AK Gençliğin Buluşma Noktası


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 07-06-2007, 13:47   #1
Kullanıcı Adı
akadam20
Standart Peygamber Efendimizin S.A.V. Hayat Kronolojisi 1
İslâmiyet'ten önce Arabistan'ın durumu
İslâmiyetten önce Araplar koyu bir cehalet içinde idiler, okuma-yazma bilenler yok denecek kadar azdı. İnsan haklarına riayet yoktu. Güçlü olanlar zayıfları eziyordu. Haklarının bir çoğundan mahrum olan kadın, sanki bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmek adet haline gelmişti ve yürekler acısı bu duruma kimse dur demiyordu.

Tek Allah inancı unutulmuş, insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı. Kabe'nin içinde 360'dan fazla put vardı. Halbuki Kabe, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından Allah'a ibadet için yapılmıştı. Ayrıca her evde de bir put bulunur, aile fertleri ona tapardı, içki, kumar ve her türlü ahlâksızlık toplumu sarmış, insaf ve merhamet duyguları kalplerden silinmişti. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanların durumu ise daha kötü idi.

Karanlıklar içinde kalan, insanlığı bu korkunç durumdan kurtaracak, insanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterecek olan son Peygamberin gelmesine büyük ihtiyaç vardı.


Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nesebi (soyu)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in babası Abdullahtır. Abdullah'ın babası, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan ve Mekke'nin ileri gelenlerinden Abdülmuttalib'tir. Annesi, Kureyş kabilesinin Zühre oğulları kolundan Vehb'in kızı Âmine'dir.
Hem baba hemde ana tarafından temiz ye şerefli bir aileye mensup olan Hz. Muhammed'in soyu Hz. İbrahim'e dayanır.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğumu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu'levvel ayının 12. pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke'de dünyaya geldi.
O'nun doğduğu sabah dünya nurla doldu. Babası Abdullah O'nun doğumundan iki ay kadar önce öldüğünden biricik oğlunu göremedi.
Hz. Âmine böyle nur topu gibi bir çocuk dünyaya getirince, dedesi Abdülmuttalip büyük bir ziyafet vererek sevgili torununa Muhammed adını koydu.

- Torununa ne ad koydun? diye soranlara:
- Muhammed, adını koydum, dedi. Onlar:
- Ataların arasında böyle bir ad yoktu. Bu adı koymaktan maksadın nedir? deyince,

Abdülmuttalip:
Umarım ki O'nu gökte Hak, yerde halk övecektir, diye cevap verdi.

Peygamberimizin doğduğu gece dünyada olağanüstü bir çok olaylar meydana geldi. O gece İran'da Hükümdar (Kisra) sarayının ondört sütunu yıkılmış, Sava gölü kurumuş, bin yıldan beri yanan mecusiler (ateşe tapanlar)'in tapındıkları ateşler birdenbire sönmüştü. Bu olaylar, gelecekte İran saltanatının yıkılacağına,00 Bizans İmparatorluğunun çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret ediyordu. Gerçekten de öyle oldu.


Hz. Muhammed (s.a.s.)’in çocukluğu
Mekke ileri gelenlerinin bir âdeti vardı. Yeni doğan çocuklarını Mekke civarında yaşayan kabilelerdeki sütannelere verip baktırırlardı. Çünkü, Mekke'nin havası ağır ve sıcak olduğundan çocuklara iyi gelmezdi.
Peygamberimizi Hz. Amine üç gün, Süveybe hatun da iki gün emzirdi. Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.s.) Sa'd kabilesinden Halime adında bir sütanneye verildi. Halime O'nu öz evladından çok sever, esen rüzgardan bile sakınırdı. Halimenin küçük kızı ve Hz. Muhammed'in süt kardeşi olan Şeyma da O'nu çok sever, daima onunla beraber oynardı. Bu yetim çocuk aileye büyük uğur getirdi. Halime'nin kocası bir gün şöyle demişti:

"Halime, bu çocuğun ayagı bize çok uğurlu geldi. O, evimize ayak bastığı günden beri hayvanlarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimize bereket doldu. Elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık seziyorum."

Hz. Muhammed (s.a.s.) bu ailenin yanında beş yıl kaldıktan sonra Mekke'de ailesinin yanına getirildi.
Hazreti Muhammed (s.a.s.)'nin annesi Amine'nin Medine'de akrabaları vardı. Hem onları görmek hem de oğluna babasının mezarını ziyaret ettirmek maksadıyla Amine çocuğu ile beraber Medine'ye gitti. Medine'de bir ay kaldılar. Peygamberimizin babası Abdullah'ın mezarını ziyaret ettiler. Hazreti Amine çocuğu ve yanında hizmetçisi Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönmek üzere yola çıktı. Akşam üzeri Ebva köyüne ulaştılar ve geceyi burada geçirdiler.

Hz. Âmine burada hastalandı. Yanıbaşına oturttuğu biricik yavrusunu şefkatle öptü. Hasretle bağrına basarak okşadı. Öleceğini ve oğlundan ayrılacağını hisseden anne bir daha dünya gözüyle göremeyeceği oğlunun yüzüne bakarak şunları söyledi.

"Her yeni eskiyecek ve her şey yok olacaktır. Bende öleceğim. Fakat gam yemem. Çünkü temiz bir çocuk doğurdum. Dünyaya büyük, hayırlı bir varlık bırakıyorum."

Bu sözlerden sonra Âmine gözlerini hayata yumdu. O sırada Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında idi. Ümmü Eymen çocuğu alarak Mekke'ye döndü.

Baba ve anneden öksüz kalan Hz. Muhammed'i dedesi Abdulmuttalib yanına aldı. Peygamberimiz iki sene onun yanında kaldı. Abdulmuttalib'in ölümü yaklaşınca torununu Peygamberimizin amcası Ebû Talib'e teslim ederek O'na çok iyi bakmasını vasiyet etti. Peygamberimiz o zaman sekiz yaşına gelmişti. Ebû Talib ve eşi Fatma Hanım çocuğu iyi baktılar. O'nu öz çocukları gibi sevdiler.


Hz. Muhammed (s.a.s.)’in seyahatleri
Amcası Ebû Talib ticaretle uğraşırdı. Bir seferinde Hz. Muhammed'i beraberinde götürdü. Şam yakınında Busra kasabasına uğradılar. Orada Bahira adında bir papaz ile karşılaştılar.

Bahira, Tevrat ve İncil'de adı ve sıfatları yazılı olan son Peygamberin alametlerini bu çocukta gördü. Bunun üzerine O'nu Mekke'ye geri götürmesini; çünkü Yahudiler tarafından çocuğa bir kötülük gelebileceğini Ebû Talib'e söyledi. Ebû Talib, Bahira'nın bu tavsiyesine uyarak Şam'a gitmekten vazgeçti ve alışverişini burada tamamlayarak geri döndü.

Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de amcası Zübeyr ile birlikte Yemen'e gidip gelmişti.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ticaret hayatı
Kureyş'in ileri gelenlerinden dul ve zengin Hatice adında bir kadın, bazı kimselere sermaye verip ticaret ortaklığı yapıyordu. Hatice, Hz. Muhammed'e sermaye vererek O'nu bir ticaret kervanı ile Suriye'ye yolladı.

Hz. Muhammed (s.a.s.) ticaret hayâtında da doğruluk ve dürüstlüğü sayesinde üstün başarı sağladı. Bu sebepledir ki, düzenlediği her ticaret kervanından, beklendiğinden daha çok kârla döndü. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'le yaptığı ticaret ortaklığından çok memnun kaldı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Hz. Hatice ile evlenmesi ve çocukları
Şam seferinden döndükten sonra Peygamberimiz, Kureyş kabilesinin bu asaletli ve zengin kadını Hatice ile evlendi. Hz. Muhammed o zaman yirmibeş yaşında idi, Hatice ise kırk yaşına gelmişti. Mutlu bir aile yuvası kuruldu.

Hz. Muhammed'in üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. Bunlardan altısı Hz. Hatice'den, biri Mariye'den doğmuştur. Erkek evlatları Kasım, Abdullah ve İbrahim'dir. Kız çocukları Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatıma'dır. Kasım ile Abdullah Peygamberlik gelmeden önce küçük yaşta Mekke'de öldüler. İbrahim ise Hicretten sonra Medine'de doğdu ve küçük yaşta orada vefat etti. Kızlarının hepsi büyüdü ve evlendiler. Hz. Fatıma'dan başka üç kızı Peygamberimizden önce vefat etti. Peygamberimizin nesli Hz. Ali ile evlenen Hz. Fatıma ile devam etmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Kâbe’nin onarımı esnasındaki hakemliği
Bazı yerleri selden yıkılan Kabe'yi Mekkeliler tamir etmeye başladılar. Duvarlar yükselip sıra "Hacerü'l-Esved" adı verilen kutsal siyah taşı, Kabe duvarındaki yerine koymaya gelince, her kabile bu şerefi kazanmak için adeta birbirleriyle yarışa koyuldular. Hatta bu yüzden aralarında anlaşmazlık ve kavga çıktı. Sonunda gerçekten güvenilir ve doğru bir kişi olduğuna inandıkları Hz. Muhammed'i hakem yapmaya ve O'nun vereceği hükme razı olmaya karar verdiler.

Hz. Muhammed "Hacer'ül-Esved"i bir yaygı üzerine koydu. Yaygının uçlarından kabile başkanlarına tutturdu. Hep birlikte taşı yukarı kaldırdılar. Hz. Muhammed taşı mübarek elleriyle duvardaki yerine koydu. O'nun bu uzlaştırıcı davranışı herkesi memnun etti. Böylece büyük bir anlaşmazlık ortadan kalkmış oldu. Bu olayın meydana geldiği sırada Hz. Muhammed otuzbeş yaşında idi.

Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğinden önce de son derece doğru ve güvenilir bir kişiliğe sahipti. Bu özelliğinden dolayı halk arasında kendisine "Muhammedü'l-Emin" yani "Güvenilir Muhammed" deniliyordu. Herkesin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Temiz ve örnek yaşayışı ile toplumda bir yıldız gibi parlıyordu. Yüce Allah, onu en iyi bir şekilde terbiye etti. Ahlak ve faziletle donattı. Çünkü insanlığın kurtuluşu için O'nu peygamber olarak görevlendirecekti.

İlk vahiy (m. 610)
Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşına geldiği zaman kendisinde bazı değişiklikler görülmeye başladı. Yanına azığını alıp Mekke yakınında Hira dağındaki mağaraya çekilir, burada yalnız başına günlerce kalır, kâinatı yaratan Allah'ın büyüklüğünü düşünürdü. Rüyada ne görürse gördükleri aynen çıkıyor. Kimsenin göremediği ve bilemediği bir çok gerçekleri apaçık görüyordu. Bu durum altı ay kadar devam etti. Yüce Allah böylece O'nu terbiye ederek Peygamberliğe hazırlıyordu.

Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâdi 610 yılının Ramazan ayında bir pazartesi gecesi yine Hira dağındaki mağaraya çekilmiş, bütün varlığı ile Allah'a yönelmişti.

Bu sırada Cebrail (s.a.s.) kendisine göründü ve: - Oku, dedi.

Hz. Muhammed (s.a.s.): -Ben okuma bilmem, dedi.

Cebrail ikinci defa "Oku" dedi Hz. Muhammed (s.a.s.) yine "Ben okuma bilmem" dedi.

Cebrail (s.a.s.) üçüncü defa "Oku" deyince, Hz. Muhammed "Ne okuyayım" diye sordu. O zaman Cebrail (s.a.s.) Kur'an-ı Kerim'de Alâk sûresinin başında yer alan şu anlamdaki ayetleri bildirdi:

"Yaratan Rabbının adıyla oku,
O, insanı kan pıhtısından yarattı,
Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bitmediğini O öğretti."

Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilk vahiy gelmiş, Kur'an ayetleri inmeye başlamıştı. Bundan sonra Melek kayboldu. Okunan ayetler Peygamberimizin kalbine yazılmış, gibi kendisi de bunları okumaya başladı.

İlk vahyin ağırlığı, aldığı vazifenin büyüklüğü ve duyduğu sorumluluk duygusunun tesiriyle eve döndü. Başından geçenleri Hz. Hatice'ye anlattı. Hz. Hatice O'nu teselli ederek şöyle dedi: "Müjdeler olsun! Sebat et. Hayatımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki sen bu ümmetin Peygamberi olacaksın, Yüce Allah seni asla bırakmaz. Çünkü sen akrabalık haklarına riayet edersin, sözünde doğrusun, güçlüklere dayanırsın, misafirleri ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın. Böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz."

Fetret devri
Alâk sûresinin ilk beş ayeti indikten sonra vahy bir müddet kesildi. Cebrail (s.a.s.) görünmez oldu. Aradan geçen bu müddet, Hz. Muhammed'in vahyi karşılamaya iyice hazırlanması içindi. Nitekim Peygamberimiz İlâhi vahyin tekrar gelmesini bütün gönlü ile istemiş ve onu kabule hazır duruma gelmişti.
Bunun üzerine Cebrail (s.a.s.) O'na göründü ve Müddessir sûresinin ilk ayetlerini getirdi. Bu ayetlerin anlamı şöyledir:

"Ey örtüsüne bürünen (Muhammed), Kalk da uyar, Rabbini yücelt, Giydiklerini temiz tut, Kötü şeyleri terke devam et."

Bundan sonra vahyin gelişi aralıksız devam etmiş ve Kur'an-ı Kerim 23 senede tamamlanmıştır.

Yukarıda belirtildiği üzere ilk vahiyden sonra geçici bir müddet vahyin kesildiği bu döneme "Vahyin Fetreti Dönemi" denir.

İslâm'a davetin başlaması
Vahyin gelmesi ile Peygamberlikle görevlendirilen Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğini önce güvendiği kişilere söylüyor ve onları İslâm'a davet ediyordu. İlk müslümanlar ibadetlerini gizli yapıyorlardı. Bu durum üç yıl kadar devam etti. Bu arada Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da otuzu geçti.

İlk Müslümanlar
Peygamberimize önce sadık eşi Hz. Hatice, ondan sonra çocuklardan Hz. Ali, köle iken hürriyetine kavuşmuş olan Zeyd b.Harise ve büyüklerden Hz. Ebu Bekir iman ederek müslüman oldular.

Habeşistan'a yapılan ilk hicret
Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyet her geçen gün artıyordu. Müslümanlar ibadetlerini serbestçe yapamıyor, açıktan Kur'an okuyamıyorlardı. Bu sebeple Hz.Peygamber, müslümanların daha emin bir yer olan Habeşistan'a hicret (göç) etmelerine, izin verdi.

Onbir erkek ve dört kadından oluşan ilk kafile, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in, Peygamberliğinin beşinci yılında Mekke'den gizlice çıkarak Kızıldeniz yoluyla Habeşistan'a gitti. İçlerinde Hz. Osman ve eşi Peygamberimizin kızı Rukiye de vardı. Orada çok iyi karşılanan müslümanlar, güvenli ve huzurlu bir hayata kavuştular.

İlk giden kafilenin iyi karşılandığını duyan müslümanlardan 80 kişilik ikinci bir grup daha bir yıl sonra oraya hicret ettiler. Bunların başında Hz. Ali'nin kardeşi Cafer-i Tayyar bulunuyordu.

Habeşistan kralı Necaşi'nin Müslümanlara karşı tutumu
Mekkeli Müşrikler, Müslümanların Habeşistan'da huzura kavuşmasından rahatsız oldular. Onları geri çevirmek için Habeş Kralı Necaşi'ye bir çok hediyelerle birlikte iki elçi gönderdiler. Elçiler müslümanları kendilerine teslim edip geri göndermesini Necaşi'den istediler. Hristiyan olan Necaşi, müslümanları çağırarak İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Her iki tarafı dinledikten sonra Müslümanları haklı buldu ve elçiler eli boş olarak geri dönüp Mekke'ye geldiler.

Bundan sonra Necaşi müslümanları eskisinden daha çok himaye etmeye başladı. Müslümanlarla Habeşistan'ın yerli halkı çok iyi geçindiler.

İslâm'a davetin açıktan yapılması
Peygamber Efendimiz, İslâm'a daveti üç yıl gizlice yaptıktan sonra şu anlamdaki ayetlerin nazil olmasıyla halkı açıktan İslâm dini'ne çağırma dönemi başladı:

"Sen, en yakın akrabalarını uyar, mü'minlerden sana uyanlara rahmet ve hidayet kanatlarını indir. Şayet sana âsi olup karşı dururlarsa, Onlara: -Ben sizin işlediklerinizden tamamen uzağım, de." (Şuarâ Suresi, 214-216)

"Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir." (Hicr Suresi, 94)
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), önce yakınlarını evinde toplayıp bir ziyafet verdi. Allah'tan aldığı emirleri tebliğ ederek onları İslâm dinine davet etti. Amcası Ebû Leheb Peygamberimize karşı çıkarak toplananları dağıttı.

Bundan bir müddet sonra Peygamberimiz davetini genişletmek amacıyla Safa tepesine çıktı. Buradan bütün Mekke halkına seslendi. Onun sesini duyanlar etrafında toplandılar.

Peygamberimiz (s.a.s.) orada toplananlara: - Size şu tepenin arkasında bir düşman ordusunun bulunduğunu haber versem bana inanır mısınız? diye sordu.

Hepsi birden: - Evet inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini hiç duymadık, dediler. Bunun üzerine

Peygamberimiz onlara şöyle dedi: - "Öyleyse biliniz ki Allah beni Peygamber olarak seçti. Bana melek aracılığıyla kendi kelâmını gönderdi. İnsanları Hak din olan İslâm'a davet etmemi emretti. Allah birdir. O'ndan başka Tanrı yoktur. Ben de size ve bütün insanlara gönderilen O'nun Peygamberiyim."
Orada bulunan Ebû Leheb ayağa kalkarak Peygamberimize karşı kırıcı sözler söyledi. Bunun üzerine toplantıya katılanlar dağıldılar. Böylece bu toplantıdan da bir sonuç elde edilemedi.

Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulümler
Müslüman olanları dinden çevirmek, İslâm nurunu söndürmek için müşrikler, müslümanlara eziyet ediyor, çeşitli zulüm ve işkencelerde bulunuyorlardı.

İslâm'ın en büyük düşmanlarından Ümeyye b. Halef Bilâl-i Habeşi'yi kızgın kumlara yatırıp göğsüne de taşları yığarak saatlerce güneşin altında tuttuktan sonra:

- Eğer müslümanlıktan vazgeçmezsen seni böyle öldüreceğim, diyor, bundan sonuç alamayınca Bilâl'ın boynuna ip takarak Mekke'nin bir tarafından öbür tarafına sürüklüyordu. Bu vahşice işkenceler altında ezilmesine rağmen Hz. Bilâl, "Allah birdir, Allah birdir" diye haykırıyordu. Nihayet Hz. Ebû Bekir, Bilâl'ı satın alarak hürriyetine kavuşturdu ve zalim Ümeyye'nin elinden kurtardı.

İlk müslümanlardan Ammar bin ......, kızgın kumlara yatırılarak bayılıncaya kadar dövülmüş, anası Sümeyye, Ebû Cehil tarafından mızrak darbesiyle kanlar içinde yere serilerek öldürülmüş, babası ...... de müşriklerin işkenceleri ile can vermişti. ...... ile eşi Sümeyye Hatun ilk İslâm şehitleri unvanını almışlardır.

Yine Habbab bin Eret, yanmakta olan kıpkırmızı kömürlerin üzerine yatırılarak, Ebû Fukayha ise ayağına bağlanan iple kızgın kumların üzerinde sürüklenerek inançlarından dolayı dayanılmaz eziyetler çekiyorlardı. Bunlardan başka daha bir çok müslüman, müşriklerin zulmüne uğramıştı. Buna rağmen gerçek iman sahipleri işkencelerden yılmadılar, İslâm'dan dönmediler,

Hz. Ebû Bekir'in İslâm'a büyük hizmetlerinden biri de; müslümanlığı kabul ettiği için zulme uğrayan bir çok köle ve cariyeyi satın alarak kurtarmış olmasıdır.

 

akadam20 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 07-06-2007, 13:49   #2
Kullanıcı Adı
akadam20
Standart Peygamber Efendimizin S.A.V. Hayat Kronolojisi 2
Peygamber Efendimizin S.A.V. Hayat Kronolojisi 2

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanlığın İftihar Tablosu’nun Hayat kronolojisi -2-

Hz. Muhammed (s.a.s.)'e en çok düşmanlık yapanlar...
Müşrikler, gerek Peygamberimize gerekse müslümanlara eziyet etmekten geri durmuyorlardı.

Peygamberimize en çok düşmanlık yapanlar şunlardır:

1- Ebû Leheb: Peygamberimizin öz amcası olmasına rağmen İslâm'ın en büyük düşmanı idi. Daha ilk günden itibaren Peygamberimize karşı çıkmıştı. Karısı da Peygamberimizin geçeceği yollara her fırsatta diken koyardı. Tebbet sûresi bu ikisi hakkında inmiştir. Ebû Leheb, Bedir savaşında müslümanların zafer kazandığını öğrenince kahrından ölmüştür.

Ebû Leheb'in oğlu Uteybe bir defasında Peygamberimize hücum etmiş, yakasından tutarak gömleğini yırtmıştı. Peygamberimiz onun bu hareketinden son derece üzülmüş ve: "Ya Rab. Uteybenin üzerine canavarlarından birini musallat et" diye dua etmişti. Allah Sevgili Peygamberinin duasını kabul etti. Uteybe Şam'a giderken yolda bir arslan çıkıp onu parçaladı. Böylece Peygambere yaptığı hakaretin cezasını bulmuş oldu.

2- Ebû Cehil: Peygamberimize en çok düşmanlık edenlerin başında gelir. Müslümanlara çok eziyet etmiş. Ammar b. Yâsir'in annesini inancından dolayı öldürmüştür. O da, Bedir savaşında öldürülerek cezasını bulmuştur.

3 - As b. Vail: Peygamberimize düşmanlıkta ileri giden bu adam, Peygamberimizin oğlu Kasım öldüğü zaman, "Muhammed'in soyu kesildi" diyerek alay etmiş, evlat acısıyla yüreği yanan Peygamberimizi çok üzmüştü. Kevser süresindeki, "Asıl soyu kesilen, ismi unutulan, sana kin ve düşmanlık eden kimsedir" ayeti bunun hakkında nazil olmuştur. As b. Vail, Mekke civarında bir dağ geçidinden geçerken bindiği hayvan onu yere düşürerek bacağını ısırmış ve bu yaradan ölmüştür.

4-Velid b.Muğire,

5-Ümeyye İbni Halef,

6- Utbe b. Rebia da Paygamberimize düşmanlık yapanların başında gelenlerdendir.

Kureyş’in İslâm'a düşman olmasının sebepleri
1- İslâm dini sınıf farklarını ortadan kaldırıyor, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, köle ile efendinin Allah katında bir olduğunu ilan ediyordu. Kureyş'in ileri gelenleri, bu eşitliği kabul etmemiş, mevkilerinin ellerinden gideceğinden korktukları için İslâm'a düşman olmuşlardı.

2- Arapların ticaret merkezi Mekke idi. Mekke'de bulunan Kabe'nin içinde 360 kadar put vardı. Arapları oraya çeken şeyin putlar olduğunu, İslâmiyet putları kaldırınca Mekke'ye kimsenin gelmeyeceğini, dolayısıyla geçimlerini sağladıkları ticaretin ortadan kalkacağını sanıyorlardı.

3- Arabistan'da yüzyıllardan beri putlara tapma kökleşmişti. İyi ile kötüyü birbirinden ayırdetmekte güçlük çeken ilkel milletler, atalarından gördükleri şeylerden kolayca vazgeçmezler, yeniliklere düşman olurlar. İşte İslâm dini arapların alışageldikleri puta tapmayı ortadan kaldırıyor, tek Allah inancını getiriyordu.

4- Araplarda millete başkan olabilmek için liyakat, fazilet, yetenek gibi nitelikler aranmazdı. Sadece iki şart aranırdı. Bunlardan biri zenginlik, diğeri de çok evlat sahibi olmaktı.

Hz. Muhammed'de bunlar yoktu. Öyleyse onu kendimize önder kabul edemeyiz diyorlardı. Ayrıca Haşimiler ile Emeviler arasında eskiden beri devam eden kabile reisliği rekabeti vardı. Hz. Muhammed (s.a.s.), Kureyş'in Haşimi kolundan olduğu için kendisine düşmanlık edenlerin çoğu Emevilerdendi.

Müşriklerin Ebû Talib'e başvurmalarıAmcası Ebû Talib, Peygamberimizi çok severdi. İslâm'ın yayılmasında yeğenine daima yardımcı oluyor ve O'nu himaye ediyordu. Müşriklerin ileri gelenleri Ebû Talib'e başvurarak, "Ya yeğenini İslâm davasından vazgeçir, ya da himaye etmekten vazgeç" dediler ve onu tehdit ettiler.

Ebû Talib, durumu yeğeni Hz. Muhammed (s.a.s.)'e anlatınca O, şöyle cevap verdi: "Ben Allah tarafından Hak dini tebliğ etmekle görevliyim. Ben kendiliğimden bir şey yapmıyorum. Ben Allah elçisiyim. Ey amcacığım, bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler yine de bu vazifeyi bırakmam."

Ebû Talib, bu cevabı dinleyince, "Sen işine bak oğlum, ben sağ oldukça onlar sana birşey yapamazlar" diyerek Peygamberimizi korumaya devam edeceğine dair teminat verdi.

Hz. Hamza'nın Müslüman olması
Peygamberimiz (s.a.s.) bütün güçlüklere rağmen vazifesine devam ediyor, müslümanların sayısıda günden güne artıyordu.

Peygamberliğinin altıncı yılında idi. Birgün Safa tepesinde otururken oradan geçmekte olan Ebû Cehil, Peygamberimize küfretti. Onun bu terbiyesiz davranışına Peygamberimiz cevap vermedi. Bu üzücü olayı gören bir kadın, bu durumu Peygamberimizin amcası Hamza'ya anlattı. Hamza henüz müslüman olmamıştı. Fakat kardeşinin oğluna yapılan bu hakarete çok kızdı. Derhal Kureyş müşriklerinin toplandığı yere giderek Ebû Cehil'e hitaben:

- Benim kardeşimin oğluna sövüp onu inciten sen misin? dedi ve yayını Ebû Cehil'in başına vurdu.

Bu olaydan sonra Hz. Hamza, müslümanlığı kabul ederek Peygamberimizin yanında yer aldı.

Hz. Ömer'in Müslüman olması
Hz. Hamza'nın müslüman oluşu ve müslümanların günden güne kuvvetlenmesi Kureyş müşriklerini telaşa düşürdü. Bu duruma bir çare bulmak için "Daru'n-Nedve" denilen yerde toplandılar. Durumu gözden geçirdikten sonra Ebû Cehil'in teklifi üzerine Hz. Muhammed'i öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere içlerinde en cesur olan Ömer'i görevlendirdiler. O zaman 33 yaşında olan Ömer, kılıcını kuşandı, ve Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı.

Müslümanlar, Erkam'ın evinde toplanmışlardı. Peygamberimiz de orada idi. Ömer yolda Nuaym'a rastladı. Nuaym, "Nereye ya Ömer?" diye sordu. Ömer:
- Milleti birbirine düşüren Muhammed'in vücudunu ortadan kaldırmaya gidiyorum, cevabını verdi. Nuaym Ömer'e:
- Zor bir işe kalkıştın, deyince Ömer:
- Sen de mi Muhammed'den yana oluyorsun? diye çıkıştı. Nuaym:
- Ya Ömer, sen beni bırak, kendi ailene bak, Enişten Said ile kızkardeşin Fatma müslüman oldular, deyince Ömer:
- Önce onların işini bitireyim, diye yolunu değiştirip kızkardeşinin kapısını çaldı. O sırada kızkardeşi ile eniştesi, Peygamberimize yeni nazil olan "TâHâ" Suresindeki ayetleri okuyorlardı. Ömer'in silahlı geldiğini görünce korkup Kur'an sayfalarını sakladılar.

Ömer içeri girince, ne okuduklarını sordu. Onlar da "Bir şey yok" dediler. Ömer'in öfkesi daha da arttı "Demek işittiklerim doğru imiş" diyerek eniştesini yakasından tutup yere çarptı ve döğmeye başladı. Kocasını kurtarmak isteyen kızkardeşi Fatma'nın yüzüne de bir tokat attı. Zavallı kadın ağzından burnundan kanlar akarak yere serildi. Fatma, imanının verdiği cesaretle Ömer'e şu sözleri söyledi:
-Allah'tan kork. Bir kadına yaptıklarına bak. Ben ve eşim müslüman olduk. Başımızı kessen bundan dönmeyiz.

Ömer:
- Okuduğunuz şeyi bana getirin, dedi. Kızkardeşi çıkarıp verdi. Ömer, dikkatle okumaya, okudukça kalbi yumuşamaya başladı. Kur'an-ı Kerim'in eşsiz ahengi, manasındaki yükseklik, okunuşundaki tatlılık ve güzellik Ömer'in kalbini fethetti. Artık Ömer'in kalbi İslâm'a açıktı. Hz. Peygamberin yanına gitti. Önünde diz çöktü ve Kelime-i Şehadet getirerek müslüman oldu. Orada bulunanlar buna çok sevindiler. Hep birlikte Kelime-i Şehadet getirdiler.

Ömer'in İslâm'a girmesiyle müslümanlık kuvvetlendi. Ömer:
- Yâranımız kaç kişidir? diye sordu.
- Seninle beraber kırk kişi, dediler.
Ömer'in isteği üzerine, önde Peygamberimiz, olduğu halde müslümanların hepsi doğru Kabe'ye gittiler. Orada toplu olarak ve açıkta namaz kıldılar. Öte yandan müşrikler, Peygamberi öldürmeye gönderdikleri Ömer'in müslüman olduğunu öğrenince şaşkına döndüler.

Peygamberimizi öldürmek için yola çıkan Ömer'in, merhametsiz ve taştan daha katı kalbini kızkardeşinin evinde okuduğu Kur'an ayetleri yumuşatmış karanlık gönlünü nurla doldurmuş. Peygambere olan düşmanlık duygularını dostluğa çevirmiştir.

Müşriklerin Müslümanları boykotu
Hz. Hamza ve Hz. Ömer'in Müslüman olmaları ve İslâmın günden güne yayılması müşrikleri iyice korkuttu. Bunun üzerine toplanıp müslümanlara karşı şu boykot kararlarını aldılar:

"Bundan sonra müslümanlarla ve onları himaye edenlerle, Muhammed'in akrabası olan Haşimoğulları ile her türlü alakayı kesecekler, Onlarla hiç kimse görüşmeyecek, alışveriş etmeyecek, kız alıp-vermeyecektir."
Müşriklerden Mansur b. İkrime bu anlaşmayı yazdı ve Birlikte Kabe'nin duvarına astılar.

Boykot kararı üç sene devam etti; Bu süre içinde müslümanlar çok sıkıntı çektiler. Müşrikler, müslümanların toplu olarak sığındığı mahalleye yiyecek, içecek sokmamak için ellerinden geleni yaptılar. Müslümanlar, İslâm uğruna her türlü sıkıntıya, açlığa ve susuzluğa katlandılar. Ağaç yaprakları yiyerek yaşamak zorunda kaldılar. Açlıktan feryad eden çocukların durumu ise yürekler acısı idi.
Bu insanlık dışı davranışlarla da müşrikler bir sonuç alamadı, İslâm nurunun yayılmasını engelleyemediler. Bu arada bir güve Kabe'nin duvarına asılan anlaşma metnini yiyerek "Allah" adından başka diğer yazıların tamamını yoketmişti. Ayrıca Mansur İbn İkrime'nin anlaşmayı yazdığı eli kurumuş ve çolak kalmıştı. O zaman "Besmele" yerine "Bismikellahümme" kullanılırdı.

Sonunda Müşriklerden bir kaç kişi insafa gelerek zalim anlaşmayı indirip yırttılar. Böylece boykot kalkmış ve müslümanlar da büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş oldular. Müslümanlara uygulanan boykot Peygamberliğin yedinci yılından onuncu yılına kadar üç yıl devam etti.

Ebû talib ve Hz. Hatice'nin vefatları
Boykotun kalkması ile Peygamberimiz ve müslümanlar biraz rahat nefes aldılar. Fakat aradan çok geçmeden Peygamberimizin amcası Ebû Talib, bir kaç gün sonra da hanımı Hz. Hatice vefat ettiler.

Ebû Talib, Peygamberimizi öz evladı gibi sever ve korurdu. Hz. Hatice ise peygamberimize ilk inanan, en sıkıntılı zamanlarda O'nu teselli eden, yardımcı olan sadık ve vefakâr bir eş idi. Peygamberimiz, kendisine daima destek olan bu iki değerli varlığı kaybetmekten büyük üzüntü duydu. Bu sebepten bu yıla, üzüntülü yıl anlamına gelen "Hüzün yılı" denilmiştir.

Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin ölümünden sonra müşrikler, Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bir gün sokaktan geçerken alçağın biri Peygamberimizin başına toprak atmış, Peygamberimiz o haliyle evine gitmişti. Kızı Hz. Fatıma babasını böyle görünce içi sızlamış ve üzerine atılan toprakları temizlerken ağlamıştı. Kızının ağladığını gören Peygamberimiz (s.a.s.) "Ağlama yavrum, Yüce Allah Babanı koruyacaktır" diyerek Allah'a olan güvenini dile getirmişti.

Taif Yolculuğu
Ebû Talib'le Hz. Hatice'nin vefatından sonra müşriklerin Peygamberimize eziyeti artırmaları üzerine Peygamberimiz Taif halkını İslâm'a davet etmek için ilk müslümanlardan Zeyd İbni Harise'yi yanına alarak Taife gitti. Taifliler İslâm'ı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizin oradan çıkıp gitmesini istediler. Bununla da kalmayıp Peygamberimizi taşa tuttular. Atılan taşlardan ayakları yaralandı, kan içinde kaldı. Yürüyemeyecek hale geldi. Zeyd ise vücudunu Peygamberimize siper ederek atılan taşlardan korumaya çalışıyordu.

Yol kenarında bir bağa sığınan Peygamberimiz burada biraz dinlendikten sonra üzüntü içinde Mekke'ye döndü. Peygamberimiz hayatının en büyük eziyeti ile bu yolculuk sırasında karşılaşmıştır. Ama bu olanlardan ümitsizliğe düşmedi. Asla yılmadı. Vazifesine devam etti.

Akabe biatları
Peygamber Efendimiz yıllarca Mekke halkını İslâm'a davet etmiş, ancak Mekkelilerin inatçı tutumu yüzünden büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Ne varki, onların bu tutumu İslâm Peygamberini vazifesinden alıkoyacak değildi, İslâm'ın nuru insanlığı aydınlatmaya devam edecekti. Bunun için Yüce Allah yeni bir ufuk açtı. İslâm'ın yayılması için daha elverişli bir çevre hazırladı. Bu çevre Medine idi.
Peygamberliğinin onbirinci yılı Hac mevsiminde Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke dışına çıktı. Medine'den gelen altı kişilik bir toplulukla karşılaştı. Onlara Peygamber olduğunu söyledi. Kur'an okudu. Allah'ın emirlerini anlattı. Onları Müslüman olmaya davet etti.

Medineliler iyi düşünceli insanlardı. Peygamberimizin söylediklerinin akla uygun ve doğru olduğuna kanaat getirerek müslüman oldular. Medine'ye dönünce orada İslâm'ın yayılmasına çalıştılar.

I. Akabe Biatı: (Peygamberliğin 12. yılı)
Ertesi yıl Mekke'ye gelen Medinelilerden 12 kişilik bir grup, Mekke yakınında Akabe denilen yerde Peygamberimizle görüştü. Reisleri Esad b. Zürare idi. Aralarında bir yıl önce Müslüman olmuş beş kişi de vardı. Bunlar, "Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, yalan ve iftiradan sakınmak, Peygambere karşı gelmemek" hususunda Peygamberimize biat ettiler, söz verdiler. Buna I. Akabe Biati denir.

Medineliler kendilerine İslâmiyeti öğretecek bir kimse istediler. Peygamberimiz de bu görevi yürütmek üzere Mus'ab'ı gönderdi. Mu'sab, Medine'de İslâm'ın öğretilmesi ve yayılmasında büyük hizmetler gördü.

II. Akabe Biati: (Peygamberliğin 13. yılı)
Bu yıl Medine'deki müslümanlardan 75 kişilik bir grup Mekke'ye geldi. Bunların ikisi kadındı. Akabe denilen yerde Peygamberimizle görüştükten sonra ikinci Akabe Biati gerçekleşti. Buna göre, Medineliler; kadınlarını, kızlarını nasıl koruyorlarsa Peygamberimizi de öyle koruyacaklarına söz verdiler. Hepsi ellerini peygamberimize uzatarak biat ettiler.

Bundan sonra Peygamberimiz aralarından 12 kişiyi temsilci seçmelerini istedi. Onlar da 12 kişiyi temsilci olarak seçtiler. Hepsi de Hz. Peygambere: "Darlık ve genişlik zamanında, her hal ve durumda itaate, sözün daima doğrusunu söylemeye ve Allah yolunda herhangi bir şeyden korkmamaya" söz verdiler.
Akabe biatları İslâm'ın yayılmasında önemli bir dönüm noktası oldu.

Mî'râc mucizesi
Mi'rac sözlükte; Yükseğe çıkmak, İsra da; Geceleyin yürümek demektir. Peygamber Efendimiz hicretten bir buçuk yıl önce Recep ayının 27. gecesi Mekke'deki Mescid-i Haramdan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürülmüş, oradan da göklere yükselmiş, Melekût alemini seyretmiştir.

Allah'ın sonsuz kudretinin bir eseri ve Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biri olan Mi'rac hadisesine müşrikler inanmadılar. Çünkü onlar, yüce Allah'ın büyüklüğünü, kudretinin genişliğini anlamaktan acizdiler. Onlar, sınırlı bir düşünce ve batıl bir inanca sahip olduklarından Mi'raç mucizesini kavrayacak seviyede değildiler.
Müminler hiç tereddüt etmeden Mi'racı kabul ettiler ve inandılar. Hz. Ebû Bekir'e Mi'rac olayı anlatıldığı zaman O; "Bunu Muhammed söylüyorsa doğudur" dedi ve Peygamberimizi tasdik etti. Bundan sonra kendisine "Tasdik edici" manasına gelen "Sıddık" unvanı verildi.

Mî'râc hediyesi namaz
Herhangi bir seyahatten dönen kimse yakınlarına hediyeler getirdiği gibi, Peygamberimiz de mukaddes Mi'rac yolculuğundan önemli müjdeler ve hediyelerle dönmüştür.

Mi'rac gecesi Peygamberimiz (s.a.s.) yükseldiği yüce makamda Allah'a kavuşmuş, arada hiç bir vasıta olmadan İlâhi Vahye (hitaba) mazhar olmuştur. Bu makamda kendisine üç şey verilmiştir:

1- Bakara sûresinin son iki ayeti, (Âmenerresûlü)
2- Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi.
3- Mi'rac hediyesi olarak beş vakit namaz.
İslâm'ın şartlarından biri ve dinin direği olan namaz, Mi'rac gecesinde farz olmuştur.


Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istediler ise de içlerinden biri; "içeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı" deyince dönüp gittiler.
Müşrikler mağaranın önüne geldikleri sırada Hz. Ebû Bekir endişelenerek;

- Bizi görecekler Ya Resûlellah, dedi. Peygamber Efendimiz:
- Üzülme, Allah bizimle beraberdir, diye karşılık verdi.

Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili Peygamberini bu mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir.

Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştı. Tam bu sırada atının ayakları sürçtü. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayaklan dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden af diledi ,ve geri döndü. Arkadan gelenlere de: "Ben buraları aradım kimse yoktur" diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra müslüman olmuştur.

Sevgili Peygamberimiz bir hafta süren tarihi yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kûba köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı.
Peygamberimiz burada on günden fazla kaldı. Kûba Mescidini yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı.

İslâm tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden üç gün sonra Mekke'den ayrılan Hz. Ali'de burada Peygamberimize yetişti.


Peygamberimizin Medine'de karşılanması
Beraberindeki müslümanlarla birlikte Peygamber Efendimiz bir cuma günü Kûba'dan Medine'ye hareket etti. Salimoğulları yurduna geldikleri zaman öğle vakti olmuştu. Peygamberimiz Cum'a namazının farz kılındığını müslümanlara bildirdi. Orada ilk Cum'a namazını kıldılar. Peygamberimiz namazdan sonra Medine'ye doğru yoluna devam etti.

Medineliler bir bayram sevinci içinde bu şerefli misafiri karşılamak için yolun iki tarafına sıralanmışlardı. Peygamberimiz geçerken "Buyurun Ya Resûlellah" diyorlar, mini mini yavrular da "Allah elçisi geldi" diye sevinç çığlıkları atıyorlardı.
Medine'de büyük bir sevgi ile karşılanan Peygamberimiz, Halid b. Zeyd, yani Ebû Eyyüb Ensari Hazretlerinin evinde misafir oldu ve burada yedi ay kadar kaldı.

Mescid-i Nebevi'nin inşası
Ebû Eyyüb Ensari'nin evinin yanında boş bir arsa vardı. Peygamber Efendimiz bu arsayı satın alarak üzerinde bir mescid ve etrafında da kendisinin oturması için odalar yaptırdı. Sonra da misafir olarak kaldığı evden buraya taşındı.
Bugün, müslümanlar tarafından ziyaret edilen Medine'deki "Mescid-i Nebevi" işte burasıdır. Bu mescid yapılırken de Peygamberimiz sırtında ker*** taşımış ve bizzat çalışmıştır.

akadam20 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi