![]() |
#1 |
![]() PLAZMA PROTEİNLERİ
ALPEREN GÜRBÜZER Bilindiği üzere hücre yapısı büyük ölçüde protein özellik göstermektedir. Nitekim kaslarda % 30, karaciğerde % 20–30, alyuvarlarda % 30 civarında protein bulunmaktadır. Hatta canlıların üremesi, gelişmesi ve bir takım genetik karakterlerin kuşaktan kuşağa aktarılması gibi faaliyetler protein içerikli maddeler sayesinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla proteinsiz hayat düşünülemez. Yani proteinler hayati öneme arz eden enzimler dâhil tüm antikorlara kadar birçok yapıda yerini almaktadır. Hatta şeker, tuz gibi moleküller ile kıyasladığımızda proteinlerin dev yapılı ve karmaşık moleküller olduğu görülecektir. Öyle ki; molekül ağırlığı milyon rakamları bulan protein moleküllerin yanı sıra, molekül ağırlığı 6000 olan iki peptit zincirden meydana gelmiş insülin hormonu gibi proteinlerde mevcuttur. Zira bu zincirlerin birinci ayağı 21, ikinci ayağı ise 30 amino asit ihtiva edip, toplamda 51 aminoasitle birlikte insülin molekülünü meydana getirirler. Anlaşılan o ki proteinin bulunmadığı alan gözükmemektedir. Aynı zamanda binlerce karbon, hidrojen, oksijen ve azot içeren en basit protein molekülün bile hiçbir tesadüfe meydan vermeyecek şekilde belli bir düzen içerisinde sahne almaktadır. En iyimser tahminle bir insülin proteinin bir kereciğine de olsa tesadüfen meydana gelme ihtimali için gerekli 20 rakamını 51 ile çarptığımızda bu iş için değil bir evren ömrü, birkaç milyar kat ömrünün yetmeyeceği bir sonuca ulaşırız. Öyle ki; İngiliz Biyokimyacısı Frederick Sanger 1945 yılında peptit zincirindeki amino asitlerin diziliş sırrını çözme adına başlattığı çalışma 1953 yılında tamamlanıp, gelinen nokta itibariyle sadece en basit protein molekülü diyebileceğimiz insülin hormonu keşfedilebilmiştir. Ab-ı hayatımıza renk katan kan ekseriyatla plazmadan meydana gelmiştir. Bu yüzden sıvı olan plazma ile katı olan kısmın içerisindeki şekilli elemanların hepsine kan denmektedir. Tariften de anlaşıldığı üzere kanın eritrosit, lökosit ve trombosit denilen şekilli elemanları narin yapılı bir incecik sıvı olan plazma içerisinde adeta tekne gezintisi yapıp hayatlarını sürdürmekteler. Bu gezintinin son derece mükemmel olması için sıvının akışkanlığı, hatta miktarı gibi tüm ayarlamalar önceden düşünülmüş bile. Bu ayarlamaları yapan organ hiç kuşkusuz böbrekten başkası değildir. Oldu ya kan aşırı derecede sulandı, bu durumda böbrek devreye girip suyun fazlasını süzmesiyle birlikte sistemin dengesi sağlanmaktadır. Kanımızdaki en önemli olan protein hiç kuşkusuz hemoglobindir. Hemoglobin insülin gibi basit bir protein olmayıp, bilakis 574 amino asitin belli bir nizam içerisinde bir araya gelmesiyle oluşan ve aynı zamanda molekül ağırlığı 68 bin olan bir elemandır. Hatta bugün itibariyle hemoglobinin yüzden fazla cinslerinin olduğu tespit edilmiştir. Sanırım yukarıda insülinin tesadüfen meydana gelemeyeceğini gösteren ihtimal hesabından sonra bu sefer de bir hemoglobin molekülünün tesadüfen meydana gelme ihtimalini hesaplamak abesle iştigal olsa gerektir. Bilindiği üzere Hemoglobin proteini oksijeni akciğerlerden alarak vücudumuzun tüm hücrelerine transfer işlemi gerçekleştirmektedir. Yüce Allah önemli görevler ifa eden söz konusu bu molekülü kana kırmızı rengi veren alyuvarların içerisine yerleştirmiştir. Bir insan vücudu düşününü ki tamamında 7500 civarında alyuvar bulunmaktadır. Bu demektir ki toplamda 7500 milyon trilyon civarında hemoglobin var demektir. Her vücut kendine özgü protein molekülün varlığına ihtiyaç hisseder. Dolayısıyla dışardan herhangi bir yabancı madde girdiğinde vücut alarm verip derhal tepkisini ortaya koymaktadır. Oldu ya bir insana başka bir canlının serumun vermeye kalkıştığımızda o insan ya koma haline girecek, ya da derhal ölümüne yol açacaktır. Plazma proteinleri kanın akıcı nitelikte olmasından dolayı şu tiplere ayrılır: —Fibronojen, —Serum, —Fibrin, —Plazma, —Pıhtı vs. Malum olduğu üzere 1900 yılında Avustralyalı bir bilim adamı insanların kan özelliklerine göre A, B, AB, 0 grupları şeklinde tasnif ettikten sonra insan alyuvarlarında A ve B maddesi diye iki çeşit özel proteinin varlığını ortaya koymuştur. Böylece alyuvarlarında sadece A maddesi bulunana A, sadece B maddesi bulunana B, her iki maddeden bulunana AB, hiç bulunmayanlara da 0 (sıfır) grubu adını almış oldu. Aynı zamanda söz konusu maddeler keşfedilmekle kalmayıp bu sefer dikkatler dört kan grubu üzerine çevrilerek bunlara ait kan plazmalar mercek altına alınıverdi. Yapılan birtakım analiz çalışmaları sonucunda yabancı kanın alyuvarlarını aglütinasyona uğrattığı düşünülen alfa ve beta denilen iki çökeltici özel maddenin varlığı tespit edilmiştir. Yani; A grubu insanın plazmasında beta çökelticisi maddesi, B grubu bulunanlarda ise alfa çökeltici maddesi olduğu gün gibi ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu durumda A grubuna sahip bir insana B grubu kan verildiğinde beta çökeltici maddesinin devreye girmesiyle birlikte verilen kanın alyuvarlarını çökeltebileceği tescillenmiş oldu. Dahası çökeltmekle kalmayıp damar tıkanmasıyla birlikte insanın ölümüne neden olacağı belirlenmiştir. AB grubuna sahip insanların plazmalarında ise çökeltici maddelerin hiç biri bulunmadığından, bu gruptakilere her gruptan kan alma şansı doğmuştur. Ancak aynı şeyi 0 grubu için söyleyemeyiz. Çünkü bu gruptakilerin plazmasında her iki çökeltide mevcut olduğundan, kendisi dâhil her gruba kanını vermektedir. İşte toplum ilişkilerinde sıkça gördüğümüz “al gülüm ver gülüm” denen olayın tüm detayları AB ve 0 grubunun gizeminde mevcut. Bir başka ifadeyle plazma AB veya 0 olunca alanda memnun, veren de memnun olmuş oluyor. Zira plazma öyle emir almış ki emrin gereğini yerine getiriyor. Bu yüzden AB grubu genel alıcı, 0 grubu ise genel verici diye isimlendirilmişlerdir. Anlaşılan o ki; Vücudun 1/11 veya 1/12’ini kan ihtiva etmektedir. Bu yüzden kan yaratılış misyonu gereği akıcı bir doku olup, kendisine belli başlı görevler yüklenmiştir. Şöyle ki bu görevler: — Barsakta emilen ve lenfa kanallarına ulaşan gıdaları karaciğere ve dokulara ulaştırmak, —Solunum gazlarını nakletmek, —Metabolitik artıklarını (üre, NH3) alıp dışarı atılması için çeşitli organlara göndermek, —Hormon, enzim ve vitamin gibi maddeleri taşımak, —Vücut ısısını sabit tutmak, —Organların PH değerini ayarlamak, —Su dengesini sağlamak, —Kanamaları önlemek, —Enfeksiyonlara karşı korunmayı temin etmek tarzında sıralanır. Enfeksiyonlara karşı korunma ise; Lökosit ve monositler vasıtasıyla karşı koyma veya antitoksin ve antikorların savunması şeklinde tezahür etmektedir. http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|