BU KADAR ZAVALLILIK TÜRKİYE’YE YAKIŞIYOR MU?
Siz gerçekleri sevmezsiniz ama onları konuşalım: Bosna bize yattı.
Dost ve kardeş Müslüman ülke, falan filan falan filan.
“Kanıtın var mı?” diyenlere verebileceğim tek yanıt, Selim Edes’in Engin Civan’a söylemiş olduğu ünlü sözdür.
Ve biz, bu Bosna karşısında bile tel tel döküldük, çok kötü oynadık.
Gerginlik, tedirginlik, yorgunluk, falan filan falan filan.
Siz gerçekleri sevmezsiniz ama gerçek şudur: Bu oyunla, bu oyuncularla ve kolunu sallasan hocaya değen futbol dünyamızın bu hocasıyla, haziran ayında Euro 2008 turnuvasında bizi bekleyen, sonunculuktur.
Karşımıza Romanya gibi “zayıf olduğunu sandığımız” takımlar çıksa bile işimiz zordur.
Çünkü ne yazık ki Türkiye’de futbolu yabancılar oynamaktadırlar, elimizdeki en iyi “yerli” çocuklar bunlardır ve ne yazık ki orta halli bir teknik direktör olan Fatih Terim’den daha iyisi de elimizde yoktur.
Coşkunun da, boku çıkarılmıştır.
Topu görse bomba diye karakola götürecek eşim, maçın sonunda, içerki odadan “şimdi biz şampiyon mu olduk” diye sordu bana... “Hayır,” dedim, “ucundan sıyırıp ittire kaktıra, güç bela, şampiyonaya katılabilme hakkını kazandık”...
“Haa, ben de bir şey sanmıştım” dedi eşim. Hava fişekleri atılıyordu, Onuncu Yıl Marşı “disko versiyonuyla” çalınıyordu ve Atatürk, kendi sesinden “ne mutlu Türk’üm diyene” diye haykırıyordu.
Atatürk’ü önce reklam filminde oynatmış, şimdi de ona amigoluk yaptırmıştık.
Böyle tutumları eleştirenlere de Hıncal Hoca “vatan haini” diyor. (Evet, o da hoca... Niçin olmasın?... Erman bile hoca oldu da PKK kamplarının nasıl vurulacağı konusunda görüşlerini bildiriyor...)
“Okumamışlığın” içler acısı dışavurumu... “Benim de bir hocam olsaydı” özleminin hüzünlü zavallılığı...
İsviçre’de mi, Avusturya’da mı, nerede oynayacaksak bol miktarda “gurbetçi” falan olacak seyirciler arasında. Lumpen çığırtkan da götüreceğiz, mikrofondan gaz veremeyecek olsa bile...
Umarım canlı yayınları Cemal’e “Dıjemal” demeyen daha az zavallı spikerler yaparlar ve yorumlar da “vur oğlum” düzeyinin üstüne çıkarlar.
Hani o, kimseyi darıltmamak, federasyonu hele hiç küstürmemek, başına dert almamak için, içinde yorum yapılamayan yorumlar...
Bütün bunlar Türkiye’ye yakışıyor mu?
Bilmem. Hem yakışıyor, hem yakışmıyor galiba.
Yıkılmış bir imparatorluğun, onun yerine kurulmuş derme çatma bir düzenin, ve kendisinden hâlâ ve hâlâ toprak istenen bir halkın, bütün komplekslerini bilinçaltında taşıyan halkımızın son sığınağı...
Bitmeyen, içimizde süren “Osmanlı bozgununun” tortuları...
Sadizm ve onunla atbaşı giden, bir paranın iki yüzü gibi birbirinden ayrılamayan mazoşizmin egemen olduğu insancıklar...
Ve de “biz adam olmayız” saçmalığıyla “birimiz cihana bedeliz” saçmalığının çaprazında kıvranan hasta ruhlu bir toplum...
Ya tarih yazar ya kahroluruz biz... Ortası yoktur.
Herşeye rağmen, haziran ayında çocuklarımıza başarılar, lumpenlere iyi tepişmeler, “spor medyası” tabir edilen esnafa da hayırlı kazançlar dilerim.
24.Kasım.2007 09:05:42 ENGİN ARDIÇ
|