![]() |
#1 |
![]() Uzun gibi görünüyor ama çok akıcı ve ilginç bir konu. Tamamını okumanızı tavsiye edebilirim. İlk bölüm röportajlar şeklinde. İkinci bölümde ise üç tane seçtiğim köşe yazısına yer verdim. Hadi iyi okumalar. =) ![]() Televizyonlarda Mısır uzmanı diye boy gösteren birçok ismin hiç Mısır'a gitmediğini ve Arapça bilmediğini biliyor muydunuz? Türk basınında yer alan haber ve fotoğrafların birçoğunun yabancı kaynaklı olduğunu... Ya da Mısır'da tek bürosu olan gazetenin Zaman olduğunu... Ortadoğu'da söz sahibi olma iddiası taşıyan Türkiye'de medya, diplomasi ve üniversiteler bölgeyle ne kadar ilgili, uzmanlara sorduk. Akif Emre, Yeni Şafak Gazetesi: Türkiye, bunca yıl kendi tarihi, kültürel ve coğrafi bölgesine yabancılaşarak kendi varlığını inşa etmeye çalıştı. Ortadoğu üzerinden atmaya çalışığı bir tarihi kültürü temsil ediyordu çünkü. Bu nedenle Batı aynasından baktı bölgeye, sadece Araplara değil tüm İslam dünyasına... Şimdi yeni söylem "Ortado-ğu'nun tapusu bizde." diyor ama bırakın Arapça bile uzmanları, bu tapuları çözecek entelijansiya yok. Osmanlı arşivine girebilecek kaç tane aydın var? Türkiye sömürge altında yaşamadı ama kültürel olarak kendi kendini sömürgeleştirmiş benzeri olmayan örnektir. Serpil Açıkalın, USAK Ortadoğu Uzmanı: Maalesef Arapça bilen uzman çok az bizde. Hem medyada hem üniversitelerde hem diplomaside bunun sıkıntısı çekiliyor. Arapça her okulda öğretilmiyor İngilizce gibi. Bugüne kadar bizde dini amaçla öğrenilen bir dil olarak görüldü. 11 Eylül sonrası Arapça bilmek daha çok gündeme geldi. Amerika için de böyle Avrupa için de. Arapça zor bir dil. Öğrenmen için ciddi çaba gerekiyor. Bir de İngilizce kaynakların yeterli olacağı düşüncesi hakimdi. Ortadoğu'daki gelişmeleri biz Batılıların gözüyle takip etmek zorunda kalıyoruz. Yorumlar da ona göre şekilleniyor. Türk medyasında daha çok çeviri haberler yer aldı. Onlar da düzgün çeviriler değildi. Ama bir açılım yapılmaya çalışılıyor bu konuda. TRT Arapça güzel bir adım ama kanalın birçok eksiği var. Kanal için eleman aradıklarını da biliyorum. Abdülhamit Bilici, Zaman: Biz uzun bir dönem Batı'da belirlenmiş politikaları ezber eden bir ülke konumundaydık. Soğuk savaşın etkisi vardı bunda. Özgün politikalar geliştirme ihtiyacı hissetmediğimiz için gerekli altyapıyı kuramadık. Bölge dillerini bilen diplomat yetişmedi, medya kendini yönlendirmedi. Şimdi bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Türkiye, geçmişe göre büyük atılım içinde. Dış politikasını kendisi belirlemeye çalışıyor. Büyük hayalleri var. Fakat şu anda hem üniversitelerde hem medyada hem de diplomasi alanında destek unsurların zayıf olduğunu görüyoruz. Yakın tarihe kadar Yaşar Yakış büyükelçi düzeyinde Arapça bilen tek diplomattı. İngilizce, Fransızca, Almanca gibi diller dışında diplomatların dil öğrenmesi yeni teşvik ediliyor. İdeallerle altyapımız arasında ciddi bir uçurum var. Bunu batılılar açıkça söylüyorlar. "Küresel düzeni kuracak ülke olacağız" dediğiniz zaman "Arapça bilen kaç diplomatınız var. Kaç Ortadoğu enstitünüz var. Bu dünyaya hitap eden kaç yayınınız var?" diyorlar. Doğudan dil öğretmedik. Bunun nedenleri arasında Cumhuriyet'in kuruluşundan gelen bir durum da var. Ortadoğu'yu, geçmişi, İslam'ı hatırlatan şeylere karşı da mesafeli duruldu. Doç. Dr. Gökhan Bacık: Ne Arapça'yı ne de bölgeyi iyi bilen insanlar var ülkemizde. Bunun iki temel sebebi var. Birincisi siyasal sistem. İkincisi de toplumsal kültür. Biz Türkiye'yi dünyanın merkezinde varsaydığımız için dış dünyaya pek ilgimiz yok. Medyada Türkiye'nin içinde olmadığı dış haberler yayınlanmıyor. Medya için dış haber Türkiye'nin dahil olduğu ikili ilişkiler, AB filan demek. Bunun doğal bir parçası olarak dış olaylar savaş ya da zafer gibi algılanıyor bizde. Bu sakıncalı bir durum. Ama ümitsiz olmaya gerek yok. Devlet kendini toparlamaya başladı. TRT Arapça kanal açtı. Afrika'da yeni büyükelçilikler açılıyor. Bir toplumda dış politikaya ilgi demokratikleşme göstergesidir. Türk toplumunda çok az insan dış politikayla ilgili. Dünyada olan biteni Türkiye merkezli okumaktan vazgeçmeliyiz. Tamamı İçin: http://zaman.com.tr/haber.do?haberno...rsinden-kaldik ۞۞۞۞۞ ![]() Işın Eliçin: Doğulu olduğumu Bağdat'ta fark ettim Işın Eliçin, Mısır'daki gelişmeleri en iyi yansıtan televizyoncu olarak öne çıktı. TRT Türk'te yaptığı "Gazeteci Gözüyle" programı bölgede olup biteni daha iyi anlamamıza yardımcı oldu. Uzun yıllar NTV'de çalışan Işın Eliçin ile Ortadoğu'ya ilgisini ve medyayı konuştuk. Ortadoğu'yu bu kadar yakından takip ettiğinizi bilmiyorduk. İlginiz ne zaman başladı? 1997 yılında Londra'da BBC Dünya Servisi Türkçe bölümünde çalıştım. Ortadoğu'ya ilgimin başlaması, bu döneme rastlar. 2000'de NTV'de çalışırken Ariel Şaron'un iktidara geldiği seçimleri izlemek üzere Kudüs'e gittim. Oradan Gazze'ye geçip Yaser Arafat'la görüştüm. O zamana kadar daha çok Batı kaynaklı okuduğum bölgeyi yerinde keşfettim. Bu, bölgeyle birinci temasım oldu. Irak Savaşı'ndan dört ay evvel Bağdat'a gittim. Hayatta en sevdiğim kentin Bağdat olduğunu belirteyim. Bağdat'ta Doğulu olduğumu fark ettim. Doğu'ya ait hissettim kendimi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum. Anadolu lisesi çıkışlıyım. Yani hep Batı'ya dönük oldu yüzüm, eğitimim. Bağdat'ta sizi Doğu'ya ait hissetmenizi sağlayan neydi? Irak'a gittiğim zaman Ramazan ayıydı. Oruç tutmuyorum ama orada hiç yemek yemedim. İnsanların orucunu açmasını bekledim. Çünkü o insanlarla kendimi bir hissettim. Hikâyelerini kendime yakın buldum. Medya dünyasında fark edilmem Irak Savaşı'nda oldu. Nasıl şimdi Mısır'ı yakından anlatma çabası içerisindeysem o zaman da Irak'ta olan biteni anlatma çabasındaydım. Mısır'la ilgili haberlerde en iyilerden biriydi TRT Türk. Mısır'la ilgili gelişmeleri hep yabancı ajansların haberleriyle duyurdu medyamız. Bu uzaklığa ne diyorsunuz? Biz yıllarca kendimizi Batı'ya beğendirmeye çalıştık; köklerimizden, Doğu'dan koparıldık. Dedemizden kalma Osmanlıca mektubu okuyamıyoruz. Mahalle çeşmesindeki yazıları okuyanımız yok. Çok acıklı durumumuz. Irak'ta kaldıktan sonra 'Batı bu bölgenin hikâyesini doğru anlatmıyor, yanlış yargılamamıza yol açıyor' fikrine vardım ve Osmanlıca dersi aldım. Matbu metni okuyacak kadar öğrendim. Farsça öğrenme çabam da oldu. Çalışma tempomdan dolayı fazla ilerletemedim. O eksikliği her zaman duyuyorum. Medyada da bu eksikliği görüyorum. Mısır'la, Ortadoğu'yla coğrafi yakınlığımız var. Din, kültür, tarih birlikteliğimiz var. Medya olarak niye bu kadar uzak düştük? Bunun birçok nedeni var. Birincisi bizde medya dış haberleri küçümsüyor. Çeviri bürosu gibi çalışıyor dış haberler servisleri. İnsana yatırım yok. Alana muhabir göndermiyorlar. Gazetecilik muhabirle olur, o eksik. Dil bilen yok. Sen para verip göndermezsen İsrail devleti her yıl televizyoncuları ülkesine götürüyor. Siz de İsrail'in misafiri olarak oraya gittiğiniz zaman bölgeyle ilişkiniz farklı kurulur. Ama son yıllarda bölgeye ilgide artış var. Muhafazakâr kesimin medyada sesinin çoğalması iyi oldu. Orada Arapça bilen birçok arkadaş var. Bölgeyi daha yakın takip ediyorlar. Ama onlar da yanlı bakıyor şimdilik. İktidarın dışpolitika hızına medyamız tam yetişemedi henüz. Televizyonlara çıkıp Mısır üzerine konuşan 'uzman'ları nasıl buldunuz? Mısır üzerinde konuşan, Mısır'a gitmemiş olabilir, Arapça da bilmeyebilir. Ama bölgeyi iyi takip ediyor olmaları gerekirdi. Bölgeyle ilgili genelde yuvarlak laflar edildi. Herkes kendi dünya görüşüne uygun yorumlar yaptı. Dinamikleri anlamaya çalışan birçok kaynağa ulaşıp yorum yapan çok azdı. Ortadoğu Türkiye'yi takip ediyor mu? Çok yakından takip ediyorlar. Başbakan Erdoğan'ın söyledikleri büyük ilgi görüyor. Türkiye, despotik rejimden demokrasiye evrilmek isteyen ülkelerin merakla takip ettiği bir ülke. Medyamız çok erkekçi... "Televizyonların ana haber sunumlarını sevmiyorum. Yeni isimler çıkarıyorlar. Ekran görüntüsü çok iyi ama Hamas'a, 'İran'ın desteklediği' diyebiliyor. Gençlerin kendini yetiştirmesi gerekiyor. Bir de ana haber sunan eski kuşaklar var. Yakışıklı sayılmazlar. Sunuculuk için kadınların illa güzel olması gerekiyor da, erkeklerde niye böyle standart yok? O zaman güzel olmayan yaşlı kadınları da çıkarsınlar. Ama yapmıyorlar. Çifte standart var. Çok erkekçi bir medya yapımız var." Tamamı İçin: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1092142 ۞۞۞۞۞
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() KADROLU UZMANLAR
Hangi dünya kupasıydı tam hatırlamıyorum. Lakin TRT spikeri ısrarla 'Şubeir' diyordu Suudi Arabistanlı bir oyuncuya. Oysa bildiğimiz Zübeyr'di futbolcunun ismi. Daha önce yine bir kez dile getirmiştim. Körfez Harbi yıllarında başlayan simültane habercilik günlerinde antenleri direkt CNN International'a çevirip oradan aldığı haberi üzerimize boca eden Türk kanalları namaz kılan Saddam Hüseyin görüntülerinin üzerine, 'Saddam eğiliyor, Saddam doğruluyor, Saddam galiba ibadet ediyor' gibi tarihi komedilere imza atmışlardı. Tabii devir değişti... Köprünün altından çok yayınlar aktı. Şimdi bir dolu tematik kanal var. Ve takdir edersiniz ki her kanala yetecek kadar uzmanımız yok. Bu nedenle dönüşümlü olarak nöbetçi uzman kadrosu bulunduruyor haber istasyonları. Durum o kadar orijinal bir boyuta ulaştı ki, bir kadrolu uzman katıldığı canlı yayında, 'Acelem var, başka kanala da çıkacağım' diyebiliyor. Aynı kadrolu uzmanı aynı akşam üç ayrı kanalda görebiliyoruz. Yılın belli dönemleri sezonluk olarak ekrana çıkan uzmanları eskiden beri biliyoruz. Mehmet Öz Sezonu diye bir şey var mesela. Bahar gelip börtü böcek ortaya çıkıp, ayvalar çiçek açınca gelir yurtdışındaki bizi gururla temsil eden bilim adamımız. Sonra her Ramazan ekrana çıkartılanları biliyorsunuz. İsmi lazım değil bazılarının bu sezon için önceden hazırlık yaptığını, saçlarını filan boyattığını da duymuştuk. Başörtülü yazar-çizer arkadaşlarımız ise İslam ile ilgili hangi konu olursa olsun uzman sayıldıklarından onlara her tür soru sormak serbesttir. Örneğin miras hukuku da sorulur, kadına şiddet de... Enteresan olan, bu profesyonel yorumcuların normalmiş gibi hiç yadırgamadan bu sorulara cevap yetiştirmeye çalışmalarıdır. Bir süreden beri Mısır'da tarihi bir kıyam oluyor biliyorsunuz. Mısır halkı her gün meydanlara dökülüp, onlarca yıllık diktatörlüğe son vermek adına bir hareket başlattı. Ve doğal olarak Türk kamuoyu ilgisini Mısır'a yöneltti. Bir şeyi öğrenip, ikinci şeyi pekiştirdik Mısır olayları sayesinde. Birincisi Türk haber kanallarının aslında 'geyik muhabbeti'nden çok da başka olmayan durumları. El Cezire televizyon haberciliği nasıl yapılır dersi verdi adeta bize. Canlı yayınları, ciddi üslubu ve yayın formatı ile... İkincisi ise her ne kadar sayısal anlamda çok görünse bile ülkemizde 'uzman gazetecilik' alanında ciddi gedikler olduğu. Zaman Pazar'da Murat Tokay'ın bu konudaki haberini okumadıysanız internetten bulup okumanızı salık veririm. Mısır'ı, Arap dünyasını sadece teorik anlamda Batılı kaynaklardan bilen uzmanlar ile 30 yıl öncesinden kalma köhne analizleri güncel diye yutturmaya çalışan iptidai düşüncelerin cirit attığı ekranlardan beslenen Türk kamuoyunun bahtsızlığını bu haberden okuyun. İşin 'İdeolojik cımbızlama' yönü bir yana Türk dış politikası ve Türk medyasının dış haberciliği ciddi anlamda kendini sorgulama, diye düşünmekteyim. Ekranın üstünde yazan 'Alexandria' yazısını 'Orası nere?' diye yanındakine soran dış haberler uzmanı insanlar gördük ekranlarda. İskenderiye'yi onlar bilmeyecek de, biz sıradan insanlar mı bileceğiz? El Cezire'nin ülkemizdeki Cine 5'i satın aldığı ve Türkçe yayınlara buradan başlayacağı söyleniyor. Satın alınma gerçekleşti mi bilmem, lakin taşıma su ile değirmen dönmüyor. Hele haber değirmeni hiç! [email protected] ۞۞۞۞۞ KOŞ HÜSNÜ KOŞ! Başlığa bakıp da, geçen gün yazdığım yazıyı kendim tekzip edeceğimi düşünen varsa yanılacak. Zira bu yazı Mısır'da olup bitenleri analiz eden bir vaatte bulunmuyor okura. İşin o yönünü elbette bölgenin ve uluslararası politikanın uzmanlarına bırakıyoruz. Bu yazıda yazarın, Mısır'a bakıp kendi ülkesiyle ilgili yaptığı çıkarımları okuyabilirsiniz ancak. Bu nedenle önce kısa bir özet geçmek lazım zannedersem. Malum; Tunus ile başlayan ve böyle giderse tüm Ortadoğu, kısmen Afrika ve Arap ülkelerini saran özgürlük ateşi yaklaşık bir aydır Mısır'ı tutuşturmuş durumda. Bir uzman büyüğümüzün dediği gibi Tunus bir tsunamiye dönüştü ve oldu 'Tunusami!' Özgürlük ateşinin yıllardır ezilen, horlanan halkları sarması, elbette bu bölgeleri yıllardır ezip, horlayan tiranları da tutuşturdu. Gelin görün ki bunların arasından en pişkini çıktı Hüsnü Mübarek. Günlerdir, haftalardır milyonlarca insanın meydanlarda açıkça kendisini istemediğini bile bile, bir tür anlamazdan gelmeye vurarak işi, halen yapıştığı tiranlık koltuğunu bırakmaya niyetli görünmüyor. Bu satırları kaleme alırken Mısır halkı yine meydanlardaydı, Mübarek ve yancısı ise bir tür -affedersiniz- 'salağı' oynayarak sanki bunca zulmü, sömürüyü kendileri yapmamış gibi, halklarına özgürlük vaat ediyorlardı. Bana ilginç gelen ise, ülkemizdeki medyanın başta Tunus olmak üzere Ortadoğu'yu algılayış biçimi. Düne kadar Türk Dışişleri'ni 'eksen kayması' ile suçlayıp bu bölgelere gösterilen ilgiyi malayani bulan medya, bakışındaki algı çarpıklığını yayınlarında da gösterdi maalesef. Varlıklarını Anadolu insanına düşmanlığa adayan marjinaller değil kastettiğim. Onlar, ne yaşanırsa yaşansın farklı algılayacaklar, zira varlıklarını bu karşıtlığa borçlular. Benim bahsettiğim, sair olaylarda akl-ı selim ile bakmayı becerebilen kesim. Bu güruh olayları başından beri yanlış okuduğu gibi, okur ve izleyicilerine de yanlış yansıttı. Kasıtlı olduğunu düşünmediğim bu marazi durumun en güzel göstergesi El Cezire yayınları. Yakın zamana kadar, ülke medyamız tarafından küçümsenip, dudak bükülen bu medya organı, Mısır ile ilgili yayınlarıyla neredeyse tüm dünyada bir numara oldu. (Bu arada El Cezire'nin Cine5 ile anlaşamadığını bunun yerine TV Net'i aldığını duydum. Birkaç aya kadar yayına geçeceklermiş, bilgilerinize) Sayıları neredeyse 10'u bulan haber kanallarımız, çok daha fazla sayıda ulusal gazetelerimiz var. İletişimin bu kadar gelişip, ucuzlayıp, kolaylaştığı bir dönemde haber kanalları her akşam üç-beş kadrolu yorumcuyu oturtup, 'şurdan-burdan' geyiği yapıp, çoklukla yumurta tokuştururken gerçek haberciliği El Cezire'ye bırakmak zorunda kaldı. Elbette hepsi için geçerli değil bu eleştirim. İşlerini hakkıyla yapma çabasında olan haberciler ve kanalları yok saymak büyük haksızlık olur. Ancak yönetim anlayışı ile ülkemizden neredeyse 50 yıl geride olduğu bu kadar bariz iken, günümüz ülke yönetimi ile paralellik kurmayı habercilik zannedenler de sadece tebessüm ettirmemeli bizi. Üstelik sıkıntı sadece bu kadar de değil ne yazık ki! Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler büyüyüp netleştikçe, başlarda meseleye romantik bakan bir kısım medya yavaş yavaş homurdanmaya, 'Oralara şeriat geliyor' filan demeye başladı. Salt bu yüzden açıkça, Mübarek rejiminin kalması gerektiğini söyleyenler bile çıktı bahsini ettiğim medyada. Bu kişiler sen, ben değil üstelik; titri, bir çuval unvanı, bazıları cicili bicili görüntüsü olan akademisyenler, uzmanlar! Şüphesiz bu zevattan aklı başında ve vicdanlı bakış açısı, yorum bekleyecek kadar saf beklentilerle dolu değiliz. Lakin hiç olmazsa Forest Gump filmini koysalar yayına da, ara ara bağırıp 'Run Forest Run' diyebilsek! [email protected] ۞۞۞۞۞ |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() TIPTAN ANLAYAN ARKADAŞLAR
Türk televizyonlarında Mısır olayları hakkında yorum yapan yerli uzmanlarımızı dinliyorum, dinliyorum bir şey anlamıyorum; Mısır hakkında konuşurken yan gözle ekrandaki Tahrir Meydanı görüntülerini seyrederek tam o esnada oradan birtakım mânâlar, ilhamlar ve bilgiler çıkardıklarına hükmediyorum. Sonra oturup düşünüyorum... "Yahu" diyorum, "Bu arkadaşlar kendi toplumları hakkında ne kadar sahih bilgiye sahipler ki, Mısır hakkında uzmanlık bilgileri olabilsin?" Türkiye'de basın erbabının neredeyse yarıdan fazlası darbeci takımına alkış tutarken, hukuk devletini diri tutmak için çabalayan cenahı yerden yere vuran, ülkeyi diktaya götürmekle suçlayan bir dünya görüşünü savunuyor; hatta bunlardan bazıları Tunus'tan sonra ayaklanmalar Mısır'a sirâyet ettiğinde, "Bizde de olur mu acaba; keşke olsa, nerede o günler!" diye kendilerini galeyana getirmişlerdi de biz kenara çekilip kıs kıs gülmüştük. Şimdi de ekran başında Tahrir Meydanı görüntülerini seyredip Mısır ordusunda yaşanan saatlik gelişmeler hakkında "Estek olur, köstek olmaz!" diye bilgiçlik etmezler mi? Bunların kısm-ı âzâmı Arapça bilmedikleri gibi, Arabî isim ve kelimelerin telâffuzunu da bilmeyen takımındandır. Batılılar kolay ve doğru telaffuz etsin diye icat edilen transkripsiyon yazılışını sahici zanneder, Tarık'a "Tareek", Hüsnü'ye "Hosni", Emin'e "Amin", Kadir'e "Kader" (Zavallı Abdulkadir Keita'nın adını doğru okuyabilen bir sunucu yetiştiremedik ona yanarım el'an!) der dururlar. Gelelim Mısır'da ne olup bittiğine... Bu hususta size uzmanlık bilgisini sunamayacağım için beni hoşgörünüz. Mısır'a hiç gitmedim, Arapça bilmem, dış politikadan da pek anlamam; sadece şunu söyleyebilirim: Zulmün binası pâyidar olmaz efendiler; Allah imhâl eder fakat ihmâl etmez! Kadim Mısır çok Firavun gördü; içlerinde ilahlık dâvâsına kalkışanlar da vardı. Hazreti Musa'ya iman ederek secdeye kapanan sihirbazlarının davranışından çılgına dönen Firavun şöyle demişti meselâ: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi!" Bu neviden tekebbüre bir başka misâl Nemrud'a ait olanıdır: "Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim diriltir ve öldürür' demişti; o da: 'Ben de öldürür ve diriltirim' demişti..." Tarihin aktörleri zamanla değişiyor ama insanın ana eğilimleri doğrusuyla-yanlışıyla aynı kalıyor: Nemrud, Firavun, Hâmân çoktan yeryüzünden silindiler fakat onların devamı niteliğindeki ikinci el yan sanayi ürünleri hiçbir zaman eksik olmadı; elbette Mûsâlar, İbrahimler, Sâlihler ve Hârunlar (as) da öyle. Olduğu olacağı şudur: Uzun vadede Firavunlar kaybeder, Mûsalar kazanır. Diyeceksiniz ki, "Hani Mısır uzmanı değildin, hani dış siyasetten anlamazdın?" Diyorum ki, "Evet, aynen öyle, fakat tıptan anlayan arkadaşlarım var!" "Ne demek o; bize de anlat" diye sual ederseniz anlatayım. Bizim arkadaşlardan biri, bir mecliste tıbbî bir konu hakkında hayli uzmanca, âkılâne lâflar ediyormuş. Dinleyenlerden biri demiş ki, "Efendim siz doktor musunuz? "Hayır" demiş bizim arkadaş, "Doktor değilim fakat tıptan anlayan arkadaşlarım var!" Mısır konusunda gazetemiz yazarlarından Kerim Balcı'nın kaleme aldığı iki yazıya getireceğim sözü; ilki, 20 Ocak tarihinde "Mısır'da hakikaten bir halk ayaklanması var mı?" başlıklı yazı, ikincisi dün yayımlanan "Mısır ordusu ve askerin sabrı". Demeye getiriyorum ki, Evet Mısır'da ne olup bittiğini bilmem ama işten anlayan arkadaşlarımız var çok şükür!" [email protected] |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Bu da güzel.
Murtazak! Aşağıda okuyacağınız mektubu, bir nevi "okuyucu yorumu" sayabilirsiniz. Yurtdışındaki okullarda yıllarca eğitimcilik yapan tanımadığım bir kardeşimin mektubu; "fark anlaşılsın" diye yayınlıyorum. "Şahid olduğumuz Arab isyanları kendi coğrafyamızda olup bitenleri hâlâ Batı süzgecinden geçirdiğimizi bir kez daha ortaya koydu. İsyanın Mısır günlerinde Mübarek konuşurken biz, El-Cezire'de orijinal şeklini izlerdik. Bendeniz; Mübarek, Clinton, Obama hatta biraz Putin gibi liderlerin anadillerinde yaptıkları konuşmaları tercümansız anlama gibi bir bahtiyarlığa eriştirildim. Mübarek'in son konuşması esnasında ilk cümlelerden sonra gitmeyeceğini hemen anladım. O esnada Tahrir Meydanı'ndaki halk da anlamış olmalı ki canlı yayında 'irhal irhal' 'git git' diye protestoya başladılar. Diğer kanallar ne diyor diye bizim kanallara yöneldim: Birkaç güzide haber kanalımız 'Aaa bak halk sevinç gösterisi yapmaya başladı' diye anons etmez mi? Tabii kendi halimde bir Ortadoğu takipçisi olduğum için bu hüsranımı kimse ile paylaşamadım. Mısır isyanı Arapça ve onun önemini bir kez daha ortaya koydu. Bu sırada Arapça'laşmış Türkçe kelimelere de şahid olduk. Baltacı meselâ. Anlamı malum: Çapulcu ve iktidar uşağı demek. Şimdi bu isyanlar en şiddetli haliyle Libya'da devam ediyor. Burada karşımıza çıkan kelime ise 'Murtazak'. Şimdi biraz dil dersi yapalım ve murtazak ne anlama geliyor izah edelim. Tabii ki bu kelimeyle ilgili olarak başımdan geçen bir ilginç olayı sona saklamak şartı ile. Murtazak 'Rızk' aslından türemiştir. Rızk kök fiilini iftial babına-kipine soktuğunuzda irtizak olur; yani rızıklanmak, geçinmek, rızkını bir şeyle temin etmek. Buradan ismi fail kipine sokarsanız 'Murtazık' yani rızık veren olur. Elbette rızkı veren evveli emirde Cenâb-ı Hak'dır. Sebebler planında o rızkı dağıtan, yani tablacı hükmünde olanlar ise her anlamda patronlar, iş sahipleri vs'dir. İşte murtazak, 'Rızık veren' anlamındaki murtazık kelimesinin edilgen halidir. Öyle ise anlamı ne olur: Rızıklanan! Konuşma dilinde ise Murtazak'ın birinci anlamı çok mâlum olduğundan ikinci anlama, yani uşak, eleman, paralı asker, birinin adamı, kapı kulu, casus, hain vs. gibi şeylere gönderme yapmak için tercih edilir. Libya'ya dönecek olursak, El-Cezire'ye göre, Kaddafi kendi halkına karşı Nijer, Nijerya, Çad, Gine gibi ülkelerden 'Murtazak' istihdam etmekte, kendi halkından polis, asker kendi halkına ateş açmakta tereddüd eder diye başka halklardan murtazakları piyasaya sürmektedir. Eylemcilerle yapılan telefon görüşmelerinde pek çok murtazak esir aldıkları ifade ediliyor. Afrika'da çalıştığım yıllarda Kaddafi'nin kendi halkınca tutulduğunu, sembol lider olarak görüldüğüne bizzat şahit oldum: Kuran kursu, Arapça eğitimi, İslami okullar hep Kaddafi tarafından destekleniyordu. Çalıştığım kurumdaki müdür yardımcımız ise Kaddafi'ye toz kondurmazdı. Maaşını bizden almasına rağmen Kaddafi der başka bir şey demezdi; dolayısıyla bu isyanda Afrikalı murtazaklar bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Gelelim başımdan geçen olaya... On sene kadar önce Yemen'deyim. Arab kardeşlerimizden çalışanlarımız vardı. Biraz Arapça bildiğimizden onlarla bazen Arapça latifeleştiğimiz olurdu. Yukarıdaki tarife göre biz hasbelkader murtazık (tablacı anlamında) idik; çünkü hem bizzat çalışıyor hem de insan istihdam ediyorduk. Çalışanların işi aksatması halinde personelinizi ciddi ya da şaka ile karışık uyarmak zorundaydım. Bir gün Arapça öğretmeni ile lisân-ı Arabî üzre şakalaşmaya başladık; bakalım kim pes edecekti? -İşlerinizi iyi yapın, yoksa sözleşmenizi yenilemem ha! Cevap: 'El rızku alellah' Rızık Allah'tan... 'Ente la tertazik. Nahnu nartazik minallah!' Yani, rızkı sen vermiyorsun bizi Allah rızıklandırıyor. Elbette dedikleri doğru. Biz tablacıyız, rızkı veren O. Murtazak deyince genelde ikinci anlam yaygındır. Ben de taşı gediğine koydum, kelimenin ikinci anlamını kastederek: 'Hel ente murtazak?' Sen murtazak mısın? Dondu kaldı, sadece 'Sen kazandın' dedi." [email protected] 23 Şubat 2011, Çarşamba |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|