06-19-2009, 20:59 | #1 |
Şamil TAYYAR "Tosuncukların Demirel hafızası"
Kabul etmek gerekir, Taraf Gazetesi, medyada önemli bir boşluğu doldurdu. Mutlaka yaşaması, yaşatılması gerekir. Diyarbakır’da bir vatandaşa sormuşlar, ‘Taraf nedir?’ Demiş ki, ‘Allah’ın bir lütfudur.’
Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen darbe planından sonra, ‘lütuf’ algısı, sanırım daha da güçlenmiştir. Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın Taraf Gazetesi’ne övgüler dizmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Asıl önemli tarafı, ‘düşen adam’ olarak düşenlerin halinden iyi anlamasıdır. Şimdi, kimi tosuncuklar, sanki ‘dün’ hiç yaşanmamış gibi, ‘eğer’ diye başlayan cümleler kurarak, son plan karşısında ‘şaşkın ördek’ gibi dolaşıp duruyorlar, anlamak mümkün değildir. Neredeyse istiareye yatmış vaziyetteler, ‘Darbe planı zamanından önce sızdı, ne olur belge sahte çıksın Allah’ım, cumhuriyetimi koru, laik kalayım’ der gibiler. Ne çabuk unuttunuz, hepinizde mi ‘Demirel hafızası’ var? Hatırlayın, 23 Nisan 1998 tarihli Sabah Gazetesi şu manşetle çıkmadı mı: ‘Sakık’tan şok isimler’ Habere göre; Sakık, Öcalan’ın menfaatine düşkün gazetecileri tespit ettiğini söylüyordu. O gazetecilerin kim olduğu belli değildi ama kamuoyunda merak uyandırmaya yetmişti. Ertesi gün, Oktay Ekşi, Emin Çölaşan ‘Kim bu hainler’ diyerek küfre biat ettiler. O isimleri 24 Nisan akşamı Kanal D ana haber bülteninde Uğur Dündar açıkladı. 25 Nisan’da ise Hürriyet ve Sabah, aynı haberi manşetine taşıdı. Kimdi onlar? Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Mahir Kaynak, Yalçın Küçük... Bu iddiaların tezgah olduğu sonradan ortaya çıktı. Şemdin Sakık’ın yargılandığı Diyarbakır DGM’de böyle bir ifadesinin olmadığı belirlendi. Daha sonra Sakık kendisi de açıkça bu iddiayı yalanladı. Böyle bir komployu kim neden kurmuş olabilirdi? Cengiz Çandar, Neşe Düzel’e yaptığı (Radikal, 30 Ekim 1998) açıklamada, generaller Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ı kendine komplo kurmakla suçladı. Belki şaşıracaksınız, şimdilerde Ergenekon’un hızlı savunucusu ve Veli Küçük’ün yandaşı Can Ataklı ise 1999 yılında Öküz Dergisi’ne, 24 Şubat 2006 tarihinde ise Zaman’a yaptığı açıklamada, bakın ne dedi: ‘Komutanlarla her gün konuşulup söyledikleri manşet yapılırdı. Bir gün, ‘Paşam bugün ne yazalım?’ diye sordular. Paşa da ‘Kafanıza göre bir şey çakın’ dedi. Sonra komutan söylemiş gibi haber yazdılar. Bazı komutanlar ‘Bu dediklerimi yayınlarsanız en az 3 milletvekili daha istifa eder’ dediler.’ İşin ilginç tarafı, bu haberlerden kısa süre önce 15 Nisan 1998 gün ve 313 sayılı emirle yürürlüğe sokulan andıç belgesinde, sözkonusu gazetecilerin kamuoyunda saygınlığının azaltılması, itibarının düşürülmesi ve terör örgütüne sağladığı dolaylı destekle aleyhlerine kamuoyu oluşturulması öngörülüyordu. Gelin birlikte özetleyelim. Andıcın tarihi: 15 Nisan 1998 Sabah’ın manşeti: 23 Nisan 1998 Uğur Dündar’ın bülteni: 24 Nisan 1998 Hürriyet ve Sabah’ın manşeti: 25 Nisan 1998 Sonrası malum. Asker ve medya tezgahında sahte evrakla pişirilen post modern komplo ortaya çıkarıldı. Birand’ı okurken bir de bu gözle bakalım. Yalçın Küçük ve Can Ataklı gibi ruhunu teslim etmişlere de ‘Allah kurtarsın’ diyelim. Bu darbeler Sibirya’da mı oldu? Açığa çıkan eylem planının tarif ettiği dost medya, suçüstü yakalandığından olsa gerek, panik vaziyette, tüm umudunu belgenin sahte çıkma ihtimaline bağlamış. Diyorlar ki, TSK, darbe yanlısı gibi gösteriliyor. Tapındıkları Sabih Kanadoğlu da öyle... Ulan, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat bu memlekette değil de Sibirya’da mı oldu? Kim yedi bunca haltı? 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu’nun mimarı Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Taner Baytok’un kaleme aldığı ‘Bir Asker Bir Diplomat’ isimli kitapta anılarını toplarken her şeyi anlatmadı mı? Sayfa 235, gelin birlikte okuyalım: ‘Genelkurmay başkanının odasında şunu savundum: İhtilal için ortam hazırlanana kadar beklensin isteniyorsa o zaman nasıl tayin edilecek? Yani durumun ihtilali gerektirecek safhaya geldiğinde neye göre karar vereceksiniz? Buna erken teşebbüs edilirse iç ve dış kamuoyundan tepki gelebilir. Geç kalırsak bu sefer de ihtilal yapılamayacak bir duruma düşmüş olunabilir.’ İhtilal için zamanlama önemli! Paşamızın bir de önerisi var: ‘MGK’nın yaptırım gücü yok. MGK’daki gayretlerimize rağmen bir sonuç alınmaz ve işler daha kötüye giderse ne yapacağız? Onun için hazırlıklı olunmalı, bir plan yapılmalı ve çalışmalar bunun üzerine bina edilerek yoğunlaştırılmalı. Bu önerim komutan arkadaşlarım arasında genel kabul gördü.’ Sonra, ne gibi planlar yapıldığını gördük hep birlikte. Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, 29 Nisan 1997 günü tüm kuvvet komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği talimat yazısında, BÇG rapor sistemine ilişkin tüm ayrıntılara yer vererek uygulamanın 15 Mayıs’tan itibaren başlatılacağını duyurdu. Ayrıca bu raporla Türkiye’nin irticai teknik resminin çıkarılacağını bildirdi. Çevik Bir’in komutanlıklara gönderdiği talimata Genelkurmay’ın 16 Nisan 1997 tarihli ve ‘Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler’ başlıklı yazısı da eklendi. Genelkurmay Başkanı emriyle hazırlanan o yazıda Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan’ın imzası yer alıyordu. İş öyle abartıldı ki, askere camilerde ‘ajanlık’ görevi verildi. Daha da ilerisi, tüm subay ve astsubayların eşleri ve çocukları bile sanki seferberlik ilan edilmiş gibi ‘ajan’ statüsüyle görevlendirildi. Hele, Ergenekon’da olup bitenlere de dalarsak hiç çıkamayız işin içinden. Geçmişi darbelerle parçalanmış, hafızasına şüphe ve korku nakşedilmiş, hakkını aradıkça sindirilmek istenmiş, canları alınmış bu toplumun, infiale kapılması çok garip mi geliyor size? Cevabınız hayırsa, suçluyu cesaretlendirici her adımdan kaçının ve karanlıklara ışık tutun. Ama Albay Dursun Çiçek’le ilgili izlenen yol, bu yol değildir. Emirle harekete geçen yargıdan sadece emir çıkar. star
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|