12-29-2012, 00:29 | #1 |
Pişman olmak
Bir nefsi hastalık başka nefsi hastalıkları doğurur. Misal mükemmeliyetçilik. Şeytan mükemmel olma arzusunda gizlidir. Mükemmeliyetçilik gibi bir nefsi hastalık sosyal anksiyete bozukluğu gibi bir semptom yaratabilir.
Nefsi yaşam kalbi körleştirir. Zahirde nefsi bir yaşam olarak görülmese de yaşamımızın kör noktaları olabilir mükemmel olma arzusu gibi. Bu tür arzularla körelen kalp vicdansız olmaya ve bu doğrultuda kişiyi yaşatmaya başlar. Psikoloji sadece nefsin araştırıldığı bir ilimdir. Yani henüz bilimin keşfetmiş olduklarından ibarettir psikoloji. Ve keşfettikleri kadarıyla bir tedavi metodu geliştirir psikologlar. İnsanın nefsi sadece keşfedilenlerden ibaret değildir bu bir. İkincisi nefsi bilen, nefsi mutmain olan erenler her bireyin şahsî nefsinin olmadığını söylerler, tek bir nefsin olduğunu söylerler. Bu da işin çok ayrı bir boyutu. Akıl yetişemediği bir boyut. Maksat nedir tam olarak? Sorun olarak görülen hâli engel olmaktan çıkarıp, yok edip, tedavi edip mükemmel olma yolunda ilerlemek mi? Yoksa aslında mükemmeliyetçiliğin en büyük nefsi hastalık olduğunu görüp kul olmak mı? İnsanı hasta eden bu arzu da neyin nesi? Bizi nasıl ele geçiriyor? Pişman olacak şeyler yaptırıyor. Hatta ve hatta pişman olmayanlar bile oluyor. Nefsin bu hastalıklı yanlarında kaybolmak, bilinç dışı olarak günahkâr bir şekilde hareket etmek ve pişmanlıktan uzaklaşmak emmare nefsin bizi kontrol etmesidir. Hele hele pişman duymamak feci bir durum. Oradaki anlam şudur: "Bana haksızlık yaptı bu hayat, çok acı çektim, benim şu anda yaptığım zulümler haklılık değerine sahiptir." İşte burada o çukura girmişizdir. Pişmanlık zamanla gelmez ise tamamen kaybolma ihtimalimiz de vardır. Affetmek kalp gözünün affedişte açıklığına işarettir. Aşk acılara takat getirir. Takatsiz düşen zulüm yapmayı kendine hak görür. Çünkü Allah'ın takatimizden fazla yük yüklemediğine inanmaz. Hakk'tan haksızlık geldi olarak görür. Bunu şüpheden kurtulamayan her imanlı böyle görebilir ama daha sonra tövbe eder, pişman olur yani levvame nefsin etkisi ile hareket eder. Yüzleşme sürecinde insan kendisini kaybedebilir. Dip yapabilir. Bunlar hayırlıdır. Yolcu yolunu bilirse hayırlıdır. Aksi halde kişi kendine geldiğinde pişman olmaz. Yolcu pişman olup, tövbe edip, yüzleşip, gönül ferahlığına kavuşup yoluna devam etmelidir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
12-30-2012, 21:15 | #2 |
"Mükemmel" diye tasavvur ettiğimiz bir put vardır genellikle. Öteye attığımız ya da kendi merkezimize yerleştirdiğimiz bir put. Kendi merkezimize yerleştirince bu narsizm oluyor haliyle.
Sadizm-mazoşizm, aşağılık duygusu-üstünlük duygusu hep bu mükemmele olan inançta ve bunu bir yere yerleştirme arzumuzdan geliyor. Bir mesafe, uzaklık (bu'd) koyuyoruz hep. Ben günahkârım. Ötelerde bir yerlerde mükemmel olanlar var. Böyle düşünmek doğru değil çünkü mükemmel kimse yok. Ve özel bir insanla karşılaşınca kişi bu inançta ise mükemmellik tanımına uymuyor diye o kişiyi beğenmeyebilir. İnsanlar arasında, ki bu insanlar "özel" tanımını koyduğumuz insanlar da olabilir, farklar vardır çünkü tüm âleme esmalar yayılmıştır. Mükemmel olandan eden tecelli her yerden farklı tecelli eder. İnsan günahın, hatanın, acının içine girdikçe ve kendisinin mükemmel olmadığını, kusurlu olduğunu, kul olduğunu gördükçe olgunluğu artar. Mütevazi olur. Kendi nefsimiz bir hayaldir bir anlamda. O nefsi yüce olarak tasavvur ederiz muhayyile gücümüzle. Fakat gerçek ile yüzleşince bir sarsıntı geçiririz çünkü gerçek hayal tanımaz, gerçek gerçektir ve geçer gider. Hayal bir hakiki üfleme ile uçar gider. Birisi kendi kendine gece gündüz bir uzunum diye telkin yapsa ama bir kereliğine kendisinden uzun bir insanın yanına gitse gerçekle yüzleşir. Sen ona göre kısasındır. Ona göre. Ya sana göre? Uzun mu kısa mı? Kıyas için birisi gerekiyor, fazladan birisi. Uzunum demek için kısa biri gerekiyor. Ama o da yoksa o zaman nasıl uzunum denebilir ki? Ben benim. Uzun ya da kısa değil. Kimine göre uzun kimine göre kısa ama ben benim. Fakat ego bu çokluktaki farklılıklarda işliyor. Resmen hayali bir sevinç ve üzüntü okyanusu içinde boğulup gidiyoruz. Elalem okyanusu içinde boğuluyoruz. Bugünün elalemi ya da geçmiş zamanda yaşanmış, boğulunmuş elalemle olan anılar ve egonun refleksi sonucu yıkılan masalar, kırılan tabaklar. Kırıkların acısı, unutma arzusu. Didişen insanlar, didişen cinler. Kavgalar, gürültüler. Sevinçler, kahkahalar. Çokluk okyanusunda boğuluyoruz. Ara ara başımızı çıkarıp tam nefes alacakken, açık olan ağzımıza bir dalga giriyor. İlah edinen akıllar, akıldan kurtulmaya çalışmalar ama korkuların galibiyeti ve şeytanların, cinlerin, şerlilerin kutlaması. Bu'da olan inanç, kurb halinin perdesi. Kurb halinin gelmesi ve yine bu'd halinin dönmesi. Mükemmel değiliz arkadaş. Yeter ki levm etmeyi, tövbe etmeyi unutmayalım. Ben rabb-ı hassımdan rabb-ı hassım da benden razı. Ben ortadoğu muyum? Uzak doğu muyum? Kime göre? Batıya göre. Ben niye batının yorumu ile kendimi batının doğusunda göreyim? Ben uzak doğu değilim, ortadoğu değilim. Ben merkezim. Uzak doğu olan okyanus ötesindeki kıtadır. Ortadoğu olan benim doğumda kalandır. Ben neden kendimi başkalarının yorumlarında yaşatayım? Yaşatırım. Çünkü ben aklımı ilah edindim. Akıl ne derse o doğru çünkü. Haberim yok. Aklım nefsimin kölesi olmuş. 7 milyar insan ile birlikte 7 milyar da mantık'ın olduğundan haberim yok. Mesnevi'de yazmış Hz. Pîr haberim yok, akılcılık gerizekâlılıktır diye. Allâh Kerim. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|