03-04-2009, 23:45 | #11 |
İnsanların en bahtiyarları, kalblerini Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye iklîminde mânevî bir dergâh hâline getirerek, mahlûkâtı onun içine alabilenlerdir..
Ne mutlu, kalblerine îman vecdini, sadırlarına Kur’ân rûhâniyetini, ruhlarına hizmet neşesini, vicdanlarına güzel ahlâkın berraklığını yerleştirip ebedî saâdetin bitip tükenmez mânevî hazzı içinde ömür süren mü’minlere... |
|
03-17-2009, 01:04 | #12 |
ELİNİZE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN.
|
|
05-31-2009, 21:40 | #13 |
Hizmet ehli bir ırmak gibidir ki, uzun yollar boyunca binbir canlıya; insana, hayvanâta, ağaca, güle, sümbüle, bülbüle hayat vererek akıp gider. Bu ırmağın varacağı menzil de Cenâb-ı Hakk’ın ebedî vuslat deryâsıdır. |
|
06-21-2009, 18:36 | #14 |
Milletlerin bekâsı, hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sâhip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destânını ninni yapan nesil, îmânının, milletinin ve bütün maddî ve mânevî değerlerin sâhibi olacaktır.. |
|
09-29-2009, 18:48 | #15 |
Her hâlimizi mîzân etme durumundayız: “Benim bu hâlim Allah rızâsına uygun mu, değil mi?”, “Peygamber Efendimiz yanımda olsa bana tebessüm eder miydi?”, “Kardeşlerime karşı hissiyâtım nasıl?”... Bir kul, bu uhrevî muhasebeler içerisinde kalbî hayatını, içtimâî hayatını ıslah ederse; ilâhî mükâfâtın müjdesine nâil olur. |
|
10-10-2009, 19:08 | #16 |
Takvâdan uzak bir gönül, nefs-i emmârenin girdapları arasında intihar edip ebedî hayatını ziyan etmiş olur. Allâh’ın rızâsına uygun düşmeyen bir hayat yaşar da ömür boyu çöllerdeki seraplara aldanır. Dolayısıyla takvâ, ebedî kurtuluş için yegâne çıkar yol ve mutlak bir mecbûriyettir. *** Kalbler, ancak Hak Teâlâ ile beraberlik sâyesinde, yâni kalbin bir nazargâh-ı ilâhî hâline gelmesi neticesinde uyanır. Bunun en feyizli yolu ise bilhassa seherlerde îfâ edilen zikirlerdir. |
|
11-02-2009, 23:02 | #17 |
Her sene başında kendimizi muhasebe etmeliyiz: Acaba geçirdiğimiz bir seneyi kirâmen kâtibîn ne ile doldurdu? Acaba güzel zannettiğimiz amellerimiz, içlerine riyâ karışıp fire mi verdi, ziyade mi oldu? Acaba imkânımız olduğu hâlde ne gibi mânevî fırsatlar kaçırdık? *** Kıyâmette herkesin hayat kitabı önüne konulacak. Hayat senaryomuzu yeniden seyredeceğiz. Kim bilir nice şaşkınlık ve pişmanlıklar içinde olacak ve; «Eyvah! Vah vah!» diyeceğiz. |
|
11-06-2009, 17:57 | #18 |
Zâhirî vâkıaları ve hâdiseleri tetikleyen bâtınî sebeplerin olduğunu unutmamak îcâb eder. Düşünmeli:
Acaba yaşanan felâket ve dramlarda bizim ne gibi kusurlarımız var? Toplumların huzur ve sukûneti için nasıl bir kulluk kıvâmında olmalıyız? Hâlimizi muhasebe ediyor muyuz? Toplumumuzun gidişâtından gücümüz nisbetinde kendimizin mes’ul olduğunu tefekkür hâlinde miyiz? Zira âyet-i kerîmede buyurulur: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde nizam bozuldu...” (er-Rûm, 41) |
|
11-07-2009, 17:57 | #19 |
Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei ve feyz kaynağıdır. Ârifler bilirler ki, mevcudâtın varlık sebebi, Nûr-i Muhammedî’ye duyulan muhabbettir. Bu sebeple bütün kâinât, Varlık Nûru Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ithaf edilmiştir. |
|
11-13-2009, 16:29 | #20 |
Dünyanın her yerinde nice hidâyet bekleyenler bize emânet, muhtaçlar bize emânet, yalnızlar bize emânet; garipler, kimsesizler, yetimler bize emânet... Az veya çok dünya malı bize emânet, bütün mahlûkat bize emânet... Din bize emânet, vatan bize emânet, evlâtlar bize emânet, her şey bize emânet, velhâsıl biz bize emânet.. Konu Duygu'Seli~ tarafından (11-13-2009 Saat 16:33 ) değiştirilmiştir.. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|