![]() |
#1 |
![]() Hayatımıza bir anda öncesi olmayan birisi girdiğinde kalbimiz bağlanmaya o kadar hazır ki hemen bağlanıveriyor. Kalp artık yalnız değildir birisi vardır ve onu sevmektedir.
Sevmektedir belki ama şimdilik, ebediyen değil! Kalp bir şeye bağlandığında, onun sonsuz olduğunu vehmeder, sonra bağlanır. Sonsuza değin yanında, yakınında olacağını sanarak aldanır. Sevdiği varlığın öncesinin olması, onun bir sonrasının da olacağını haykırıp dururken, kalp sonsuzcasına sever. Kendisinin de nihayeti olduğunu unutarak... Oysa her şeyin bir sonu vardır. İnsan ve insan kalbi fenaya mahkûmdur. Baki olanı bulmadığında, fenanın tokadını yiyecektir. Her aşkın bir başı, her yolun bir başı, her insanın bir doğumu, her günün bir başlangıcı vardır. Ve kesin olarak bilmekteyiz ki her yolun bir bitimi, her insanın bir ölümü, her günün bir sonu, her aşkın da bir sonu olacaktır. Kalbimiz eğer bu gerçeği bilseydi, hiçbir şeye bağlanamazdı. Belki de biliyor ama kabul edemiyor olmalı ki bunca acıyı çekiyor. Her birimiz kalp kırıklıklarının, gönül yorgunluklarının arasında savruluyoruz. Ne bulduysak sonrasında kaybediyoruz. Bizim olduğunu sandığımız, “Benim!” dediğimiz hiç bir şeyi tutamıyoruz. Geride kırılan kalplerimiz ve yaşlı gözlerimiz kalıyor. Her kaybettiğimiz şey, bizde izini bırakarak hayatımızdan yavaşça ayrılıyor. Sadece diğerleri mi, hayır! Kendimizin sandığımız her şey de gençliğimiz, güzelliğimiz, hayatımız dediğimiz her şey de bizden gidiyor. Anne-babamız, kardeşim dediklerimiz, arkadaşlarımız, komşularımız, çocuklarımız da birer birer bizden ayrılıyorlar. Benim annem dediğimiz, benim arkadaşım diyerek koalisyonlar kurduğumuz her varlık, zamanın fenasına dayanamayarak gidiyor. Gidene mi ağlamak lazım kalana mı, bilemiyorum! Çünkü kalan diye bir şey yok, hep beraber fenaya doğru gidiyoruz. Evim dediğimiz, arabam dediğimiz, bahçem-balkonum dediğimiz her şey biz gittikten sonra kalacak değiller, onlar da gidiyorlar. Bütün şarkılar bırakıp da gidene kızmak üzere yazılmış. Kalan tarafından yazılmış. Ama kalan var mı aslında? Hangimiz kalacak? Hepimiz gitmiyor muyuz? Bizim dediğimiz hiçbir şey bizim değildi aslında. O bizim olmadı hiç, biz öyle zannettik yalnızca. Emanet olduğunu unuttuk. Kutsal kitabımızda en çok yer alan kelimelerdendir. “Öyle zannettiler, öyle hesapladılar, öyle sandılar…” Yanıldık, yanlış hesapladık ve sahibimiz bütün aldıklarıyla bu yanlış hesabımızı bize gösteriyor. Kendimize de sevdiğimize de yalan söyledik. Bir illüzyon kurduk, kendimizin de sevdiğimiz şeyin de sonsuz olduğunu zannederek. Ve bu yalana inandık sonrasında. Ama yalandı yalnızca ve gerçek ortaya çıktığında da kabullenmek istemedik. Yükseklerden düştük ve şimdi her yanımız acıyor. Kalbimizin istediğini almak hiç birimize nasip olmadı. Kucağımıza bırakılıveren bebeğimiz şimdilerde kendi iradesini eline aldığında, bizden ayrı olmayı, arkadaşlarıyla olmayı tercih ettiğinde, yanan kalbimiz neyle teselli olacak? Sevdiğimiz adam/kadın bizi artık sevmediğini söylediğinde ne olacak? Sevse, sevgisinden ölse de ömrü bittiğinde kalan ne olacak? Anne ve babamız bizden önce bu dünyadan ayrıldıklarında, kanayan yaramızı neyle teselli edeceğiz? Fani varlıklar olarak hayatın gerçek anlamını, muhabbetin gerçek anlamını bulamadığımızda kalbimizin her daim parça parça olması kaçınılmaz. Faniyiz ve fani olan hiçbir şeye bağlanamıyoruz. Fani olmadığını vehmederek seviyoruz ve kaybettiğimizde de yere göre sığamıyoruz. Sonsuz sevebilme potansiyeline sahip kalbimizi, “her varlıkta sahibimizin sevgisini görerek sevmediğimizde” ve bizim olmayanı bizimmiş gibi tahayyül ederek kendimizi kandırdığımızda, kendimizi ve ömrümüzü boş yere harcamış olacağız. Varlığı sevmemek mümkün değil. Bağlanmamak da… Ama varlığa ne adına bağlandığımızı bilmediğimizde çektiğimiz acıyla yaşamak da mümkün değil. O zaman ne yapmalı, nasıl sevmeli diye baktığımızda ilk yapılacak olanın bütün ayrılmalarda kendisini gösteren sahibimize yüzümüzü dönmek olduğunu söyleyebiliriz. Sevdiğimiz her şeyde, sevdiğimiz gerçekte oydu aslında ama biz yanıldık. Sevdiğimizi sandığımız varlığı ebedileştirdik. Onda görünen yaratıcıyı göremedik. Geçici olanı fark ettiğimiz anda ebedi olanın kapısında buluyoruz kendimizi. Kalp O’nu bulduğunda, “varlığı O’ndan bilerek” sevdiğinde ayrılıklara anlam verebiliyor. Ayrılıklar ve bütün bırakıp gitmeler O’nu buldurmak içinler çünkü. Uzun bir konuyu kısa bir sonuçla bağlamaktaysa hüner diyebilirim ki her şey O’nunla anlamlı, O’nunla güzel, O’nunla sevilebilir ve O’ndan dolayı sevilebilir. Sonsuzu sevmek üzere var edilmiş bir kalp ondan başka hiçbir şeyle memnun olmayacaktır. O’nu sevmenin yoluysa varlığı O’ndan bilerek sevmek… O’nun sevdirdiklerini O’nun adına sevmekledir… Nazlı Özburun
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|