07-29-2010, 03:47 | #1 |
Oral Çalışlar - Statükocuları Anlıyorum, Onlar 'Hayır' Desinler...
Oral Çalışlar
Statükocuları anlıyorum, onlar 'hayır' desinler... Anayasa değişikliği paketinin Meclis’e geldiği günlerdeki havayı, statükonun nasıl ayağa kalktığını hatırlıyor musunuz? 12 Eylül Anayasasının bazı maddeleri daha önce değişti, yani bu ilk değişiklik paketi değil, ancak bu kez statüko öfkeli... Çünkü, bu kez gündeme gelen değişiklikler, rejimin yüksek yargı yoluyla kurduğu hegemonyayı hedef alan nitelikteler. Deniz Baykal, “O üç maddeyi ortak paketten çıkarın, biz de destek verelim” diyerek, rejimin hegemonyasının zayıflamasından duyduğu korkuyu açıkça ortaya koymuştu. O üç madde, yaşanan gürültünün asıl sebebiydi. AK Parti içindeki milliyetçi çekirdek de bu üç madde konusunda büyük oranda negatif bir yaklaşım sergiliyor ve özellikle de parti kapatma davalarını Meclis’in iznine bağlayan maddeye karşı çıkıyordu. Yargıtay Başsavcısı’nın bir parti hakkında kapatma davası açabilmesini Meclis’in iznine bağlayan madde, AK Parti içindeki direnişin de etkisiyle referanduma gidecek yeterli oyu alamadığı için taslaktan düştü. Bu maddede öngörülenler şunlardı: Meclis’te grubu bulunan her partinin 5 üyeyle katılacağı bir komisyon kurulacaktı. Bu komisyonun üye tam sayısının üçte ikisi kapatma davasının açılmasına ‘evet’ derse dava açılabilecekti. (Bunu günümüz Meclis’ine uyarladığımızda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Mecliste grubu bulunan 4 parti 5’er üyeyle katılınca 20 üyeli bir komisyon ortaya çıkıyor. 14 üye ‘evet’ demedikçe kapatma davası açılamayacağı için en az üç partinin ittifakı gerekiyor. AK Parti içindeki milliyetçi çekirdek, bu durumda BDP’nin kapatılamayacağını da hesaba katarak, bu maddeye oy vermedi.) İkinci tartışmalı madde Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi... Daha önce 11 üyeden oluşan mahkemedeki üye sayısı bu değişiklikle birlikte 17’ye çıkacak. Bu 17 üyenin yalnızca 4’ünü Cumhurbaşkanı resen seçecek(daha önce de bu sayı 3’tü). Gerisi, değişik üst yargı kurumlarının önerileri arasından, 3’ü Meclis, 10’u da Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Bu seçimlerin sonucunda ortaya çıkacak üye kompozisyonu, eskiden olduğu gibi, büyük oranda, yargı kurumlarının belirlediği isimlerden oluşacak. En önemli değişikliklerden biri de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda. Daha önce yalnızca Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçtiği 5 kişi ve onlara ilaveten Adalet Bakanı ve Müsteşarı’ndan oluşan bu 7 kişilik kurulun üye sayısı 21’e çıkıyor. Bunların yalnızca 4’ünü Cumhurbaşkanı resen atıyor. 10 üyeyi Türkiye’nin tüm idari ve adli yargı mensupları birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından seçiyor. Geri kalan 7 üyeyi de yüksek yargı mensupları belirliyor. Yani, bu sistemin yürürlüğe girmesi durumunda, üyelerin yarısına yakını ülkenin bütün hâkimleri ve savcılarınca seçilecek... Bu da, ‘seçimin tabana yayılması’ anlamına geliyor. Bu iki değişiklik, cumhurbaşkanın seçme yetkisini küçük bir oranda artırmakla birlikte; esas olarak, kurullardaki yüksek yargı hegemonyasını zayıflatmayı ve bütün yargıçların ve savcıların seçime katıldığı bir sistemi egemen kılmayı amaçlıyor. *** Bu ‘gürültü koparan’ maddelerin yanısıra; memurların sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı, yurtdışına çıkışın ancak mahkeme kararıyla sınırlandırılabilmesi, kamu denetçiliği sistemiyle işyerlerinde eşitsizliğin her açıdan denetime tabi olması, kapatılan partinin üyesininin milletvekilliği düşmeyeceği (Ahmet Türk ve Aysal Tuğluk’a geri dönme hakkı), meslekten ihraç edilen savcılar ve hâkimlerin yargıya gidebilemeleri (Şemdinli savcısına dönme hakkı), ordudan çıkarılanların yargıya başvurabilmeleri, 12 Eylülcülere dava açabilmeleri, askerlere sivil yargı yolunun açılması gibi çeşitli değişiklikler, paketin kapsamı içinde. Maddelere tekrar tekrar bakıyorum, 12 Eylülcü vesayet rejiminin kırılması, otoriter devlet kültürünün esnetilmesi, bireysel hakların güçlendirilmesi vb. açısından ciddiye almamak gibi bir lükse sahip olmadığımız noktalar görüyorum. Özellikle de, yüksek yargının 12 Eylülcü sistemi korumaya yönelik mekanizmalarının bir ölçüde de olsa etkisizleştirilmesi, kesinlikle küçümsenemeyecek bir adım. 12 Eylülcü sistemin acısını çekmiş kesimleri belli bir oranda rahatlatması gereken bir değişim paketiyle karşı karşıya olduğumuz kanaatindeyim.. Statükonun bu değişikliklere gösterdiği direnç normal. Ancak, 12 Eylülcü sistemden zarar gören, yıllardır 12 Eylül anayasasından şikâyet eden bazı kesimlerin (değişiklik paketinin AK Parti tarafından gündeme getirilmesi nedeniyle) referanduma karşı çıkmaları gerçekten dramatik ve derinlemesine analiz gerektiren bir durum... *** ‘Anayasa bütünüyle değişsin, yoksa hayır’ diyenler üzerine de birkaç şey söylemekte yarar var... Türkiye’deki baskıcı, anti-demokratik sistemin bugünden yarına değişmesinin, ülkemizin eşitlikler ve özgürlükler konusunda en hızlı şekilde daha normal standartlara ulaşmasının özlemini duyanları anlıyorum... Bu özlem benim içimde de var. Ancak, köklü değişimler (özellikle de bu ülkede) bir günde gerçekleşen şeyler değillerdir... Bu değişiklik paketi, belki bir sıçrama olarak tanımlanmayı hak etse de, elbette ki yeterli değil. Önümüzde daha uzun bir yol var. Kalıcı izler bırakacak önemde olan bu dönemeci, tek bir siyasi partiye muhalefet çerçevesiyle sınırlı şekilde okumak, en hafif ifadeyle ‘vizyon yoksunluğu’dur. Tabii, özlemini çektiğimiz derinlikte bir toplumsal ve kültürel değişim yaşayabilmemiz için, bu değişikliğin başka toplumsal projelerle desteklenmesi şart. Kürtler, Aleviler, emekçiler, çalışanlar, dindarlar, gayrimüslim azınlıklar, kadınlar, bir anlamda bütün ‘ötekiler’, 12 Eylül 1980’in çizdiği çerçevenin dışında bir yaşam kurma ve ‘değişim’i daha ileriye taşıma özlemiyle yollarına, kavgalarına devam ederlerse, önümüzde gerçekten de yeni bir vizyon ve yeni bir ufuk açılabilir... Radikal 18.07.2010
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|