AK Gençliğin Buluşma Noktası
Osmanlı Tarihi (AK Parti) Osmanlı Devleti ve Osmanlı kültürü.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 12-01-2007, 11:16   #1
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI

“Fetvâ” ya da “fütyâ” lügatte, “güçlükleri çözen kuvvetli cevaplar” demektir[i].

Istılahta ise, “sorulan dinî bir mesele hakkında fakih bir zatın verdiği cevap ve açıkladığı hüküm” demektir. Bir meselenin çözüm ve açıklamasını istemeye “İstiftâ”; böyle bir soruya cevap vermeye “İftâ”; soran kimseye “Müsteftî”; cevap verene “Müftî”; verilen fetvâya da “Müftâ bih” denilir.[ii]

İslâm hukukçularının fetvâ niteliğinde olan görüşlerini ihtivâ eden eserler genel olarak “Fetvâ/Fetâvâ”, “Nevâzil”, “Vâkıât”, “Mesâil”, “Es’ile-Ecvibe” “Hizâne”, “Muhît”, “Muhtasar”, “Müntahab”, “Mesâil”, “Hulâsa” ve “Mecmûa” gibi başlıklar altında toplanmaktadır.

Fetvâ mecmûaları, Ortaçağlar boyunca farklı bölgelerde İslam hukukunun gelişimi ile ilgili bilgi elde etmek için en iyi kaynağı sağlamakta ve İslam hukukunun gelişip yerleşmesini sağlayan o uzun zaman faaliyetini bize açıklamaktadırlar[iii].

İlk müftü Rasulullah (s.a.s.)’tan günümüze binlerce fakîh gelmiş ve her birinin kendisine sorulan dinî sorular ve verdikleri cevaplar olmuştur. Peygamber (s.a.s.)’in fetvâları genel olarak hadis kitaplarının içerisinde dağınık olarak bulunmakla beraber müstakil olarak da derlenmiştir. “Âfâku’ş-Şumûs ve A’lâku’n-Nüfûs” adıyla Ahmed b. Abdussamed el-Ğırnâtî (580/1184), Selman Nasîf ed-Dahdûh’un “es-Sahâbiyyü Yes’elü ve’n-Nebiyyü Yücîbü” adlı eseri[iv] ve “Fetâvâ Rasûlillah” adıyla da Seyyid el-Cemîlî[v]’nin yaptıkları derlemeler ile İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350 )’nin “İ’lamü’l-Muvakkiîn”[vi]i bu husustaki önemli çalışmalardan bazılarıdır.

Ashab-ı kiramdan da yüzyirmi kadar kişi[vii] fetvâ ile meşgul olmuş, bunların fetvâlarından bir kısmı günümüze kadar ulaşırken, diğer bir kısmı da kaybolup gitmiştir. Bu fetvâların bir kısmı Abdurrazzâk (ö. 211/826) ve İbn Ebî Şeybe (ö. 235/849)’nin musannefleri gibi müstakil çalışmalara konu olurken, bir kısmı da diğer hadis, fıkıh ve tefsir kaynaklarında dağınık halde nakledilmiştir.

 

fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 12-01-2007, 11:16   #2
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Osmanlı müftülerinin biyografilerinde de açıkça görüldüğü üzere, medrese tahsilini yaptıktan sonra gerekli görev aşamalarını geçtikten sonra elde edilir ki bu aşamaları mülâzimlik, müderrislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislâmlık olarak sıralamak mümkündür.

Osmanlı Devleti’nde, başkentin fetvâ işlerine ilk zamanlar şeyhülislâmlar, daha sonraları fetvâ eminleri ve fetvâ heyetleri, taşranın fetvâ işlerine de şeyhülislâmların tayin ettiği müftîler, müftîlerin bulunmadığı yerde de kadılar bakarlardı[viii].

Şeyhülislâmların verdikleri fetvâlar husûsî ve umûmî olmak üzere iki türlüdür. Hususi fetvalar, şahısların sorularına verilen cevaplardan oluşmuştur. Umumi olanlar ise padişahın harp, sulh vesaire için istediği fetvâlardır.

Şeyhülislâmlığın orta zamanlarından itibaren fetvâlar, çeşitli fetvâ kitaplarından çıkarılarak müsevvidler tarafından kaleme alınır, fetvâ emini tarafından görülüp mübeyyiz tarafından te*mize çekildikten sonra şeyhülislâma takdim edilirdi. Şeyhülislâm bunu tetkik edip talik kırması denilen kendi el yazısıyla cevap kısmını imzalardı. Bunu müteakip müvezzi isimli memur bu fetvâyı mahalline verirdi. Fetvâ isteyen kimseden bu hizmet mukabili yedi akçe resim alınıp bu para fetvâ emini ile kalem heyeti arasında usûlü dairesinde taksim olunurdu.[ix]

Herhangi bir şahıs bir husus hakkında fetvâ almak isterse fetvâ emini dairesine müra*caat ederek sorusunu yazar veya açıklar. Bunun üzerine bu soruyu fetvâ emini kâtibi şer’î usûle göre kaleme alır ve buna “Mesele” adı verilirdi.

Meseleler, dokuz parmak uzunluğunda ve dört parmak eninde bir kağıt üzerine küçük harflerle ta’lik kırması yazı ile yazılır ve Mesele’nin az veya çok ehemmiyetine göre verilecek cevap kısaca “vardır” veya “yoktur”, “olur” veya “olmaz”, “gelir” veya “gelmez”, “meşrudur” veya “meşru değildir”, “ caizdir” veya “caiz değildir” gibi soruya göre verilirdi. Bazan da yine fetvâ kaleminden yazılan ve müftî tarafından verilen cevap esbâb-ı mûcibeli ve açıklamalı olurdu.

Fetvâlarda, erkekler için, Zeyd, Amr, Bekir, Halid, Velid vb. isimler, kadınlar için de Hind, Zeyneb, Hatice, Ümmügülsüm, Rabia gibi takma adlar, yerine göre, Müslüman, Hıristiyan, ecnebi tüccar ve muharib olanlar için dört türlü kullanılırdı. Bu dört sınıftan her birine göre yukarıda zikredilen isimler ayrılmıştı.

Mesele yani fetvâ başlıkları ise genelde “Allahümme yâ veliyye’l-ismet-i ve’t-tevfîk es’elüke’l-hüdâ ve’t-tevfîk” gibi dua cümlelerinden sonra, “Bu mesele beyânında (bazan bu mesele hususunda) eimme-i hanefiyye’den cevap ne vechi*ledir” diye başlar. Ardından soru metni yazılır. Sorunun altına genelde uzunca bir “el-cevab” yazı/çizgisi konulur. "el-Cevab”ın sonuna ya da altına, “olur/olmaz” gibi kısaca ya da açıklamalı olarak gerekli cevap kaydedilir. Bunun da sonunda “Allah-u a’lem” denildikten sonra müftünün imzası yer alır.

Şeyhülislâmların gerek fetvâ dairesinden çıkan fetvâlarının ve gerek müderris ve mevâlînin tayinleri için telhislerinin altında kendi el yazılarıyla imzalarının bulunması mecburi idi. Fetvâlarda cevap kısmının yine şeyhülislâmın el yazısı ile olması şartıyla XVIII. asırdan sonra imza yerine mühür kullanılmaya başlanmıştır. Vermiş olduğu fetvâya imza yerine ilk defa mü*hür basan Şeyhülislâm Mirzâ Mustafa Efendi (1126/1714)’dir.[x]

Fetvâlarda İstanbul müftüsü diğer ünvanı ile Şeyhülislâm kaynak göstermezken, taşra müftüleri için bu zorunlu idi[1]. Fetvâlarda kaynak olarak Mâverâünnehr ve Belh fukahâsının fetvâları yanında Osmanlı müftülerinin fetvâlarını içeren mecmûalara da müracaat edilmiştir.

Müftî ve kadı fetvâları, şeyhülislâm fetvâları ile aynı özellikleri taşımakla beraber siyâsî otori*tenin ilk muhatabı olmamalarından kaynaklanan bir özelliği vardır ki o da bu fetvâlarda siyâsî içerikli fetvâların ağırlıklı olarak yer almamasıdır. Bununla beraber müftî ve kadı fetvâlarına da şeyhülislâm fetvâları kadar önem verilmiş ve birçokları derlene*rek fetvâda el kitabı olarak kullanılmıştır.

Özellikle fıkhî içtihatların sona erip, metin-şerh-haşiye döneminin başlamasından sonra, fıkıh çalışmaları özellikle fetvâ alanında aktif bir şekilde devam etmiş, verilen fetvâlar aynı zamanda birer fıkhî içtihat olarak değerlendirilmiş, bundan dolayı da kayda geçirilmesine ayrı bir önem verilmiştir. Bunun sonucunda metinlerin oluşmaya başladığı dönemden itibaren fetvâ mecmûaları oluşmaya başlamış, fetvâ mecmûaları da fıkıh telifleri gibi önce mecmûalar sonra da metinler (fetvâda el kitapları) haline getirilmiştir.

Osmanlı fetvâ tarihinde de başlangıcından beri, önceki dönemlerden gelen fetvâ kayıt geleneği devam ettirilmiş, müftü ve Şeyhülislâmların fetvâları kayıt altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak kayıtlardan anlaşıldığına göre İbn Kemal dönemine kadar bu kayıtların, bireysel olarak yapıldığı bu dönemden sonra da fetvâ katipliğini ihdasıyla daha bir hız kazanıp kurumsallaştığı, bu uygulamanın da 30 Şaban 1332/24 Temmuz 1913 tarihine kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. Bu tarihte yayımlanan Hey’et-i İftâiye Hakkındaki Nizamnâme’de[xi] Fetvâ Odası’nın “te’lîf-i mesâil ve taharrî-i mesâil” adıyla iki şubeye ayrıldığı, te’lîf-i mesâil şubesinin fıkıh ve fetvâ kitaplarında bulunan meseleleri seçe*ceği, meşîhatça belirtilen konular hakkında dört mezhebe ait bütün fıkıh kitaplarındaki bilgileri toplayacağı, basma veya yazma fıkıh ve fetvâ kitaplarından büyük bir fetvâ mecmûası tertip ede*ceği... ifade edilmiş, ayrıca hazırlanan fetvâların Şeyhülislâm’ın onayından sonra özel bir deftere kaydedileceği karar altına alınmıştır. Öteyandan 13 Zilkâde 1334 / 12 Eylül 1916 tarihinde bütün müftîlerin, verilen fetvâları Sicilli İftâ adlı bir deftere kaydetmeleri emredilmiştir[xii].

Fetvâ derleme çalışmalarını, daha sonraları fetvâların kaynaklarını tespit (nukûl) ve derlemeleri metin haline dönüştürme faaliyetleri takip etmiştir. Bunlardan nukûl çalışmaları, fetvâsı nakledilen müftînin fetvâlarının fıkıh ve fetvâ kitapları nadiren de Kitap, Sünnet ve diğer usûl kaynaklarındaki dayanaklarını ortaya koyma; metin çalışmaları da önceden verilmiş fetvâları soru/cevap usûlünden çıkararak fetvâlarda el-kitabı olmak üzere fıkıh kitabı sistemiyle yeniden te’lif etme şeklinde gerçekleşmiştir. Tasnif sistemi olarak genelde Ebu Bekr el-Merğînânî (593/)’in “el-Hidâye” adlı eserinde takib ettiği sistem esas alınmıştır.

fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 11:18   #3
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Şeyhülislam ya da Şeyh-ül İslam dinsel konularda en yüksek derecede bilgi ve yetkiye sahip olan kimse anlamına gelir. Osmanlı Devleti zamanında şeyhülislam dinsel konularda en yüksek yetkiye sahip devlet görevlisiydi. Gerektiği zaman dinsel sorunlarla ilgili görüşlerini fetva yayınlayarak açıklardı. Bu fetvalar kanun niteliği taşırlardı. 1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde bu makam Şeriye ve Evkaf Vekaleti adıyla "Bakanlık" olarak yer aldı. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 1924 yılında laiklik ilkesinin kabul edilmesi sonucu bu bakanlık kaldırıldı. Yerini Diyanet İşleri Başkanlığı aldı.
1424'de Molla Fenârî'ye bu unvanın verilmesiyle, son Osmanlı Şeyhülislâmı Medenî Nuri Efendi'nin 1922'de kabinesiyle birlikte istifa etmesi arasındaki 498 yıl boyunca sürmüştür.
1424-1922 yılları arasında 131 şeyhülislam 175 defa bu makama tayin edilmiştir. Ebu's-Suud Efendi 29 ylla en fazla; Memikzade Mustafa Efendi de 13 saatle en az bu makamda kalan şeyhülislamdır.
131 şeyhülislamın yalnızca 9'u Türk asıllı değildir. (Arap, Boşnak Gürcü, Çerkez, Arnavut'tur.) Şeyhülislamlar içinde müstesna bilginler, yazarlar, şairler, hattatlar, bestekârlar ve huhukçular vardı. Bir çok şeyhülislam verdikleri fetvaları toplayarak hem İslamî ilimler, hem de Osmanlı hukuk tarihi bakımından değerli eserler bırakmışlardır.
Yavuz Sultan Selim zamanında (1512-1520) şeyhülislamdan Ahmed ibni Kemal Paşaya Müftî-yüs-sekaleyn (insan ve cinlere fetvâ veren) unvanı verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanına (1520-1566) kadar şeyhülislamlık tercihinde uyulması zorunlu bir yasa ya da kural yokken, Ebu’s-Suud Efendinin hazırladığı bir kanunla Rumeli Kazaskerliğinden sonra terfi edilen bir makam haline getirildi. Pek nadir olarak Anadolu kazaskerlerinden de şeyhülislamlar görüldü.
Fatih Sultan Mehmet, kanunnamesinde şeyhülislamı ve padişah hocalarını vezirlerden üstün tutmaktaydı. Bu kanunnameye göre ulemanın reisi kabul edilmekle beraber şeyhülislamın, ilmiye sınıfının başı sayılması 16. asrın ortalarına doğru gerçekleşmiştir. 16. asırda Zenbilli Ali Cemâlî Efendi, İbn-i Kemal Paşazâde ve Ebu's-Suûd Efendi gibi kudretli alimlerin bu makama gelmesiyle şeyhülislamlık daha da önem kazandı. Bilhassa bu üç şahsiyetin Osmanlı Devleti'nin yükselmesinde önemli katkıları olmuştur.
Başlangıçta kadıaskerlik ve muallim-i sultanî vazifelerine göre ikinci derecede bulunan şeyhülislamlığın, bilhassa İbn-i Kemal (1525-1533) ve Ebu's-Suud Efendi (1545-1574)'ye geçmesi ile daha bir önem kazandığı ve kadıaskerliğin üstünde bir görev olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Osmanlılar'da Şeyhülislam, ilmiye sınıfının başı sayılıyordu. Klasik Osmanlı devrinde devlet görevlileri kalemiye, seyfiye ve ilmiye olmak üzere üç sınıfa ayrılıyordu. İlmiye sınıfı, günümüzün Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevlerini üstlenmiş durumdaydı.
Osmanlı tarihinde sadrazam olmak için eğitim aranmazdı ama şeyhülislam olmak hatta bunun ilk basamağı olan kadılık, müftülük ve müderrislik için bile, medreselerin en yükseğini bitirmiş olmak gerekirdi. Bu durum; Osmanlının, şeyhülislamlığa verilen değeri göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Osmanlı tarihinde bu kurum aynı zamanda görev alan üç şeyhülislamının bizzat mason olmasıylada oldukça dikkat çekicidir; Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam İzzettin Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi....
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 11:19   #4
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Kronolojik sırayla Osmanlı Devleti şeyhülislamları listesi.
1. Molla Şemsettin Fenari (1424 - 1431)
2. Molla Yegan (1431 - 1436)
3. Molla Fahrettin Acemi (1436 - 1460)
4. Molla Hüsrev (1460 - 1480)
5. Molla Gurani (1480 - 1488)
6. Molla Abdülkerim (1488 - 1495)
7. Alaettin Çelebi (1495 - 1496)
8. Efdalzade Hamidettin (1496 - 1503)
9. Zenbilli Ali Efendi (1503 - 1526)
10. Kemalpaşazade Ahmet Şemsettin Efendi (1526 - 1534)
11. Sadullah Sadi Efendi (1534 - 1539)
12. Çivizade Muhittin Mehmet Efendi (1539 - 1542)
13. Hamidi Abdülkadir Efendi (1542 - 1543)
14. Fenerizade Muhittin Efendi (1543 - 1545)
15. Ebussuut Efendi (1545 - 1574)
16. Hamit Mahmut Efendi (1574 - 1577)
17. Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi (1577 - 1580)
18. Malulzade Mehmet Efendi (1580 - 1582)
19. Çivizade Hacı Mehmet Efendi (1582 - 1587)
20. Müeyyetzade Abdülkadir Efendi (1587 - 1589)
21. Bostanzade Mehmet Efendi (1589 - 1592)
22. Bayramzade Hacı Zekeriya Efendi (1592 - 1593)
23. Bostanzade Mehmet Efendi (1593 - 1598)
24. Hoca Sadettin Efendi (1598 - 1599)
25. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1599 - 1601)
26. Hocasadettinzade Mehmet Çelebi Efendi (1601 - 1603)
27. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1603)
28. Ebülmeyamin Mustafa Efendi (1603 - 1604)
29. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1604 - 1606)
30. Ebülmeyamin Mustafa Efendi (1606)
31. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1606 - 1608)
32. Hocasadettinzade Mehmet Çelebi Efendi (1608 - 1615)
33. Hocasadettinzade Mehmet Esat Efendi (1615 - 1622)
34. Zekeriyazade Yahya Efendi (1622 - 1623)
35. Hocasadettinzade Mehmet Esat Efendi (1623 - 1625)
36. Zekeriyazade Yahya Efendi (1625 - 1632)
37. Ahizade Hüseyin Efendi (1632 - 1634)
38. Zekeriyazade Yahya Efendi (1634 - 1644)
39. Esatpaşazade Ebu Sait Mehmet Efendi (1644 - 1646)
40. Muid Ahmet Efendi (1646 - 1647)
41. Hacı Abdürrahim Efendi (1647 - 1649)
42. Bahai Mehmet Efendi (1649 - 1651)
43. Karaçelebizade Abdülaziz Efendi (1651)
44. Esatefendizade Ebu Sait Mehmet Efendi (1651 - 1652)
45. Bahai Mehmet Efendi (1652 - 1654)
46. Esatefendizade Ebu Sait Mehmet Efendi (1654 - 1655)
47. Hüsamzade Abdurrahman Efendi (1655 - 1656)
48. Memikzade Mustafa Efendi (1656)
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 11:29   #5
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Osmanlı ve İslâm
Türkler Osmanlı devletinin kurulmasından beş asır önce gönüllü olarak İslâma girmiş ve müslüman Türk toplulukları olarak birden fazla devlet kurmuşlardır. Bu toplulukların siyasî ve ictimai hayatlarında -bazı eksiklikler ve İslâm öncesinden kalma âdetler ve uygulamalar bulunsa da- hakim düzen, bağlayıcı kurallar manzumesi islâmîdir. Osmanlı toplumu ve devleti de bu geleneği temsil etmektedir.
Medreseler, mescidler, tekkeler, sohbet meclisleri toplumun bütün katlarına ve cüzlerine yayılmış eğitim ve öğretim kurumlarıdır, bu kurumların eğitim ve öğretimde dayandıkları fikri ve ideolojik temel İslâm öğretisidir ve tartışılmaz örnek de Resul-i Ekrem (s.a.)dir. Bu örneğin alternatifi, eşi dengi yoktur; bütün diğer örnekler bu vasıflarını, belli derece ve boyutlarda Allah Resulü'nün ve O'nun ashabının ahlakını temsil etmelerine borçludurlar. Ailenin kuruluşu, bozuluşu, roller, komşuluk ve dostluk ilişkileri, dayanışma ve yardımlaşma, eğlenceler, ihtifaller, merasimler, kılık kıyafet, ticari ve iktisadî işlemler hep bu örnekliğe ve İslâmın yol gösterici veya bağlayıcı kurallarına dayanmaktadır.
Devlet hayatının önemli unsurları iktidar, yasama, yargı ve yürütmedir.
Osmanlı devleti bir hanedan sultanlığı olarak kurulmuş, iktidar belli bir usule göre Osmanlı ailesi içinde el değiştirerek devam etmiştir. Yavuz devrine kadar yalnızca sultan olan Osmanlı padişahları bu devirden itibaren halife-sultan olmuşlardır. Kâmil mânâda islâmî hilafet uygulamada, raşid halifeler diye bilinen ilk dört halife devrine münhasır kalmış, Hz. Hasan'ın Mu'aviye lehine iktidardan çekilmesiyle gerçek mânâda hilafet, halife ünvanlı sultanların temsil ettiği saltanat rejimi ile yer değiştirmiştir. Osmanlı sultanlarının devam ettirdikleri siyasî gelenek de genel çizgileriyle bu saltanat sistemidir. Emevilerden itibaren kurulmuş İslâm devletlerinde sultan ve saltanat ne kadar meşrû ve islâmî ise Osmanlı saltanatı da o kadar meşrû ve islâmîdir. Fıkıhçılar, güce dayanarak iktidara gelen sultanın, yönetimde islâmî hilafet usulüne riayet ettiği takdirde -istila yoluyla iktidara gelmiş- meşrû halife sayılacağına karar vermişlerdir. Bu karara göre sultanın halife sıfat ve ünvanına liyakati yönetiminde İslâma verdiği yer ile ölçülecektir. (Bu konunun tartışma zemini İslâm Anayasa Hukukudur ve bu konuyu işleyen eserlere bakılmalıdır.)
Osmanlı sultanlarının ve dolayısıyle devletin, yasama, yargı ve yürütmede İslâma ne ölçüde bağlı oldukları konusu bu devlet tarihe intikal ettikten sonra tartışılmıştır. Laik çizgide olan ve Osmanlı'nın da laik (veya seküler) bir sistemi uyguladığını isbat ederek Cumhuriyet rejimine buradan da bir dayanak arayan bazı bilim adamları, teşrifat kuralları, vergi, kanunnameler gibi bazı kurumlara ve uygulamalara dayanarak Osmanlı devletinin siyasî hayatta şeriatı tatbik etmediğini iddia etmişlerdir. Halbuki şeriat, siyasî hayatın bütün cüzlerini, bütün zamanlar için bağlayıcı olan hüküm ve kurallarla doldurma yoluna gitmemiş, gerekli hükümleri koyduktan ve örnekleri gösterdikten sonra ulü'l-emrin meşveret ve ictihad ile dolduracağı/değiştireceği geniş bir alan bırakmıştır. Tarih boyunca kurulmuş bulunan İslâm devletlerinde -ferdin müslümanlığındaki kusurlar gibi devlet hayatının da bazı kusurları istisna edilirse- siyasî ve idari tasarruflarda şeriata riayet edilmiş, boşlukların doldurulması ve gerekli görülen değişikliklerin yapılması, şeriatın iznine ve verdiği selahiyete dayandırılmıştır.
Osmanlılar Karacahisar'ı fethedince Dursun Fakih buraya kadı olarak tayin edilmiştir. Sancak ve daha küçük yerlerin idari ve adli işleri kadılara bırakılmıştır.
Osmanlıda en büyük ilmiye makamı Bursa kadılığı idi. Birinci Murat zamanında kadıaskerlik makamı ihdas edilince üstünlük bu makama intikal etmiştir. Önceleri kadılar fetva işleriyle de meşgul olurken Yavuz Selim zamanında şeyhülislâmlık (meşîhat-ı islâmîyye, müfti'l-enamlık) ihdas edilmiş ve bu makam zaman içinde sadrıazamlık makamı ile aynı derecede tutulmuştur. Şeyhülislâmlar ilmiye sınıfının reisi ve şer'i mahkemelerin nazırı olmuşlardır. Mahkemelerde ve fetvalarda bağlayıcı kaynak Hanefi mezhebinin fıkıh ve fetva kitaplarıdır. Kamu hukuku alanında boşluklar, şeriatın verdiği selahiyete dayanılarak ulü'l-emr tarafından kanunnamelerle doldurulmuştur.
Osmanlı devletinin ictimaî ve siyasî hayatında İslâma (şeriata) bağlılığı çeşitli vesilelerle en selahiyetli ağızlardan ve bağlayıcı metinlerde şöyle ifade edilmiştir:

1. Sultan Osman ümerâya bir fermânında "bütün hareketlerinde ulemâdan fetvâ alarak şer'î hükümlerden ayrılmamalarını emretmiş ve ulemâdan kadılar tayin eylemiştir."
2. Sultan Orhan zamanında şer'î mahkemelere tam istiklâl verilmiştir. (H. 727)
3. Yavuz Sultan Selim bir fermânında "Şer'î hükümlerden kıl ucu kadar ayrılanları ve insanlara zerre kadar zulüm ve haksız muâmele edenleri en şiddetli ceza ile cezalandıracağını" ifâde etmiş, resmen şeyhulislâmlık makâmını kurmuştur.
4. Kanûni Sultan Süleyman devrinde şer'î hükümler aynen yürütüldüğü gibi gerekli sâhalarda yeni kanunnâmeler çıkarılmış ve eski kanunnâmeler tamamlanmıştır. Bu kanunnâmelerin şeriâta aykırı olmamasına titizlikle riâyet edilmiş ve Şeyhulislâm Ebusuûd Efendi'nin fetvâlarına dayanılmıştır.

Yine mezkûr Şeyhulislâma ait "Marûzat"ın mukaddimesinde hükümlerin fıkha dayandığı ve bazı meselelerde diğer mezheblerin içtihadlarına başvurulduğu sarih olarak ifade edilmiştir:

5. Kanûnî devrinde neşredilen ve ileride bazı maddelerini nakledeceğimiz cezâ kanunnâmesi tamâmen İslâm ceza hukukuna uygundur.
6. IV. Murat memur ve kadılardan, Kur'ân üzerine yemin ettirerek şeriat hükümlerini lâyıkıyle tatbik edeceklerine dâir söz almıştır.
7. IV. Mehmed zamanında çıkarılan kanunnâmede kadıların salâhiyeti açıklandıktan sonra "emmâ nizam-ı memleket ve hıfz-u hırâset-i raiyye ve siyâsete müteallık ümuru... vükelây-ı devlete havâle..." denilerek ta'zîr ve siyâset sâhası ile hudûd ve kısâsın yekdiğerinden ayrılığına, birinci sâhada devletin müdâhale ve salahiyetine işaret edilmiştir.
8. İkinci Mahmud, Alemdar Mustafa Paşa'nın sadâretine dair hatt-ı hümâyûnunda şu satırlara yer vermiştir:
"... inâyetullah'tan ihsan buyurulan devlet-i Muhammedî ve saltanat-ı Ahmedî olduğundan evvelâ tenbih-i humâyûnum budur ki vedîa-yı Cenâb-ı Müste'ân olan cümle ümmet-i Muhammed'in vesâir reâyâ ve berâyânın ve devlet-i aliyyenin bi-ecmaihim ümur ve hususlarını şer-i şeriften istiftâ ve ihkak-ı hak idüp şerîat-ı garrâyı icrâda şol kadar dikkat ve ihtimâm idesün ki Devlet-i aliyyenin ve cemî-i ibâdullah'ın üzerine şeriatın nûrâniyetini zâhir ve bâhir idüp âmme-i muvahhidîn müsterîhu'l-bâl olalar..."
9. Sultan Abdulmecîd devrinde Gülhane'de okunan hatt-ı hümâyûndan bazı pasajlar:
"... Devlet-i aliyyemizin bidâyet-i zuhûrundan berû ahkâm-ı celîle-i Kur'ânniyye ve kavânîn-i şer'iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan..."
"... yüz elli sene vardır ki gavâil-i müteâkıbe ve esbâb-ı mütenevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ve imtisâl olunmamak hasebetiyle evvelki kuvvet ve ma'mûriyet bilâkis za'f ve fakra mübeddel olmuş..."
"... fimâba'd ashâb-ı cünhanın (suçluların) dâvâları kavânîn-i şer'iyye iktizâsınca alenen ber-vech-i tetkik görülüp..."

Bazı yeni kanunlar vazedileceğinden bahsettikten sonra:

"... işbu kavânîn-i şer'iyye mücerred din ve devlet ve mülk ve milleti ihyâ içün vaz'olunacak olduğundan..."

Bu ifade ve vesikalar ile uygulamanın delâlet ettiği gerçek şudur: Umûmiyetle Osmanlılar'da islâm hukuku (şeriat) hâkim olmuş, bu arada ceza sâhası da fıkıh ve fetvâ kitapları yanında zaman zaman çıkarılan kanunnâmeler ile tanzim edilmiştir. Ancak mezkûr kanunlar, hudûd ve kısâsa ait hükümleri umûmiyetle olduğu gibi almış, tanzîmi devlete bırakılan ta'zir cezalarını ise hal ve zamanın gerektirdiği şekilde vazetmiştir. (Kaynaklar için bak. H. K., Mukayeseli İslâm Hukuku, c. I, s. 160-163)


Prof dr Hayrettin Karaman
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 11:36   #6
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
İftâ (Fetvâ Verme) Usûlü ve Kaynakları
Giriş:
Kendine yaratılıştan bahşedilen vâsıtalarla bilgi edinen, bu bilgiyi, nev'i için mukadder sınıra kadar, bizzat gayretiyle götürme kâbiliyetine sahip bulunan tek şuurlu varlık insanoğludur. Bilinmek şânından olan varlıkların sınırsızcasına büyüklüğü yanında, bilgisi ve bilme kâbiliyeti sınırlı olan insan, "De ki: Rabbim, ilmimi arttır"130 buyruğunun fıtrî icâbı olarak, meçhuller dünyasını fetheylemek için asırlar boyu gece gündüz didinmiş, her vâsıtaya başvurmuştur. İşte bu vâsıtalardan biri de sormaktır. Aczin, bilgisizliğin çâresi sualdir, sormaktır.
Kişiye gerekli olan dinî bilgileri edinmenin iki yolu vardır:
a) Bilgiyi kaynaklarından bizzat almaktan ibâret olan tahkik yolu.
b) Bilenlerin, bilgiyi üretenlerin nezdinde hazır bulup almaktan ibâret olan taklîd ve ittibâ yolu. Dinimiz birinci yolu teşvik, ikincisini ise zarûret sebebiyle tecvîz etmiştir. "Bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz"131 âyeti bunun delîlidir.
Kur'ân-ı Kerîm, "senden soruyorlar" mânâsında "yesteftû-nek" ve "size açıklıyor" mânâsında, "yüftîkum" kelimelerini de kullanmıştır. Bu sebeple olmalıdır ki, dinî soru ve cevap mevzûu, bu fiilerin masdarı (kökü) olan "istiftâ" ve "iftâ" ile ifâde edilegelmiş, sorana "müsteftî", cevap veren, dinî hükmü açıklayana "müftî" açıklanan hükme ve bilgiye "fetvâ" denilmiştir.
Soru ve cevabın hedefini bulabilmesi, isteneni verebilmesi, faydalı olabilmesi için soranın, sorulanın ve sorunun bir takım edeb ve kâidelere tâbî olması iktizâ etmiş, zamanla bu mevzû, kitaplara konu olmuştur. İşte bu risâlemizde ele almak, çeşitli yönlerden incelemek istediğimiz mevzû budur: Dinî sorunun kime, nasıl sorulacağı, kimlerin cevap verebileceği, nasıl ve nereye dayanarak cevap vereceği...

Prof. Dr. Hayrettin Karaman
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 11:37   #7
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
1. FIKIH BİLGİNLERİ VE İFTÂ USÛLÜ
A. Fıkıh Bilginleri:
Fetvâ verirken kullanılacak usûl ve kaynaklar, fetvâyı veren bilginin; yâni müftînin ilmî yeterliliğine ve derecesine göre değişmektedir. Meselâ ictihad ehliyetine sahip bir fıkıh bilgini ile bir mukallidin aynı usûl ve kaynakları kullanmaları düşünülemez. Bu sebeple önce fıkıh bilginlerinin derecelerini tesbit etmemiz gerekiyor.
Fıkıh bilginlerinin tasnîfi ve her sınıfa giren bilginlerin tesbiti taklîd devirlerinde ele alınmış, mukallid bilginler, kendilerinden üstün olan geçmiş fukahâyı sınıflandırmışlar, çoğu kez değerlendirmeler isâbetli olmamış, tenkidlere uğramıştır.
Biz burada meşhur olan üç tasnifi kısaca vermeye çalışacağız:

Birinci Tasnîf:
Taşköprîzâde, İbn Kemâl, İbn Âbidin gibi zevatın benimsedikleri ve Hanefîlere ait olan tasnîfe göre132 fıkıh bilginleri yedi tabakadır (sınıf ve derecedir);

1. Dinde müctehidler (el-Müctehidûn fi'ş-şeri'):
Dört mezhep imamının içinde bulundukları bu tabaka fakihleri usûl ve fürû'da istiklâle sahiptirler, kimseyi taklîd etmezler, kendi tesbît ve buluşları olan usûle dayanarak dinin ana kaynaklarından (edille) fer'î hükümleri çıkarırlar.

2. Mezhebde müctehid olanlar (el-Müctehidun fi'l-mezheb):
İmâm Ebû Yûsuf, İmam Muhammed gibi fıkıh bilginlerinin dahil bulunduğu bu tabaka mensupları umûmiyetle usûlde üstadlarına tâbî olup, fürû'da istiklâle sahiptirler; bu usûle göre kaynaklardan hüküm çıkarır ve bu hükümlerde üstâdlarına muhalefet edebilirler.

3. Meselede müctehidler (el-Müctehidun fi'l-mesâil):
Hassâf (261/875), Tahâvî (321/933), Ebu'l Hâseni'l-Kerhî (340/951), Halvânî (456/1064), Serahsî (500/1106 civarı), Bezdevî (482/1089), Kadîhân (593/1197) gibi fıkıh bilginlerinin örnek gösterildiği bu tabaka mensupları usûl ve fürû'da mezhep imamlarına muhalefet edemezler. Yalnızca mezhep imamlarının ictihad etmedikleri meseleleri, yine onların usûlüne göre ictihad ederek hükme bağlarlar.

4. Tahric yapanlar (el-Muharricûn, ashâbu't-tahrîc):
Ebû Bekr Râzî el-Cessâs'ın (v. 370/980) örnek gösterildiği tahrîc fâkihleri ictihad ehliyetini hâiz değildirler. Bunlar imamların usûl ve delillerini bildikleri için onlardan nakledilen görüşleri açıklar, birden fazla ihtimal taşıyan sözlerde ihtimallerden birini tercih eder ve tahrîc yaparlar. Burada tahrîcden maksad imamların sözlerini nass yerine koyarak, onların usûlüne göre bu sözlerden hüküm çıkarmaktır.

5. Tercîh yapanlar (ashâbu't-tercîh):
Burada tercihden maksad, tek mezhebe ait ve aynı mesele ile ilgili birkaç görüşten birini diğerine tercihtir. Tercih edilen kavil için "bu daha uygundur", "bu rivâyet yönünden daha sağlamdır", "bu kıyâsa da uygundur", "bu, halkın durumuna daha münasiptir..." gibi ifadeler kullanılır. Ebû'l-Hasen el-Kudûrî (v. 428/1037), Hidâye müellifi Merğînâni (v. 593/1197) bu tabakaya örnek gösterilmişlerdir.

6. Temyiz yapanlar (ashâbu't-temyîz):
Kuvvetli, daha kuvvetli ve zayıf görüşleri, zâhir (mevsuk) ve nâdir rivâyetleri birbirinden ayıran mukallidlerdir. el-Kenz, el-Muhtâr, el-Vikaye, el-Mecma, gibi fıkıh kitaplarının yazarları bu tabakaya örnek gösterilmişlerdir.133

7. Tam mukallidler (el-mukallidu'l-mahz):
Bunlar, yukarıdan beri sayılan tabakalara giremeyen ve daha üst derecedekilerin yaptıklarını yapamayan, bulduklarını ve gördüklerini -kuru, yaş demeden- alan, nakleden fıkıhçılardır.
Bu tasnif bilhassa iki noktadan şöylece tenkid edilmiştir.
a) İlk üç tabakadan sonrakileri ayrı ayrı tabakalar kabul etmek doğru değildir; bunlar mukallid fıkıh bilginleridir ve üç tek sınıf teşkil eder. Yedinci tabakadakiler ise fıkıh bilgini olmadıklarından onlara yer ayırmamak gerekir.
b) Tabakalara örnek gösterilen zevat yerlerine isabetli bir şekilde oturtulmamıştır. Meselâ Cessâs'ın yeri en azından müctehid fi'l-meseledir.134

fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 17:35   #8
Kullanıcı Adı
erenon
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Alıntı:
fütüvvet Nickli Üyeden Alıntı
Osmanlı ve İslâm
Türkler Osmanlı devletinin kurulmasından beş asır önce gönüllü olarak İslâma girmiş ve müslüman Türk toplulukları olarak birden fazla devlet kurmuşlardır. Bu toplulukların siyasî ve ictimai hayatlarında -bazı eksiklikler ve İslâm öncesinden kalma âdetler ve uygulamalar bulunsa da- hakim düzen, bağlayıcı kurallar manzumesi islâmîdir. Osmanlı toplumu ve devleti de bu geleneği temsil etmektedir.
Medreseler, mescidler, tekkeler, sohbet meclisleri toplumun bütün katlarına ve cüzlerine yayılmış eğitim ve öğretim kurumlarıdır, bu kurumların eğitim ve öğretimde dayandıkları fikri ve ideolojik temel İslâm öğretisidir ve tartışılmaz örnek de Resul-i Ekrem (s.a.)dir. Bu örneğin alternatifi, eşi dengi yoktur; bütün diğer örnekler bu vasıflarını, belli derece ve boyutlarda Allah Resulü'nün ve O'nun ashabının ahlakını temsil etmelerine borçludurlar. Ailenin kuruluşu, bozuluşu, roller, komşuluk ve dostluk ilişkileri, dayanışma ve yardımlaşma, eğlenceler, ihtifaller, merasimler, kılık kıyafet, ticari ve iktisadî işlemler hep bu örnekliğe ve İslâmın yol gösterici veya bağlayıcı kurallarına dayanmaktadır.
Devlet hayatının önemli unsurları iktidar, yasama, yargı ve yürütmedir.
Osmanlı devleti bir hanedan sultanlığı olarak kurulmuş, iktidar belli bir usule göre Osmanlı ailesi içinde el değiştirerek devam etmiştir. Yavuz devrine kadar yalnızca sultan olan Osmanlı padişahları bu devirden itibaren halife-sultan olmuşlardır. Kâmil mânâda islâmî hilafet uygulamada, raşid halifeler diye bilinen ilk dört halife devrine münhasır kalmış, Hz. Hasan'ın Mu'aviye lehine iktidardan çekilmesiyle gerçek mânâda hilafet, halife ünvanlı sultanların temsil ettiği saltanat rejimi ile yer değiştirmiştir. Osmanlı sultanlarının devam ettirdikleri siyasî gelenek de genel çizgileriyle bu saltanat sistemidir. Emevilerden itibaren kurulmuş İslâm devletlerinde sultan ve saltanat ne kadar meşrû ve islâmî ise Osmanlı saltanatı da o kadar meşrû ve islâmîdir. Fıkıhçılar, güce dayanarak iktidara gelen sultanın, yönetimde islâmî hilafet usulüne riayet ettiği takdirde -istila yoluyla iktidara gelmiş- meşrû halife sayılacağına karar vermişlerdir. Bu karara göre sultanın halife sıfat ve ünvanına liyakati yönetiminde İslâma verdiği yer ile ölçülecektir. (Bu konunun tartışma zemini İslâm Anayasa Hukukudur ve bu konuyu işleyen eserlere bakılmalıdır.)
Osmanlı sultanlarının ve dolayısıyle devletin, yasama, yargı ve yürütmede İslâma ne ölçüde bağlı oldukları konusu bu devlet tarihe intikal ettikten sonra tartışılmıştır. Laik çizgide olan ve Osmanlı'nın da laik (veya seküler) bir sistemi uyguladığını isbat ederek Cumhuriyet rejimine buradan da bir dayanak arayan bazı bilim adamları, teşrifat kuralları, vergi, kanunnameler gibi bazı kurumlara ve uygulamalara dayanarak Osmanlı devletinin siyasî hayatta şeriatı tatbik etmediğini iddia etmişlerdir. Halbuki şeriat, siyasî hayatın bütün cüzlerini, bütün zamanlar için bağlayıcı olan hüküm ve kurallarla doldurma yoluna gitmemiş, gerekli hükümleri koyduktan ve örnekleri gösterdikten sonra ulü'l-emrin meşveret ve ictihad ile dolduracağı/değiştireceği geniş bir alan bırakmıştır. Tarih boyunca kurulmuş bulunan İslâm devletlerinde -ferdin müslümanlığındaki kusurlar gibi devlet hayatının da bazı kusurları istisna edilirse- siyasî ve idari tasarruflarda şeriata riayet edilmiş, boşlukların doldurulması ve gerekli görülen değişikliklerin yapılması, şeriatın iznine ve verdiği selahiyete dayandırılmıştır.
Osmanlılar Karacahisar'ı fethedince Dursun Fakih buraya kadı olarak tayin edilmiştir. Sancak ve daha küçük yerlerin idari ve adli işleri kadılara bırakılmıştır.
Osmanlıda en büyük ilmiye makamı Bursa kadılığı idi. Birinci Murat zamanında kadıaskerlik makamı ihdas edilince üstünlük bu makama intikal etmiştir. Önceleri kadılar fetva işleriyle de meşgul olurken Yavuz Selim zamanında şeyhülislâmlık (meşîhat-ı islâmîyye, müfti'l-enamlık) ihdas edilmiş ve bu makam zaman içinde sadrıazamlık makamı ile aynı derecede tutulmuştur. Şeyhülislâmlar ilmiye sınıfının reisi ve şer'i mahkemelerin nazırı olmuşlardır. Mahkemelerde ve fetvalarda bağlayıcı kaynak Hanefi mezhebinin fıkıh ve fetva kitaplarıdır. Kamu hukuku alanında boşluklar, şeriatın verdiği selahiyete dayanılarak ulü'l-emr tarafından kanunnamelerle doldurulmuştur.
Osmanlı devletinin ictimaî ve siyasî hayatında İslâma (şeriata) bağlılığı çeşitli vesilelerle en selahiyetli ağızlardan ve bağlayıcı metinlerde şöyle ifade edilmiştir:

1. Sultan Osman ümerâya bir fermânında "bütün hareketlerinde ulemâdan fetvâ alarak şer'î hükümlerden ayrılmamalarını emretmiş ve ulemâdan kadılar tayin eylemiştir."
2. Sultan Orhan zamanında şer'î mahkemelere tam istiklâl verilmiştir. (H. 727)
3. Yavuz Sultan Selim bir fermânında "Şer'î hükümlerden kıl ucu kadar ayrılanları ve insanlara zerre kadar zulüm ve haksız muâmele edenleri en şiddetli ceza ile cezalandıracağını" ifâde etmiş, resmen şeyhulislâmlık makâmını kurmuştur.
4. Kanûni Sultan Süleyman devrinde şer'î hükümler aynen yürütüldüğü gibi gerekli sâhalarda yeni kanunnâmeler çıkarılmış ve eski kanunnâmeler tamamlanmıştır. Bu kanunnâmelerin şeriâta aykırı olmamasına titizlikle riâyet edilmiş ve Şeyhulislâm Ebusuûd Efendi'nin fetvâlarına dayanılmıştır.

Yine mezkûr Şeyhulislâma ait "Marûzat"ın mukaddimesinde hükümlerin fıkha dayandığı ve bazı meselelerde diğer mezheblerin içtihadlarına başvurulduğu sarih olarak ifade edilmiştir:

5. Kanûnî devrinde neşredilen ve ileride bazı maddelerini nakledeceğimiz cezâ kanunnâmesi tamâmen İslâm ceza hukukuna uygundur.
6. IV. Murat memur ve kadılardan, Kur'ân üzerine yemin ettirerek şeriat hükümlerini lâyıkıyle tatbik edeceklerine dâir söz almıştır.
7. IV. Mehmed zamanında çıkarılan kanunnâmede kadıların salâhiyeti açıklandıktan sonra "emmâ nizam-ı memleket ve hıfz-u hırâset-i raiyye ve siyâsete müteallık ümuru... vükelây-ı devlete havâle..." denilerek ta'zîr ve siyâset sâhası ile hudûd ve kısâsın yekdiğerinden ayrılığına, birinci sâhada devletin müdâhale ve salahiyetine işaret edilmiştir.
8. İkinci Mahmud, Alemdar Mustafa Paşa'nın sadâretine dair hatt-ı hümâyûnunda şu satırlara yer vermiştir:
"... inâyetullah'tan ihsan buyurulan devlet-i Muhammedî ve saltanat-ı Ahmedî olduğundan evvelâ tenbih-i humâyûnum budur ki vedîa-yı Cenâb-ı Müste'ân olan cümle ümmet-i Muhammed'in vesâir reâyâ ve berâyânın ve devlet-i aliyyenin bi-ecmaihim ümur ve hususlarını şer-i şeriften istiftâ ve ihkak-ı hak idüp şerîat-ı garrâyı icrâda şol kadar dikkat ve ihtimâm idesün ki Devlet-i aliyyenin ve cemî-i ibâdullah'ın üzerine şeriatın nûrâniyetini zâhir ve bâhir idüp âmme-i muvahhidîn müsterîhu'l-bâl olalar..."
9. Sultan Abdulmecîd devrinde Gülhane'de okunan hatt-ı hümâyûndan bazı pasajlar:
"... Devlet-i aliyyemizin bidâyet-i zuhûrundan berû ahkâm-ı celîle-i Kur'ânniyye ve kavânîn-i şer'iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan..."
"... yüz elli sene vardır ki gavâil-i müteâkıbe ve esbâb-ı mütenevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ve imtisâl olunmamak hasebetiyle evvelki kuvvet ve ma'mûriyet bilâkis za'f ve fakra mübeddel olmuş..."
"... fimâba'd ashâb-ı cünhanın (suçluların) dâvâları kavânîn-i şer'iyye iktizâsınca alenen ber-vech-i tetkik görülüp..."

Bazı yeni kanunlar vazedileceğinden bahsettikten sonra:

"... işbu kavânîn-i şer'iyye mücerred din ve devlet ve mülk ve milleti ihyâ içün vaz'olunacak olduğundan..."

Bu ifade ve vesikalar ile uygulamanın delâlet ettiği gerçek şudur: Umûmiyetle Osmanlılar'da islâm hukuku (şeriat) hâkim olmuş, bu arada ceza sâhası da fıkıh ve fetvâ kitapları yanında zaman zaman çıkarılan kanunnâmeler ile tanzim edilmiştir. Ancak mezkûr kanunlar, hudûd ve kısâsa ait hükümleri umûmiyetle olduğu gibi almış, tanzîmi devlete bırakılan ta'zir cezalarını ise hal ve zamanın gerektirdiği şekilde vazetmiştir. (Kaynaklar için bak. H. K., Mukayeseli İslâm Hukuku, c. I, s. 160-163)


Prof dr Hayrettin Karaman

tüm bu yazılanlar acaba ne kadar gündelik hayatta uygulandı ;sanırım temel sorunda burada ve gerçekten birilerinin idde ettiği gibi altın çağ yaşandımı ?

hayrettin karamanın hangi kaynaklarından yararlandığı bilemiyoruz ama genel bir görüntü;o dönemin pratik uygulamalarını gösteren kanunnamelerden;şeriyye sicillerinden;avrupalılarla yapılan ticari ahindamelerden yararlanmayıp bize o dönemde yazılan ideal toplum nasil olur tarzında yazılmış eserlerden derlediği bilgeleri aktarıyor;evet osmanlı devlet yönetimi tebasını memnun etmek için onun ruhunu okşamak için islami motiflerle süslenmiş söylemlerde bulunuyorlardı;ancak reel politik bazen bu söylemlerle çatışmayı gerektirdiğinde reel politik lehine dönecek kadar da geniş bir bakış açıları vardı;şarap ticaretinden vergilerini aldılar,para vakıfları aracılığı ile faiz uygulamalarına girdiler;hatta noel bayramlarında hristiyanlardan bunun vergisini de aldılar;osmanlı kendisine büyük miktarda para bıracaka işlerde şeriatı yumşatmayı bildiler;hatta balkan fetihlerinde cizye gelirlerinde büyük oynamaların yaratacağı iktisadi sorunların endişesinden toplu müslümanlaşmalara sıcak bakmadıkları anlarda oldu

osmanlı tarihi incelenirken bir taraf onu tuh kaka olarak yerin dibine sokma eğilimine girdi bir tarafta göklerde gezdirmeye ve o dönemi islam hukukun tam uygulandığı tezi ile bir altın çağ olarak gösterme hevesine girdiler oysa pratikte bu hukuk ne derece uygulandı bunun cevaplarını o dönemde yazılan siyasetnamelerde değil,pratik uygulamaları gösteren kanun namelerde bulabiliriz

osmanlı çok geniş ufuk vizyona sahip bir devletti;amacı tebasının rahatı idi bu yüzden hiçbir zaman islam ve milliyetçilik şovenizmiyle hareket etmedi tek hedef iktisadin canlı tutulmasıydı bunu içinde kağır üzerinde olan kati şeri hukuku bile pratikte hafifletecek uygulamalardan geri durmadılar ve bu yüzden çok sayıda şeriata ters düşen fetvlarıda zaman zaman aldılar bunu fatih dönemi,kanuni dönemi gibi en parlak dönemlerde de yaptılar bunda üzülecek gocunak ve buradan osmanlıya hakaret ediliyor tezini çıkaracak hiç bir şey yok

bu konuda ömer lütfi barkan,paul wittek,kemal karpat,ismail hakkı uzun çarşılı,özer ergenç,musa çadırcı ,ve turgut özalın hocam bana bir osmanlı tarihi yaratacaksın diyerek arşivlerin anahtarlarını verdiği ve sayın gülün de büyük saygı duyduğu ,dünyanın en büyük yaşayan osmanlı tarihçisi halil inalcık hocanın,stanford shaw ın ve paranın tarihi isimli eseri ile bilim dünyasını sarsan boğaziçi ünv den şevket pamukun eserlerini makalelerini incelemeden osmanlı gerçeği anlaşılamaz

ve bu eserlerden elde edilen sonuç,bazı uygulamalara bakarak,marksist teorinin ortaya attığı gibi ne bir sosyalist yapıydı nede dinci çevrelerin öne sürdüğü gibi şeriatın çok amansız uygulayıcısı idiler;osmanlı devlet sistemi özellikle aşırı derece akılcı politilarla hareket eden,pragmatik ve herşeyden önce iktisadi temel alan kendine has bir süper güçtü
erenon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 18:15   #9
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
inşallah yorumlarımızı başlığa göre yürütelim. konunun saptırılması hiç hoş olmuyor. haksız eleştirilere maruz kalınabiliyor.

bu konu gerçekten ayrıca değerlendirilmesi gereken, çok kaynak gerektien ve de güvenli kaynaklardan istafede edilmesi gereken hassas bir konu.
öncelikle bakış açısı çok iyi olmalı.. ve dahi kaynak alınan eserler yönlendirici hüviyeti ile gerçeğe yaklaştırması veya yanlış değerlendirilmesi açısından son derece önemli.
farklı kaynaklarımız olabilir.. ama isbatı olabilecek her türlü birli kayda değer olabilir.
saplantılı değiliz ve de dinci söylemler demek ne kadar doğru.. orda bakış açısı ele veriyor yorumcuyu.
konu hakkında geniş açıklama gelecek inşallah.. konu önemli vede ağır olduğu için ciddiye alınması gerekir.
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-01-2007, 18:28   #10
Kullanıcı Adı
erenon
Standart OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLIK FETVÂLARI
Alıntı:
fütüvvet Nickli Üyeden Alıntı
inşallah yorumlarımızı başlığa göre yürütelim. konunun saptırılması hiç hoş olmuyor. haksız eleştirilere maruz kalınabiliyor.

bu konu gerçekten ayrıca değerlendirilmesi gereken, çok kaynak gerektien ve de güvenli kaynaklardan istafede edilmesi gereken hassas bir konu.
öncelikle bakış açısı çok iyi olmalı.. ve dahi kaynak alınan eserler yönlendirici hüviyeti ile gerçeğe yaklaştırması veya yanlış değerlendirilmesi açısından son derece önemli.
farklı kaynaklarımız olabilir.. ama isbatı olabilecek her türlü birli kayda değer olabilir.
saplantılı değiliz ve de dinci söylemler demek ne kadar doğru.. orda bakış açısı ele veriyor yorumcuyu.
konu hakkında geniş açıklama gelecek inşallah.. konu önemli vede ağır olduğu için ciddiye alınması gerekir.
siz her hareketten her laftan bir önyargı bulup çıkarıyorsunuz;o yüzden sizinle artık tartışmaya girmeyi düşünmüyorum burada konunda saptırılma yok

siz kendi bakış açısnızdan yaklaşıyorsunuz ,ben kendi bakış açımdan siz farklı hocaları takip ediyorsunuz ben kendime göre doğru bulduğum hocaları .... iki tarafından kendisi haklı çıkaran yönleri şüphesiz ki var, siz osmanlı altın çağ olarak ele alın o şekilde işleyin hatta bir islam devleti olduğunu idda edin ... bense tamamen iktisada ve paraya önem ve olması gereken akılcıl politikalarla kendisine has bir sistem yaratmış süper güç olarak ele alayım

bu konuda bilkent ünv de si yada sabancı ünv desinin hocalarının eserlerini incelemenizi ve birleşik devlettlerdeki osmanlı tarihi kürsüsünde yürütülen çalışmaları takib etmenizi tavsiye ederim,çünkü bugün bu konun en büyük hocaları uzmanları bu kurumlarda harika osmanlının sosyal tarihi üzerinde çok dehşet bir hızla yol katettiler.ve bu hocalarımızada en büyük desteği özal hükümeti ve ve şimdide ak parti hükümeti sağlamıştır ve sağlamaktadır

yani bu tarz tarih incelemelerine yahudi mason kuruluşları olarak bakmamanız için bu açıklamayı yaptım

size başarılı çalışmalar....

erenon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi