![]() |
#1 |
![]() Siyasetin ekonomiyi etkilediği gün gibi aşikârdır. En basit yaklaşımla bakarsak; ülkeyi ve ekonomiyi yönetenler siyaset yoluyla oraya gelenlerdir. Geçmişi hatırlayalım: iktidara gelmek için "iki anahtar verenler, her mahalleye milyoner zenginler verenler, kim ne verirse beş lira fazlasını vaat edenler" ekonomiye yönelik siyaset deyimleriydi. Bu ekonomik vaatlerin ülkemizi ne hale getirdiğini de kısa sürede yaşamaya başlamıştık. Türkiye 80'li yıllarda kriz kelimesini unutmaya başlamışken ilk şoku 1994'de yaşadık. Hatırlanacağı üzere borsa 29 binden 12 bine nerede ise soluksuz düşüş yaşarken tedbir olarak fahiş faizli sadece üç ay vadeli süper bonolar piyasaya sunulmuştu. Kriz sayesinde mahallede parası olanlar devlet bütçesinden fahiş faiz kazancı elde ederken yan gelip yatan rant zenginlerini türettik. Görüleceği üzere 1994 krizinde siyasilerin ekonomi yönetimi büyük rol oynamıştı. Devletin bütçesini allak bullak eden "erken emeklilik" sisteminden "kamu bankalarının zarar ettirilmesine" varan ve ilerleyen yıllarda özel bankalara da sirayet eden soyguna varan açıklar çok sürmeden bir başka krizi tetikledi. SEZER'İN KİTAPÇIK KRİZİNİ HALK FAİZİYLE ÖDEDİ Türkiye bir başka büyük krizi 2000-2001'de yaşadı. İlk dalga Kasım 2000'de likidite sıkışıklığı ile başladığında gecelik faizler o kadar fırlamıştı ki günde yüzde 25-30 gibi faiz kazancı oluşuyordu. İlk dalga esnasında döviz piyasasında bir etki yaşanmadı. Krizi derinleştiren ikinci dalga meşhur "kitapçık fırlatma" hadisesinde yaşandı. Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında cereyan eden gerilim, toplantının erken bitişi ve rahmetli Başbakan Bülent Ecevit'in bunu basın açıklaması ile kamuoyuna duyurması ile patlak verdi. Türkiye 2001 krizini çok ağır ödedi. Kamu borç stoku 2000 sonunda sadece 85.5 milyar YTL'den 2001 sonunda 189.3 milyar YTL'ye ve 2002 sonunda 256.8 milyar YTL'ye sıçradı. Kitapçık krizi sonrası Türkiye'nin borçları sadece iki yılda üç kat artış gösterdi. Ve Türk halkı bu borçların faizini vergisi ile ödemek zorunda bırakıldı. Bir not daha eklemek gerekir ise Türkiye'nin borçları 2002 sonunda 256.8 milyar YTL'den 2006 sonunda 364.5 milyar YTL'ye yükselmiştir. Geçmişte 2 yılda Türkiye'nin borçları yüzde 300 artarken son 4 yılda borç artışı sadece yüzde 42'de kalmıştır. Geçmişi o kadar erken unutmamak gerekiyormuş. SEZER'İN HÜKÜMET LİSTESİNE KISA YANITI Seçim sonuçlarına göre hükümeti kurmakla Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen Başbakan Tayip Erdoğan listesini sunumunda çok kısa sürede dışarı çıktı. Piyasalar eski Başbakan rahmetli Bülent Ecevit'in Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinden her erken çıkışında diken üstünde açıklama beklerken Tayyip Erdoğan görüşmesinin erken bitişinde de benzer atmosferi yaşadı. Fakat bu sefer korkulan olmamış ve "rest-jest" anlamının önemini yitirdiği kısa görüşme piyasaları fazla etkilemedi. Çünkü Başbakan'ın açıklamaları "sistemin normal işlemeye devam ettiğini" içerir yöndeydi. Türkiye ekonomisinin geleceğine küresel dalgalanma katkısı ABD'de başlayarak tüm dünyaya yayılan küresel satış dalgası likidite bolluğundan likidite kıtlığına yol açıyor. Merkez Bankaları piyasalara para enjekte ediyor. Türkiye de bu dalgadan nasibini alıyor. Satışlar borsalarda yüksek oranda etkili oluyor. Şimdilik döviz ve faiz hareketleri borsadan geride kaldı. Yüzde 20'ye varan borsa düşüşüne karşılık döviz fiyatları sadece yüzde 10'larda kaldı. Küresel sermayenin ekonomi üzerinde etkileri şüphesiz reel kesimde de hissedilecek. Öncelikle düşük döviz kuru sorununun yol açtığı özel sektörün dış borçlanmasında bir yavaşlama beklenebilir. İthalat'ın da bu sayede pahalaşması cari açığı kısıcı yönde etkileyebilir. Emtia piyasalarında fiyatların düşmeye başlaması ise petrol ve doğalgaz başta olmak üzere Türkiye'nin faturasını azaltacaktır. Küresel dalga Türkiye'de yeni bir denge oluşturacaktır. Önemli olan bu hareketin keskin ve hasar verici boyutlara ulaşmamasıdır. Geçmiş yıllarda bu hareketler ülkemizde krize yol açarken şimdi dalgadan faydalanmanın yollarını aramalıyız. Gül'ün adaylığı sistemi işletiyor, güven veriyor Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça küresel sermaye hareketlerinin faturası da yanlış yorumlanıyor. Borsada yaşanan son düşüşler ile Abdullah Gül'ün adaylığı arasında ilişki kurmaya çalışan bir çok yazı kaleme alınıyor. Borsanın yüzde 71'i hâlâ yabancıların elinde. Bu yatırımcılar açısından gelişmekte olan ülkelerin en büyük risklerinden biri de sistemin işlememesidir. Demokratik siyasal sistemin her yaralanışında yabancıların tepkileri de satış yönünde yaşanmıştır. Türkiye erken seçimleri gerçekleştirme aşamasında ve seçim sonrasında emsal ülkeler ile arasındaki farkı kapatmayı başardı. Yani sistem işlediğinde yabancı sermaye akımından daha fazla yararlandık. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile piyasalar arasında sorun ilişkisi kurmaya çalışanlar sistem dışılığa taşanları sorun olarak görmelidir. Brezilyada da sistem dışı bir seçim mi var ki, borsaları bizden daha fazla düşt ABD'de başlayarak tüm dünyaya yayılan küresel satış dalgası likidite bolluğundan likidite kıtlığına yol açıyor. Merkez Bankaları piyasalara para enjekte ediyor. Türkiye de bu dalgadan nasibini alıyor. Satışlar borsalarda yüksek oranda etkili oluyor. Şimdilik döviz ve faiz hareketleri borsadan geride kaldı. Yüzde 20'ye varan borsa düşüşüne karşılık döviz fiyatları sadece yüzde 10'larda kaldı. Küresel sermayenin ekonomi üzerinde etkileri şüphesiz reel kesimde de hissedilecek. Öncelikle düşük döviz kuru sorununun yol açtığı özel sektörün dış borçlanmasında bir yavaşlama beklenebilir. İthalat'ın da bu sayede pahalaşması cari açığı kısıcı yönde etkileyebilir. Emtia piyasalarında fiyatların düşmeye başlaması ise petrol ve doğalgaz başta olmak üzere Türkiye'nin faturasını azaltacaktır. Küresel dalga Türkiye'de yeni bir denge oluşturacaktır. Önemli olan bu hareketin keskin ve hasar verici boyutlara ulaşmamasıdır. Geçmiş yıllarda bu hareketler ülkemizde krize yol açarken şimdi dalgadan faydalanmanın yollarını aramalıyız. Gül'ün adaylığı sistemi işletiyor, güven veriyor Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça küresel sermaye hareketlerinin faturası da yanlış yorumlanıyor. Borsada yaşanan son düşüşler ile Abdullah Gül'ün adaylığı arasında ilişki kurmaya çalışan bir çok yazı kaleme alınıyor. Borsanın yüzde 71'i hâlâ yabancıların elinde. Bu yatırımcılar açısından gelişmekte olan ülkelerin en büyük risklerinden biri de sistemin işlememesidir. Demokratik siyasal sistemin her yaralanışında yabancıların tepkileri de satış yönünde yaşanmıştır. Türkiye erken seçimleri gerçekleştirme aşamasında ve seçim sonrasında emsal ülkeler ile arasındaki farkı kapatmayı başardı. Yani sistem işlediğinde yabancı sermaye akımından daha fazla yararlandık. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile piyasalar arasında sorun ilişkisi kurmaya çalışanlar sistem dışılığa taşanları sorun olarak görmelidir. Brezilyada da sistem dışı bir seçim mi var ki, borsaları bizden daha fazla düştü!
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() bu sezer başımıza krizden başka ne getirdi sorarım size
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() teroristlere affı
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|