kurtaramamışlardır. Yahya Kemal'in "Tegafül" adındaki rûbaisinde "boşluk" duygusu ile "içki" arasındaki münasebet açıkça görülür: "Dünyayı saran boşluğu hissetmeyelim Peymaneyi boş bırakma doldur saki" (6) "Biz dünyayı eğlence olsun diye yaratmadık"(K.K.) Tevfik Fikret ise "inanmak ihtiyacı" başlıklı şiirinde: "Bütün boşluk; zemin boş, asuman boş, kalb ü vicdan boş"der. İnançsızlığın ruhta meydana getirdiği kara delikler sayesinde etraflarına da ümitsizce bakan bu şairler "boş ve soğuk bir gerçekçilik adına insanları bir eşya gibi görmüşlerdir. Objektif olma düşüncesi onları, insanları insan yapan aslî kaynağa, ruha gitmekten alıkoymuştur. Dünyanın en güzel masallarını, türkülerini, atasözlerini, fıkralarını, aşk ve kahramanlık hikâyelerini, hayatı güzelleştiren örf ve adetleri meydana getiren Türk halkı, onlar için açlıkla kıvranan, kara ve karanlık bir yığından başka birşey değildir. Herşeyi madde ile izah eden marksist görüş onların insana bakış tarzlarını en basit seviyeye indirmiştir." (7) "Biz insanoğlunu kendisi için saygı duyulacak, mükerrem bir varlık olarak yarat-tık." (K.K.) Ölüm, inançsız olan bu şairlerin gözünde bir korkulu rüya haline gelirken Allah'a ve ahiret gününe inanan mutasavvıf şairlerimizde kılık değiştirir. İnancı sayesinde iç aydınlığına kavuşan âşıklar sultanı Mevlana, ölümü, sevgiliye kavuşma gecesi olarak görürken, yaradılanı Yaradan'dan ötürü seven Yunus, ölüme, türküler söyleyerek gider: Ölümden ne korkarsın! Korkma, ebedi varsın! Gâyesiz bir hayat felsefesi neticesi insanımızda son yıllarda belirgin bir şekilde görülen ruhî buhranlara çare bulamayıp saadetin tılsımlı anahtarını arayan ilim adamlarımızın kulakları çınlasın ..!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
12-31-2008, 00:20 | #2 |
Teşekkürler Kardeşim Paylaşımın güzel idi..
Kainatta hiçbir mevcudat ve mahlukat yoktur ki ;varlıklarıyla ve varlıklarından daha bedihi bi şekilde Vacib-ül Vücuda şehadet etmesin... VeSSeLaM... |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|