AK Gençliğin Buluşma Noktası
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 05-06-2011, 13:25   #1
Kullanıcı Adı
Terennüm
Exclamation Sedat peker röportajı-Aksiyon
Hanefi Avcı-Sedat Peker ilişkisi, bir döneme damga vuran ‘itirafçılar’ üzerinden çok tartışıldı. Peker, Avcı’nın itirafçıları hakkında yeni bir iddia ortaya attı: “Anlatacaklarım Avcı’yı Ergenekon yöneticisi yapacak.”


Sedat Peker, ‘yeraltı dünyası’ ile özdeşleşmiş isimlerden biri. Yakınlarına göre o ‘iyi kalpli bir baba’. Bu yüzden, ‘Reis’ lakabının, milliyetçi duruşundan ziyade muhtaçların yardımına koşmasından kaynaklandığı söylenir. Peker, genç yaşına rağmen ‘başından büyük’ işlere bulaştı. İnternet üzerinden yüz binlere varan hayran kitlesine sahip oldu. Özellikle 1999 depreminde kurduğu çadırlarla ‘iyi kalpli baba’ imajını pekiştirdi. Çetecilikle suçlanıp yargılandı ve hâlen ‘organize suç örgütü yöneticiliği’nden hükümlü. Bu arada adı Ergenekon davasına da karıştı. Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük’le irtibatından dolayı örgütün üyesi olmakla itham edildi ve tutuksuz yargılanıyor. Diğer suçlardan aldığı cezasını Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’nde çekiyor. Cezaevi sürecinin hayatını ciddi anlamda değiştirdiğini söylüyor.

Zamanında yanlışlar yaptığını, hatta bazen şımardığını kabul edip artık aynı hataları tekrarlamayacağını vurguluyor. Sıra dışı bir portreye sahip Sedat Peker’e avukatı Yusuf Utku Tekayak aracılığıyla sorular yönelttik. Kendisi de cevaplarını aynı yoldan ulaştırdı. Satır aralarında iç muhasebesine dair bilgiler verirken, bazı kritik olaylara da ışık tutuyor. Bunların başında Devrimci Karargâh davasında yargılanan eski emniyetçi Hanefi Avcı hakkında söyledikleri geliyor. Avcı’nın bir dönem itirafçıları nasıl kullandığını ve kendisini nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. Bütün bildiklerini Ergenekon savcılarına anlatacağını belirtiyor. Ve önemli bir iddiada bulunuyor: “Ben konuştuktan sonra Hanefi Avcı Ergenekon davasında ‘üye’likten ‘yönetici’ konumuna yükselir ve yönetici olarak yargılanır.”
-2004’ten beri cezaevindesiniz. Organize suç örgütü yönetmekten hüküm giydiğiniz biliniyor. Şimdi de Ergenekon davasında yargılanıyorsunuz. Burada size yöneltilen suçlama nedir?
Şu anda ‘yağmaya eksik teşebbüs, hürriyeti tehdit ve suç örgütü lideri olmak’tan (bence haksız olan) dolayı cezaevindeyim. Burada Ergenekon davasının tutuksuz sanığı olarak yargılanıyorum.
-Ergenekon davasında Silivri’deki sanıklardan kimlerle ilişkilendiriliyorsunuz?
Sadece Veli Küçük Paşa ile.
-Bu sanıkların çoğuyla tutuklanmadan önce ilişkiniz yok muydu? Bir kısmını ‘Öztürkler’ isimli internet sitenizin açılışına ‘başkonuk’ olarak çağırmadınız mı? Mesela, bazı paşalar, akademisyenler, Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım...
Ben babamın ahbabı olması dolayısıyla Veli Küçük Paşa’yı, ayrıca çok yakın olmamakla beraber aynı semtin insanı olduğumuz için Muzaffer Tekin’i tanrım. Diğer sanıkların hiçbirini tanımıyorum. Ve ismini söylediğim bu iki sanık dışında hiçbiri açılışa davetli değildi.
-Ergenekon davasına nasıl bakıyorsunuz? Bu dava Türkiye için bir avantaj mı dezavantaj mı?
Gelişmiş tüm ülkelerde bu tip dava süreçleri yaşanmış. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu davaların yaşanması kaçınılmaz. Son zamanlardaki tutuklamaları gerçekten önemli buluyorum. Gazeteci kisvesi altında kitleleri birbirlerine düşman etme ve ülkeyi yaşanmaz hâle getirme amacı taşıyan bürokrat ve gazetecilerin tutuklanmalarını gerçek dava olarak görüyorum. Şunu unutmamalıyız; elinde silah olan biri en fazla 5-10 kişiyi öldürebilir. Ancak elindeki kalemini silah olarak kullanan kişi kitleleri birbirine düşman edip birçok kişinin ölümünden sorumlu olabilir.
-Ergenekon İddianamesi’nde size yöneltilen suçlamalar hakkında ne diyorsunuz?
Dava devam ettiği için buna cevap vermem hukukken doğru olmaz. Ancak bütün herkesin ortak görüşü davaya hasbelkader takıldığım yönünde. Ben kendimi bu davada misafir sanık olarak görüyorum.
-Hanefi Avcı’nın size JİTEM (itirafçı) elemanlarını emanet ettiği; ancak gayrimeşru işlere bulaştıkları için onları gönderdiğiniz doğru mu?
Maalesef hem yakın tarihimizde hem geçmişte birçok insan şeytani zekâları sayesinde hak etmedikleri hâlde toplumda kahraman payesi aldı. Yaşadığım çağda üzülerek söylüyorum ki, sahte kahramanlar yine yaşamdan rol çalmakta. Necip Fazıl üstadın ‘Sahte Kahramanlar’ isimli bir eseri var. Kitabın girişinde şu söz yazılıdır: “Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan. Dünyayı temizlemek sahte kahramanlardan.” Bu söz bence Türk milletinin yazılı hedefi olmalı. Gençliğimizde Marmara Üniversitesi’nin semti Muhtarpaşa’da takılırdık. Emniyet yetkilileri de oradaki mekânlara takılırdı. Hanefi Avcı, Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiği andan itibaren bizden haberdardı ve bizimle irtibat hâlindeydi. Üniversitedeki olaylarda ve birçok olayda desteğini gördük. Savcı Zekeriya Öz, “Genç yaşında sen bunca şeyi nasıl başardın, seni kim destekledi?” diye sorduğunda kendisine kimsenin desteklemediğini; ancak söylendiği gibi askeriyeden ziyade o dönemdeki emniyetle yakın olduğumu söyledim. Hanefi Avcı’nın adını vermedim ama şu şube yetkilileri diye söylemiştim. (Bu konuşmalar sayın savcı ile aramızda sözlü mülakat şeklinde geçti.)
Hanefi Avcı’nın Pala Şeref lakaplı başkomiseri ile irtibat hâlindeydik. Hatırlarsanız Avcı tutuklanmadan önce Taraf gazetesi ile yaptığım röportajda kendisinin Diyarbakır’dan getirdiği itirafçıları benim yanıma verdiğini söylemiştim. Daha sonraki günlerde bu dediğimi doğrulayan belgeler, ses kayıtları ortaya çıktı.
- Kimlerdi bu itirafçılar?
Benim yanıma gelen itirafçıların isimleri Süleyman Öğer, kardeşi rahmetli Cemal Öğer, Ali Ozansoy’un kardeşi, Hüseyin Tilki, Hidayet Bozyiğit ve başka birkaç kişiydi. Gazetelerde devamlı yayımlanan bir resim var, oradakilerin hemen hepsi Hanefi Avcı’nın selamıyla emanet olarak gelmişti. Devlete faydaları olduğu için bu arkadaşlarla ilgilendim.
-Daha sonra bazı sorunlar yaşandı. Problem tam olarak neydi?
Bir gün Adanalı iş adamı Hayrettin Alp bana gelerek bu kişilerin benim yakınım olduğunu duyduğunu söyledi. Ahbabı olan Kanal-6’nın eski sahibi Mehmet Kurt’tan bir arsa için avanta para istiyorlarmış. Ben bu olaydan çok rahatsız oldum. Kendisine ‘evet, ben bu arkadaşları tanıyorum; ancak bunlar istihbarat müdürü Hanefi Avcı’nın ekibi’ dedim. Hayrettin Alp bu dediklerimi Mehmet Kurt’a söyleyince o araya tanıdıklar koyarak Hanefi Avcı’nın yanına gitmiş. Avcı önce rahatsız olmuş, sonra da ‘Benim ekibim değiller ancak devlete faydaları oldu’ demiş. Kontrolsüz ve tehlikeli olduklarını söylemeyi de unutmamış. Yani bu olayı bir şikâyet olarak kabul edip resmiyete koyacağına, adama bir de para ödesin diye telkinlerde bulunmuş. Çok iyi hatırlıyorum. Mehmet Kurt’tan büyük para alındı. (Ben ifade verdikten sonra Avcı bunlardan da yargılanacak, çünkü yağma suçuna iştirak etme durumu var.)
-Avcı ve itirafçıları var, siz gözaltına alınıyorsunuz. Bu nasıl gelişti?
Orhan Taşanlar İstanbul’a gelince Asayiş Şubesi tarafından gözaltına alındım. Yanımda bu itirafçı arkadaşlar da vardı. O zamanki şube müdürü Sedat Demir, ‘İtirafçılarla İstanbul’u parselliyormuşsun!’ dediğinde, kendisine ‘Bu kişiler istihbarat şubenin, Hanefi Avcı’nın adamları’ demiştim. Beni odadan dışarı çıkarttı. Sonra Avcı’yı aramış, itirafçıları yarım saat içinde bıraktılar. Beni de herhâlde Avcı’nın ismini verdiğim için bir ton eziyet edip ertesi gün bıraktılar. Bu itirafçılar kendi başlarına iş yapmaya başlayınca yani kontrolden çıkınca Avcı da rahatsız olmaya başladı. Ancak işledikleri suçları kendisi kapatıyordu.
Mesela Tatlıcı ailesinin bir alacağı için içecek fabrikası olan bir adamı rahmetli Hidayet Bozyiğit ve bir iki itirafçı bel üstünden vurarak ağır yaralamıştı. Bu olayı da faili meçhul olarak Avcı kapattı. Ancak vereceğim ifadeden sonra herhâlde bu dosyalar tekrar açılacaktır. Arşivlerde tarif ettiğim (vurulan) kişinin kim olduğu vardır. Bu olay yanlış hatırlamıyorsam 93-95 yılları arasında oldu. Daha sonra Hidayet Bozyiğit’i narkotikten atılma bir komiser öldürdü (uyuşturucu konusundan dolayı).
İbrahim Babat, Süleyman Öğer’i kalaşnikof ile taradı, cezaevine girdi. Oradan Hanefi Avcı hakkında birçok açıklama yaptı. Bana gönderdiği itirafçılardan biri de İbrahim Babat’tı. Şu an ölüsüne de dirisine de kimse ulaşamıyormuş. Avcı Organize Suçlar Daire Başkanlığı’ndan alınınca 2 ay sonra Süleyman Öğer ve kardeşlerine organize şube operasyon yaptı. Bu sırada Öğer kalp krizi geçirerek vefat etti. Avcı bu kişileri operasyonlarda kullandı. Bunu bana bizzat kendileri içkili bir sofrada anlattı. Dev-Sol içinde tasfiye edilen Bedri Yağan’ın ve diğerlerinin tüm bitişik atış raporları çatışmada ölmediklerini, infaz edildiklerini gösteriyor. Öldürenler polis değil, bu itirafçılardı. Benim yanıma yolladığı itirafçıları o operasyonlarda kullanıyordu. En son temizliği yani imha işini onlar yapıyordu. Bunu bana itirafçı ekibinin sözcüsü konumunda olan Süleyman Öğer anlattı. Bu konuşmaya Avukat Muhittin Beyaz ve Giresunspor’un eski başkanı Olgun Peker Aydın da şahittir.
Ben bunları son zamanlarda piyasaya çıkan yayınlardan okuyarak söylemiyorum. Hanefi Avcı tutuklanmadan önce Taraf’a yolladığım röportajda bunlar yazılıydı. Ancak onlar detaylı haber yapmadı. Belki onlar da ‘Bu kadar olmaz’ deyip inanmamışlardır. Ancak Avcı cezaevine girdikten sonra ortaya çıkan belgeler ve ses kayıtları beni doğruladı. Tüm bunları ve başka birçok şeyi mahkemede anlatacağım. Savcılık da üzerine düşeni yapacaktır.
-Ergenekon savcısına bilgi vermek istediğiniz doğru mu? Bu bilgilerin muhtevası nedir?
Hanefi Avcı ve itirafçı ekibiyle ilgili mahkemede açıklamalarda bulunacağım. Zaten savcılığın bunun üzerine otomatik olarak harekete geçeceğini düşünüyorum. O zaman kendisi (Avcı) zannederim Ergenekon üyeliğinden değil yöneticiliğinden yargılanacaktır.
-Cezaevine alındıktan sonra mutlaka kendinizle ve çevrenizle ilgili derin bir iç yargılama yapmışsınızdır… ‘Keşke şunları yapmasaydım ya da şu işten, şu isimlerle dostluk kurmaktan pişmanım’ dediğiniz oldu mu?
Cezaevinde bulunduğum sürenin nerdeyse tamamını iç muhasebe ile geçirdiğimi söylesem galiba abartmış olmam. Tahliye edildiğim zaman hayatımdan çıkaracağım insanlar mutlaka olacaktır (zaten şu anda birçoğu ile dostluğumu bitirdim). Gençlik yıllarımdan beri hayatım hep aksiyon doluydu. Bunların tamamını tek tek düşündüm; hepsinden kendimi manen beraat ettirdim. Karşılıklı şiddet yaşadığımız insanların hepsi kendini ‘savaşçı’ olarak görüyordu. Bu aksiyoner hayata başlarken bir elime musalla taşını, diğer elime cezaevi parmaklıklarını alarak yola çıktım. Pişman olduğum konular: Daha çok hayır yapabilirdim. Bir de çevremde bulunan dost kılıklı insanların devamlı suni düşmanlar yaratarak (bir dönem polisi, bir dönem başka kişileri) beni maddeten ve manen sömürmelerini anlayamadığım için kendimi affedemiyorum. Bu kişilerin hiçbiri gelecekte ne hayatımda ne de hayallerimde yer bulacak.
-Kandıra F Tipi ile Silivri şartlarını karşılaştırır mısınız?
Açıklayıcı olması açısından Kandıra’dan, Silivri 4 Nolu’dan ve şu an bulunduğumuz 1 Nolu Cezaevi’nden örnek vereyim. Her üçü de yeni tip cezaevi. Teknoloji üçünde de üst düzeyde. Personel, yeni olanların hepsi yüksekokul mezunu. Bu da insan ilişkilerine olumlu yönde etki ediyor. Her üç cezaevinde de istediğimiz gazeteleri, dergileri, kitapları okuyabiliyoruz. Yemekler eski cezaevlerine oranla çok iyi. Ancak sizlerin dışarıda yediği yemeklerle kıyas edilemez. Diğer mahkûmlar yeni cezaevlerini sevmiyor. Çünkü kalabalık ve iç içe yaşamak istiyorlar. Ancak ben ve benim gibi sakinliği sevenler için çok iyi. Kandıra F Tipi Cezaevi ile Silivri 4 Nolu arasındaki fark Silivri’de kaldığımız koğuş çok genişti. Çünkü 21 kişilik koğuşta 3’er kişi kalıyorduk.
Ancak seçim öncesi göz önünde olmak isteyen birkaç kişinin cezaevini devamlı gündemde tutmasından dolayı bir sıkıntı yaşayacağımızı biliyordum. Sonuçta bizi buraya, yani 1 Nolu’ya yolladılar. Burası yeni cezaevi, eski mahkûmlar bilir, cezaevinin ilk 3 ayı çok zordur. Tabii ki mahkûm için zor olduğu kadar idare için de zordur. Kantinin oturması, koğuşların temizlenip düzene girmesi zaman alır. Yine aynı şeyi yapıyorlar, cezaevini gündemde tutuyorlar. Cezaevi gündemde olduğu sürece sıkıntı ve disiplin hep çok fazla olur.
-1 Nolu Cezaevi’ne neden taşındınız?
1 Nolu’ya geldiğimizde beni 3’lü ‘tektekler’ denen bir yere koydular. Ben de haklı olarak ‘Neden büyük koğuşa vermiyorsunuz?’ dedim. Cezaevi görevlileri, yöneticilerin ‘tektekler’de kalacağını söyledi. ‘Ben iddia edilen örgütün yöneticisi olmadığım gibi tutuklu sanığı bile değilim’ dedim. Ayrıca omuriliğimden ameliyatlı olduğumu, raporun dosyada olduğunu söyledim. Bizi tekrar büyük koğuşa geçirdiler. Ancak 7-8 saat sonra gelip ‘tekteklere’ geçmem gerektiğini belirttiler (yöneticilerin yattığı yerler). Ben tekrar ‘Neden orada yatacağım?’ dediğimde görevli arkadaşlardan biri; ‘Büyük koğuşta yatarsanız, diğer üyeler gibi gazeteler bunu yazar’ dedi. Hem de farklı anlamlar yükleyerek yazarlarmış (kendi kendime güldüm). Sonuçta beni tekrar buraya getirdiler. Hükümetler değişse de devletimizin cezalandırma biçimi değişmiyor. 2-3 kişi arıza yapıyor, onların yüzünden başkaları da ceza çekiyor. Şu anda bulunduğumuz koğuş diğerleri gibi 2 katlı değil. 3 tane küçük odadan oluşuyor (tutuklular bu odalara hücre diyor).
-Bazı internet sitelerinde uzun tarih değerlendirmeleri ile İslam - tasavvuf ve tarikatlara ilişkin yazılarınıza rastlıyoruz. Nihal Atsız’ın Türkçü fikirleri ve duruşundan sonra başka bir senteze doğru mu kaydınız?
Beni eskiden beri tanıyan herkes, gençliğimin ilk yıllarında Necip Fazıl Kısakürek üstadın, büyük dava adamı Mehmet Akif Ersoy’un, Nihal Atsız hocanın ayrıca Bediüzzaman Said Nursi’nin ve o geleneği takip eden değerli âlimlerin etkisinde kaldığımı bilir. Nihal Atsız hocanın birçok marşını ezbere bilirim. Ancak okurken kendi iç dünyamda sorun yaşamamak için bazı kelimeleri değiştirirdim. Örnek vermem gerekirse Atsız hocanın (ezberimde olan) çok sevdiğim ‘Davetiye’ isimli bir marşı vardır. Bir satırı şöyledir: “Din Arabın, hukuk sizin harp Türklüğündür.” Ben bunu “Kum Arabın, hukuk sizin, harp Türklüğündür” diye okurdum. Hayatımın her döneminde savunduğum milliyetçilik İslam ile şereflenmiş milliyetçiliktir. Yaşadığım sürece de bu böyle olacaktır.
Yakın tarihte ülkemizde bir 28 Şubat süreci yaşandı. Çoğu tedbir uygulayıp Allah dostlarının dergâhlarından uzak durdu. Komik bahanelerle bazı din âlimleri tutuklandı. Cezaevinde sorun yaşamamaları için onlarla ilgilendim. İnsanların hayal dahi edemeyeceği maddi imkânları çekinmeden kurban, burs ve yardım olarak memnuniyetle verdim. Dergâhların girişlerinde jandarmalar arabaların plakasını kaydedip kimlik kontrolü yaptığı için kimsenin uğramadığı dergâhlara giderek maddi manevi destek verdim. Bazı dönemlerde şaşırmış, şımarmış olabilirim ama inanç duruşum her zaman netti.
-Dışarı çıktığınızda kamuoyu artık eski Sedat Peker’i görmeyecek mi?
Geçmişte yaşadıklarımın o yaş ve şartlara göre incelendiğinde kabul edilebilir olabileceğini düşünüyorum. Ancak tekrar aynı şekilde yaşarsam biraz komik bir durumun ortaya çıkacağını görebiliyorum. Bu hem kendimi tekrar etmiş olmak hem de başkaca hüneri olmayan bir insan konumuna düşmekten başka işe yaramaz. Güzel hayallerim ve hedeflerim var. İnşallah yaşadığım sürece dostlarımın karşısında bu dünyada misafirliğim bittikten sonra ise Mahkeme-i Kübra’da Yüce Mevla’nın huzurunda mahcup olanlardan olmayız.
-Bir yazınızda, “Eğer cezaevindeki odamı bir dergâh odasına, bir medrese hücresine çevirmeseydim, çıldırabilir, aklımı kaçırabilirdim.” diyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Bundan 20 sene önce Bayrampaşa Cezaevi’nde yatarken başucumda Necip Fazıl Kısakürek’in şu dörtlüğü yazılıydı: “Nara ki bıçak, sille ki tokat. Zift dolu gözlerde karanlık kat kat. Beni kimsecikler anlamaz madem. Öp beni alnımdan sen öp seccadem.” Şu anda başucumda aynı dörtlük yazıyor. Her insan gibi hayatımın bazı dönemlerinde biraz şaşırmış, şımarmış olabilirim. Büyük Allah dostlarının haricinde zannederim ki herkesin hayatında bu tip şeyler olmuştur. Ama özde şükürler olsun ki hiçbir zaman kopma olmadı. Her zaman ait olduğum yeri bildim. Cezaevinde de bu şekilde yaşamak bizim gibi beşerlerin ayakta kalmasını, güçlü olmasını sağlar. Şairin dediği gibi hiç kimsenin olmadığı yerde (cezaevinde) Yüce Mevla vardır.
-Siz içeride iken önemli olaylar oldu. Mesela BBP Genel Başkanı şüpheli bir helikopter kazasına kurban gitti. Bu kazanın bir suikast olabileceğine ihtimal veriyor musunuz?
Rahmetli Muhsin ağabey ile tanışmamı anlatırsam galiba en mantıklı cevabı vermiş olurum. Hiçbir dönemde seçim öncesi yapılan anketlere inanmadım. Seçimlere 15-20 gün kala kısmen tebdili kıyafet yaparak yanımda bir arkadaşımla taksilere binerdim (arkadaşlarım da arabayla takip ederdi). Yine bir seçim öncesi taksiye binmiş şoförle sohbete başlamıştım. Hangi partiye oy vereceğini sordum. Büyük Birlik Partisi deyince kendisini tebrik ettim. Partinin başkanını tanıyıp tanımadığını sordum. Sivaslı olduğundan ismini bildiğini söyledi. Taksiciyle muhabbet ederken Muhsin ağabeyle ilgili güzel şeyler söyledim. Daha sonra arabadan indim. Bu sırada bizim arabalar da yaklaşınca kendimi taksiciye tanıttım. Ve ayrıldık. Aradan 15-20 gün geçince bir arkadaşım gelerek (rahmetli Muhsin ağabeye yakın biri) Muhsin ağabeyin tanışmak istediğini söyledi. Ben de ‘şeref duyarım’ dedim. Çünkü kendisi çocukluğumuzdan beri efsane olarak sevdiğimiz biriydi. Buluştuğumuzda bir taksiciyle yaptığım sohbette kendisi hakkında söylediklerimden dolayı teşekkür etti. O an çok şaşırmıştım.15 milyonluk İstanbul’da bir taksi şoförü ile yapılmış sohbeti nasıl duymuş olabilir diye düşündüm. Bu nedenle kendisine yapılacak bir suikastı mutlaka duyar ve gereğini yapardı. Ben cennetmekân Muhsin ağabeye Türkiye içerisinden bir suikast yapılabileceğine asla inanmıyorum.
-Bildiğimiz kadarıyla Çeçen kökenli bir ailenin çocuğusunuz. Çeçen milliyetçilerine, bir paşadan gelen rica üzerine bazı iş adamlarıyla birlikte para yardımı yaptığınız söyleniyor. Bu olayın detaylarını açıklar mısınız?
Kamuoyunda bu konuda yanlış bilgiler olduğunu düşünüyorum. Ben Dağıstan’ın üst tarafında yaşayan Kıpçak Türklerindenim. Türk asıllıyım. Ancak şunu da belirtmek isterim ki, tüm Kafkas halkları akrabadır, kardeştir. Ben hem Çeçen’im hem Çerkez’im hem Abhaz’ım ve diğerleriyim. Lakin mensubiyet olarak Kıpçak Türlerindenim. Bana bu konuda hiç kimsenin rica etmesine gerek yoktu. Durumdan vazife çıkarmak diye bir şey var; oradaki Çeçenlere Ruslar zülüm ediyordu. Ben elimdeki imkânlar nispetinde maddeten ve manen destek oldum. Her türlü desteğim Güney Osetya’da bir ilkokula yapılan Beslan operasyonu (2004, aralarında çocukların da bulunduğu 330 kişi ölmüştü) ile son bulmuştur. Zannediyorum benimle beraber birçok inanç sahibi kişide de son buldu.
-Grozni’nin Ruslar tarafından bombalanmasını durdurmak amacıyla Avrasya adlı Rus yolcu gemisinin rehin alınması eylemini gerçekleştiren Çeçen ve Abhaza vatandaşlar arasında dostlarınız var mıydı? Eylemde kullanılan silahların onlara ait olduğu ve ‘operasyonu’ sizin yönettiğiniz söyleniyor, doğru mu?
Avrasya Feribotu’nun kaçırılması olayını gerçekleştiren ekibin sözcüsü durumundaki Muhammed Tokçan arkadaşımdır ve çok değerli bir insandır. Operasyonda rol alan diğer arkadaşların hepsini tanıma imkânım oldu. Hepsi değerli arkadaşlar. Ancak Avrasya Feribotu operasyonunda ben hiçbir şekilde bulunmadım. Ne silah ne de para sağladım.
-Bu eylemin koordinatörünün rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu olduğu ve finans için sizinle temas kurduğu iddiaları da var. Ayrıca Yazıcıoğlu’nun Türkiye’deki bazı Çeçen komutanların saklanmalarını sağladığı, bu yüzden Rus askerî istihbaratının yakın markajı altında olduğu iddia ediliyor. Ne dersiniz?
Rahmetli Muhsin Bey sadece Çeçen aileler için değil, acı çeken, sıkıntı içinde olan her Müslümanın derdiyle dertlenirdi. Çeçen ailelere mutlaka yardımcı olmuştur. Ancak bu konuda ben kendisiyle beraber bir çalışma yapmadım. Fakat hassasiyetimi biliyordu. Bu konu ile ilgili sohbetlerimiz de olmuştu.
Sorunuzun ikinci bölümüne gelirsek, büyük devletlerin istihbarat birimlerinde ileri teknoloji ürünü cihazlar var. Hareket hâlindeki bir arabanın manyetik etki altına alınarak freninin boşaltılabildiği gibi helikopterlerin ve uçakların düşürülebildiğini de, bu konuda araştırma yapan ve ilgisi olan herkes bilir. ‘Muhsin ağabeye suikastı Rus istihbaratı yapmıştır’ diyebileceğim bir bilgiye, belgeye sahip değilim. Ancak yabancı bir ülke böyle bir suikastı yapabilecek güce sahiptir.
-Kurucusu ve beyni olduğunuz Öztürkler Hareketi’ni devam ettirecek misiniz? MHP’nin, bu harekete ve size çok kızgın olduğu söyleniyor. Siyasi bir harekete veya partiye mi evirileceksiniz?
Ben bahsi geçen partiyle ilgili ne şimdi ne de geçmişte bir düşmanlık yapmadım. Hatta kendimin ve sülalemin durumu ortadadır. Ancak nedense bahsi geçen partide Şefkat Çetin isminde bir yetkili geçmişte benimle ilgili olumsuz birkaç şey söylemişti. Arkadaşlarımın cevap vermeme ricalarına rağmen kendisine sert bir cevap vermiştim. O dönem soğuk bir ortam oluşmuştu. Benim bir düşmanlığım yok; ancak referandumda ‘evet’ yönünde tavır almamız ve tespitlerimiz birkaç yönetici tarafından yanlış anlaşılıyor herhâlde. Davanın gerçek lideri cennetmekân Alparslan Türkeş hareketin ilk yıllarında Türk milliyetçiliğinin İslam dininin hizmetinde olduğunu, daha doğrusu Nizam-ı Âlem ülküsünün, İlâ-yı Kelimetullâh davasının takipçisi olduğunu Türk halkına anlatabilmek için çok uğraşmıştır. Kendi otoriter yapısından bile ödünler vermiştir. Necip Fazıl ile dostluklar kurmuş, kendisinden basında yayımlanacak bir açıklama yazmasını istemiştir. Bu açıklamanın meali ülkücülerin yani Türk milliyetçilerinin İlâ-yı Kelimetullâh davasına inandıkları ve bu davaya hizmet ettikleri yönünde olacaktı. Necip Fazıl üstat, büyük dava adamı, büyük âlim olmasının yanında kendisini tanıyan herkesin söyleyeceği gibi zor bir insanmış. Başbuğ Türkeş’in de karakteri ödün vermeyen ve baskın bir kişiliktir. Ancak Türkeş bu açıklamanın dava için önemini biliyordu. Davanın basın açıklamasıyla halkımızda daha geniş yer bulacağını ve kitlelere ulaşıp kendilerini daha iyi ifade edebileceğini biliyordu. Necip Fazıl yazılı metni (üzerinde mutabık kalınan) birkaç kez değiştirdiği hâlde rahmetli Türkeş hiçbir şey dememiş, kendi baskın kişiliğinden ödün vermiştir. Bence liderlik böyle olur. O zaman yüzde 3 olan oyumuz ilk seçimlerde patlama yapmış ve MHP hızla büyüyen bir parti konumuna gelmişti. Ortada ciddi hiçbir sorun yokken din âlimleriyle problem yaşamanın zarar vereceğini söylediğimde beni yine düşman gibi görüyorlar. Ancak zaman benim dediğimi maalesef her zaman doğruluyor. (Not: Bu röportaj, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Fethullah Gülen Hocaefendi hakkındaki ‘faaliyetlerinizi durdurun’ açıklamasından önce yapıldı H.S.)
Facebook denilen internet dünyasındaki sitede hayran sayfaları oluşturuluyormuş. Genelde kullanıcıları genç kesimmiş. Orada hakkımda birçok hayran sayfaları oluşturulmuş. En fazla üyesi olan ilk beşini topladığımızda 250-300 bin rakamı ortaya çıkıyor. Bence bu sosyolojik olarak üzerinde çalışmalar yapılması gereken bir konu. Politikacılardan, sanatçılardan, sporculardan daha çok hayranı olan bir suç örgütü lideri durumu var. Bu gerçekten çok komik. Sorunuza tekrar dönersek, politikayla ilgilenmeyi düşünmüyorum. Benim yapacağım eğer kabul ederlerse genç kardeşlerime tecrübelerimi aktarmak ve maddi gücüm oranında onlara destek olmaktır.
-Silivri’de manevi olarak bir değişim yaşadığınızı duyuyoruz. Eğer öyleyse bu durum, ulusalcı-Atatürkçü -sosyalist çizgideki diğer tutuklularla ilişkinizi nasıl etkiliyor?
Benim çizgimin ne olduğunu herkes gibi buradakiler de bilir. Sağ olsunlar şahsıma herkes tarafından sevgi, saygı gösterilmekte. Ancak sizin dediğiniz gibi bir düşünceye bürünenin sevgisi de, saygısı da, selamı da eksik olsun.
-Cezaevinde bulunan tutuklulara 12 Eylül referandumunda ‘evet’ oyu kullanmaları için mektup yazdığınız doğru mu?
Milliyetçi, muhafazakâr camianın içerisinde çocukluklarını, gençliklerini geçiren ve bu hayat görüşlerine sahip olan insanlar daha sonra, o yıllara dair birçok şeyi unuttu. Ancak hiç kimsenin unutmadığı vurularak ve asılarak şehit edilen ağabeylerin isimleridir. Çünkü o yaşlarımızda bu ağabeylerin bazılarının kabirlerini ziyaret edip kendi kendimize iç dünyamızda birtakım sözler verdik. Bunların bazılarını başarabildik, maalesef bazılarını başaramadık. Aradan bunca yıl geçti, asılarak şehit edilen bazı ağabeylerin itibarı kısmen de olsa söz konusu olacaktı.
Darbeyi yapanların ve o şerefli dava adamlarını asanların yargılanmayacaklarını bilecek kadar gerçekçi bir insanım. Ancak İbrahim Peygamber ateşte yanarken gagasında bir damla su taşıyan kuş da ateşi söndüremeyeceğini biliyordu. Sadece safını belli etmek istemişti. Benim durumum da tam olarak bu şekilde açıklanabilir. Mahkûmlar mektuplar yazarak düşüncemi sordu. Onlara hükümlü olduğum için oy kullanamayacağımı; ancak asılarak şehit edilen ağabeylere karşı namus borcumuzun ödenebilmesi için ‘evet’ oyu verilmesi gerektiğini belirttim. Sadece mahkûmlara değil dışarıda beni seven, fikirlerime değer veren insanlara da ilettim. Hatırlarsanız sadece Ergenekon tutuklularının kaldığı blokta bile ‘evet’ oyu çıkmıştı. Aynı koğuşta kaldığımız Ergenekon tutuklu sanıklarından Sivas eski Ülkü Ocakları Başkanı Oğuz Bulut kardeşim ve yine Sivas Ülkü Ocakları mensubu Ersin Gönenci kardeşim de önce farklı düşünseler de kendilerine düşüncemi anlattığımda kabul ettiler ve ‘evet’ oyu verdiler.
AK Parti’nin içinde bulunan milliyetçi, muhafazakâr milletvekilleri olayı bence daha iyi gördü. Milliyetçilerin asılarak şehit edilen arkadaşlarının hatırasına sahip çıkabileceklerini gördüler. (Ne de olsa siyasetin büyük bölümü öngörüden ibaret değil mi?)
-Mahmut Yıldırım (Yeşil) ile zaman zaman görüştüğünüz belirtiliyor. En son ne zaman görüştünüz? Mahmut Yıldırım yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede ve ne işle meşgul?
Kamuoyunda bu konuda yanlış bir bilgi olduğunu düşünüyorum. Ben Mahmut Yıldırım’la hayatımın hiçbir döneminde görüşmedim, ne telefonla ne de yüz yüze. Ancak o dönem bazıları tarafından birbirimize düşman edilmeye çalışıldık. Bu bilgiler devletin resmî kayıtlarında mevcuttur. Maalesef bizim birbirimizi öldürmemiz için senaryo kuranlar o zamanki devletin üst kademelerinde olan kişilerdi. Daha sonra birkaç iyi arkadaşın araya girip bu kirli oyunu ortaya çıkarmasıyla düşmanlık başlamadan bitti.
-‘Türk mafyası içeride, Kürt mafyası dışarıda’ tezi ortaya atılıyor, buna katılıyor musunuz? Dışarıda olan Kürt mafyası kimlerden oluşuyor?
Şahsıma operasyon yapıldığı zaman ben de sizin bu sorunuzdaki gibi bir düşünce içerisindeydim. Ancak cezaevine girip burada bir süre kaldıktan sonra cezaevlerinde bulunan mahkûmların neredeyse yarısına yakınının Güneydoğu kökenli olduğunu gördüm. Bunu gördükten sonra sorunuzdaki teze inancımı kaybettim. Hem bunu görüp yaşayıp hem de düşüncemde ısrar etseydim adaletsizlik yapmış olurdum. Sorunuzun ikinci bölümünde Güneydoğu kökenli kimlerin kayırıldığını sormuşsunuz. ‘Dışarıda özgürce gezen şudur’ diyebileceğim Kürt kökenli birisi zaten yok.
DEV-SOL operasyonu kimin önünü açtı?
1993'te yasa dışı Dev-Sol örgütüne yönelik büyük bir operasyon başladı. 6 Mart 1993 tarihi, bu operasyonun zirvesiydi. İstanbul Kartal'da bir eve yapılan baskında başta örgütün lideri Bedri Yağan ve yanındaki 4 kişi öldürüldü. Çatışma o dönemin şartlarına göre çok kısa sürdü. Evde kurşun yağmuruna tutulmuş 5 ceset vardı: Bedri Yağan, Asiye Kasap, Rıfat Kasap, Gürcan Özgür ve Menekşe Meral... Yapılan otopside cesetler üzerinde 6 ila 18 mermi deliği tespit edildi. Erkekler sırtlarından, kadınlar yüz ve göğüslerinden vurulmuştu. Bedri Yağan ile ev sahibi Rıfat Kasap salonda, diğer 3 kadın oturma odasında yatıyordu. Her birinin yanında birer silah vardı. Yatak odasında karyolanın arkasına büzülmüş, tir tir titreyen iki çocuk bulunuyordu (Kasap ailesinin çocukları). Bu sahne uzun süre hafızalarda kaldı. Operasyonu dönemin İstanbul İstihbarat Müdürü Hanefi Avcı yönetmişti. Bedri Yağan'ın öldürülmesi önemliydi. Yağan, cezaevinden birlikte firar ettiği lideri Dursun Karataş'la bir süre sonra ters düştü, onu 'benmerkezcilikle' itham etti. Yağan ayrıca, Karataş'ı mafyatik bazı ilişkiler içinde olan devlet içindeki bir kadro ile ilişkili olmakla suçlamıştı. Yağan ve arkadaşları Karataş'ı Almanya'da ikamet ettiği villanın bodrumunda pasifize ederek örgüt yönetimine el koymuş, bu yüzden Bedri Yağan fraksiyonu 'Darbeciler' adını almıştı. Yağan'ın öldürülmesi Dursun Kartaş'ın önünü açmıştı.

Türkiye, dünyada rol almak istiyorsa Kürt sorununu çözmeli

-Türkiye, dünyada giderek ivme kazanan bir ülke konumuna geliyor. Siz bu gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kader milletimize bir kez daha tarih sahnesine çıkma hakkını sunmaktadır. Türk devletlerinde yaşayan soydaşlarımız ve diğer tüm Müslüman âleminin lokomotifi olup tekrar dünya dengelerine yön verebiliriz. Ayağımızdaki tek pranga, Güneydoğu, yani Kürt meselesidir. Bu sorun her ne olursa olsun mutlaka çözülmelidir. Ayağımızda bu pranga olduğu sürece tarihin bize sunduğu misyonun hakkını vermemiz mümkün değil. Mümkünse askerî operasyonlarla, değilse şehit ailelerinin de hassasiyetleri düşünülerek yapılacak görüşmelerle mutlaka çözülmelidir. Sünnet olurken akıttıkları birkaç damla kanın haricinde ne kendi kanı akmış ne de bir başkasının kanını akıtmış insanların sahte çığırtkanlıklarına önem verilmeden derhal bir çözüm bulunmalıdır. Tekrar söylüyorum, kader Türk milletine tekrar dünya sahnesinde belirleyici olma rolü biçmiştir. Türkiye dünyada söz sahibi olmak istiyorsa bu fırsat asla kaçırılmamalıdır.

11.04.2011
HAŞİM SÖYLEMEZ

 

Terennüm isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi