AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



 
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 09-25-2011, 12:41   #2
Kullanıcı Adı
alperen
Standart
POPULASYON GENETİĞİ-2

ALPEREN GÜRBÜZER


SEÇMENİN ETKİNLİĞİ
Evrimciler doğal şartlara uyumlu olan canlıların hayatta kalarak nesillerini devam ettirebileceklerini, çevreye uyum sağlamayanların elenip yok olacaklarını iddia etmektedirler. Aynı zamanda bu iddialarını desteklemek adına tabi seleksiyonun evrim hadisesini etkin bir şekilde kontrol eden yegâne bir kuvvet olduğundan dem vurmaktadırlar. Oysa jeolojik devirlerin en eski üç balık cinsi birbirlerine benzemelerine rağmen, bunlardan birincisi bünyesinde taşıdığı elektrik sistemi sayesinde etrafı kolaçan etmekte, ikincisi ise sonorik sistemle etrafı izleyip ona göre gardını almaktadır. Üçüncü cinste bu mekanizmaların tümünden yoksun olduğu için düşmanınca hemen avlanıverirler. İlginçtir üçüncü cins olanlar milyonlarca senedir avlanmasına rağmen yıkılmadık ayaktayız dercesine hiçbir türe dönüşmeden neslini devam ettirerek yaratılış tarihine adeta not düşmüşlerdir. Allah aşkına şimdi soruyorum; tarihe düşülen bu notun neresinde seleksiyon var, bir bileniz varsa çıksın bize izah etsin. İzah edemezler, çünkü böyle bir kayıt ne bu canlıda, ne de diğerlerinde var. Bu yüzden evrimcilerin hezeyanlarına şaşmamak elde değil. Doğal seleksiyon nasıl bir kuvvetse cansız bir kavram bir anda şuur sahibi veya hayat mimarı ilan edilebiliyor. Bu tip düşünceleri bir an olsun doğru farz ettiğimizde aslan gibi yırtıcı hayvanların kuşatma alanına giren geyik sürülerinin içerisinde hızlı kaçabilenlerin zaman içerisinde bir başka canlı türüne dönüşmelerini bekleriz. Belli ki ortada dönüşüm geçirmiş ne bir yeni canlı türü, ne de dönüşümü gösteren bir ara form gözükmemektedir. Geyik hala geyik olarak kalmaktadır. Evrimciler bu gerçeklere aldırış etmeksizin bu sefer de doğal seleksiyonun çevreye iyi bir şekilde uyum sağlamış canlılar da daha çok döl meydana getirdiğini ileri sürmektedirler. Madem öyle, ozaman sürüngenden memeliye eksiksiz tam dönüşümün olması ya da çevreye büyük bir oranda uyum sağlamış sürüngen neslinin ardı sıra artışlar göstererek devam etmesi gerekirdi. Fakat durum hiçte öyle anlatıldığı gibi değilmiş meğer. Maalesef Darwin çevre yoluyla etkilenen dokuların (somatik hücrelerin) gemmule’ler (kalıtım üniteleri) oluşturduğu varsayımından hareketle sonradan kazanılmış karakterlerin kalıtımla ilgili olabileceğini sanmıştır. Yani kuvvetli olanlar hayat yolculuğunda yoluna devam ederek özelliklerinin irsiyet yoluyla yeni kuşaklara aktardıklarını, zayıfların ise doğal seleksiyona uğrayarak elenip kaybolacaklarını düşünmüştür. Oysa Mendel kanunları sayesinde gelinen noktada anlaşıldı ki kalıtım doğuştan kazanılan bir özelliktir. Üstelik kalıtım üreme hücrelerinde (yumurta ve sperm hücreleri) bulunan genler tarafından kontrol edildiği artık bir sır değil. Dolayısıyla sadece üreme hücrelerinde ki değişiklikler irsi diyebiliriz, bu yüzden tabiat kaynaklı gemmule gibi bir birikim asla buralarda gerçekleşmez. Hatta cinsiyet hücreleri vücudun genel oluşumunda rol oynamadıkları gibi canlıların hayatında birtakım faaliyetlere bile katılamamaktadırlar.
Bilindiği üzere her bir gen minimum iki gen tarafından kontrol edilir ki bu gen çiftine allel genler denmektedir. Yani bu allel çiftlerin biri anneden biri ise babadan gelen lokus alleller olup oğul döllerin gen kombinasyonlarının oluşumunu sağlarlar. Böylece oğul döller ebeveynlerinden birtakım özellikler alarak kendine özgü protip oluşturmaktadır. Derken çeşitlilik nesiller boyu kendi yol mecrasında bir su misali akıp gider. Nitekim Kriminal laboratuarlarında kimliklendirmeye yönelik çalışmalar neticesinde STR gen bölgelerine yansıyan her bir kişiye özel DNA tiplemeleri elde edilmektedir. Elde edilen DNA profillerinden de anlaşıldığı üzere dominant genler her halükarda fenotipte kendilerini gösterebiliyor. Çekinik genler ise heterezigot halde taşındıklarında fenotipte kendilerini gösteremiyecektir. Böylece seçme işleminden bir şekilde kurtulmuş olmaktadırlar. Ne zaman ki çekinik genlerin frekansı yüksek seviyelere gelir işte o zaman iki resesif genin bir araya gelmesiyle birlikte homozigot halde kendi karakterini ortaya koyacaktır. Yani heterezigot halde bir çekinik gen frekans yönden etkisiz olup, homozigot halde tam tersi yüksek olmaktadır.
Evrimciler, Darwin’in ileri sürdüğü kâinatta çok değişik türden canlıların seçme yoluyla (tabi ayıklama) ayıklanacağından hareketle çekinik zararlı genlerin de bir şekilde ayıklanıp popülâsyondan kalkacağına inanmaktadırlar. Hatta inanmakla kalmayıp çaprazlama deneyleriyle birtakım ıslah çalışmalarını denemişler. Fakat gel gör ki bu çalışmalar sonucunda yüzde yüz neticeye ulaşamamışlardır. Üstelik ortada tabi seleksiyon açısından da tam bir garabet söz konusudur. Zira yeryüzünde bu kadar canlı türlerinden doğal ayıklamayla bu sayının inmesi beklenirdi, ama durum hiçte öyle değil. Belli ki çok güvendikleri seleksiyon ucubesi ayıklama hatası yapmış. Evrim mantığından hareket edersek un mamulünün içerisine biraz şeker, biraz da yağ ilave ettiğimizde ortada ne şeker gözükür ne de yağ. Dahası doğal seleksiyon zayıfları eleyip ortaya helva olarak ortaya çıkmıştır. Şayet bu bir seleksiyonsa... Anlaşılan seleksiyona bu imkânı vermek için evvela un, şeker ve yağın bir arada olması icap etmektedir. Aksi takdirde tabi seleksiyon şekersiz ve yağsız bir unu ayıklayamamaktadır. Belli ki birileri seleksiyona üstün bir misyon yükleyerek evrimi kurtarma derdine düşmüşler. Tabiî ki deniz olmadan gemi olmayacağı gibi, un, şeker ve yağ olmadan helva olamayacaktır.
İNSAN POPULASYONUNDA SEÇMENİN DEĞERİ
Evrimciler tarafından Neandarthal adamı yarı dik yürümesi ve insana benzer olması dolayısıyla hemen geçiş formu ilan ediliverdi. Oysa Neandarthal dedikleri adam bizim gibi tamamen dik yürüyen bir insan olup, eğik kalması ise D vitamini eksikliğinden veya kemiklerin iltihaplı ve sakat olmasından kaynaklanan bir durumdur. Gerçekte sakatlığı olmazsa o da bizim gibi dik yürüyen bir insandan başkası olamazdı. Yani o maymunla insan arasında asla geçiş formu değildir. Bilakis bugün gelinen noktada Neanderthal adamı ölüsünü defneden, yazı yazabilen ve hatta dini inancı olan bir insan olduğu anlaşılmıştır. Keza bilim adamları Cro-Magnon adamının günümüz Avrupa insanına neredeyse tıpa tıp çok benzediğini vurgulamaktadırlar. Bu yüzden Neanderthal adamı ve Cro-Magnon adamı farklı ırklardan gelmelerine rağmen bizimle aynı Homo sapiens türüne dâhil edilmişlerdir. Zaten dâhil edilmeselerde bu adamlar ve diğerleri başlangıç itibariyle beraber yaşıyorlardı. Yani aynı gen havuzundun küçük bir üyeleri olarak çoğalıyorlardı. Derken her birisinde büyük oranlarda melez döller teşekkül etmesiyle birlikte genetik yapıları arasında farklılıklar nüksediverdi. Böylece söz konusu gruplardan kabileler ve ırklar meydana gelmiş oldu. Zaten insana ait fosil veya tarihi eserlerin hemen hemen dünyanın her yerinde bulunması ilk insanların bir arada yaşamayıp ayrı ayrı yerlerde mesken tuttuklarını göstermektedir. İşte bu durum ilk insan topluluklarının teşekkülü veya farklı ırkların varlığını evrimci bir bakış açısıyla izah etmenin mümkün olamayacağını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ırkların orijini hakkında aciz kalan bir sığ görüş, elbette ki diğer konulara ait iddialarına da şüphe gözüyle bakılacaktır. Onlar bildiklerini okuya dursunlar şurası muhakkak siyah ırktan olanlar kendileri için zararlı olmayan ışınların bulunduğu coğrafi alanlara göç ederek oraları mesken tutmuşlar, açık renkli ve mavi gözlü İskandinav halkı ise ekvator civarında yoğun ültraviyole ışınlarına maruz kalmamak için kuzeye göç ederek buralarda konaklamışlardır. Anlaşılan o ki canlı gruplar arasındaki değişiklikler anlık sıçramalar sonucunda birden bire gerçekleşivermiştir. Kesinlikle evrimleşme ile bir değişim söz konusu değildir. Çünkü şimdiye kadar ortaya çıkan fosiller bu durumu destekleyip, adeta yaratılış diye haykırmaktadır.
Bu arada bütün ıslah(seçme) çalışmaları sonucunda canlı âlemde birçok melez türlerin ömürlerinin kısa olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca ıslah edilmiş olanların orijinalleri veya kendi dışındaki yabani tipleriyle rekabet edemeyecek kadar dayanıksız oldukları ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu tür ıslah edilmiş canlılar tabi düşmanlarından soyutlanmış bir ortamda ancak hayatlarını rahatça idame edebilmektedirler. Ne kadar ıslah çalışmalarına hız verilirse verilsin meydana gelen varyasyonlar (değişmeler) bir noktadan sonra hep sınırlı kalıp bir adım öteye geçemeyecektir. Bazı kişiler evcil hayvanlara yapılan uygulamalardan hareketle seçme yöntemiyle insanlar arasından üstün bir ırk oluşturulabileceğini savunmuşlardır. Oysa insan bir evcil hayvan değil ki kendisinin kobay olarak kullanılmasına izin versin. Belki bu tür uygulamalarla kalıtsal bozuklukları taşıyan bireylerin üremesinin sınırlanmasına veya zararlı genlerin popülâsyondan temizlenmesi girişimlerine insanlık bir süre sessiz kalabilir de. Ancak kusur meydana getiren genlerin çoğu çekinik ve heterezigot olarak taşındığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Keza homozigot çekinik bireylerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte popülâsyonda var olan gen frekansını azaltacağı da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Demek ki seçme belirli ölçüde kusurlu doğma şansını düşürse bile beraberinde de bir takım sancılara kapı aralayabiliyor. Üstelik bunca ıslah çalışmalarına rağmen heterezigot yoluyla taşınan genler ileriki kuşakta populasyona eklenip tekrardan zararlı genlerin sayısında çoğalmalar görüldüğü tespit edilmiştir. Yani kusurlu doğma şansı yine artmaktadır. Netice itibarı ile insanlara evcil hayvanlar muamelesi yapıp genleriyle fazla oynanmasını doğru bulmuyoruz. Doğal olarak tüm sorun heterezigot bireylerdedir. Bunlara çocuk yapmama önerilebilir. Fakat hepimiz bir şekilde büyük veya küçük ölçekte bazı zararlı genleri taşımaktayız. Bu yolla toptancı ayıklamaya çalışırsak dünya da galiba normal bir insan bulamayacağız demektir.
Örnek-
Bir toplumda mavi gözlülerin oranı %16 olsun. Bu durumda Adolf Hitlerin yolundan giden bir zalim bir diktatör düşünün ki göz rengi koyu olduğu için mavi göz renginin toplumdan temizlenmesini emretsin. Bu durumda bu genin frekansı nedir?
q2 =%16
(p+q) 2 = p2 + 2 pp + q2
q2 = 0,16
√ q2=√0,16
q = 0,40
qn=q0/1+snq0
q1=0.40.1+(1x1x0,40)
=0,28 olur.
Bir döl sonra emir % 100 uygulanmışsa mavi göz renginin frekansı (q)= % 28,57’e düşer. Bunların çiftleşmesinden doğan mavi gözlü çocukların oranıda % 8,2’ye gerileyecektir.
Şayet bu diktatörün izleyicileri daha soraki 10 dölde aynı uygulamayı gerçekleştirirse gen frekansı % 8’e, yani

qn=q0/1+snq0
q1=0.40.1+(10x1x0,40)
=0,08 olacaktır.
Seçmeyle mavi gözlülerin sayısı 64/1000 olup gittikçe bu seçmenin etkinliği azalsa bile yüz döl sonrası yine mavi gözlü çocuklar doğabilecektir. Böylece seçme bir noktada dengesine kavuşacaktır. Demek ki temizleme operasyonu ne kadar sürdürülürse sürdürülsün birkaç kuşak kendisini gösterecektir.
Not: s= seçme katsayısı olup, aa genotipinde ki bireylerin tümü evlenmesiyle birlikte seçme oranı 1 olacaktır (s=1)

ÇEKİNİK GENLERE KARŞI DOĞAL ŞEÇMENİN ETKEN OLDUĞU DURUMLARDA GEN FREKANSININ DEĞİŞMESİ
A ve a allellerin bulunduğu bir populasyonda, a geninin zararına yönelik bir seçme varsa aa genotipindeki bireylerin tümü elenecektir. O zaman seçme oranı (katsayısı) 1 olacaktır(s=1).

Genotipler AA
2AA
aa
Başlangç frekansı p2
2pq
q2
Uyum değeri (Ud)
1
0
Gamete katılma p2x1
2pq x 1
0


Seçmeden sonraki toplam oran = p2+2pq
= p(p+2q)
= p(p+qq)
= p(1+q)
p(AA) = p2/ p(1+q)
p(a) =1/2 x2pq/ p(1+q) tezahür edecektir.
Dominant durumda p(AA) = p/1+q olacaktır.
Heterezigot durumda olan gametlerin gen frekansı ise
p(Aa) = 2pq/p(1+q)
p(Aa) = 2q/ 1+q
p(a) = 1/2x2pq/ p(1+q)
p(a) = q/ 1+q şeklinde sahne alacaktır.
a geni içeren gametlerin frekans değeri veya a geninin gelecek kuşaktaki fekansını bulmak için;
∆q= q/ 1+q – q
∆q= q-q- q2/ 1+q
∆q(gelecek kuşaklardaki a geninin frekansı)= q2/ 1+ q formülü uygulanıp, homozigot halde q ihmal edileceğinden;
∆q= q2 olacaktır.
Dölden döle q0 (ilk frekans) s=1 alındığında ortaya;
q1= q0/1+ q0
q2= q1/1+ q1
q2= q0/1+ q0 / 1+ q0/1+ q0
q2= q0/1+ q0 / 1+ q0+ q0 /1+ q0
q2= q0/1+ q0 x 1+ q0/1+ 2q0
q2= q0/1+ 2q0 gibi değerler çıkacaktır.
Demek ki bir frekans değişimi için gereken döl sayımı hesaplanabiliyormuş. Yani bu değer n= q0+ qn /q0 – qn formülü ile hesaplanmaktadır. Şurası bir gerçek minimal düzeyde varyasyonlarla makro seviyelerde evrim değişmelerinin olamayacağı kesinlik kazanmıştır. Çünkü fosil türleri böyle bir gelişmenin olmadığının adeta birinci şahidi durumdadır. Zira fosil kayıtları incelendiğinde ilk fosil forumlarının birincisi neyse ikinci kademesi ve diğer kademeleri de aynı olmaktadır. Yani her türün kademeli bir şekilde ortaya çıkmadığı, tam aksine bir defalık yaratılış patlamasıyla yeryüzünde göründükleri belirlenmiştir. Dahası fosiller arasında büyük boşlukların olması evrimleşmenin olmadığını göstermektedir.
YAPAY SEÇMEDE GEN FREKANSININ HESAPLANMASI
Gelecek dölün ebeveynlerini belirlemeye yönelik çalışmalara yapay seleksiyon denmektedir. Nitekim evcil hayvanların görünürdeki özelliklerine seçme uygulanabilmektedir.
Örnek-
Viyedont tavuklarının bir follukta % 75 başat (baskın) gül ibik, % 25’te çekinik balta ibik bireyler bulunduğunu varsaydığımızda Hardy Weınberg kuralına göre populasyondaki genlerin % 50’si çekinik olacaktır. Bu durumda tavuk yetiştiricisi ister istemez balta ibik olanları elimine etmek isteyecektir. O halde birinci dölde elimine edilmek suretiyle azalan balta ibik geninin frekansı ile seçme arasındaki ilişkiyi formül içerisinde inceleyerek hesaplayınız.
q0= Çekinik allellerin ilk frekansları (yukarıdaki örnekte % 50 olarak verilmiş)
n= döl sayısı (kuşak sayısı= örnekte birinci dölü temsil eder.)
q= Çekinik allellerin frekansı.
Bu verilerden hareketle qn = q0/1+ nq0 formülünü çekinik homozigotlara karşı tam bir seçme durumunu birinci dölde uyguladığımızda;
q0=%50=0,50
n=1
qn= q0/1+n q0
q= 0,50/1+1x0,50
q=0,333 s çekinik genin frekansı
ss= (0,333)2
=0,1109 döl sayısı (ss) tezahür edecektir. Yani frekans değerleri yeni bir canlının doğmasına aracılık yapmayacaktır.
Örnek- Yukarıdaki örnekte kesiksiz elemenin yapıldığı bir denemeyle tavukların 5 döl sonraki kuşağında durum ne olur?
n=5
q0=%50=0,50
qn= q0/1+n q0
q5= 0.50.1+(5x0,50)
q5= 0,143 (5 döl sonraki s’nin frekans değeridir)
ss=(0,143)2=0,02
=% 2 (balta ibikli çekinik genlerin frekans değeridir.)

Örnek–10 döl sonraki balta ibiklilerin oranı nedir?
q0= 0.50.1+(10 x 0,50) ise
s3=0,1 olacaktır.

TAM OLMAYAN SEÇMENİN İNSAN TOPLUMUNDAKİ ÖNEMİ
Tabiatın şanslı varyeteyi seçmiş olduğu çokça söylenilmesine rağmen aslında herhangi bir özelliğe karşı doğal seçme tam teşekkül etmemektedir. Mesela seçme oranı % 75 veya % 90 olabilir. Bu demektir ki % 75 elenme, % 25 korunma vardır. Yani hiçbir şekilde elenme ve korunma oranları yeni bir canlının teşekkülüne yol açmayacaktır. Yani kümes hayvanı kümes hayvanı olarak kalacak, balta ibikli de balta ibik olarak fiziki konumunu koruyacaktır.
Örnek-
Kümes hayvanlarını yetiştiren bir kişi balta ibikli tavukların % 50’sini ortadan kaldırdığını düşünürsek (Bu 0,5 değerli 1 kat sayı demektir) Balta ibikli genine karşı her döl için bu kısmi seçimin nasıl bir sonuç vereceğini hesaplayınız. (Tam seçme aralığı 1’dir. s=1)


q0=%50=0,50
n=1
s=0,5
qn= q0/1+sn q0
q1= q0/1+sn q0
q1= 0.50.1+(0,5x1x0,50)
q1= 0, 4

Örnek–10 döl sonraki balta ibiklilerin oranı nedir?
q0= 0,50/1+(10 x 0,50)
=0,1
s3=0,4x0,4=0,16
Tam seçmede (seçme aralığı 1 dir s=1) balta ibiklilerin oranı
%11 düşüş kaydeder.
Kısmi seçme oranı
%16’da kalır.
5 döl sonra tam seçme oranı
%2’lik düşüş kaydeder.
Kısmi seçmede balta ibiklilerin oranı
% 4’e düşüş kaydeder.


Her ne kadar kısmi seçmede ayıklama yavaş yürüyor gibi görünüyorsada uzun süre etkisini hissettirebiliyor.
Doğal seçmenin zararlı özellikleri tam seçmeden ziyade kısmi seçme daha yaygın haldedir. Yani bir canlı için organik kusurlar olmadığı sürece sadece yaşam savaşında dezavantaj veren özellikler doğal seçmenin veya kısmi seçmenin etkisi altında kalmaktadır. Aslında doğal seçme filan biraz işin edebiyatı gibi geliyor. Hakikatte genetik yapı sıradan bir tasarım olmayıp aksine orijinal bir yapı üzerine kuruludur. Öyle ki genetik yapı bütün canlıların kalıtım özelliklerini kontrol eden mükemmel bir biyolojik nizamı ortaya koymaktadır. Bazen biyolojik nizam nesilden nesile aktarılırken mükemmel kontrol ağının orijinal kaynağından bazı sapmalar görülebiliyor. Bu tür istisnai sapmalardan hareketle kendimize başka seçme mekanizmaları arıyorsak, bu boşa kürek sallamaktan başka işe yaramayacaktır.
Problem-
Çekinik homozigot içeren bir anormalliğin gen frekansı bir hayvan populasyonunda 0,4 ise bu anormallik her dölde % 25’lik bir başarı ile populasyonda ayaklandığında;
a-Altı döl sonra bu genin frekansını bulunuz.
b-Başlangıç frekansının % 10’a düşmesi için kaç döl geçmelidir.
c- Yapay seçme oranı % 50 veya % 100 olduğu zaman a, b şıklarındaki değerler ne şekilde cereyan edecektir.
q2=0,4
√q2=√0,4
q=0,6
s= tam seçmede (%100)=1
Kısmi seçmede (%50)=0,5
% 25 ayıklamada 0.5.2=0,25
Böylece s=0,25
n=1 döl sonra
n=6 döl sonra
qn= q0/1+sn q0
q1= 0.5.1+(0,25x1x0,6)
q1= 0, 6/1,158
q1= 0,54
q6= 0,6/1+(0,25x6x0,6)
q6= 0,31 olur.
Aslında Darwin’in tüm gayreti eski formlarla yeni formlar arasında bağlantı köprüsü kurmaktı, ama uygulamada görüldü ki familya veya şecereler yoluyla güvenilir filojeniler (soy ağacı) kurmanın imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Çünkü cinsler arasında bir tane dahi olsa geçiş formu bulunamamıştır. Çünkü yaratıcı mahlûkatın her bir ailesini farklı özelliklerde yaratarak böyle murad etmiştir. Dolayısıyla her canlı tipindeki genetik yapı sabit kalıp evrimleşmeyle değişikliğe uğraması söz konusu değildir.
GEN DENGESİ

Yüksek yapılı canlıların hücre çekirdeklerinde yüzlerce genin varlığı tespit edilmiştir. Üstelik her bir gen birbirine bağlı binlerce alt üniteleriyle birlikte heliks şeklinde bir sarmal oluşturmaktadır. İşte bir geni oluşturan bu kompleks sarmal molekül DNA (Deoksiribo nükleik asit) diye tarif edilir.
Evrimcilerin hareket noktası tabiat olmasına rağmen, tabiatüstü kanunların yaratıcı tarafından planlanıp idare edildiğini kabul etmezler. Belli ki bu mükemmel nizam rasgele meydana gelmemiş. Gerek inorganik âlemde ve gerekse organik âlemde işleyen münasebetlerin çok çeşitlilik içermesi biyolojik hayatın tesadüfen meydana gelmediğini göstermektedir. Bu gerçeklere rağmen evrimciler biyolojik hayatın bir hücreden evrimleşerek kompleks canlılara doğru yol alıp, oradan da güya büyük bir dönüşüm gerçekleşerek insan meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Dahası tüm canlı tiplerinin aynı ortak atanın elemanları olduğunu iddia edecek kadar ileri gidebiliyorlar. Üstelik hep bir ağızdan koro halinde biz hayvanız demekten büyük keyif alıyorlar.
Doğal veya yapay seçme ile zararlı bir genin populasyondan tamamen temizlenmesi imkânsız kıldığı gibi yeni genlerin popülâsyona katılması yeni bir tür oluşturmuyor. Kaldı ki mutasyon hızı değişik genler için farklılık arz etmektedir. Eğer popülasyon dengede ise doğal seçme ile ayıklanan genler kadar gen mutasyonları da popülâsyona eklenirler. Tabiî ki arızı eklemeler kendi içerisinde sınırlı kalıp yeni bir canlı meydana getiremeyecektir.
Güve (Biston betularia) normali beyaz renkli olup koyu renkli olanları karbonaria(Carbonaria) olarak isim almaktadır. Batıda sanayileşme hamleleri başlamadan önce özellikle İngiltere’de ağaç gövdeleri parlak renkliydi. Dolayısıyla koyu renkli güve kelebekleri göze çarptığından kuşlar tarafından avlanmaları zor olmayacaktı. Böylece onların göze çarpması bu varyetenin azalmasına tek başına yeterli sebepti zaten. Ne zaman ki sanayileşme hız kazandı, işte o zaman parlak ağaç gövdeleri kararmasıyla birlikte bu sefer beyaz renkli güveler kuşların hedefi olmuştur. Böylece renkli olanlarda artışlar gözlenmeye başlandı. Şimdi soruyorum bu olayın neresinde açık renkli kelebekler koyu renkli kelebeklere dönüşüp evrimleşmiş? Maalesef ortada görünür bir evrim hadisesi yerine göz boyama sahtekârlığı var. Netice itibariyle her iki güve popülâsyonunda evrimle hiçbir değişme olmadığı ortaya çıkmıştır.
Bir kelebek düşünün ki, onun yumurtadan çıktığında kelebek olarak dünyaya geleceğini sanırsınız. Oysa tırtıl olarak karşınızda durmaktadır. Tırtıl bir zaman kendisini oburca besleyip geliştirdikten sonra ipek olan bir tabakaya tutunup krizalit şekline bürünür. Derken tüm vücudunu oluşturan dokulara ait hücreler tüm azaların bir araya gelebileceği koza haline dönüşüp, akabinde nazik kanatlarıyla görenleri mest eden bir kelebek olarak etrafımızda uçuşuverir. Şimdi kelebeğin geçirmiş olduğu bu başkalaşım evrelerine bakıp ta hala başka bir canlıdan türemiş diyorsanız pes doğrusu. Onu yaratan yarattığı ilk günden bu yana başkalaşım programını böyle dilemiş, böylede devam edecektir elbet. Yani başkalaşım tablosun sonradan olmuş bir şey değil, tamamen program gereği öyledir. Zira kelebek popülâsyonunda hem açık renkliler hem de koyu renkliler konumlarını korumaktalar, sadece çevre şartlarına bağlı olarak sayılarında değişiklik söz konusudur. Anlaşılan o ki gerek çevre şartları, gerek suni seleksiyon aracılığıyla ıslah edilmiş bitki ve hayvanlardan yeni bir şey ortaya çıkmıyor, sadece bazı değişmeler zuhur etmekte, o da belli bir noktadan sonra sınırlı kalıp bir adım ötesine sıçrayacak bir değişiklik olmuyor. İlla da bir değişiklik istiyorsanız kelebeğin genlerindeki genetik kodlarını değiştirmeniz gerekiyor, tabiî ki bu genetik programı yapabilecek veya yükleyecek gücünüz varsa. Allah-ü Teala sizin anladığınız manada bir evrim metoduyla değil, aksine sırası geldiğinde yaratılış gereği gerekli zamanda veya gerek duyulduğunda ‘ol’ emri doğrultusunda yeni paket programları yaratıp canlılık zuhur etmektedir. Demek ki yeryüzüne dağılan değişik türden canlılar çevre şartlarına adapte olduklarından meydana gelmemiş, önceden kendilerine ait özellikleri var oldukları için öyle görünmüşlerdir. O halde küçük değişmelerin birikmesiyle yeni bir tip meydana gelebilir düşüncesi hep bir iddiadan öteye geçemeyecektir.
Amerika’da bir zamanlar Asya’dan sıçrayan Endothia mikrobunun yol açtığı hastalık nedeniyle o müthiş gür ormanların kurumasına yol açmıştı. Fakat hastalıktan evvel o gür ormanlar arasında hiçte göze çarpmayan Tiyulib denilen ağaçlar sanki bugünü bekliyormuşçasına çiçek açıp hızla gelişerek çoğalmaya başladılar. Böylece bir zaman azınlıkken çoğunluk konumuna gelmeleri Amerika’da bambaşka bir bitki alanının doğmasına vesile olmuştur. Böylece kuruyan ormanlar Tiyulib sayesinde yeniden canlanıvermiştir. Bu arada yeşeren bitkilerin büyümesiyle birlikte gövdelerinden tahta elde eden marangozculara eski ağaçların hüznünü unutturarak yüreklere su serpmiştir. Belki de bu gerçekler bilinmese Evrimciler kurumuş ağaçlardan yeni bir tür meydana geldi diyeceklerdi.
POPULASYONLARIN DEĞİŞMESİ
Bir popülâsyonda gen kaynağı bozulmadığı sürece veya rasgele birleşmelerle çoğalma devam ettiği müddetçe bir genin frekansı değişmemektedir.
Eğer bir popülasyonda mutasyon, seleksiyon, izolasyonla iç ve dış göç olayları gerçekleşiyorsa o populasyonun gen frekanslarında kısmi oynamalara yol açabilmektedir. Böylece genetik görünümde kısmi değişim belirse de, bu değişim bir başka canlıya dönüşümü beraberinde getirmeyecektir.
O halde popülâsyonların değişmesine sebep olan faktörleri şöyle açıklayabiliriz.
Mutasyon
Örneğin siyah saç alleli mutasyonla sarı saç alleline dönüşürse o popülâsyonda sarı saç alleli frekansı artıp, siyah renk azalacaktır. Fakat bu söz konusu mutasyon bir genin frekansını değiştirse de, faydalı olduğu iddia edilen mutasyonun canlının mücadele gücünü azaltacağını da unutmamak gerekir. Bu yüzden mikro mutasyonların kademeli bir şekilde değişim meydana getirdiği düşüncesi karşımıza Neo Darwinizm olarak çıkmaktadır. Yani Darwin teorisi bir yandan birilerince korunmaya çalışılırken, diğer yandan da evrim teorisi genetik ve moleküler biyolojiye uyarmaya çalışılarak yeni bir vizyon eklenmek istenmektedir. Sanki klasik Darwinizm ile her şeyi halletmişler de şimdi sıra moleküler biyoloji yoluyla meseleyi halletmeye çalışıyorlar. Önce şu meşhur klasik teorinizde geçen balıktan sürüngene dönüşüm iddianızı ispatlayın, sonra moleküler biyoloji alanı ile ilgili ne sözünüz varsa o zaman dinleriz elbet. Maalesef hayatını tamamını suda geçiren bir hayvanın karasal hayvana dönüşünü uzun yıllar göz göre göre yutturmaya çalıştınız. Şimdi adama demezler mi önce sen git klasik evrimle ilgili dönüşümleri gösteren geçiş formları önümüze koy ispatla, sonra gel genetik alanla ilgili açıklamalarda bulun. Hani nerde sürüngenlerin kuşlara dönüşünü gösteren geçit formları? Elbette ki gösteremezsiniz, çünkü öyle bir şey yok zaten. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın bir inekten kanat çıkarmak ne kadar zorsa, bir solucandan omurga kemiği çıkartmakta o kadar imkânsızdır. Nitekim böyle bir geçit formu dün olmadığı gibi bugün de olmayacaktır. Zira yaratılış fıtridir.
Seleksiyon
Bir popülâsyondaki bazı genler ve kalıtsal özellikler diğerlerine nazaran daha az yaşama ve daha az üreme şansına sahip olması dolayısıyla elenir ki bu olaya seleksiyon denmektedir. Yani doğal seleksiyon kendisi için uygun olmayanları elimine etmesi denen bir görüş var ki, buna zaten kimsenin bir itirazı söz konusu değildir. Fakat bazı genler var ki öldürücü olabilmektedir. Mesela hemofili geni homozigot hale gelince öldürücü bir hal almaktadır. Fakat hemofiliye sebep olan allellerin tamamen elenmesi mümkün değildir. Belli ki seleksiyon popülâsyon içerisinde ancak gen frekansını etkileyen bir faktör olarak iş görmektedir, ama hiçbir zaman bir türün genetik enformasyonunu zenginleştirici etki yapıp yeni bir canlı türü ortaya koyamamaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin bir türden bir başka türe ümitle bekledikleri hayalleri boşa çıkmaktadır. Zaten doğal seleksiyonun insan gibi bilinci yok ki böyle bir şey gerçekleştirebilsin. Yani seleksiyon neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt etmekten aciz durumdadır. Maalesef evrimciler aklı olmayan bir mekanizmadan medet ummaktadırlar. Zavallı doğal seleksiyonun elinden sadece güçsüz ya da çevreye adapte olamayan bireyleri ayıklamaktan başka bir şey gelmemektedir. Buna rağmen evrimciler seleksiyonun boyundan büyük işlere karışmasını talep edip yeni bir genetik bilgi veya yeni organlar üretmesini beklemektedirler. Neyse ki geçte olsa bu yolun çıkmaz olduğunu fark edip bir anda 180 derece ‘U’ dönüşü yaparak Darwin’in; ‘Faydalı dönüşümler olmadığı sürece doğal seleksiyonun yapabileceği bir şey yoktur’ düşüncesinde çakılı kaldılar. Fakat huylu huyundan vazgeçmez derler ya, bu seferde düştükleri çukurdan çıkmak adına kurtuluşu mutasyonda aramaya koyuldular. Tabii zavallı seleksiyonun aklı olmadığı için kendisiyle birlikte faydalı değişiklik meydana getirebileceği düşünülen yeni kapı komşusu mutasyona hoş geldin diyememektedir. Belki de akıl edip mutasyonların sadece zararlı değişikliklere imza atan zararlı yapılar olduğunu fark etse bırakın komşu olmayı selam bile vermeyecektir. Doğal seleksiyonun zaten aklı olsa hayvanlar âleminde güçlü yaratık olarak bildiğimiz filin insanın oyuncağı olmaması gerekirdi. Tam aksine insan filin emrinde amade bir varlık olması icap ederdi. Demek ki fiziki güç her zaman zayıfları eleyen bir kazanç kapısı değilmiş
Göç
Fertler bir popülâsyondan çıkarken kaynağından aldıkları bazı genleri beraberinde yeni popülâsyonun gen kaynağına taşırlar. Böylece fertlerin (genetik bakımdan çok az farklı gen topluluklarına sahip fertler) göçüşü her iki populasyonun (eski-yeni) gen kaynaklarının değişmesine neden olur. Örneğin bütün sarı saçlı karaktere sahip genler bulundukları popülâsyondan ayrıldıklarında o popülâsyonun gen kaynağındaki sarı saç allel genlere ait frekans değerleri ister istemez düşecektir.
Şurası muhakkak göç olayı sıradan bir olay değildir elbet. İşte bu yüzden evrim teorisi özellikle kuş ve balıklarda sıkça yaşanan göç olayları karşısında sus pus olmaktadırlar. Mesela İngiltere’nin Galler bölgesinde yaşayan bir cins Manx shearwater-Puffinus türünden bir grup kuş kapalı sandık içerisine konulup, Amerika’nın Massachusetts eyaletine getirdiklerinde sandığın kapağını açıp salıverdiklerinde bu kuşların okyanusları aşarak hiç şaşırmadan vatanlarına tekrar dönüş yaptıkları gözlemlenmiştir. Keza posta güvercini de öyledir. Şimdi soruyoruz bu göç olayının evrim neresinde yer almaktadır? Belli ki kuşların yuvaya dönüşlerine sağlayan güçlü bir içgüdüleri söz konusudur. Hadi bundan vazgeçtik okyanusların derinliklerinde yaşayan balıkların elektrik jeneratörleri ve yunus balıkların radar sistemine ne dersiniz. Şayet çok güvendiğiniz evrim teorisiyle bu harika olayları izah edebilirseniz şimdiden sizleri hiç kuşkunuz olmasın kutlarız da.
İzolasyon
Büyük popülâsyonlar çeşitli nedenlerle (mesela dağ, deniz, çöl teşekkülü veya kıtaların ayrılıp kalması vs. olaylar) küçük popülâsyonlara bölünebildiği gibi aynı zamanda az veya çok miktarda farklı gen kaynaklarının meydana gelmesine sebep olabiliyor. Mesela kahverengi ve sarı saçlı fertlerden meydana gelen bir büyük popülasyon küçük gruplara ayrıldığında sarı saç genin frekansı küçük popülasyonların birinde çok fazla, diğerinde ise çok az olarak tezahür edebiliyor. Derken her yeni popülâsyonun birleşmesiyle birlikte gen yeniden dengesine kavuşur. Fakat bu küçük populasyonlar izole edilmiş olduğundan birbirinden çok farklı hale gelmiş olacaklardır.
Genellikle popülâsyonların gen kaynakları kararlılık sergilerler. Sadece gen frekanslarının değişmesi sonucu popülasyonlar değişiklik gösterebiliyor. Zira popülâsyonların değişmesi demek aynı zamanda popülasyonların çevreye uygun bir yapı kazanması anlamına gelecektir. Ancak yeni kazanım yeni bir canlı türü asla ortaya çıkaramayacaktır. Yani popülâsyon değişen bir çevrede çevreye adapte olma hadisesi olarak tezahür edecektir.
SEÇMELİ ÜRETİM
Önüne geçilemeyen mutasyonların dışında bir popülasyonun gen kaynağı insanların isteğine bağlı olarak dengede tutulabiliyor. Böylece gelecek dölün anne ve babalarının insanlar tarafından seçilmesi yapay seleksiyon adını almaktadır. Eğer bir seleksiyon insanlar tarafından değilde tabiat tarafından gerçekleştiriliyorsa bu seleksiyona doğal seleksiyon denmektedir. Doğal seleksiyonla bir çevreye adapte olmuş canlıların yaşaması sağlanabilirken, suni seleksiyonla ancak insanlar tarafından işlerine yarayabilecek canlıların gelişmeleri ve soylarının devamı gerçekleşebiliyor. Örneğin; bir mutasyonla meydana gelmiş olan kısa bacaklı Ancon soylu koyunlar tercih edildiğinde bunlar kendi aralarında çaprazlanmadan üretilebiliyor. Yani burada bir suni seleksiyon metodu uygulanmaktadır. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; suni seleksiyon insanlar tarafından sağlanan genetik bir izolasyon olup, asla bir başka türe dönüşen bir operasyon değildir. Yani yapılmak istenen tüm işlemler o türün kendi içerisinde sınırlı kalmaktadır. Aynı tür içerisindeki varyasyonların orijinini elbette reddetmeyiz, bizim itirazımız farklı bitki ve hayvan türlerinin ortak atalardan evrimleşerek meydana geldiği iddiasınadır. Üstelik bunca zengin fosil kayıtlarına rağmen evrimcilerin iddialarını ispatlayacak delil bulunamamıştır. Kaldı ki bir zamanlar balıkların atası omurgalılar deniliyordu, maalesef ortada bunu gösteren geçiş formu bulunamamıştır. Tam tersi günümüzde yassı yüzgeçli (Crossopterygian) fosillerine rastlanmakta, ama balıktan kurbağaya geçişi gösteren bir tane geçiş formu piyasaya çıkmamıştır. Bu durumda fosiller fakirdir diyebilir miyiz? Belli ki fakir olan sığ beyinlermiş.
http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124?sk=wall
alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi