02-14-2014, 20:55 | #1 |
Özlem Albayrak - İçimizdeki Skolastik!
Özlem Albayrak
İçimizdeki skolastik! Biliyorsunuz, Samanyolu'nda yayınlanan Şefkat Tepe dizisinde Peygamber Efendimiz'in bir ışık huzmesi şeklinde tasvir edilmesi, bir kamyonla uzaklaştığı tasavvuru, büyük tepki topladı; yapılan en hafifinden özensizlik, saygısızlık olarak nitelendi, kimilerince din istismarı olarak değerlendirildi. Bendeniz bunun, sonuçları itibariyle istismara kapı aralayacak bir yaklaşım biçimi olsa da, cemaatin son dönemde büyük kitleler nezdinde yerlere serilen saygınlığı ve 'böyle cemaat mi olurmuş, Başbakan ölsün diye üç yıldır dua ediyorlarmış' şeklindeki cümlelerle yükselmeye başlayan tepkilerin de gösterdiği üzere, giderek kaybedilmeye başlanan dinî meşruiyeti, itibarı geri kazanma çabası olduğunu düşünüyorum. Zira cemaat, artık sadece hükümete yaptığı 'yolsuzluk duyarlılığı' görünümlü nefretli muhalefet nedeniyle eleştirilmiyor; artık büyük kitleler nezdinde cemaatin varlığı sorgulanıyor, cemaat gizli bir ajandası bulunan ve Truva atının içinde toplumun kılcal damarlarına kadar sokulmuş bulunan bir düşman olarak değerlendiriliyor. Cemaate mensup olmadığı halde böyle düşünmeyenler de var; ancak dindarların önemli bir kısmı cemaatin hükümete açtığı şeyin savaş, yaptığının da düşmanlık olduğuna inanıyor, bunu biz kabul edelim ya da etmeyelim, böyle. Önce şu: cemaatler ya da tarikatler, yani İslam'ı yorumlama biçimleriyle kendilerini diğer gruplardan ayrıştıran dinî gruplar, genellikle kendi tuttukları yolun daha doğru, samimi olduğu iddiasına sahiptir. Bu iddia, kendi çizdikleri halka içinde bulunan Müslümanların din idrakinin diğerlerinden daha doğru, tutarlı ve yer yer üstün olduğu varsayımına dayanır. Bu varsayım, o grubun ileri gelenlerinin çerçevelerini efsunlu bir kutsallık hâlesiyle çizmesiyle mümkün olur, cemaatin/tarikatın müntesiplere Allah katında daha muteber olma duygusu aşılanır. Bu kaçınılmaz şekilde, hep böyle olur. Çünkü çizilen kutsallık çerçevesi, onları, biricik kılan ve diğer gruplardan ayıran şeydir. Bu yüzden bir cemaat ya da tarikat mensubu, asıl sırat-ı müstakimin kendi tuttukları yol olduğuna emindir, kendileri dışındaki dinî grupların mensupları ise, çoğunlukla dinî açıdan eksik ve kusurlu bulunur, bazen gafildir. Onları diğerlerinden ayrıştıran şey, onları en iyi Müslüman yapan şeydir çünkü; kimisi Kur'an-ı Kerim'de haram olduğu açıkça belirtilmemiş olan sigarayı neredeyse haram mesabesinde görmekle dinin tamamlanacağını düşünür, öteki modern kıyafetler giymeyi kabullenilemez bir eksiklik olarak telakki ettiği için cübbeyle gezer, vesair... İnsanların oluşturulmuş kutsallık mitleri çerçevesinde bir arada kalmasında bir sorun yoktur normal şartlar altında, bu 'fırkalaşma' eğilimi belki de rahmettir hatta. Bu nedenle çoğu kimse, Gülen cemaati üyelerinin, birkaç yıl önce Türkçe Olimpiyatları'nı Peygamber Efendimiz'in teşrif ettiğine inandığını duyduğunda; yaptıklarının dinî açıdan çok anlamlı bir iş olduğuna yönelik inançtan kaynaklanan bir yanılsama olarak değerlendirmişti bunu... Ama Peygamber'e verilen referanslar giderek çoğaldı, aynı Peygamber'in (SAV) rüyalara girerek 'twitleri iki katına çıkarın' buyurduğu iddia edildi, ardından bir STV dizisinde 'rol' verildi -tuhaf ama olan bu-. Mucizelere inanmayacak kadar gözü kör olanlardan değiliz elbette; ancak Peygamber Efendimiz'in bir cemaat ileri geleninin rüyasına girerek dindar bir Başbakan'a yönelik başlatılan savaşta, cemaatin yanında yer aldığını gösteren bu aktarım, gerçekten tuhaftı. Ayrıca, kendine dindar diyen, İslam edebini az çok bilen insanlar, Peygamber'i rüyasında gördüğünde bunu başkalarına anlatmamaları gerektiğine inanırlar, zira paylaştıklarında bu ayrıcalıktan bir ömür mahrum kalacaklarından deli gibi korkarlar. Telefonda Fethullah Gülen'e 'Peygamber, twitleri iki katına çıkarın, dedi.' diyen şahsiyetin ve o rüyayı gören kişinin belli ki böyle bir kaygısı olmamış; anlaşılan o ki, Gülen için de 'rüya ile amel edilmez' kuralı AK Parti'yle savaş söz konusu olduğunda hükümden düşmüş. Bu iki örnek üzerine uzun uzun yazılabilir, ancak artık Peygamber'in (SAV) Samanyolu dizilerinde tasvir edilmeye kalkışılması, zaten farkında olunan bir durumu açıklığa kavuşturuyor: Cemaat mensuplarını hep en iyi, en imanlı, en başarılı, en çalışkan ve en iyi Müslüman olduğuna inandıran cemaat jargonu, artık sadece kendi kitlesini bir arada tutmaya yarayan kutsallık örgüsü için çalıştırılmıyor. Aynı jargon artık, cemaatin ileri gelenlerinin niyetleri ve imanlarıyla ilgili şüpheye düşmüş büyük Müslüman kitleleri ikna etmek için de döndürülüyor. 'Bakın, bakın, Peygamber bile bizden yana, bizim dindarlığımızla ilgili bir şüphe bulunsaydı, hiç rüyalarımıza gelir miydi?' deniyor. Yani, dindar bir Başbakan'a karşı, O'nun ölmesini dilemek de dâhil olmak üzere, hemen -gayri meşru ya da değil- her türlü araçla girişilen bu siyasi ve pragmatik savaşa dinî bir meşruiyet altyapısı sağlanıyor. O meşruiyet, Peygamber Efendimiz'le temin ediliyor. Peygamber Efendimiz (SAV) sadece cemaatin pragmatik çıkarlarının tahkimi için rüyalara teşrif ediyorsa, cennet neden parsellenmiş olmasın ki... Yakında dogmatik Ortaçağ'a rahmet okuturcasına 'AKP'ye karşı savaşmayana cennet arsası yok!' denmeye başlanırsa, 'modern' cemaatin geldiği noktaya üzülecek; ama sanırım hiç şaşırmayacağım. Kaynak Yeni Şafak 14.02.2014
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|