![]() |
#1 |
![]() Seyyid Abdülhakim-i Arvâsi
Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim ve ruh bilgilerinin mütehassısı büyük veli. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatan ve kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlimlerin otuzbeşincisidir. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 (H. 1281)te Van'ın Başkale kazasında doğdu. 1943 (H. 1362)te Ankara'da vefat etti. Kabirleri Ankara yakınındaki Bağlum kasabasındadır. Babası Seyyid Mustafa Efendi ve bütün dedeleri, zamanlarının âlim ve fadılları idiler. İmam-ı Ali Rıza bin Musa Kazım soyundan olup, seyyid oldukları Irak'taki şer'i mahkeme defterlerinde yazılıdır. Arvasi ailesi, altı yüz seneden beri ilim yaymakla ve en üstün insanlık meziyetlerinde nümune olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermekte, milli birliği sağlamakta büyük vazifeler üstlenmişlerdir. Abdülhakim Arvasi'nin kıymetli sözlerinden bazıları: "Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslamın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız." "Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. "Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim." "Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın." ''En büyük edeb, ilâhi hududu muhâfazadır, gözetmektir." "Allahü teâlâya inanan ve güvenen kimse neden mahrumdur. Allah'tan mahrum olan ise neye mâliktir." "Şu İstanbul ne garip belde! İnsan mümin olmak için de, kâfir olmak için de burada her vâsıtayı, her imkânı bulabilir." '' Kur'ân-ı kerim şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.'' '' Gerçek kerâmet, kerâmetin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velinin irâde ve ihtiyârı ile değildir. İlâhi hikmet öyle gerektiriyor demektir.'' '' Allahü teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.'' '' Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.'' '' Riyâ olmasın diye cemâatten kaçanlar ayrı bir riyâ içindedirler.'' '' İlim, cehaleti giderir yok eder, ahmaklığı değil.'' '' Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, imân eksikliğidir.'' .................................................. ........................ Bitlis yolunda bir genç, kışın tipiye tutulup, yolunu kaybeder. Helâk olacak halde iken; "Yâ Rabbî! Zamânımızın kutbunu imdâdıma yetiştir!" diye yalvarır. Hemen siyah sakallı birisi zuhûr eder, atın dizginlerini tutup, istikamet verir ve; "Böyle git, şehre varırsın!" buyurur. Genç, o gaybdan gelip kendisine yol gösteren zâtın şemaline dikkat eder. Otuz sene sonra, Bâyezîd Câmiinde, tesâdüfen vâazında bulunur. Ben bu şeyhi bir yerden tanıyacağım diye düşünür. Vâazdan sonra çıkarlarken, Abdülhakîm Efendinin yanına yaklaşır, daha konuşmadan, Abdülhakîm Efendi; "Bitlis'teki tipi fırtınasını mı hatırladın?" diye kulağına hafifçe söyler. Gözyaşlarını tutamayıp, eline sarılır, öper... öper. ....................... Seyyid Abdülhakim-i Arvâsi, aynı zamanda Necip Fazıl'ın da üstadıdır. Necip Fazıl "O ve Ben" eserinde, bu Allah dostundan uzun uzun bahseder. Rabbim, bu Allah dostunun feyzinden, ilminden istifade etmeyi bizlere de nasip etsin inşAllah. (amin,amin,amin) Allah(cc), O'ndan razı olsun...
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ....................
VE AYRILIK... Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, ömrü boyunca, bütün büyükler gibi, İslamiyyete hizmet yolunda, pek bir meşakkatler çeker. Ve bir ara Ehl-i sünnet düşmanlarının vermiş olduğu sıkıntılardan dolayı ikamet zorunda kaldıkları Ankara’da rahatsızlanırlar. Ve 18 gün hasta yattıktan sonra sevenlerini büyük hüzünlere sevk ederek 27 Kasım 1943’te vefat ederler. Vefat anında küçük bir zelzele meydana gelir. Büyük velinin nereye defnedileceği konusu netlik kazanmamışken, bir ara kapı çalınır ve kim olduğu ve nereden geldiği meçhul heybetli bir zat şunları söyler: “Seyyid Abdülhakim Efendi hazretlerini Bağlum denilen yere götürünüz ve oraya defnediniz ki, onun için uygun yer orasıdır.” Daha sonra bu adam peşinden gidilse de bulunamaz, sırra kadem basar... Bu manevi işaret üzerine, büyük velinin mübarek bedeni Ankara’ya 24 kilometre uzaklıktaki Bağlum denilen mevkiye götürülür ve günümüzde de ziyaret edilen ve büyük bereketlere kavuşulan, cennet bahçesi kabr-i şeriflerine defnolunurlar. O, eserleri olan, Sahabe-i Kiram ve İslam Hukuku Erriyâz-ut-Tesavvufiyye eserleriyle olduğu gibi, yetiştirdikleri talebeler ve bunların verdiği eserler ile bütün dünyaya yayılan ve yayılacak olan bitmeyen bir feyzin sahibi, batmayan bir hidayet güneşidir. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin hocası Seyyid Fehim hazretlerine, diğer evliyaya ve Resulullaha duyduğu hasreti dile getiren ve pek mahzun bir şekilde sık sık söyledikleri, her harfi muhabbet ve firak korları gibi dizilen şu beyit, O’nun kalpleri paralayan, ciğerleri yakan vefatıyla, sevenlerinin O’na ve diğer büyüklerin ayrılığına duydukları hislere, pek güzel bir şekilde tercüman olmaktadır: Zi hicr-i dôsîtân hûn şûd, derûni sîne-i cân-ı men Fîrak-ı hem nişinân, suht magz-ı istihân-ı men. (Dostlarımın ayrılığından, kalbim kan ağlıyor Onları hatırladıkça, (kemiklerimin) ilikleri yanıyor...) Emin Arvas, Türkiye Gazetesi |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|