03-02-2009, 10:31 | #1 |
Sen de başını alıp gitme! ...
Sen de başını alıp gitme! ... Sen de başını alıp gitme nolur! Zaman aleyhimize akıp gidiyor. Finişe doğru ilerliyoruz. Her gün bizden bir şeyler kayboluyor. Her gün biraz daha eksiliyoruz. Bak, çocukluk uçup gitti, bak gençlik yitti. Ne kaldı geriye! Anam babam toprak oldu. Şimdi siyah beyaz fotoğraflarda yaşıyorlar adeta. Sahip olduğumuz ya da sahibi olduğumuzu sandığımız değerli şeyler bir bir kayıyor elimizden. Hissediyoruz; kayan ayağımızın altındaki topraktır. Her şey mukadder sona doğru son sürat yol alırken; sen de başını alıp gitme nolur! Dünyada savaşlar bir taraftan, açlık bir taraftan, sömürü diğer taraftan adı konmamış jenositlere neden olurken… Her şey yokluğa doğru hızla koşarken… Sen de başını alıp gitsen nolur ki!... Hiç yitip bitmeyen savaşlarda oluk oluk kan akıyor, nice ocaklar sönüyor yine de kıyamet kopmuyor da… Sen başını alıp gidince kıyamet mi kopar! Değil işte. Bu iş öyle değil. Savaşlar ne zaman son buldu ki… İnsanın içindeki canavar hiç rahat durmadı. Katilin adı Kâbildi, zalimin adı Nemrut, sahte tanrının adı Firavun, küçük despotun adı Hitler, eli kanlı yoldaşın adı Stalin… Kâbillere, Nemrutlara, Firavunlara rağmen kıyamet kopmadı. Bütün kıyımlarına rağmen ne Hitler insanlığın kökünü kurutabildi, ne Stalin… Her despot zulmü ile kendi sonunu hazırladı aynı zamanda. Her Firavun koynunda bir Musa barındırdı. Hakikatin güneşi bir şekilde doğdu insanlığın üzerine. Hak yerini buldu bir şekilde. Fakat sen başını alıp gidersen… Neler olur neler! Kıyamet kopar mı? Bilinmez. Belki kopmaz. Ne ki, yine bahar gelse, yine bülbüller aşkla şakısa, yine güneş doğudan doğmaya; yürekleri ısıtmaya ve ışıtmaya devam etse ne çıkar! Sen başını alıp gittiğinde geriye bir hiç kalır çünkü. Bir hiç. Ne Mecnunun aşkı kalır geriye, ne Spartaküsün mücadelesi… Her şey görünürde aynı kalır belki, ama inan hiçbir şey eski tadında olmaz. Hiçbir şey yoktur ki, anlam kaybına uğramış olmasın… Bazen her şey bir şey, bir şey ise her şey demek olur. Yazık, biz bu durumun ayrımına varamıyoruz artık. Mesela Rusların Gürcistanı işgali mi daha önemli, senin başını alıp gitmen mi? Her şey kendi bağlamında önemlidir mutlaka. Hele işin içine kan, gözyaşı ve ölüm giriyorsa, önemsizdir demek mümkün değildir. Fakat sen başını alıp gittiğinde, hiçbir şey olmuyor sanma; yine gözyaşları akıyor, yine gönül kan revan içinde kalıyor. Bir bilsen ne ölümler yaşanıyor, tanımsız acılarla birlikte. Türkiye yüzünü Batıya döndükten sonra bunlar anlaşılmaz oldu. Güneş ve ışığa arkamızı döndük. Yüzümüz ve gözlerimiz hep gölgelerle aşina. Gölgelerimizin büyüklüğünce varlığımız gözümüzde büyüdü. Cüssemiz büyüdü. Gölge kahramanlarımız oldu. Oysa gölgelerin büyüdüğü yerde, güneş batmaktadır artık. Onun için büyük olaylarla uğraşmayı büyüklük sayarız hep. Büyük büyük laflar etmeyi, büyük olaylara kalkışmayı marifet biliriz. Her konuşmamızda, ya ülkeyi, ya devleti, ya milleti, ya da buna denk bir şeyleri kurtarırız. Bir bilseniz demokrasi günde kaç kez kurtulur bizim memleketimizde. Sokaktaki her insan bir kahraman namzedidir. Her kahramanın mutlaka bir kahramanı vardır içinde. İnsanların gönüllerinde bir sevda yaşamaz belki, ama mutlaka bir kahraman yaşar. Böyledir bizde. Ben de bu boş işleri bırakıp mesela Gürcistanın işgalini, Sarkaşvilinin kravatını yerkenki gizli kamera çekimlerini ya da Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerrefin istifasını yazmalıyım. Belki de AK Partinin kapatılmamasının ne denli büyük demokrasi kazanımı olduğuna dair kanıtlar döktürmeliyim. Yani "Ruslara dur", "Ergenekona vur" falan demeliyken, "Sen de başını alıp gitme nolur" demenin ne anlamı olabilir… Biz de kahramanların büyüklüğü, gölgelerinin büyüklüğü ile mütenasip sanıldığı için, mutlaka büyük olaylara burnunu sokmalıdır insan. Büyük adam, büyük ve ciddi olaylarla ilgili büyük laflar etmelidir. Büyük kahraman, büyük büyük şeyler kurtarmalıdır. Büyük yazar, fevkalade olayları kaleme almalıdır. Bu, büyük romanların büyük (!) kahramanları olur sanmak gibi bir şeydir. Aksi halde, yaptığınız hiçbir işin kıymeti harbiyesi olmaz; bu kumda oynamak gibidir. Oysa… Savaşa dur demekle savaşların durmadığı bir anlaşılabilse… Lafla peynir gemisinin yürümediğini kargalar anladı, biz anlamadık. Demokrasi nutukları atmakla demokrasi kurtulmuyor. Çok ilginçtir; demokrasi yoktur, ama ortalık demokrasi havarilerinden geçilmez… "Sen de gitsen nolur!" diyen adamın dünya gitse umurunda olmaz. Bu böyledir. Önce "Sen de başını alıp gitme!" diyeceksin. O giderse dünya başına yıkılır zannedeceksin ki… Bir kuşun ölümüne üzülmeyen, yüzlercesinin ölümüne üzülür mü? Ağacı sevmeyen ormanı sever mi? İnsana sevdalı olmayan, insanlığa sevdalı olur mu? Büyük olaylarla uğraşana kadar… Önce bunu bileceksin… Bir mıhın bir nal, bir nalın bir ayak, bir ayağın bir at, bir atın bir komutan, bir komutanın bir savaş, bir savaşın bir dünya kurtarabileceğini… Hiç değilse umut edeceksin. "Sen de alıp başını gitme" diyen adamın insani duyargaları hâlâ canlı demektir. En ufak sarsıntıyı yüreğinin derinlerinde hisseder. Ve görür. "Sen de başını alıp gidersen kıyamet mi kopar!" diyen adamın ise, insani değerlerle münasebeti kesilmiş demektir. "Sen de gitsen nolur"la, "bir insan daha ölse ne çıkar" arasında hiçbir fark yoktur. Bir insan öldürebilecek tıynette olan adam, pekâla insanlığın kökünü kurutabilir. Çünkü o önce insanlığı içinde öldürmüştür. "Sen de gitsen kıyamet mi kopar!" demekle, yüreğinin sesini kesmiş, vicdanını öldürmüş, insanlıkla bağını kopartmıştır. İnsanlığın, insanlık adına, bu tür insanlıktan çıkmış insan müsveddeleri ile sonuna kadar savaşması gerekmektedir. Savaş ve kötülükler ancak bu şekilde son bulabilir. Fakat bu savaşı verebilmemiz için, küçük de olsa bir tutamağımız olmalıdır. Hayata tutunduğumuz bir nokta… Düşünün ki, fırtınalı bir günde, deli esen rüzgar sizi köklerinizden koparmış ve oradan oraya, oradan oraya savurmuş olsun. Küçücük bir ağaç köküne tutunmuşsunuz… Eliniz kayıverse düşeceğiniz yer, kör bir kuyu ya da avını bekleyen timsahların ağzıdır. Biz işte böyle bir noktada "Sen de başını alıp gitme nolur" derken, birileri de çıkıp "Sen de başını alıp gitsen nolur" derse, hangisi daha anlamlı konuşmuş olur. Ve o adamın halini düşünün: Tek tutamağı ağacın küçücük kökü, eli kayıverse, her şey bitecek, ama o büyük büyük laflar etmenin peşinde hâlâ… Sen de başını alıp gitme nolur!... Sen gidersen umut biter, sen gidersen mücadele biter. Ellerimiz kayıverir. Sen gidersen, bizi bekleyen koca bir boşluktur. Sen gidersen bizi bekleyen kör kuyulardır. Bir parça umudumuz olursa, sıkı sıkı tutunuruz. Tutunduğumuz hayattır. Varsın topumuz tüfeğimiz olmasın. Varsın paramız pulumuz olmasın. Sen varsan, aslanlar gibi mücadelemiz vardır. Gör o zaman ne destanlar yazarız. Sen de başını alıp gitme! Beyaz bayrağı çektirtme bana. Anadolu Gençlik Dergisinden...
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
04-24-2011, 06:34 | #2 | |
Alıntı:
|
||
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|