AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yeni Şafak , Akit ve Milat "Yeni Şafak" ve "Vakit" Gazetesi köşe yazıları / Vakit'ten Hafızalardan Silinmeyen Habercilik Başarıları..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 07-24-2011, 15:53   #1
Kullanıcı Adı
BeldeiTAYYIBe
Standart Namık Açıkgöz - Ben de demokratik özerklik ilân ediyorum!..
Ben de demokratik özerklik ilân ediyorum!..

Madem bu kadar kolaymış... Madem dedin mi oluyormuş... Madem sallayınca tutacağı sanılıyormuş... Ben de “demokratik özerklik” ilan ediyorum anasını satiiim!.. Bundan sonra, ben de “demokratik özerk”im!..

Evde, mahallede, üniversitede, şehirde “demokratik özerklik”le yaşayacağım. Kimse üstüme gelmesin.

Bundan böyle mutfak, banyo, tuvalet, bilgisayar, televizyon kullanma, konusunda eskiden geçerli olan kurallar ve alışkanlıkları tanımıyorum... Buraları istediğim gibi kullanıyorum. Yatma ve kalkma saatlerimde kimse beni bağlamaz. Yemek saatlerini değiştiriyorum... Akşam yemeğini sabahtan yiyeceğim; öğle yemeğine beni beklemeyin... Akşam yemeği konusunda kimse ısrar etmesin...

Çünkü artık, demokratik ve özerkim!..

Hüooop mahalleli!..

Bundan sonra komşuluk ilişkileriymiş... Komşu komşunun tuzuna muhtaçmış... Araba park ederken komşuyu gözetmekmiş... Göz hakkıymış... Meyvelerimden zırnık yok size... Durmuş Bey, bahçenize sarkan vişnemden bir tane bile alamazsınız... Ben de sizin çiçeklerinizin güzelliğine bakmıyorum.... Sevgili Yüksel!.. Sen iyi bir insansın ama çıtır güllerimin sizden tarafa sarkıp zarar vermesiyle bile ilgilenmiyorum... Bunlar bitti!.. Umurumda değilsiniz!..

Çünkü artık köküne kadar demokratik özerkliği yaşıyorum!..

Sevgili veya “sevmegili” (Bunu şimdi uydurdum.) üniversiteli arkadaşlarım, yöneticilerim!.. Size de sözüm var...

Yok 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunuymuş... Yok yönetmelikler ve yönergelermiş... Yok teâmüllermiş... Yok YÖK’müş... (“Yok-YÖK” konusunda ironi yoktur. Laf öyle geldi.) Yok Üniversiteler Arası Kurulmuş... Yok şuymuş, yok buymuş... Bitti!.. Bundan sonra kendi kurallarımı kendim koyuyorum. Bilimsel çalışmayı istersem yaparım, istersem yapmam... Derslere istediğim saatte girer, istediğim saatte çıkarım... İstersem hiç ders yapmam... Nasıl olsa ders yapmayana bişi olmuyo; hatta taltif ediliyo... Ben enayi miyim?... Yapmıyom ders-mers!..

Çünkü artık ben demokratik özerkliğimi ilan ettim...

Ey hemşehrilerim!..

Sizlere de sözüm vaaaar!..

Bundan sonra sizinle aynı şehirde yaşamamın hiçbir önemi yok... İnsaniyetinizmiş... Kültürel zenginliğinizmiş... Bugüne kadar bana verdiğiniz her türlü değer ve destekmiş... Şehirle ilgili projelermiş... Kalkınmanızmış... Milli gelirden fazla pay almanızmış... Hiç umurumda değil.... Vız gelir, tırıs gider!...

Çünkü, dün gece demokratik özerkliğimi ilan ettim...

Yerseniz!..

***

Oh beee!.. Demokratik özerklik ilan ettim; rahatladım...

Sevgili Yener, madem bu kadar kolaydı demokratik özerklik ilan etmek, niye söylemedin bana bugüne kadar?... Hem benim için “demokratik özerklik” ilan etmek çok kolaydı. Zaten “demokrat”tım. Buna bir “-ik” eki ve “özerklik” kelimesi ilave etmek benim için hiç de zor olmadı... Keşke daha önce söyleseydin sevgili Yener!..

Süheylâ, sen sus!.. “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış” deyip duruyo kulağımın dibinde.

Namık Açıkgöz
Yeni Akit ( habervaktim.com)

 


Konu BeldeiTAYYIBe tarafından (07-24-2011 Saat 15:56 ) değiştirilmiştir..
BeldeiTAYYIBe isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 07-24-2011, 15:54   #2
Kullanıcı Adı
BeldeiTAYYIBe
Standart
Hocayi tebrik ederim...süper .
BeldeiTAYYIBe isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-25-2011, 02:02   #3
Kullanıcı Adı
ALmi´
Standart Yeni Kandil muhipleri -1- || Hilal Kaplan
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Hilal Kaplan bugünkü yazısında, Nuray Mert gerçeğini kaleme aldı. 'yeni Kandil muhipleri' adını verdiği iki isimden bahseden Kaplan, diğer ismi yarınki yazısında anlatacak.

'Yeni Kandil muhipleri' / Hilal Kaplan-YENİ ŞAFAK

Yazının başlığını Perşembe akşamı TVNET ekranlarında yayınlanan "Muhalif" adlı programıma konuk olmadan önceki saatlerde Perihan Mağden'le sohbet ederken beraber bulduğumuzu belirterek başlamalıyım.

Yarın da devam edecek olan bu iki yazıda, BDP'li Kürtlerin "akıl almaktan" gocunmadıkları iki ismin, o kadar da uzak olmayan bir geçmişte, Kürt meselesine nasıl baktıklarını kendilerinden alıntılarla ortaya koymaya çalışacağım. Neden mi? Çünkü Türkiye'de köşe yazarlığı âdeta bir "kurum" haline gelmiş durumda ve onların söylemleri pek çok gerçek entelektüelden daha fazla ses getiriyor, kamuoyunu etkiliyor. Dolayısıyla köşe yazarları da belli bir otorite konumuna yükselmiş oluyorlar.

Ancak "otorite" her zaman için ahlakî sorumluluğu beraberinde getirir. Mezkûr otoritenin ahlakîliğini belirleyen koşulsa, onun "hangi amaçla" kullandığıdır. Bu minvalde bazı köşe yazarlarının siyasal konumlanmalarındaki keskin değişikliklerin ve bu değişimdeki amaçlarının izaha muhtaç olduğunu düşünüyorum. Aslında basındaki pek çok kalem de mevzubahis yazarların ne tür savruluşlardan geçerek günümüze geldiğini bilse de garip bir çekingenlikle bu hususta söz söylemekten imtina ediyorlar. E, Perihan Mağden de bir süre daha köşe yazmayacağına göre iş başa düştü. Vira bismillah.

Ele alacağım ilk isim Nuray Mert. Özellikle onun üzerinde durmayı gerekli görüyorum. Zira Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana sergilediği performansın ibretlik olduğunu düşünüyorum. Kendisinin Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündeme geldiği ilk andan itibaren Ak Parti'ye "sistemle uzlaş" telkini yapan yazılar yazdığını hatırlarsınız. Ertesi yıl Ak Parti'ye kapatma davası açıldığı zaman da "demokratik mücadelesi"ni gözlerimizi yaşartan bir cüretle sürdürmüştü. İşte bir zamanlar Ak Parti'nin halk onaylı meşru gücünü kullanmaması için "uzlaşma" çağrıları yapan yazarımız, geçenlerde BDP'ye halk onaylı meşru gücünü Meclis'e gelip kullanmaması veya PKK'ya "Saldırıları durdur" çağrısında bulunmaması sebebiyle getirilen eleştiriler karşısında "hayrete düşerek" şöyle yazabildi:

"Aslında, uzlaşmayı hep 'güçsüz olan' veya 'güçsüz olduğu düşünülen'den beklemek uzlaşma falan değil, düpedüz 'güç gösterisi'. Söz konusu olan, güçsüz olanın, güçlüye boyun eğmesini beklemek, güçlünün hep haklı olduğunu varsaymak, hatta haklı olmak zorunda bile olmadığını düşünmek." ('Demokratik baskı' ihtiyacı", 21.07. 2011, Milliyet)

Kendini "yönetim değişikliği" ilan edecek kadar güçlü gören ve "Tartışmıyoruz; biz yaptık oldu" diyen BDP'lilere "güçsüz" muamelesi yapmak ne kadar doğru tartışılır. Ancak statüko sayesinde erken seçime gitmek zorunda bırakılan dönemin "güçsüz"ü Ak Parti'ye "Uzlaşmazsan rövanşistsin, fetihçisin, iktidar mutlakçısısın" diyen birisinin bu yazdıklarını "hayrete düşerek" okudum.

Devam edelim. Mert'in demokratik açılımın ilk döneminde ortaya attığı "Bu gidişle Türk sorunu çıkacak" teziyle, geçtiğimiz günlerde şarkıcı Aynur'un başına gelen hadisede olduğu gibi, "hassas vatandaşlar"ın sırtını sıvazlayan bir duruş gösterdiğini anımsayalım. Günümüzde Başbakan Erdoğan, halkı "Türkiye Türklerindir" (Bu sloganı bir yerden gözüm ısırıyor ama) anlayışından Türkiyeliliğe getirmişken; hükümet, bir zamanlar Kürt siyasîlerinden duyduğumuz nerdeyse tek cümle olan "Öcalan muhatap alınsın" talebini meselenin tarihinde ilk defa ve halkı ikna ederek açıktan gerçekleştirmişken; yani meseleyi Ak Parti'nin çözme ihtimali ufukta belirmişken Mert gibi yazarların BDP'lilerle ağız birliği içinde "Kandil ne diyorsa odur" çizgisine gelmesi bence hiç de tesadüf değil.

Nuray Mert, muhtemel bu yazıdaki gibi bir dökümün ortaya konabileceğini kestirdiğinden, geçtiğimiz sene Diyarbekir'de gerçekleştirilen "Demokratik Özerklik Çalıştayı"na katıldığından beri Kürt meselesinde nasıl "hidayete erdiğini" kamuoyuna anlatmaya başladı. Sebahat Tuncel'in kendisine hitaben "Senin Kürt meselesinde gönül gözün açılmış" sözü üzerinden az 'PR'ını yapmadı. Ancak onca PR'a rağmen, arşiv diye bir şey hâlâ duruyor. Nuray Mert "gönül gözü" açılmadan önce "Kürt hareketi"ne nasıl bakıyormuş görelim:

"(...) Eskileri sanki her derde deva olmuş gibi, yeni bir ulus inşa etme hevesine kapılıp, yine elalemin çocuğunu dağa çıkaran, onları bölgenin en güçlü ordularından birisinin karşısına dikip, ölüme gönderirken, 'özgürlük' nutku atanların, bunun üzerinden siyasî kariyerlerine devam edenlerin pişkinliği." ("Yas tutmayı bilmek", 28.02.2008, Radikal)

Ve Nuray Mert, demokratik açılım daha portakalda vitaminken hakkında bunları söylediği siyasetçilerle, sadece üç yıl sonra, aynı seçim otobüsünün üstüne çıkıp onlarla beraber "zafer işareti" yapacaktır...

Çok merak ediyorum. Bir siyaset bilimci olan Mert, bu üç yıl içinde, "ulus-devlet"in ya da "ulusal birlik" anlayışının yol açacağı sonuçlara dair nasıl bir aydınlanma yaşadı da günümüzde demokratik özerkliğin en öncü savunucuları arasına karıştı? Ya da "gönül gözü"nün açıldığını test edip onaylayan Sebahat Tuncel, geçtiğimiz günlerde canlı bomba saldırısıyla askerleri öldüren bir PKK'lı kadının kendi özgürlük mücadelelerine yaptığı katkıyı ballandırarak anlatırken yukarıdaki cümleleri hiç aklına düştü mü? En önemlisi "Demokratik özerklik değil, yas ilan etseydiniz" diyen Orhan Miroğlu'na kendince hakaret ederken "yas tutmayı bilmek" hakkında uzunca ahkâm kestiği bu yazı hatrına gelmiş midir acaba?

Nasipse yarın "Ak Parti çözmesin de, ne olursa olsun"cu, 'yeni Kandil muhipleri'nden bir diğeriyle devam edeceğiz.

Konu ALmi´ tarafından (07-25-2011 Saat 18:01 ) değiştirilmiştir..
ALmi´ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-25-2011, 18:18   #4
Kullanıcı Adı
ALmi´
Standart Yeni Kandil muhipleri -2- || Hilal Kaplan
Ak Parti'ye karşı en küçük muhalefet belirtisine köpürterek tutunan, "Kürt meselesini Ak Parti çözmesin de ne olursa olsun" kafasındaki pek duyarlı, en muhalif, çok vicdanlı 'Kandil muhipleri'nden bir diğerinin arşivinden alıntılarla Kürt meselesinde birkaç yıl önce durdukları yeri hatırlatmaya devam ediyorum. Dersimiz Ece Temelkuran.



Ece Hanım'ın çok da uzak olmayan bir zamanlar durduğu yer hakikaten hayret verici. Bu hayretin bende zirve yapmasını sağlayan yazısı ise bir vatandaşın ölümüne sebep olan Şemdinli'deki Umut Kitabevi'nin bombalanmasının ardından Şemdinli'den bildirdiği izlenim yazıları. Yazarımız, halkın iki jandarma astsubayı ve bir PKK itirafçısına (kısaca JİTEM'e) "suçüstü" yaptığı ilçeden, yani derin devletin iş başında yakalandığı Şemdinli'den şu başlıkla bildirmiş: "Derin Kürt' korkusu". Derin devlet operasyonlarından birisinin ardından bölgeye gidip başlığa "Derin Kürtler"i çekmek muhalifliğin en yüksek mertebesi olsa gerek. Yazıda bir uzun havanın ilk cümlesi tercüme edilip şöyle deniyor:



"Zalimler ellerimi kelepçeye vurdular, aşiretime haber verin. 'Zalimler' dediği JİTEM oluyor yani." Oysa, geceleri yollarda BMW cipler geçiyor, dağların ortasında kat kat yükselen Akmerkez yavrusu alışveriş merkezleri önünden. Rakıyla bileylense de öfke, "ticaret" devam ediyor. Ham uyuşturucunun şişe geçirilip içilenine "dilyak", mangala konulanına "okka" deniyor. Hizbullah, iki-üç ay önce, düğünlerde kadınlı erkekli, halay çekilmesin diye birilerine işkence ediyor."



Yani "Zalimler" diye JİTEM'e diyorlar, OYSA bu Kürtler BMW ciplere bile biniyorlar, AVM'lerde dolanıyorlar; üstelik uyuşturucu müptelalığı, irtica baskısı, ne arasan var. Daha çok Batı'da oturan Milliyet okurunun "JİTEM oysa" paragrafından çıkarabileceği sonucun "Bunları anca JİTEM paklar"dan öte olduğunu düşünen varsa beri gelebilir.



"Ufacık çocuklar bisikletlerle hamallık yaparken geceleri, günde üç kez "bağımsızlık, özgürlük, TC'nin baskısı" konulu basın açıklamaları yapılıyor. Suyu kireçli, sokakları köpek dolu Yüksekova'da derdini sorsanız insanlara, "Anadilde eğitim!" diyorlar. Ama neredeyse kimse ne Kürtçe okumayı, ne de yazmayı öğreniyor."



Yazar, "Suları yok içmeye, anadilde eğitim isterler öğrenmeye" şeklinde halkın cehaletini ve 'ideolojik körlüğü'nü gözümüze soktuktan sonra, halkın aydınlanmışlarının fikirlerini iletiyor ki biz de aydınlanalım:



"Burada düşünen insanlar, aslında "derin devlet"ten korktukları kadar "Derin Kürtler"den de korkuyor. Şemdinli'de, Yüksekova'da insanlarla konuştuktan sonra izlenimim şudur: Türkiye'de "derin devlet" nasıl biçimleniyorsa "Derin Kürtler" de onlara benziyor! "Derin Kürt", tıpkı bir aşiret gibi bilhassa gençlerin tepesinde görünmez kılıcını tutuyor!"



Derin devletin yeni can aldığı topraklardan naklen yayın yapıp sözü ısrarla "derin Kürtler"e getirmek herkese nasip olacak bir vicdan ölçüsü değil gerçekten. Gözlerimiz nemli devam ediyoruz:



"Sınır ticareti ciddi sorun. Başbakan gelince söyleyeceklerdi güya. Söylemediler. Ne söylüyorlar? Kimlik! Arkadaş, suyun akmıyor doğru dürüst, onu söylesene. Bu para nereden geliyor? Tamam para geldi, hayat güzelleşsin değil mi? Hayır. Adam ev alıyor hemen, bir de cip. Önce üzülüyorsun, sonra öfkeleniyorsun. Hayatı şiddet. Sonra demez mi 'Barış istiyorum' diye."



Son zamanlarda Diyarbekir'deki "siteleşme" temayülüne takmış olan yazarımız demek ki eskiden daha çok "Kimlik!" diyen Kürtlere öfkeleniyormuş. Üstelik bu Kürtlerin de "hayatı şiddet"miş de utanmadan "Barış istiyorum" derlermiş!



"Diyarbakır'da gider örgütün şiddetini, o şehirde kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği şekilde eleştiririm. Batı'da da devletin şiddetini yererim. Tam tersini yaparak edinilen entelektüel kariyerlere de zerre kadar ehemmiyet vermem" diyen Ece Hanım'dan kendi kariyerinin ehemmiyeti hakkındaki düşüncelerini de öğrenmek isterdim şahsen.



Burada uzunca alıntılayamasam da yazıların içeriğine bakmaya davetlisin sevgili okur; zira Kürtleri bu kadar egemen kibriyle âdeta bir cahil/gayri-medeni/yabanil​er sürüsünden bahseder gibi ele alıp, derin devlet varlığını bu kadar normalleştirmeye çalışan bir metin bulmak zordur. Kıymetini milletçe bilmemiz lazım.



Yavaştan günümüze gelirsek... "İki tarafın keskin milliyetçileri" diye tanımladığı Kürt ve Türk milliyetçileri hakkında "Onlar birbirlerine karşı gibi görünseler de aslında aynı dili konuşup hep aynı hesapta anlaşıyorlar. Biri olmayınca diğeri olmuyor aslında ve birbirlerini kaybetmekten öyle çok korkuyorlar ki..." (Göbeği iki ev arasında düşenler, 21.12.2007, Milliyet) diyen yazarımız son zamanlarda nedense en çok Kürt milliyetçiliğinin borazanlığını yapmakla meşgul.



Mesela rahatlıkla "Nasıl ki her Türk asker doğuyorsa, orada da artık her Kürt gerilla doğuyor. (...) Hayrını görün: Kürtler bıçaktı, şimdi jilet oluyor!" diye yazabiliyor. (Bıçak ve jilet, 18.05.2010, HaberTürk) "Asker-gerilla" ikiliği üzerinden hem Türk hem Kürt tarafındaki militarizmi meşrulaştırıp; Kürtlere "Yürü be, kesseler acımaz" gazını, Türklere de "Kürtler jilet olup sizi kesecekler" korkusunu aşılıyor. Ve 'ölümcül vuruş' geliyor:



"Sandığımdan çok daha hızlı yaklaşıyoruz ateşe. Bilenler, bu ateşin Suriye'deki ateşle birleşip tarihi değiştirebileceğini görüyor. Canım sıkkın yani. Sizinki de sıkılsın. Çünkü işler hiç de iyiye gitmiyor."



"Bilenler" de herhalde Kandil'deki Duran Kalkan ve Mustafa Karasu gibi 'şahinler' oluyor. Zira onlar da açıklamalarında ikide bir Ortadoğu'daki ateşi Türkiye'ye yaymakla tehdit edip yol yordam gösteriyorlar. Kürt gençlerinin ateşe nasıl atlamaları gerektiğini öğütlüyorlar. Ortadoğu devrimlerine atıfla "Tarihi değiştirebilirler" diyerek "Ver gazı, yaksın Diyarbakır'ı" yazarımızın, Tunus devriminin başlangıcında olduğu gibi son bir haftada kendini ateşe veren iki Kürt gencinin ölüm haberleri karşısında da canının çok sıkıldığına eminim. Hatta bu acıları daha iyi kavramamız için yazdığı yeni kitap bile yolda olabilir...



Kamuoyuna ama özellikle de Kürtlere "safari şapkası takmayan" yoldaşlarını biraz daha iyi tanıtmayı amaçlayan yazıların sonuna geldik. Kimden hayır gelip, kimden gelmeyeceğinin kararı size kalmış.

ALmi´ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-25-2011, 18:24   #5
Kullanıcı Adı
Fırat
Standart
Anasını satim diyen bir mahlukun fikirlerini kaale almam..
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi