Türkçeden söz açılınca, dilim nedense vuslat türküsü söylemeye başlıyor. Ben Türkçeyi, bu zamana kadar hep müşahhas bir sevgili gibi ele aldım. Onu bazen kırmızı duvakla, beyaz gelinlik içinde, bir gelin gibi hayal ettim, bazen de Ötüken Ormanları'nda at koşturan Alperen bir yiğide benzettim.
Türkçe, bu iltifatların hepsini hak ediyor. Hatta onun adına bu sözlerin, büyük bir iltifat olmadığını da söyleyebiliriz. O bunlardan daha fazlasına lâyık. En azından onu ben böyle görüyorum. Onun üstüne bir dilbere gönül vermedim çünkü. Ondan başka bir dili mahrem saymadım. Başka dilberler dilimin ucunda tutunmaya çalışırken, o hep damağımda ârâm eyledi. En delişmen zamanlarımda damak zevkimi şekillendirdi. Bu nasıl bir dil ki, damağa yapışınca tadı bir ömür boyu gitmiyor.
Ne yediğini bilmeyen kimseler gibi, ne konuştuğunun farkında olmayanları istisna tutacak olursak, Türkçe hiçbir ağızda sakız olmayı kabul etmemiştir. Onu, doğduğum günden beri dilimde ince bir zevk, başımda taç, gönlüme taht kurmuş bir sultan olarak gördüm. O, annemin dilinden ruhuma, daha bebeklik çağlarımda iken süzüldü. Anne sütünün vücudumu beslemesinden hemen sonra onun tadı damağıma yerleşti. İşte bugün bile "Türkçe" dediğim zaman kalbimin kıpır kıpır olması bundandır.
O nasıl bir dildir ki, gönül yamaçlarımı süsleyen, kalbin zümrüt tepelerini okşayan inancımı ifade etmek istediğimde, kalbimden damağıma süzme bir bal gibi akıyor. "Allah" dediğim zaman bütün ruhum doyuyor. "Düşmez kalkmaz bir Allah", atalar sözündeki iman derinliğini neden başka dilde bulamıyorum? "Allah razı olsun" ifadesindeki temenninin derinliği neden beni hayrette bırakıyor? "Allah analı babalı büyütsün" sözündeki insanîlik neden bir tablo gibi karşıma dikiliyor? "Allah korusun, Allah zihin açıklığı versin, Allah zeval vermesin, Allah ne muradın varsa versin" cümlelerindeki derinlik ve kuşatıcılık neden yüreğimi sımsıkı sarıyor?
"Allah bereket versin, Allah rahatlık versin, Allah sabır versin, hayırlı işler, hayırlı sabahlar" gibi zümrütten yamaçlarımızda açmış nice bereketli ifadeler, her gün bize âdeta hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu inceden inceye hatırlatmıyor mu?
Sabahtan akşama kadar bütün bir günü "Allah" lâfzıyla sarmalayıp önümüze mukaddes bir emanet gibi koyan Türkçe, bu tavrıyla bize: "Allah'ı bir an olsun aklınızdan çıkarmayın." demiyor mu?
"Tanrı" sözü, neden "Allah" lâfzı kadar sıcak değil? Türkçe, "Allah" lâfzındaki sıcaklığı ve kucaklayıcılığı nasıl da fark etmiş! Oysa bir zamanlar bizim de başkaları gibi "tanrımız" vardı. Gün geldi Türkçe "Allah'ı" tanıdı ve o günden bu yana geriye sadece "tanrı misafiri" kaldı.
Türkçe, ana dilim… Yani annemin konuştuğu dil… Evlât, nasıl annenin bir parçasıysa, ana dil de evlâdın bir parçasıdır. Bu öyle bir parçadır ki, ömür içinde insanla bütünleşir ve ömrün sonuna kadar insandan ayrılmaz. Hâl böyle olunca, duygu ve düşüncelerimi, en iyi ana dilimle ifade edebilirim. Heyecanlarımı ve olaylar karşısındaki tepkilerimi ortaya koymak istediğimde yine ana dilim imdadıma yetişir. Ayağım mı kaydı? "Allah!" derim. Bir olay karşısında hayretler içinde mi kaldım? "Aman Allah'ım!" derim. Kızdım mı? "Allah Allah ya!" derim.
Aklımın savuştuğu kızgınlık anında bir sürü kaba, kırıcı ve çirkin söz söyleyebilecek ortam doğmuşken, "Allah Allah ya!" sözüyle, doğabilecek bir faciayı atlatmak, bana çok manidar geliyor. Kızgınlık anında bile bize "Allah" lâfzını telkin eden sürmeli Türkçemizi ne kadar yücelere koysak sezadır.
Türkçeyi telâffuz etme çağına gelmiş çocuklara, uyurken söylenen dualar ne kadar sıcaktır! Türkçenin tadının, damağınıza düştüğü o çocukluk çağlarında, yatağa her girişinizde, Türkçemiz size de şu duayı öğretmedi mi:
"Yattım Allah kaldır beni / Nur içine daldır beni / Can bedenden ayrılırken / İman ile gönder beni"
Bu nasıl bir telkin, bu nasıl bir imandır ki, kendini aracı olarak kullanan en küçük ferde bile "tevhidi" salık veriyor.
"Rabbi yessir…" hem tesirli hem de kısa bir dua olduğu için Müslümanların dilinde vird ü zebandır. Çocukların zihnine bu duanın mânâsını yerleştirmek için Türkçe nasıl bir yol izliyor bakın:
"Rabbi yessir / Velâtuassir / Rabbi temmim bil hayır / Sen yarattın Sen gayır / Cennetinden yer ayır"
Duanın mânâsını, aslının arkasına koyarak, tertemiz zihinlere ne kadar berrak yerleştiriyor?
Türkçenin tavır ve davranışlarından çıkaracağımız çok mânâlar var. Siyasiler idareyi, eğitimciler eğitme ve öğretmeyi en iyi ona bakarak öğrenebilirler.
Daha okumayı öğrenmediğim yıllarda, Hava bulutlanmaya başlayınca, babaannemin ağzından şu duayı kim bilir kaç kez duymuşumdur: "Yerde çamur, teknede hamur / Ver Allah'ım tatlı bir yağmur"
Çok geçmeden yağmurun hızlandığına şahit olurdum. Demek ki Türkçe; o duayı babaannem gibi ümmî ama irfan sahibi nice insana öğretmiş. Demek ki, dua külliyet kesbedince kabule karin oluyor. Bunu şimdi anlıyorum. Yağmurun şiddeti artar da, şimşekler çakıp yıldırımlar düşmeye başlarsa bu kez o insanların ağzından kelimeişehadet yükselirdi.
Bana ilk ezan duasını Türkçe öğretti. Türkçe, bu tür durumlarda, çocukların veya ümmî olanların, aslını ezberlemekte zorluk çekebilecekleri ihtimaline karşı Hızır gibi imdada yetişir, duanın aslına iştiyak uyandırır.
"Ezanlar beştir / Beş vakiti hoştur / Şeytanı başımızdan savuştur / Cennetiâlâya kavuştur"
Çocukluğumda, Türkçenin zihnime yerleştirdiği bu duanın güzelliği, bana daha sonra ezan duasının aslını da öğretti. Türkçeye minnettarım. Türkçe söz konusu olunca ben aklımdan ziyade gönlümle konuşuyorum. Onun için değerlendirmelerimin objektif olup olmaması da hiç umurumda olmuyor. Çünkü ben lâboratuardan seslenmiyorum. Türkçeyi mikroskop altında incelemiyorum. Ben gönlümün sesini Türkçeye takdim ediyorum ve bundan haz duyuyorum. Bu bir aşktır, sevdadır, serenattır. Objektiflik aramak, sadece beyhude yorulmak anlamına gelir. Aşkta bilimsellik olmaz. Aşk kurallarını kendisi koyar. Ben Türkçeye aklımla değil gönlümle yaklaşıyorum. Zaten beni mest eden de onun gönlünün bu kadar engin oluşudur.
"O gül endam bir al şale bürünsün, yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün"
Yürüttün gönlümü ardından¦ Efsunladın âdeta¦ Dolunay gibi parladın nice duru gönlün aynasında¦ Senin güzelliğinle niceleri kendini kaybederken, niceleri de kendine geldi. Sen güzeller arasında hep müstesna oldun.
Şeref YILMAZ