![]() |
#1 |
![]() Selçuk Küpçük
1971 Ordu doğumlu. Gazi Üniversitesi’nde Psikolojik Danışma ve Rehberlik öğrenimi gördü. Daha evvel kendi bestelerinden oluşan iki (Tebessüm Provaları ve Kurutulmuş Gül Mevsimi) albüme sahip. Besteleri Selda Bağcan-Ahmet Kaya (Koçero albümünde) ve Hasan Sağındık (Zindan Şehirler albümünde) gibi sanatçılar tarafından kasetlere okundu. Birkaç arkadaşı ile beraber Kumyazıları adlı bir edebiyat dergisi çıkarttı Şiirleri Şule Yayınları’nın Merdiven Kitapları dizisinden Kirletilmiş Ölümler Kitabı adı ile bir araya geldi. MerdivenŞiir, KitapHaber, Dergâh, Kavram Karmaşa ve Hece gibi dergilerde şiir, poetika, eleştiri ve müzik sosyolojisi merkezli yazılar yayınladı. Beste yapmaya başladığı andan itibaren bütünüyle salt şiir bestelemeye yöneldi. Ve bu şiirleri genelde modern Türk şiirinin günümüz örneklerinden idi çoğu zaman. Kuşkusuz edebiyat dergilerinde uzun süreden beri şiirleri yayınlıyor ve şiire özel bir önem atfediyor olmamın da önemli etkisi vardır.Yeni albümde de Adem Turan, Osman Sarı, Özcan Ünlü, Nurullah Genç gibi günümüz şairlerinin şiirlerini besteledi. Ancak bunun yanında halk ozanlarımızdan Erzurumlu Emrah ve Ruhsati’nin de birer şiirlerini şarkıya dönüştürdü. ......... Selçuk Küpçük ile bir Röportaj Selçuk Küpçük kimdir ve neden müzik? Ben müzik ile bir şekilde yolu kesişmiş, hayatının geri kalanını ifade etme biçimini müzik ile kodlamış birisiyim. Her şey kader ile ve buna iman ediyorum. 90’lı yılların başında Ankara’da bir öğrenci evinde kalırken çocukluktan beri yanımdan ayırmadığım bağlamam ile yaptığım ilk besteler işte beni buralara getirdi. Psikolojik Danışma eğitimi gördüm Gazi Üniversitesi’nde. Daha sonra günümüz Türk şiirinin önemli dergilerinde şiirlerim, yazılarım yayınlanmaya başladı. Birkaç arkadaş ile birlikte Kumyazıları isimli fanzin bir derginin çıkışına öncülük yaptım ve 14 sayı sürdü bu dergi. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği konserler ile ülkemin hemen her tarafını gezdim. Ülkemin güzel insanları ile tanıştım. Ülkemi yakından tanıdım. Süreç içerisinde bu tanıklık benim hayata, evrene, bireye ilişkin üretmiş olduğum paradigmalarımı değiştirdi, dönüştürdü. Bu dönüşüm kuşkusuz müziğime de yansıdı. Çıkarmış olduğunuz albümlerin tarihlerine baktığımızda, alışılagelmişin dışında uzun aralıklarla stüdyoya girdiğinizi anlıyoruz. Albümlerinizde kendi eserlerinizi seslendirmeye çalıştığınızı da biliyoruz. Acaba bu iki konu arasında bir ilişki kurabilir miyiz? Benim ya da benim gibi müziğe araçsal bir aralıktan bakmayan müzisyenlerin karşılaştığı ilk sorun, yaptığımız müziğin ticari açılımının kapitalist düzenek bakımından bir karşılığı olmadığı için yapımcı firma bulmakta zorluk çekmemizdir. İkincisi de ben müziğimi satmak amacı ile yapmıyorum. Öncelikle kendim için yapıyorum, birey olabilmek için. İdeolojilerin, kurumların, grupların uzağında bir alandan sesleniyorum. Yani yalnız bir adamım netice itibariyle. Bu yalnızlık her şeyi tek başına yapmak yükümlülüğünü getiriyor. Her yıl albüm çıkarmak, üretim anlamında benim tercih edebileceğim bir şey değil. Bir de ben sadece müzik ile uğraşmıyorum. Hayatımı kazandığım psikolojik danışma mesleğinin getirmiş olduğu bir zaman boyutu var. Bir çok dergiye yazıyorum. Bu yazılar poetik metinler, eleştirel metinler, inceleme yazıları, müzik yazıları, mesleki yazılar oluyor. Bunun için sürekli okumam gerekli. Bu da belli bir zaman boyutu. Albümlerinizin hazırlık aşamasında ya da sonrasında diğer sanatçılarımızla fikir alışverişinde bulunuyor musunuz? Şöyle de diyebiliriz; diğer sanatçılarla ilişkileriniz nasıl? Tabi bazı arkadaşlar ile tanışıklığımız mevcut. Görüşmekten zevk aldığım bazı müzisyen dostlarım ile fırsat buldukça haberleşiriz. Mesela ben o vakitler hiç tanışmadığım halde müzisyen Mustafa Uysal’ın telefonunu arayıp buldum ve albümü için tebrik ettim. Başka önemsediğim birkaç müzisyen arkadaşı da albümleri çıktığı zaman tebrik için aramışımdır. Bu çok basit bir pratik ama hemen hemen kimse birbirini arayıp tebrik etmez, ya da albüm üzerine konuşmaz. Bunun da ötesinde yine kimi müzisyen arkadaşlar üzerine yazılar yazdım, onlarla söyleşiler yapıp basında yayınladım. Aynı karşılığı kendim için pek bulduğumu söyleyemem. Yani böyle bir alışkanlık yok aslında müzisyenler arasında. Albüme alacağım bestelerin seçimi vs hususlarda diğer sanatçı arkadaşlar ile bir görüşmem olmaz. Ancak kanaatlerine ve müzik seçiciliklerine önem verdiğim kimi dostlarım ile bestelerimi paylaştığım olur albüm çıkmadan. Daha çok albüme gireceğim vakit aranjörüm ile bu kararları veririz. Aranjörüm Gündoğar’ın görüş ve önerilerini önemserim ve bu, albümün karakterine mutlak yansır. Yaptığınız albümlerde, -kendi tabirinizle- “piyasa dışı” duruşunuzu sürdürüyorsunuz. Günümüzde ise bazı bilinen sanatçıların, kendi piyasaları dışına çıkarak ilâhi seslendirmelerini (ya da bayanların) nasıl değerlendiriyorsunuz? Tabi ben bütün bu süreç ve tartışmalardan uzak olmakla beraber ara sıra benimle yapılan söyleşilerde görüşlerimi ortaya sürüyorum. Açıkçası ortada bir sömürü düzeneği mevcut. Kimisi aşk, sevgi vs üzerinden bunu yapıyor. Kimisi de insanların dini ve milli duyarlılıklarını sömürerek. Her iki yaklaşım da aslında popüler kültürün farklı uzantıları. Yani ilahi söylediğini zannedenler sanmasınlar ki kapitalizmin dışında bir yerde konumlanmışlar. Bizatihi onların duruşlarını daha sağlıksız ve ahlaksız buluyorum. Bunu söylerken de tabiki bütün bir ilahi sanatçılarını kastetmediğimi belirtmeliyim. Kimin estetik belirlenimler ile müzikal varoluşunu tamamladığı ortada zaten. Ben başka bir yapılanmayı eleştiriyorum. Ramazan ayı geldiğinde herkesin ilahi söylemeye koşması başkaca nasıl ifade edilebilir bilemiyorum. Unkapanı’nın müzikal algısı zaten sömürecek bir alan bulmak ile iç içe geçmiştir. Onlar yılda bir kez sömürüyor. Sömürgen ilahiciler 12 ay. Bir röportajınızda “Ben kendim için müzik yapıyorum. İnsanların dini ve milli duygularını istismar etmek gibi bir amacım yok.” diyorsunuz. Bunu takdir ile karşılamakla birlikte, acaba bu kaygı nedeniyle, -sanatsal anlamda- İslâmi kesimin sizi görmek istediği çizgiye biraz uzak kalmış olmak gibi bir duygu/his belirir mi iç dünyanızda? İslami kesimin beni nerede görmek istediğinin benim için bir karşılığı yoktur. Ben bu yaşta ve acizane müzikal tecrübede nerede duracağıma karar verebilirim. Ben ayaklarını bu soylu topraklara basarak, içinde bulunduğum medeniyet algısının parametrelerini içselleştirerek nerede duracağımı bu işe ilk başlarken belirlemiştim zaten. Açıkçası İslami müzik, ezgi vs gibi tanımlamaların da ayaklarının yere basmadığını iddia ediyorum. Zaten ben bütün bu tartışmaların dışından geliyorum. İlk konserlerime halk ozanları ile gitmeye başladım. Bağlama çaldım sahnede orkestramın önünde. Türkü söyledim. Müziğimi hiçbir zaman İslami, dini vs gibi tanımlamalar ile bütünlemedim. Buna ihtiyaç hissetmedim açıkçası. Bizler Erzurumlu Emrahların, İsmail Dedelerin, Dadaloğullarının kültürel bir mirasının üzerine oturuyoruz. Kafamızın net olması gerekli. Bugün sadece modern zamanlardayız ve kentsel kuşatımın ortasındayız. Ürettiğimiz şeyler de doğal olarak içinde bulunduğumuz maddi ve zihinsel uzamın ürünü olacaktır. Yaptığım müzik, türkülerin şehre taşınan boyutundan başkaca bir şey değil aslında. Anonim türkü formunun üretildiği yer kır ve kırın üretmiş olduğu sınırlı algı idi. Oysa şimdi bu iletişim teknolojisinde artık bir kırdan bahsetmek mümkün değil. Ozan artık şehre indi ve bağlaması ile artık şehre ilişkin yeni şeyler söylemeye başladı. Bu yeni şeyleri söylerken de kendi getirdiği müziğin dışındaki farklı müzikal birikimleri tanıdı. Bu tanışıklık onun müzikal dilini zenginleştirdi. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yanında böyle oldu. Şunu da söylemek isterim. Biz farklı kültürel kodların, üzerinde katkısının bulunduğu büyük bir Osmanlı müziğinin tarihsel izleğinin de farkında olarak müzik yapmalıyız. Her ne kadar resmi paradigma dayatılı bir kopmaya sebep oldu ise de bizler, yani yerli çocuklar bu mirasın duygusal ve maddi birikiminden haberdar olarak ürün ortaya koymalıyız. Açe’ye gitiğiniz zaman hala sizi Osmanlı fermanları ile karşılıyorlarsa bundan kaçış yok. Bütün mazlum Müslüman halklar gözlerini size dikmiş ise bundan kaçış yok. Tarihsel miras bizi aynı zamanda Anadolu topraklarının dışına da çağırıyor. Öyle ise müziğimizi de şekillendirirken bu çağrının gücünden haberdar olmalıyız. Üreten insan olmak kolay değildir. Sizin yaptığınız işte tamamen duygu eksenli. Bu noktadan bakınca ‘ya bir gün bir biterse’ kaygısını yaşıyor musunuz? Ya da sanatçı bu kaygıyı yaşamalı mı? Biterse bitecektir zaten. Bundan hiç kaygı duymadım. Başında da söyledim, ben müziği kendim için yapıyorum. Kendim için yaptığım şey bir gün bitecekse, benim o vakit müziğe ihtiyacım kalmamıştır zaten. Ama kimileri, başkaları için müzik yapıyorsa, asıl sorun onları bekliyordur. Şimdi Bülent Ortaçgil 30 yıldır söylüyor ve sadece kendisini anlatıyor. Modern bireyin, küçük hayatını, minimal algısının müziğini yapıyor. Oysa hatırlayın 70’li yıllarda ortalığı kasıp kavuran bir yığın gürültülü adam vardı. Büyük meydanlarda, büyük söylemlerin propagandasını yaptılar. Şimdi onlardan kaç kişi kalmıştır geriye. Çünkü onlar nöbetçi sanatçı idi. Oysa işte Ortaçgil ortada. Sürekliliği var. Kentsoylu bir müzik yapıyor. Ve aynı zamanda dinleyicisini de belli bir yere taşıyor. Benim durduğum yer de buradan çok uzakta değil. Az ama sürekliliği olan bir dinleyicim var. Hiçbir zaman herkes beni dinlesin, yaptıklarımı takip etsin gibi iddiaların peşinden, yanılsamasından koşmadım. Dinleyicimi kendim belirlemek isterim açıkcası. Zaten yaptığınız müzik de böyle gelişiyor. Müziğinizin duruşu dinleyicinizi belirliyor. Herkesi içine almıyor, herkes için anlamlı durmuyor. Bu tam da benim yapmak istediğim bir şeydi. Ve galiba bunu gerçekleştirdim. Geçenlerde bir gazeteci arkadaş ile sohbet ederken, bana öğrencilik yıllarında albümlerimi dinlediğini ve onu etkileyen şeyin, duruşumda ve eserlerimde bir kompleksin olmadığını, birilerine cevap üretme çabalarının bulunmadığını, yaptıklarından emin bir görünüm sunduğumu söyledi. Bu benim hiç fark etmediğim bir şeydi aslında. Çünkü zaten hiç böyle dertlerim olmadı. Bazı arkadaşlar gibi başlangıcım İran ya da Filistin marşları değil. Benim kökenim buralar, Anadolu türküleri. Bunu söylerken Anadolu dışındaki müzikal birikimi ötekileştirdiğimi söylemiyorum. Ama her sanatçı içinde varolduğu toplumsallıktan beslenmeli. Oradan büyük zihni paradigmalara ulaşmalı. Bu anlamda yerli kalmayı her zaman önemsedim. Mesela benim için Amerika’dan getirtilen üç hip-hopçı Müslüman zenci müzisyenin bir anlamı yoktur. Onların ancak kendi topraklarında bir karşılığı vardı. Hip-hop’ın bu coğrafyada kültürel açılımı yoktur çünkü. İlla Müslümanlar yaptı diye onu önemsemek zorunda değilim. Hip-hop arızalı bir müziktir. Geçicidir. Sorunludur. Hatta ben genç arkadaşların müzik kulaklarını bozduğunu düşünerek karşı da duruyorum. Ayrıca bol pantolonlar, sallana sallana yürümeler felan bunlar bütünüyle Amerikalı şeyler. Çünkü adam oralı. Oralı gibi davranacaktır. Bu popüler kültürün farklı boyutundan başka bir şey değildir. Sami Yusuf vs bunlar fasa fiso. İşte geldi herkes sanırım yakından gördü balonu. Konserindeki başörtülü kızların Samiii ! diye kendilerini yırtmaları, kafalarına Sami Yusuf yazan bandaş takıp kırıtmaları, eller havaya olayları felan… Ne farkı var şimdi bunun Tarkan konserinden.. Çünkü gerçekten de farkı yok . İkisi de popüler kültürün uzantısıdır. Ben bütün bunların karşısındayım. Bunlar iğrenç şeyler. Kafası karışıklar cumhuriyetinin evlatları bunlar… İnsanlar zamanla birlikte bir olgunluk süreci de yaşarlar. Bu süreç geçmişten günümüze sanatsal anlamda eserlerinize nasıl yansıdı? Evet belli bir olgunluğa eriştiğimi ben de görüyorum. Hayat bu işte. 20’li yaşlardaki dünya algınız ile şimdi 30’li yaşlarda durduğunuz yer benzer olmuyor. Ama yaşanan her şey bir şekilde işimize yarıyor. Epiktotes’in bir sözü var, diyor ki “ bizi öldürmeyen acılar, bizi olgunlaştırır”. Ben tam da burada duruyorum. Hızlı bir ideolojik hayatım oldu. Afişler astım. Reislik yaptım. Türkiye’nin önemli siyasi figürleri ile mesaim oldu. Ama sonra işte durdum. Türkiye algım daha derinleşti. Daha medeniyet merkezli bir algıya vardım sonunda. Osmanlı’nın bize miras bıraktığı kardeşlik kültürünü keşfettim. Ötekileştirmeden uzak, empatik süreci zengin insancıl bir medeniyetin çocukları olduğumuzu herkesin bizden sakladığını gördüm sonunda. Karşımızda İrlanda’ya kıtlık zamanı patates gönderen bir Osmanlı var. Kudüs’ü alırken düşmanı gibi kıyım yapmayan vicdanlı bir Selahaddin var. Sadece Müslümanlar için değil, gayrı Müslimler için de güvenli ve huzurlu olan bir tarihsel birikimin üzerinde oturuyoruz. Bütün bu birikimin bugünkü sosyolojik ve politik meseleleri yeniden gözden geçirmemiz için yeterli olduğunu düşünüyorum. Müzik bile bu söylediklerimden bağımsız değil. Müziğe başlarken bir hedefiniz var mıydı? Varsa, bu hedefinizin neresindesiniz? Müzik benim kendimi ifade etme becerilerimden birisi. Yapmak istediğimi iyi şarkıların dışında büyük iddialarım olmadı hiç. Hayata, evrene, Türkiye’ye benim gibi bakan dinleyiciler ile kurtarılmış bir zihni alan inşa etmekten bahsediyorum sürekli. Neden kurtarılmış ? işte yukarıda bahsettiğim bu sömürgen yapıdan sıyrılmış ve bütünüyle estetik kodlar ile yapılanmış ve aynı zamanda yerli duyarlılıklar ile donanmış bir zihni alan. Ben müzik yaparken aynı zamanda bir de dil üretmiş oluyorum. Bu dil kuşkusuz yayılan ve çoğalan da bir şey. Model olmak gibi büyük iddialardan kaçındım her zaman. Model olmaktan ziyade ben sadece soylu bir dil üretmek telaşında oldum. Aşkı bile yorumlarken bu soyluluğun izini sürdüm. Yeri gelmişken şunu da not düşelim. Birçok arkadaş müzik yaparken ütopyalar ile bezenmiş ve gerçeklik algısından kopuk üretimler ortaya koyuyorlar. Bu şarkılar, dinleyen genç arkadaşların gerçeklik algısını da deforme ediyor. Bütün bunlara hakkımız yok. Ben zaten müziğin salt bir başına büyük idealler gerçekleştirebileceğine inanmıyorum. Eserlerinizde şiire bol yer verdiğiniz biliniyor. Eserde, ‘kendi içinizde düet yapıyorsunuz’ dersek doğru olur mu? Bu durum dinleyicilerinizce nasıl karşılanıyor? Benim müziğim aslında genel karakter olarak içe doğru okunan bir müziktir. Büyük alanların, toplulukların karşısında yüksek sesle okunacak şarkılar değillerdir. Bu yüzden sorunuzdaki ifadeye katılıyorum. Bestelerimin hemen tamamının sözlerinin günümüz Türk şiirinin örneklerinden seçilmiş olması da genel olarak bana ait bir şeydir. Bu yüzden bestelerimin bir kısmında içe kapanık, hemen kendisini ele vermeyen bir dil vardır. Bundan da rahatsız değilim. Ben bizatihi hemen algılanıp tüketilen bir müziği hiç tercih etmedim. Dinledikçe içine girilebilen bir müziğin izin sürdüm. Severek ve ilgiyle takip ettiğiniz, hayatınıza yön vermede etkisinde kaldığınız bir şahsiyet/sanatçı var mı? Hayatımı bir başına etkileyen bir sanatçı olmadı. Ama yazarlar oldu. Seyyid Hüseyin Nasr, Ali Şeriati, Cemil Meriç, Edward Said, J. Baudrillard, Mehmet Akif gibi bir yığın ismin bende etkisi olmuştur. Bu etki müziğime de belki sirayet etmiştir. Müzisyen olarak bir etkilenme olmasa da hem duruşlarını, hem de müzikal varoluşlarını ciddiye aldığım isimler, guruplar da az değil. Hem yerli hem de ülke dışından birçok müzisyeni takip ettim, haberdar oldum, dinledim. Bu sürecim hâlâ devam ediyor. Yeni çalışmalarını merakla beklediğim, albümlerini dönüp dönüp dinlediğim bir yığın isim var. Yazılı ya da sözlü bir şekilde göz önünde olan insanlar daima örnek konumundadır. Hedef kitlenin çoğu örnek alma kavramını ciddi boyutlarda abartır. Bu konuda sizin de sıkıntı yaşadığınız oluyor mu? Hiç sıkıntı yaşamadım. Benim dinleyicim de aslında genel olarak müziği benim gibi algılar. Bu algı doğal olarak müziği meta olarak algılamayan bir yaklaşımın izini taşır. Sanatçıyı önemsemektense onun yaptıklarını, ortaya koyduklarını önemsemek üzerine kuruludur. Ben imzalı fotoğraf vermem, pek ortalıklarda gözükmem, benimle muhatap olan dinleyicilerimde de belli bir olgunluk, estetik seçicilik ve ahlaki duyarlılık gözlemliyorum. Ve bu bana onur veriyor. Benim ile piyasa sanatçıları gibi iletişim kurmaya çalışan dinleyiciden uzaklaşırım. Açıkcası hikayeden adamları dinleyenler beni hiç dinlemesinler, onlarda albümlerim var ise gidip çöpe atsınlar. Böyle adamlar ile aynı rafta durmak bana acı verir. Selçuk Küpçük’ün sanatçı kişiliğinin yanı sıra bir de yazar kimliği var. ‘Kirletilmiş Ölümler Kitabı’ isimli şiir kitabınız haricinde çeşitli dergilerde yorum ve eleştirileriniz yayınlanmakta. Acaba hayatınızda edebiyatı ve müziği ayrı/aynı kulvarda düşünebilir miyiz? İkisi de ayrı ayrı. Ben hiçbir zaman ikisinin bir aradalığına imkan vermedim. Dergilerde yayınlanan şiirlerim birkaç yıl evvel Şule Yayınlarının Merdiven Kitapları dizisinden çıkmıştı. O kitaptaki biyografimde mesela hiç müzisyen kişiliğimden bahsetmedim. Dolayısı ile dergilerden beni tanıyan birçok kişi müzikle de ilgilendiğimi bilmez mesela. Albüm çalışmalarına yaklaşırken doğal olarak daha çok müzik ile belirlenen bir hayatım oluyor. O dönem geçince yeniden dergi yazılarına, şiirlere, yoğun okumalara yöneliyorum. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde inşallah dergilerde yayınlanan müzik yazılarım ve poetik metinlerimi iki ayrı kitap olarak yayınlayacağım. Yazılarım ve şiirlerim değişik dönemlerde Dergah, MerdivenŞiir, Sonra Edebiyat, Ada, Kertenkele, Gerçek Hayat, Yenidünya, Zaman gazetesi Kitap eki, Yedi İklim, Sühan gibi bir çok dergide yayınlandı ve yayınlanıyor.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|