![]() |
#1 |
![]() Nuri Elibol
![]() Bürokratik cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete 1982 Anayasası, darbenin bitiminde darbe psikolojisiyle hazırlanmış antidemokratik hükümler içeren bir anayasadır. Darbeyi gerçekleştiren generallerin çerçevesini çizdiği bir anayasanın demokratik hükümler içermesi zaten beklenemez. Darbe anayasasının temel mantığını iyi analiz ederseniz; askerlerin, yüksek yargının, elit bürokrasisinin ve hatta YÖK gibi kurumların neden sivil siyasete, millet iradesine müdahale ettiğini, yasama kurumunu ve yürütmeyi neden sürekli kontrol altında tutmak istediklerini anlarsınız. 12 Eylül Anayasası, atanmışlara ve TSK, YÖK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi kurumlara çok geniş yetkiler vermiştir. Bu kurumlardaki bürokratları ‘dokunulamaz-hesap sorulamaz’ imtiyazlı, önemli kişiler haline getirmiştir. Bu kurumlar ve bu kurumlarda görev yapanlar hem yasama ve yürütme kurumlarından, hem de milletvekili ve bakanlardan çok daha güçlü yetkilere ve geniş imtiyazlara sahiptir. Yasama ve yürütmenin bunları denetlemesi ve hesap sorması yasal olarak âdeta imkânsızdır. Bunlar kendi denetimlerini kendi iç denetim mekanizmaları ile yaparlar ve çoğu kez kol kırılır yen içinde kalır. Millet iradesiyle oluşmuş sivil otorite bu kurumlara istedikleri bütçeyi verir, arzu ettikleri yasal düzenlemeleri yapar ama bunları denetleyemez. Bu kurumlar bir nevi devlet içerisinde ayrı, başına buyruk bir devlettir. 12 Eylül Anayasasının hedefi; milleti korumak,millete medeni dünya standartlarında bireysel hak ve özgürlükler sağlamak değildir. Darbe anayasasının ana hedefi rejimi ne pahasına olursa olsun korumaktır. Rejimin tanımladığı siyasi düşünceyi taşımayan, rejimin öngördüğü yaşam biçimini seçmeyen bütün vatandaşlar, akımlar, sivil girişim ve örgütlenmeler bu anayasaya göre tehdit oluşturur ve düşmandır. Rejimi bu düşmanlardan koruma görevi, anayasa ile 12 Eylül rejiminin güçlendirdiği kurumlara verilmiştir. Kendi milletinin büyük bir bölümünü tehdit-düşman olarak gören bir anlayışın ürünüdür mevcut anayasa. TBMM’yi, hükümetleri ve tüm seçilmişleri dolaylı olarak atanmışların gizli denetimine sokan bir anlayış hâkimdir. Bu anayasayı hazırlayanlar rejimi seçilmişlere değil atanmışlara emanet etmiş ve anayasayı da bu mantıkla hazırlamışlardır. Onların mantığına göre; “Halkın kimi seçeceğini yönetmek mümkün değildir. Ama atanmışları seçip o görevlere göndermek mümkündür.” Bu nedenle TBMM’yi, hükümeti, kısaca seçilmişleri TSK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSYK gibi kurumların üyelerinin seçimine asla bulaştırmamışlardır. Ayrıca daha da ileri giderek millete ait olan egemenlik hakkının seçilmişler kadar atanmışlardan oluşan bu kurumlar eliyle kullanılacağını anayasa hükmü haline getirmişlerdir. Genelkurmay Başkanının, Yargıtay Başkanının veya HSYK Başkanının kendisini en az Meclis Başkanı kadar yetkili ve etkili görmesinin sebebi budur. Cumhuriyetimize “bürokratik cumhuriyet” tanımlamasının yapılması bu yüzdendir. Türkiye, AB ile tam müzakerelere başladığı günden bu yana bürokratik cumhuriyeti, demokratik cumhuriyete dönüştürülmek istenmektedir. Mevcut anayasa, bu değişimin önündeki en büyük engeldir. Zaten bu sağlanmadan AB ile müzakerelerin sürdürülmesi ve tam üyelik hedefinin gerçekleşmesi mümkün değildir. 2002’den bu yana iktidarda olan AK Parti samimi olarak bu konuda çaba sarf etmektedir. Bürokratik cumhuriyeti, demokratik cumhuriyete dönüştürmek demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirmek demektir. Ama; 12 Eylül rejiminin bürokratik cumhuriyeti koruyup kollamak üzerine yetkilendirdiği kurumlar, askerî vesayeti, yargı vesayetini ve bürokratik vesayeti kullanarak demokratik cumhuriyete dönüşme çabalarını engellemektedirler. Bunun için iktidar partisine kapatma davası açmaktan tutun da e-muhtıralar vermeye, cumhuriyet mitingleri ile hassasiyeti olan insanları sokağa dökmeye ve darbe girişimlerinde bulunmaya kadar her yola başvuruldu. Başvurmaya da devam edecekler. Ama bunlar, değişim arzusunun sel gibi olduğunu, direnenleri silip-süpürüp yoluna devam edeceğini unutuyorlar. Türk Milleti vesayet rejiminden kurtulmak istiyor. Bunun birinci şartı da 12 Eylül anayasasından kurtulmak. 2007’de AK Parti darbe anayasasını tamamen değiştirmek için bir hazırlık yaptı, tartışmaya açtı. 12 Eylül rejiminin koruyucusu olan kurumlar hemen harekete geçti ve AK Parti canını zor kurtardı; kapatılmaktan beter edildi. Herkes şunu öğrendi ve anladı; 12 Eylül rejiminin bekçiliğini yapan kurumları hukuk çerçevesi içine sokmadan kimsenin yeni bir anayasayı yapma şansı yok. Onun için önce bir anayasa değişikliği ile bu kurumları hukuk devleti sınırları içine çekmek gerekiyor. İşte bu nedenle askere sivil yargı yolunu açan düzenleme, Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nın yapısını-işleyişini düzenleyen değişiklik, darbeyi yapanları koruyan maddeyi kaldıran düzenleme Anayasa Değişikliği Paketine kondu. Daha önce de yazdım; bu anayasa değişikliği fırsatını bu millet kaçırmamalıdır. Eğer yeni bir anayasa yapılmasını istiyorsak, vesayet rejiminden kısmen kurtulmak istiyorsak halk oylamasında “evet” demeliyiz. Bu fırsatı heba etmemeliyiz. Bu öneriye “AK Parti getirdi” diye kuşkuyla bakanlar öneriyi getirene değil, önerinin içinde neler olduğuna baksınlar. AK Parti’ye icraatları nedeniyle hesap sormak isteyenler varsa kızgınlıkla bu değişikliğe evet deyip bir yıl sonra seçim sandığında hesap sorsunlar. Türkiye 01.08.2010
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|