09-10-2007, 22:14 | #1 |
Ölümle başlayan yolculuk
Ölümden sonra
...Ve öldüm işte... Ayakta durmuş, etrafımı seyrediyorum... Hastalıktan kurtulduğumu ve sapasağlam olduğumu hissediyorum... Yakınlarım cenazemin etrafını sarmış, ağlıyorlar. Onların ağlaması beni üzüyor. Kendilerine, ölmediğimi, sadece hastalıktan kurtulduğumu haykırıyorum... Kimse beni dinlemiyor... Beni görmüyor, sesimi işitmiyor gibiler. Benden çok uzak olduklarını ve onlarla iletişim kuramadığımı anlıyorum... Cenazeye, özellikle de çıplak olan sol yanına yakın bir ilgi duyduğumu hissediyorum... Cenazeyi yıkayıp kefenledikten sonra mezarlığa doğru götürmekteler. Ben de onlarla birlikteyim. Aralarında kimi vahşi ve yırtıcı hayvanların da var olduğunu,[7] benim dışımda kimsenin onlardan korkmadığını, onların da kimseye zarar vermediğini görmekteyim. Evcilleşmiş gibiler... İşte mezarlık; cenazeyi baş tarafından kabre indirdiler. Ben kabrin kenarında, olup bitenleri seyrediyorum. Bir korku ve dehşettir, sarmış her yanımı... Kabirde bazı hayvanların ortaya çıkıp cenazeye saldırdığını görünce bu korku daha da arttı. Cenazeyi kabre koyan adam da hiç onları görmüyormuşçasına davranıyordu. Adam kabirden çıktıktan sonra, cenazeye duyduğum yakınlıktan dolayı ben kabre indim ve hayvanları dışarı çıkarmaya çalıştım. Hayvanlar öylesine çoktu ki, hiç bir şey yapamıyordum. Aynı zamanda bütün uzuvlarım korkudan titriyordu. Halktan yardım istedim. Kimse yardıma gelmedi. Kabrin içinde olup bitenleri görmüyor gibiydiler. Bir anda mezarın içinde beliren kişiler yardımıyla hayvanları kovabildik. Kendilerine kim olduklarını sormak istedim. Sormama fırsat vermeden: "Hiç şüphe yok, iyilikler kötülükleri giderir."[8] dedi ve kayboldular.[9] O korkunç hayvanlardan kurtulduktan sonra bir de baktım ki, kabrin üstünü kapatmışlar, beni o dar ve karanlık yerde yalnız bırakarak evlerine doğru yola koyulmuşlar. Hatta yakın dostlarım ve gece-gündüz demeden refahları için çalıştığım çoluk çocuğum da beni yalnız bırakmıştı. Bu vefasızlıktan duyduğum üzüntüyü anlatmam kabil değil.[10] Mezarın ve yalnızlığın verdiği dehşetle, neredeyse yüreğim ağzıma gelecekti. Nekir, Münker ve Kabir Sorgusu Büyük bir yalnızlık ve dehşet içinde, Allah'tan başka herkesten ve her şeyden ümit keserek cenazenin yanı başında oturdum... Bir anda kabir sallanmaya, duvarlarından ve tavanından toprak dökülmeye başladı. Kabrin ayak ucunun alt kısmındaki sarsıntı daha şiddetliydi. Sanki bir hayvan orayı yarıp kabre girmek istiyordu… Nihayet orası yarıldı ve oldukça heybetli ve asık suratlı iki kişi kabre girdi. Dev gibi iri ve korkunçtular. Ağızlarından, burunlarından ateş ve duman çıkıyordu. Ellerinde de etrafa kıvılcımlar saçan ateşli gürzler vardı. Yer ve göğü titreten gök gürültüsüne benzer bir sesle cenazeye: "Rabbin kimdir?" diye sordular.[11] Korkudan yüreğim hoplamış, dilim tutulmuştu. Kendi kendime, "Şu ruhsuz cenazenin, sorulara cevap veremeyeceğini ve onların da ateşli gürzleriyle cenazeye vurarak kabri ateşle dolduracaklarını düşünüp, iyisi mi ben cevap vereyim de bu yakıcı ateşe duçar olmayayım." dedim. Çaresizlerin çaresi, darda kalmışların ümidi olan Hak Teala'ya, Ebu Talip oğlu Ali'yi vesile kılarak yöneldim. Çünkü onu iyi tanıyor ve çok seviyordum; gücünün her âlemde ve menzilde geçerli olduğuna inanıyordum. Vasfı kabil olmayan dehşet ve korku anında, "İnsanların sarhoş olmadıkları halde sarhoş göründükleri..."[12] bir durumda, böylesi büyük bir vesileyi hatırlamak, hiç kuşkusuz yüce Allah'ın bir lütuf ve nimetiydi. Bu büyük vesileyi hatırlayınca özgüvenim arttı ve dilim çözüldü. Suskunluğum uzun sürmüş olmalıydı ki onlar, anlatılamayacak bir hiddet ve şiddetle tekrar "Rabbin ve mâbudun kimdir?"[13] diye sordular. Bu defa öncekinin yüz kat fazlası bir heybete bürünmüştü yüzleri. Öfkenin şiddetinden yüzleri simsiyah kesilmiş, gözleri ateş saçıyordu. Ellerindeki gürzler havaya kalkmış ve inmek üzereydi. Kendimi toparlayarak kısık bir sesle: "Rabbim ve mâbudum, benzeri ve ortağı olmayan bir Allah'tır." dedim. Ardından da şu ayeti okudum: "O, Allah'tır; O'ndan başka ilah yok. Gaybı da, görünen âlemi de bilen O'dur. O Rahman'dır, Ra-hîm'dir. O, Allah'tır; O'ndan başka ilah yok. Me-lik'tir, Kuddüs'tür, Selam'dır, Mü'min'dir, Mühey-min'dir, Aziz'dir, Cebbar'dır, Mütekebbir'dir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir, münezzehtir."[14] Dünya hayatında, her sabah namazından sonra okuduğum bu ayet-i kerimeyi tilavet etmekle insan oğlunun erdemini onlara göstermeyi amaçlıyordum. Çünkü onlar, daha önce insanoğlunu bozgunculuk ve kan dökücülükle itham edip yaratılışına karşı çıkmış, hiçbir erdem ve kemali olmadığını sanmışlardı.[15] Cevap olarak okuduğum ayet-i kerimeden sonra öfkelerinin yatıştığını ve asık suratlarının değiştiğini, hatta birinin, ötekine: "Görünen o ki, bir İslam alimiyle karşı karşıyayız; nazik davranmamız daha doğru olur." dediğini duydum. Fakat diğeri: "Ona karşı nasıl davranmamız gerektiğini, son sorumuza vereceği cevap belirleyecek. Bu sorunun cevabını alıncaya kadar görevimizi yerine getirmeliyiz. Dünyevi makam ve mevkilerin burada geçerli olmadığını sen de biliyorsun." dedi ve "Peygamberin kimdir?" diye sordular. Bu sırada kalbimin atışı azalmış, dilim daha bir çözülmüş, sesim titreme ve boğukluktan kurtulmuştu. "Benim Peygamberim ve Allah'ın bütün insanlara göndermiş olduğu Resulü, nebilerin sonuncusu ve resullerin efendisi olan Abdullah oğlu Muhammed'dir." dedim. Bu cevabı alınca öfke ve sinirleri tamamen yatıştı, yüzleri berraklaştı. Daha sonra kitabımı, kıblemi, imamımı ve Resu-lullah'ın (s.a.a) halifesini sordular. Benim cevabım ise şöyle oldu: "Kitabım, Rahîm Rab'den, hekîm Peygamberine nazil olan Kur'an-ı Kerim'dir. Kıblem, görünürde Kâbe ve Mescid-i Haram'dır; "Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne döndürün."[16] hakikatte ise Hak Te-ala'dır; "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri Yaratan'a döndürdüm ve ben ortak koşanlardan değilim."[17] İmamım ve Peygamberin halifeleri ise, Ebu Talib oğlu Ali (a.s) ile başlar ve Hasan Askeri'nin (a.s) oğlu Mehdi (a.s) ile son bulur. Asrın hücceti ve zamanın imamı da odur. Hepsinin itaati farz ve mâsumdurlar; fena yurdunun şahitleri ve beka yurdununsa şefaatçileridirler. On iki imamın isimlerini, hasep ve neseplerini birer birer açıkladım. — Bu kadar detaya inmene gerek yoktu, her soruya tek kelimeyle cevap verebilirdin. — Aslında size daha detaylı cevaplar vermek gerekir. Çünkü siz, daha ilk günden bizim hakkımızda kötü zanda bulunmuş, yaratılmamıza itiraz etmiştiniz. Oysa hikmet sahibi Allah'ın işine itiraz etmemeliydiniz. Allah'ın işine itiraz ettiğinizi öğrendiğim günden beri size biraz kırgınım doğrusu. Size birkaç soru sormayı çok isterdim, yazık ki, bunu gerçekleştiremeyeceğim... Aramızda geçen bu konuşmadan sonra soracakları soruları beklemeye koyuldum. Fakat onlar sadece "Bu cevapları nereden ve kimden öğrendin?" demekle yetindiler.[18] Bu soru beni biraz düşündürdü. Kendi kendime şöyle dedim: "Gaflet, cehalet, hata ve yanılgı yurdu olan dünya hayatında sıraladığımız delil ve burhanların yanlış olmadığı ne mâlum? Bu delillerin madde veya biçimlerinde ya da sonuç verme şartlarında bir hata ve yanılgı bulunmadığı, mantık ölçülerine uygun gerçek ölçüler olduğu ve bu ölçüleri belirleyen Aristo'nun yanılmadığı ne mâlum?[19] Ayrıca o kanıtlar doğru olsa da sadece körlük ve bilgisizlik yurdu olan dünyada işe yarar. Çünkü o kanıtlar, körün veya karanlık bir yerde yürümek isteyen kişinin kullandığı asâya benzer. Gerçeklerin açıkça ortada olduğu ve gözlerin keskinleştiği bu âlemde besbelli ki, asâ bir işe yaramayacaktır. Peki bunlar benden ne istiyorlar?! Allah'ım, bu aleme daha yeni adım attım ve buranın konuşma tarzına da aşina değilim. Ebu Talib oğlu Ali hakkına yardımını benden esirgeme!" Bu düşünce ve yakarışlara dalmış gitmiştim ki, gök gürültüsünü aratmayan haykırışlarla kendime geldim. Yine aynı soru: "Bunları neye dayanarak söylüyorsun?" Öfkelerinden yüzleri simsiyah kesilmiş, gözleri ateş saçıyordu, havaya kaldırdıkları gürzleri indirmeye ramak kalmıştı. Korku ve dehşetin şiddetinden şuurumu kaybetmiş gibiydim. Korkudan gözlerimi kapatmış olduğum o anda, adeta bir ilham aldım ve kısık bir sesle: "Allah beni bunlara hidayet etti." deyince, "Gelin gibi rahat uyu."[20] dediklerini duydum. Sonra onlar gitmiş ve ben o dehşet anından kurtulmanın rehavetiyle derin bir uykuya dalmış ya da bayılmışım. [1]- İsra, 85 [2]- Ehli Beyt imamlarından (a.s) şöyle rivayet edilir: "Dünya sevgisi bütün günahların kaynağıdır." Bihar-ul Envar, c.70, s.239; c.51, s.258; c.73, s.19, 59, 90, 119; Kâfi, c.2, s.315, 317; Vesail-uş Şia (Âl-ul Beyt) c.16, s.9; Müstedrek-ul Vesail, c.12, s.38, 96 Dünya sevgisi hakkında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Dünya sevgisi bütün günahların anahtarı, bütün hataların başı ve iyi amellerin tümünün yok olmasının sebebidir." Bihar-ul Envar, c.72, s.199 Bazı rivayetlerde ise dünya sevgisi, bir hastalık olarak tanıtılmıştır. Bihar-ul Envar, c.73, s.49, 139 [3]- Bir hadiste şöyle yer almıştır: Resulullah ensardan birine şu tavsiyede bulundu: "Sana ölümü hatırlamayı tavsiye ediyorum; doğrusu ölümü hatırlamak seni dünyaya bağlılıktan koparır." Müstedrek-ul Vesail, c.2, s.103; Vesail-uş Şia, c.2, s.648; Müstedrek-ul Vesail, c.2, s.99 [4]- İki şeyin arasındaki engele "Berzah" denir. İşte bu nedenle dünya ile ahiret arasında yer alan kabir alemine "Berzah alemi" denilmektedir. Berzah alemi, ölümden sonra ruhların intikal ettiği yerdir. "Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir berzah (engel) vardır." Mü'minun, 100 Salih kullar ve iyi amelde bulunanlar, orada, Allah'ın nimetlerinden yararlanacaklardır: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar." Âl-i İmran, 169 Günahkârlar ve çirkin işler yapanlar ise azap içinde olacaklardır:. "Ateş; sabah-akşam, ona sunulurlar." Mü'min, 46 [5]- Resulullah'tan (s.a.a) ve Hz. Ali'den (a.s) nakledilen bir rivayette şöyle geçer: "İnsanlar uykudadırlar; ölünce uyanırlar." Bihar-ul Envar, c.4, s.42; c.6, s.277; c.50, s.134 [6]- Kaf, 22 [7]- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Kabir her gün hal diliyle şöyle der: Ben garip bir evim, korku yurduyum, vahşi ve yırtıcı hayvanlarla doluyum, cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurum!" Bihar-ul Envar, c.6, s.218 [8]- Hud, 114 [9]- Ehli Beyt imamlarından (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Salih ameller, Berzah aleminde ve kıyamette nurlu bir varlık şeklinde insanın yanında yer alacak, sıkıntı ve zorluklarda yardımcısı olacaktır." Bihar-ul Envar, c.6, s.224 ve 225; c.1, s.209; Usul-u Kâfi, c.3, s.232 ve 242 [10]- Emir-ul Müminin Ali (a.s) buyuruyor ki: "İnsanın hayatının son anlarında malları, çocukları ve amelleri gözü önünde canlanır. İnsan, malına dönerek, 'Ben seni çok severdim, seni elde etmek için çok şeyi feda ettim, şimdi ayrılık zamanı gelip çattı, bana nasıl yardımcı olacaksın?' der. Malları, 'Benden ancak kefen miktarınca yararlanabilirsin.' cevabını verir. Çocuklarına dönerek, 'Sizi çok severdim, muhafazanız ve rahatınız hususunda hiç bir kusur etmedim. Şimdi benim için siz ne yapabilirsiniz?' diye sorar. Onlar, 'Biz mezarın başına kadar sana eşlik eder ve gömeriz; ancak bu kadar!' derler. Sonra da kendi amellerine döner ve 'Ben size hiç ilgi duymazdım, bana ağır gelirdiniz; şimdi sizin elinizden ne gelir?' der. Amelleri de, 'Allah'ın huzuruna çıkıncaya dek mezarın, Berzahın ve kıyametin her merhalesinde senin yanında olacağız...' cevabını verir." Bihar-ul Envar, c.6, s.224, h.26 [11]- Ehli Beyt imamlarından (a.s) rivayettir: "Cenaze defnedildikten sonra, Nekir ve Münker isminde, korkunç suratlı iki melek gelerek insana, itikadî meselelerini sorar." İmam Sadık (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder: "...Daha sonra siyah yüzlü Nekir ile Münker gelir. İğneden ipliğe kabri araştırırlar.... Sesleri, şiddetli gök gürültüsünü andırır ve gözleri, parlayan şimşek gibidir. Yüksek bir sesle bağırarak 'Rabbin kimdir, Peygamberin kimdir, dinin nedir, İmamın kimdir...' diye sorarlar." Bihar-ul Envar, c.6, s.215, 225, 237, 261; c.8, s.209; Usul-u Kâfi, c.3, s.236 [12]- Hac, 2 [13]- Bazı hadislerde ölüm sonrası hakkında şu bilgilere yer verilmiştir: "Mezarda, Allah tarafından iki melek gelerek tevhid, peygamberlik, imamet gibi itikadî meseleleri sorarlar. İnsan mümin vasfına sahip olduğu taktirde, Allah'ın lütfüyle ve Resulullah'ın (s.a.a) Ehli Beytini (a.s) vasıta kılarak bu sorulara cevap verebilecek, bunun üzerine mezarı çok güzel bir bahçeye dönüşecek ve cennet nimetlerinden yararlanacaktır; eğer mümin değilse sorgu anında vücudu titreyecek, dili tutulacak ve sonuçta sorulara cevap veremeyecek, bunun üzerine de mezarı ateşle dolacak ve cehennem ateşinde yaşayacak." Bihar-ul Envar, c.6, s.222; Bihar-ul Envar, c.6, s.157, 216, 262; c.8, s.210, 318 ; c.22, s.378; Usul-u Kafi, c.3, s.232-240 [14]- Haşr, 22,23 [15]- Şu ayete işarettir: "Bir zamanlar Rabb'in, meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti. (Melekler) Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın?... dediler." Bakara, 30 Çünkü, dünyada Hz. Adem'den önce yaratılan diğer varlıklar da bozgunculuk çıkarıp kan döküyorlardı. Numune Tefsiri, c.1, s.118 [16]- Bakara, 150 [17]- En'am, 79 [18]- İmam Musa Kâzım'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Kabir aleminde, mümin kula Rabbi, dini, peygamberi ve imamı hakkında sorular sorulur. Doğru cevap verirse, soruyu soran 'Bunları nasıl öğrendin?' diye sorar. O da 'Beni buna yüce Allah -fıtrî olarak- hidayet etti ve sağlam aklî delillerle buldum.' cevabını verir. Bunun üzerine ona, 'Yeni evlenen gelinler gibi rahat uyu.' derler; sonra onun için cennetten bir kapı açılır. Bu sorular kafire sorulduğunda 'Rabbim Allah, dinim İslam ve peygamberim Muhammed'dir.' der. 'Bunu nereden öğrendin?' diye sorulduğunda ise, 'Halkın böyle söylediğini duydum.' der. 'Bunun üzerine sorgu melekleri, ellerindeki ateşli gürzlerini, insanlar ve cinlerin dayanamayacağı bir güçle onun tepesine indirirler. Böylece kıyamete kadar ateşe tutulur kalır." Bihar-ul Envar, c.6, s.263. İmam (a.s) bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur: "Kafire; Rabbi, dini, peygamberi ve imamları hakkında sorulduğunda 'Bilmiyorum!' diyecektir. Bunun üzerine sorgu melekleri: Dünyada itikadî meselelerde şüphe ederdin sen; bugün de şüphe içindesin! Hiçbir şeyi bilmedin ve hidayeti bulamadın!' diyecek ve ateşli gürzleriyle öyle bir vuracaklar ki, doğu da batı da onun feryadıyla dolacaktır." Bihar-ul Envar, c.6, s.221, 263, 264, 276 [19]- Merhum Neraki anlatır: "Bir gün Fahr-i Razi ağlıyordu, ağlama sebebi sorulduğunda dedi ki: Yetmiş yıldır doğruluğuna inandığım bir meselenin bugün yanlış olduğunu anladım; diğer inançlarımın da böyle olmadığı ne malum?" [20]- Bihar-ul Envar, c.8, s.318 devamı da var arkadaşlar .. her bölümünü belirli aralıklarla bu başlığa eklicem
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
09-10-2007, 22:24 | #2 |
Ölümle başlayan yolculuk
7]- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:
"Kabir her gün hal diliyle şöyle der: Ben garip bir evim, korku yurduyum, vahşi ve yırtıcı hayvanlarla doluyum, cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurum!" Bihar-ul Envar, c.6, s.218 ALLAH RAZI OLSUN güzel kardeşim rabbim bizlere ölümün acı olanını vermesin... inş...günahlarımız bağışlanır...ve peygamberimize komşu olan kullardan oluruz... rabbim hakkımızda hayırlı vegüzel olanı versin... dualarda buluşmak dileği ile... |
|