01-27-2012, 21:39 | #1 |
ŞEYHÜ’R-REİS İBN-İ SİNA
ŞEYHÜ’R-REİS İBN-İ SİNA İbn-i Sina; 930 yılında Buhara yakınlarında Efşen’de dünyaya gelip daha sonra ailesiyle birlikte Buhara’ya yerleşmiştir. Kuşkusuz onun yetişmesinde ilk adım babası tarafından gerçekleşir. İkinci adım ise kendi otobiyografisinde yazdığı kadarıyla iki hocasının üzerinde emeği olduğunu fark ediyoruz. Ki; bunlardan biri el- Natili olup, bu zat İbn-i Sina’nın mantık ilminde ulaştığı mertebeye bakınca bir deha karşısında olduğunu fark etmiştir. Hatta bir zaman sonra edebinden olsa gerek ona ders vermekten vazgeçmiş bile. Sadece pozitif ilimler mi, elbette ki hayır. Yani fizik ötesi âleme de merak sarmış. Bir noktada onun metafiziğe aşına olması bir şekilde eline geçen Farabi’nin eseri sayesinde olmuştur. Bu arada Aristo’nun metafizik kitabını okumayı da ihmal etmemiş. Anlaşılan onun ilim yolunda ilerlemesinde daha çok kendi şahsi gayretleri etken olmuş. Böylece azmin elinden bir şey kurtarmaz misali hekimlerin piri, filozofların üstadı diyebileceğimiz noktaya ulaşmıştır. Fakat o halk arasında daha çok Ebu Ali Sina, batıda ise Avicenna diye anılacaktır. Yediden yetmiş herkes onu nasıl anmasın ki, baksanıza 10 yaşında Kur'an'ı hatmetmiş, 16 yaşına geldiğinde Tıp ilmine dalmış, hatta dalmakla kalmamış Saman oğullarından Buhara emiri Mansur ibni Nuh’un yakalandığı amansız hastalığa çare olmuş. Nitekim bu tedavisine karşılık Buhara kütüphanesinin kapıları ardına kadar açılmış. Derken İbn-i Sina’nın çalışmaları daha da bir anlam kazanıp, bu kütüphane onu ileri noktalara ulaşmasına vesile olmuştur. Gerçekten de 18 yaşına geldiğinde din, edebiyat, geometri, matematik, fizik, mantık ve felsefe ne varsa tüm bilim dallarına vakıf olabilecek düzeyde bir bilge insan hüviyetine kavuşmuştur. Bir zaman gelmiş İbn-i Sina'ya artık o zengin kütüphane de dar gelmeye başlar, yetmez de. Kelimenin tam anlamıyla 57 senelik hayatı boyunca hangi hal ve şartlar altında olursa olsun ilim yolunda koşmuştur. Öyle günler olmuş ki altından çıkamadığı konularla karşılaşmış, ama o bu durumda kafasının taştan taşa vurduğu meseleler karşısında pes etmemiş, hemen abdest alıp cami yoluna koyulmuş ve oracıkta ilim için Allah’a münacatta bulunmuş. Bazen zihin yorgunluğuyla uykuya daldığında rüya yoluyla nice meselelerin çözümünün sevinciyle uyanıvermiş. Tabii bu gayretler burada bitmiyor, dahası var; bir ara mahpushaneye düştüğünde zindan ona medreseyi Yusufiye olmuş. Burada bile eser yazmaktan bir an olsun geri kalmamıştır. Hatta onun için öyle günler var ki; at sırtında eser yazmaktan yüksünmediği olurdu. Anlaşılan o ki; ilim yolunda “Durmak yok yola devam” diyen bir bilge şahsiyet karşısındayız. Dile kolay 456 Arapça, 23 adet Farsça olmak üzere toplam 479 eseri bir ömre sığdırabilmiştir. Hiç şüphesiz bu eserler arasında en dikkat çekeni “Kitab-al Kanun fit tıp” adlı eseridir. Tamamen ansiklopedik tarzda yazılmış olan bu eser batıda Hipokrat’tan sonra en çok yankı bulan bir külliyat olarak dikkat çekmiştir. Şöyle ki; birinci cilt daha çok tıbba ait kavramların tanımıyla ilgilidir. İkinci ciltte takriben 79 ilacın sistematik bir şekilde alfabetik dizilişine yer verilmiş, üçüncü ciltte hastalığa yol açan nedenler ve tedavisi üzerinde fikirler serd edilmiş, dördüncü ciltte umum hastalıkları üzerinde durulmuş, beşinci ciltte ise gerekli formüller ayrıntılarıyla sunulmuştur. O aynı zamanda hükümdarlarında dikkatini çekmiş bir deha isim. Zira Buhara da iken Gazneli Mahmut’un teklifi üzerine 1001 yılında Harzem’in başşehri Gürkanç’a gitmiş ve birçok ünlü ilim sahipleriyle buluşmuş, ardından Gürcan’a giderek o meşhur Kanun eserini yazmaya koyulmuştur. Daha sonrasında Rey ve Hamedan’a gitmiş, orada hasta olan Şemsüddevle’yi tedavi ederek ona vezir olmuştur. Burada vezirlik yapmakla kalmamış diğer meşhur “El Şifa” adlı eseri yazmaya başlamıştır. Fakat Şemsüddevle ölmesiyle birlikte yerine geçen oğlu onu vezirlikten azleder. Bunun üzerine İbni Sina bulunduğu yerden firar etmek üzere bir dostunun evinde saklanıp daha önce kaleme aldığı “El Şifa” eserini tamamlamayı bilmiştir. İşte Hamedan’da ele alıp 10 yıl sonra İsfahanda tamamlandığı bu eser sayesinde kendisi bir anda doğudan batıya uzanan bir kültür abidesi konumuna gelmiştir. O bu konumunu çoktan hak etti bile. Fakat ne yazık ki onu İsfahan emiri Alaüdevle’ye yazdığı mektup ele verecektir. Nitekim gizlendiği evde yakalanarak hapse atılır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere hapishane onun için medrese-i yusufiye olup mahpus kaldığı 4 ay içerisinde El-Hidaye, Hayy İbni Yakzan isimli kitapları neşretme fırsatı elde etmiştir. Bu arada Alaüddevle ile Şemsüddevle arasında cereyan eden savaşın Alaüddevle lehine çevrilmesi neticesinde özgürlüğüne kavuşarak oradan İsfahan’a hicret etmiştir. Keza İsfahan’da da boş durmamış derhal o zamanın şartlarına uygun rasathaneyi kurarak gök cisimlerinin incelemesinin ardından astronomi alanıyla ilgili Danişname'yi yazmış, derken “Lisan-el Arap” adlı eserini de tamamlama şansını elde etmiştir. Kelimenin tam anlamıyla o bu tür çalışmalarla İslam’ın batıya açılan penceresi olmuştur. . Her ne kadar kendisine yöneltilen bir takım eleştiriler olsa da, şurası muhakkak o İslam felsefe tarihini sistematik bir şekilde en ince ayrıntılarına kadar ortaya koyabilecek bir filozof olmayı bilmiştir. O aynı zamanda Tıpta adından söz ettiren çağdaşı Biruni ile de mektuplaşarak, aralarında karşılıklı söz düellosuna benzer bir metotla fikir alışverişinde bulunmuşlardır. Hatta bir keresinde İbni Sina Birûni’ye; “Parçalarda oyalanman, yani tekçi analizler üzerinde durman bütünü görmeye mani teşkil eder” eleştirisine maruz kalır, ama verdiği cevapla; “Hakikatin parçalarda (ayrıntılarda) ve teklerde olduğunu” beyanıyla ince bir gönderme yapmıştır. Sanki bu ince göndermesiyle İbni Sina’ya “Allah birdir, bir’i sever” mesajını vermek istemiştir. Ona değer katan bir diğer hususta fiziğin temel konularını oluşturan hareket ölçümleri ile ilgili buluşlardan elde ettiği bilgileri ilk olarak dillendiren biri olmasıdır. Dolayısıyla İbn-i Sina bu noktada Descartes, Huygghes, Leibniz, Thomson, Krichoff gibi fizik bilginlerin öncüsü olmuştur. Başta Tıp olma üzere birçok karışık zihni yorucu konuların ispatını sunarak anlaşılır kılmıştır. Mesela kaynar su dolu bir kazanın üzerine bir pamuk katmanı koyarak buharlaşan suyun emilimini sağlamış ve ardından pamuğu sıkarak damıtık su elde etmeyi başarmış bir âlimdir. Böylece damıtık suyun sırrını çözer hale getirmiştir. Velhasıl; o doğu-batı medeniyetinin ışık kaynağıdır. Vesselam. http://www.facebook.com/pages/Selim-...678799?sk=wall
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|