11-25-2010, 19:49 | #1 |
Necip Fazıl'ın diliyle MEVDUDİ,HAMİDULLAH,İBNİ TEYMİYYE,SEYYİD KUTUP
İBN-İ TEYMİYYE Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere "Nas-Kur'ân hükmü" dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur'ân'ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye'ye sıra geliyor.Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin'e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur. Bir âlim, evet... Fakat... Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor. Eğer insan "ben Kur'an-ı aklımla tefsir ederim" dese de tefsiri Beyzavî Tefsirinin aynı olsa yine küfürdedir. Aynı akılla Allah'ı inkâr edenler, ters tarafından İbn-i Teymiyye ile aynı daire içinde mahpusturlar. Bu bahis gayet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilâtları, hattâ son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirayetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından ne kadar üzerinde durulsa yeridir. Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara İlâhî esrara karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, İlâhî esrarı çözülmüş şifre kâğıtları halinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu haliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor. Tasavvufu inkâr etmek, Resuller Resulünün ruhâniyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde şeriatten yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hain şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates)in buluşiyle, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayalî bir abes ve hamakat teşkil eder. Anlaşılmaza inanıyor da onun tecellilerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor!!! Koca İmam-ı Gazalî... Aklı akılla tükettikten sonra şöyle der: "- Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl... Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey... Öyle yaptım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın ötesidir." Bunlarsa aklı tüketip ötesine geçenler değil, en iptidaî aklın tükettikleri... Kocakarıların hayâl aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah'ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırd edici meleke, işte İbn-i Teymiyyede mevcut olmayan selim akıl ve mümîn kalbleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o... HAMİDULLAH Dalalet kumkuması 1- Her şeyden evvel eserine “İslâm Peygamberi” adını koymakla bütün zaman ve mekânın ve topyekün kainatın efendisine, tek Peygamberine âdeta mahdut bir saha, muayyen bir daire çizen, onu birdenbire göze çarpmayacak şekilde dar bir tefrik ve tahsis çemberi içine alan ve böylece en azılı İslâm düşmanlarından Hollandalı müsteşrik Doktor (Duzi) ağzıyla konuşan... 2- İslâmın o da hatır için, orta seviyeyi hedef tutturucu bir din olduğunu kaydeden ve dolayısıyle yüksek seviyeye mahsus olmadığı hissini sinsice veren (s. 14)… 3- İç ve dış bütün ilimlerin sahibine, Suriye Hıristiyanlarından din bilgisi almış olmayı yakıştıran (s. 21)… 4- Nebiliği, nebiliğin meydana gelişini basit dünya sâiklerine ve toprak üstü sebeplere bağlıyan (s. 25-29)… 5- Çölde sütkardeşi küçük kızın omuzunu, hayat boyu iz kalacak şekilde ısırdığını yazan (s. 40)… 6- Rahip Bahîra Vak’asında “istihfaf mevzuu 9 yaşında bir çocuğun simasında” nebilik alameti bulunamayacağını ve buna inanmanın “safdillik” olacağını öne süren (s. 46)… 7- “Çocukluğunda puta bir esmer koyun hediye ettiğine” ait bir rivâyeti kaydedebilen (s. 47)… 8- Allah’ın sevgilisi ve insanoğlunun en güzelini düztaban diye vasfeden (s. 55)… 9- Vahy ânındaki esrarlı tecellileri “onların ifadesine göre” kaydiyle kendi kanaatinden uzakta tutan ve bu uslûpla şüpheli gösteren (s. 66)… 10- Bir tecellinin şeytani mi melekî mi olduğunu tahkik mevzuunda “melekse çekilir gider, şeytansa kalır seyreder” gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dışı sahneler îma etmeye kadar varan (s. 69)… 11- Buda’yı Peygamber sayan (s. 69)… 12- İlk müslümanları şahsî yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmiş farzeden (s. 72)… 13- Şakk-ül Kamer vesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alan ve kendisini dışarıda bırakıcı şekilde nakillere bağlıyan (s. 82)… 14- Bazı müminlere mucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir ettiği gibi bir hükmü dile getirebilen(s. 83)… 15- Miraç mu’cizesini sadece rûhi bir hal sayan ve rûhânî-cismânî, rûh ve madde bu miracı kabul etmeyen(s. 92)… 16- Dünyamız küre şeklinde olduğuna ve bir tarafında başa isabet eden gök, mukabil tarafında aynı adamın ayağı istikametine düştüğüne göre Arş’ı tepede aramanın imkânsız olduğunu söyleyecek kadar ebleh ve iptidai bir mantık kullanan ve büyük münhanilerle büyük müstevilerin iç içe olduğuna ve birleştiğine dair yeni fizikten ve (Aynştan) dan bile haberi bulunmıyan ve İslâm da Allah’a mekân tahsisi olmadığını bilmemezlikten gelip Mirac’ı Allah’a mekân tayin etmiş olmak gibi gösteren (s. 92)… 17- İslâm’dan önce Kudüs’te mescid bulunmadığını iddia edecek kadar cehâlete düşen, hattâ Kur’ân-ı bile yalanlamaya kadar giden (s. 93)… 18- “Tedavi için sadece tükürüğü vardı...” lâfını edebilen (s.106)… 19- Eserini baştan başa kuru aklın en âdîsi ve bizzat akılla iflas ettirilmişi üzerine bina eden ve onun önsözünde Fransızlardan gördüğü misafirperverliğe muKâbele için yazdığını, yani kiliseyi memnun edebilmek çabasında bulunduğunu itiraf eden… Evet bütün bunları eyliyen, dinden imandan, aklın iç yüzünden, felsefeden, Doğu ve Batı Muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın İslâm ,âlim ve mütefekkiri diye piyasaya sürülmesinden ve bugüne dek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmuş olmasından büyük felaket düşünülemez. Ayrıca bu adamın bir zamanlar 6000 lira aylıkla Sıddık Sami Onar nam kişi tarafından Üniversite (konferansiye) tayin edilmiş, yani (Makaryos) dan beter bir kişi marifetiyle İslâm hakikatlerini göstermeye memur kılınmış olması, islâmiyeti göstermek değil, gömmekten başka bir şey olmayan gayeyi açıkça belirtir. Din simsarları bunları basa dursun... N.F. Kısakürek (Türkiye’nin Manzarası’ndan) MEVDUDİ Sapıklık misallerini bir laboratuar katiyetiyle göz önüne serdiğimiz Hamidullah isimli “Baidullah” denilmeyi lâyık mütefekkir taslağından sonra, ondan biraz daha hafif fakat dalalette yine çok ağır Mevdûdî geliyor. “İslâm da İhya Hareketleri” adlı eserinde bu adam dar ve kuru aklı biricik metot olarak kullanıyor, bu metodun baş temsilcisi İbni Teymiyye’yi göklere çıkarıyor, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri gibi beyninin her zerresi güneş bir iç ve dış kahramanını yalnız dış cephesiyle ele alıp içini görmemezlikten geliyor. İmâmı Gazâlî Hazretlerinin güya “müceddid-yenileyici” tanıdıktan sonra onda bir takım zaaflar buluyor ve bu zaafları üç noktada topluyor. Hadis ilmînde eksikliği (rasyonel-aklî) ilim tesirinde kalışı ve tasavvufa kapılışı... Böylece tasavvufu, yani Kâinatın Efendisi’nin bâtın nurunu inkar etmiş ve hakikatte kendi metodu olan kara aklı İmâm-ı Gazalî’ye mal etmek ve yermekle tezatların en gülüncüne düşmüş bulunuyor.”Hadis’te zaif” demesi de akılla aklı yenen büyük kahramanın iç kanal mevzuunda gösterdiği hadislere muhalefetinden doğuyor. (S: 64, 65, 67, 70-77). Tasavvufu karikatürlerinden ayıramıyarak tam inkâr ve kendisini zımmen mehdi kabul edişi de eserinin sonunda. (S:123, 124, 125, 126, 127, 128). Bende el yazısı mevcut bir şehâdete göre de, bizzat bu şahidin “mezhebiniz nedir?” sualine “mezhebim yok!” cevabını veren sapık... N. F. KISAKÜREK (Türkiye’nin Manzarası’ndan) Seyyid Kutup Seyyid Kutup ise, Mısır'da önce sosyalist fikirlerini yaydı, sonra din adamı şekline girerek ,eski Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh'un dinde reformist yolunu tuttu.Bütün kitaplarında olduğu gibi, tefsirinin birinci cildinde cihâdın bir kısmını kabul,esas kısmını ise reddeder. Kutub hakkında fikirkleri sağlam değildir, net bir şekilde belirtilebilir. «Bir de Seyyid Kutup var... Kendisinden af dilemesini isteyen yakışıklı orangotan maymunu Nâsır’a «Bir müminin bir münafıktan af dilemez.» cevabını veren ve kahramanca ölmeyi bilen bu zatı SAHTE KAHRAMANLAR konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki Seyyid Kutup bir İbni Teymiyye meddahıdır. Ve kellesini kaptırdığı. sosyalizma yularının zoruyla Hazret-i Osman’a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden önce bu sapıklıklardan istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise tam kahraman ve şehit... Değilse mücadelesi kâfire karşı bir sanığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.» (Necip Fazıl Kısakürek- ki Üstad'ın son görüşü budur, 21.10.1977 tarihli Tercüman Gazetesinden)
Konu El Emin tarafından (11-25-2010 Saat 20:03 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
08-12-2011, 00:58 | #2 |
Bence yanlış bi paylaşım olmuş.Necip fazıl da bu ümmet için örnek alınması gereken bi insandır,burda eleştirilenlerde.O yüzden kafa karıştırmaya gerek yok diye düşünüyorum.Herkesin hatası da sevabı da kendine.Hepsi de müslümandırlar ve allah hepsini affetsin.
|
|
08-12-2011, 01:40 | #3 |
üstad fazıl dahil hepsi canımız ciğerimizdir...
tekfir bir pisliktir bulaşmaya lüzum yok... |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|