04-26-2014, 16:16 | #1 |
Osman Can - Tarihi Iskalamış Bir Konuşma
Osman Can
Tarihi ıskalamış bir konuşma Transformasyon dönemlerinin kaderi bu galiba. Bir tarihi geride bırakmak üzere yola revan olurken, her köşe başından eskiye ait figürler, eylemler ve söylemler karşınıza çıkar. Aslında hiçbir şeyin değişmediğini “eski güzel günlerin” devam ettiğini anlatmaya veya hissettirmeye çalışırlar. Kâbus gördürür. Ama eninde sonunda “kâbusmuş” der, yolunuza devam edersiniz. Türkiye toplumu tarihsel süreçlerden geçiyor. Yüz yıllık vesayet döneminin yarattığı yıkımları temizliyor. Bu dönem egemenlerinin yol açtığı tüm yaraları sarmaya başlıyor. Katliamlar, asimilasyonlar, inkârlar, yaşam tarzına müdahaleler, istiklâl mahkemeleri terörü, şapka kanununa muhalefet nedeniyle yüzlerce idam ve daha nice insanlık dışı eylemlerin gölgelediği bir tarihle yüzleşme yaşanıyor. Kimlikler üzerindeki baskılar sona eriyor. Yani faşizan bir dönem sona eriyor, liberal demokrasiler yolunda pek çok hatalar ve sorunlarla birlikte ilerliyoruz. Yüz yıllık ittihatçı yapının yol açtığı tüm yıkımlara rağmen, 1920’de yakaladığımız o toplumsal sözleşmemizi yeniden raflardan indiriyoruz. 1920 ruhundan yeniden söz etmeye başlıyoruz. Misak-ı Milli ideali üzerinde ittifak etmiş tüm farklılıkların özgürce bir araya geldiği, özgürce temsil edildiği ve özgürce destansı bir kurtuluş savaşında başarıya ulaştığı I. Meclis döneminin özgürlük ortamını yeniden yakalıyoruz. Bu özgüven içinde bir sonraki gün 24 Nisan’da ilk defa, İttihatçı yapının yol açtığı ve bugüne kadar aynı ittihatçı yapının mirasçıları nedeniyle anlamsız bir şekilde üstlenilmiş bir yıkım ve felaket nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti taziye mesajı yayınlıyor. İttihatçılığın yol açtığı bir yıkımdan ortak bir inşaya doğru adımların atılması imkânı doğuyor. Bunların Türkiye için tarihî adımlar olduğu inkâr edilemez. Yalnızca yedi yıl öncesini hatırlayalım. Bu adımları devletin atması bir yana, bu yönde çağrıda bulunanlar devletin gazabına uğrayabiliyor, ittihatçı geleneğin çöreklendiği “Yargı” Hrant’ın idam fermanını imzalayabiliyor, ittihatçı çeteler de gereğini yerine getirebiliyordu. Bu tarihi geri döndürme imkânı artık yok. İttihatçı geleneğin ürettiği bir Anayasa Mahkemesi’nin de böyle bir imkânı yok. Bu iki tarihî adımın ardından Anayasa Mahkemesi Başkanı sayın Haşim Kılıç’ın konuşması tam da bu nedenle tarihi ıskalamış bir konuşma. Terminolojisi ittihatçı gibi gözükmese de, ittihatçı bir tonda ve terbiye edici bir tarzda yine demokratik siyasete haddini bildirmeye kalkışıyor. Yine genetiği itibarıyla ittihatçı kalkışma mahiyetindeki paralel yapının yarattığı demokrasi ve hukuk riskini, hukuk terminolojisinin süslü ve sempatik retoriğiyle perdelemeye çalışıyor. Bu yapılara karşı mücadele etmek için 17 Aralık’tan beri, durumun gerektirdiği hızlı ve acil tedbirlerin alınmasını, “haklı bir neden olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden, siyasal amaçları gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan değişiklikler” olarak niteliyor ve baştan itibaren hukuk dışılığa mahkûm ediyor. Paralel yapıyla mücadeleyi “haklı neden” olarak görmediğini deklare etmiş oluyor. Dolayısıyla “hukuk içinde mücadele verilsin” ifadesi ise anlamını yitiriyor. İçine “hukuk”, “hukuk devleti”, “hukukun üstünlüğü”, “evrensel değerler” gibi kavramların boca edildiği bir konuşma, sırf bu nedenle hukuki bir metin olmuyor. “Demokrasi” ve “özgürlük” enflasyonu yaşayan bir metin de insanı demokrat ve özgürlükçü kılmıyor. Kılsaydı tüm darbe anayasaları demokratik ve özgürlükçü olurdu. Talat Paşa, Nobel Barış Ödülü’nü hak ederdi. Dersim katliamının müsebbipleri “en hümanist” olurlardı... Sadece tarihi ıskalamış, zamanı şaşırmış bir konuşma. Tarihsel gelişimi gölgeleme şansı ve etkisi dahi yok. Kaynak Akşam 25.04.2014
Konu Cihannur tarafından (04-26-2014 Saat 21:05 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|