11-16-2009, 11:50 | #1 |
Said Nursi ile Seyit Rıza'nın ortak kaderi
Biri Sünni geleneğin mümtaz ismi, öteki aynı dine inanan Aleviler'in sembol ismi. Cumhuriyet dönemini pek de akla gelmeyen bir şekilde her ikisinin kaderini aynı noktada birleştirdi. Bakın o hangi nokta idi.
Japonlar “Geçmişi geride bırakmak” dedi, İtalyanlar “Temiz Eller operasyonu”, Latin Amerika ülkeleri “Yeniden başlama”, Fransa “Vichy sendromu”, İsviçre "Nazi altınları”, Avusturya “Nazi işbirliği”… Farklı ülkeler, farklı gerekçelerle tarihinde yaşanan karanlık sayfaları açtı. En son Rusya, Sovyetler’in yıkılması sonrasında gerçekleştirdi bunu. Dünyada kendi tarihi ile yüzleşmekten korkan bir devlet olarak orta yerde tek başımıza kaldık neredeyse. Birileri hâlâ tarihimize dönüp bakmamızdan korkuyor. Dahası, toplum olarak da yüzleşmemizin önünde engel olmak için elinden geleni yapıyor. İşte bu yüzden, kendi halkı üzerine atılan gaz bombalarını ve öldürülen masum insanları, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda cephede öldürülen işgalci düşman askerleri ile bir tutabiliyor. CHP’li Onur Öymen’in talihsizliği bu yüzden. Onun cehaleti, tarihi, yalnızca dönemin hükümetin sesi Ulus gazetesindeki haberlerle takip ettiği içindi. Bu cehaletin verdiği cesaretle demokratik açılımın Meclis’te görüşüldüğü bir günde çıkıp bu sözleri edebildi: "Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı'nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp 'bu savaşı bitirelim' demedi. Kurtuluş Savaşı'nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı? Kimse 'analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım' dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok." Oysa Dersim’de 72 yıl önce yaşananlar bize gösterildiğinden çok farklı. Dersim bölgesi, Türk tarihi boyunca “fethedilen” bir toprak olmadı. Prof. Mete Tunçay’ın dediği gibi “özel bir anlaşma ile Türk toprakları arasında” bulundu. Yani bir nevi “özerk bölge” gibi devam etti. Bunun sıkıntılarını yaşadı, avantajlarını gördü. Özellikle Tanzimat sonrası merkezileştirme çabaları sebebiyle Osmanlı döneminde sancılı dönemler geçirdi. 1863 yılında doğan Seyit Rıza, Rus işgali sırasında binlerce gönüllüsü ile mücadele etti. Batı Dersim Milis Kuvvetleri Komutanı Albay Seyit Rıza olarak savaştı. 1915’teki Ermeni olayları sırasında binlerce masum Ermeni’ye kucak açıp ölümden kurtardı. Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile birlikte farklı bir dönemin başladığını düşündü ise de bu sevinç kısa sürdü. “Koçgiri İsyanı” diye tarihe geçen olaylar sonrasında Alişer Koçgiri Efendi ve Alişan Bey’e kucak açınca Ankara ile arası bozuldu. Ankara ile iplerin iyice gerilmesine neden olan olaylardan biri ise 1930’da oğlu Bava’nın Hozat’tan hükümet adamları ile yaptığı görüşmeden dönerken aşiret anlaşmazlığı sebeplerinden dolayı Sin köyünde öldürülmesi ile yaşandı. Sin köyünün önde gelen ailelerinden Satoğlular’ın cinayeti benimsememesine ve kınamasına rağmen Seyit Rıza’nın öfkesi dinmek bilmedi. Adamları ile birlikte büyük bir kinle Sin’e saldırdı yaktı yıktı. Öylesine intikam almaya kalktı ki mezar taşlarını bile tahrip etti. Abasan aşireti reisi Seyit Rıza, Tanzimat’tan bu yana artarak devam eden bölgenin merkezi yönetime bağlanması girişimlerine karşı çıktı. Tarih boyunca süre gelen yarı özerk yapının devam ettirilmesini istedi. 25 Aralık 1935’te çıkarılan 2884 sayılı "Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun"la bölgeye vali atandı. Dördüncü genel müfettiş sıfatını alan vali general Abdullah Alpdoğan geniş yetkilerle bölgeye geldi. Bakanlar Kurulu yetkisine sahipti. Mahkemeye başkanlık edebilecek yargı yetkisi verildi. Tek başına devlet olan Abdullah Alpdoğan’ın yaptıkları tahammül sınırlarını aştı. Kimilerini sürgün etti, kimilerini cezaevine gönderdi ya da kurşuna dizdirdi. Seyit Rıza, 1936 yılında yerel yöneticilerle görüşmek için gittiği Zeranik’te (Yeşilyazı) tuzağa düşürüldü. Tek bir asker öldürmeden çemberi yardı ve kaçtı. Oğlu Şıh Hasan askerler tarafından yakalandı. Munzur Dağı’na çekilen adamları, çatışarak Şıh Hasan’ı kurtarmak istediler. Seyit Rıza, “asker öldürülmesin” diye buna karşı çıktı. Ankara, Seyit Rıza gibilerini tepeleyip geçmekte kararlı idi. 4 Mayıs 1937’de alınan “Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı”nın hükümleri çok açık idi. Reşat Hallı’nın Genelkurmay Yayınları arasında çıkan “Türkiye Cumhuriyeti’nde Çıkan Ayaklanmalar” kitabında alınan kararlar aktarılıyor. Son bölümü aynen şöyle: “Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” 1937’nin baharı ile başlayan bu dönemde akla gelen her türlü “imha” hareketi uygulandı. General-Vali Alpdoğan, 20 bin askerle bölgeyi kuşattı. Yüksek ve yalçın dağlar geçit vermedi. Bunun üzerine Haziran ayı ortalarında 3 uçak füzesi hiçbir hedef ayırt etmeksizin bölgeye bomba yağdırdı. Atatürk’ün manevi kızı pilot Sabiha Gökçen çoluk çocuk demeden yapılan bu saldırılarda etkin görev aldığından dolayı daha sonra ödüllendirildi. Seyit Rıza, bölge insanının tamamen yok edilmek istenmesindeki kararlılığı görünce Haydaran, Kureyşan, Demenan, Yusufan ve Kırgan aşiret reisleri ile birlikte teslim oldu. Böylece harekat 13 Eylül’de sona erdi. Elazığ’a götürüldü ve yapılan yargılamalar sonucu 14 Kasım 1937’de 6 kişi ile birlikte idamına karar verildi. Son sözü soruldu. “Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz” dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Etrafta görevli askerler dışında kimse yoktu. Seyit Rıza, meydan insanla doluymuş gibi seslendi: “Evladı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.” Söyleyeceklerini bitirdikten sonra yürüdü, kendisini asacak celladı eliyle bir kenara itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. 14 Kasım’da idam edilen Seyit Rıza’nın cesedi nereye gömüldü? Mezarı nerede? Bu sorunun cevabı o günden bu yana belli değil. Ailesi, farklı dönemlerde mezar yerini kendilerine bildirilmesini istemelerine rağmen hiçbir olumlu cevap alamadı. Tıpkı, 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat eden Sait Nursi’nin mezarının 27 Mayıs darbecileri tarafından defnedildiği yerden alınıp bir bilinmeze götürülmesi gibi… Ünal TANIK / Haber 7 [email protected] http://www.haber7.com/haber/20091116...tak-kaderi.php
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
11-16-2009, 12:05 | #2 |
BAŞBAKANLA DERSİM KONUSUNDA AYNI FİKRDE DEĞİLİM ....
|
|
11-16-2009, 12:31 | #3 |
herkes her zaman aynı görüşte olacak düşünecek diye bir amacımız yok ama düşüncelerinizide paylaşırsanız çözüm için birşeyler yapmış oluruz
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|