Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01-14-2008, 16:14   #6
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart Öz güven” tabirinin mü’mincesi nedir;Büyük Pâyelerle Anma Değil, Sâdık Olma Esas
Büyük Pâyelerle Anma Değil, Sâdık Olma Esastır!..

Madem ki, maneviyat âleminin sultanları olan bu Hak dostları dahi, kendilerini sıradan bir mü’min kabul ediyor, Allah tarafından tutulmazlarsa ayakta kalamayacaklarına gönülden inanıyor, iddia sayılabilecek beyanlardan olabildiğine kaçıyor ve en küçük kusurlarını bile gözlerinde büyütebildikleri kadar büyütüp sürekli hacâletle gözyaşı döküyorlar; öyleyse, bize yakışan da evleviyetle azamî tevazu, mahviyet ve hacâlettir.

Zira, hiçbirimiz öyle derince bir maneviyatımızın olduğunu söyleyemeyiz. Mesela, “Siz hiç Azrail Aleyhisselam’ın azametli heykelini gördünüz mü? Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ile yakazaten görüştünüz mü? Hiç Hazreti Cebrail’i görme şerefine mazhar oldunuz mu? Hakikat-i Kur’an’ı hiç duydunuz mu? Kur’an bir şahs-ı manevî olarak gelip sizin kulağınıza bazı şeyler fısıldadı mı? Şayet, o büyük insanlar nezdinde size bu sorular sorulsaydı ve sizden “evet” cevabı alınamasaydı; o âli heyet önünde hakkınızda verilecek hüküm “Siz bomboş insanlarmışsınız!” şeklinde olurdu. Kaldı ki, insan bu mazhariyetlere erse bile, şayet bunların hepsini şekerleme türünden iltifatlar olarak kabul etmiyorsa ve kulluğunu onlara bağlıyorsa, yine kurbetteki sırrı anlayamamış ve sadâkat ufkuna ulaşamamış demektir.

İtiraf etmeliyiz ki, biz ulvî alemler hesabına hemen hemen hiçbir hakikate âşinâ değiliz; selef-i salihînle kıyaslanamayacak kadar küçük insanlarız, birer sıfırız. Ne var ki, Cenâb-ı Hak, bazılarımıza büyük hizmetler gördürüyor olabilir. Allah Teâlâ’nın bazılarımızı dinine hizmet yolunda istihdam etmesi, O’nun lütf u keremindendir; bize ait bir fâikiyetten dolayı değildir. Bu itibarla, bize düşen: Alvarlı Efe Hazretleri gibi, “Allah beni insan eyleye!” demek, irademizin hakkını vermek, karşımıza çıkan hizmetleri birer ihsan-ı ilahî kabul ederek onların gereklerini yerine getirmek; sonra da “Mevlâ-yı Müteâl böyle hiç oğlu hiçlere bile neler yaptırıyor!” diyerek tahdis-i nimette bulunmak ve her zaman O’na şükretmektir.

Aslında, bu konunun üzerinde ne kadar durulsa sezâdır. Fakat, daha önce bu mevzuyu genişçe ele almaya çalıştığım için (Bakınız: Mesih Nerede, Mehdî Kim? Ümit Burcu, 33-39) bu hatırlatmalarla iktifa edeceğim. Şu kadar var ki, sadece bir paragrafla olsa da, çok önemli bir hususa daha temas etmeden sözlerimi bitiremeyeceğim:

Ne olur, dostlarınıza fevkalâde makamlar verip onları şişireceğinize, mübalağalarla onların boyunlarını kıracağınıza ve başkalarını da kıskançlığa sevkedeceğinize, onlara karşı fevkalâde sadâkat gösterip kardeşliğin hakkını verin. Unutmayın ki; kat’î bilgisi olmadığı halde mübalağalara girip falancaya “mehdî” diyenler, filancayı “müceddid” ilan edenler, genellikle bu abartmalarının cezası olarak, gün gelip de ona “deccal” demeden, öbürünü “fâsık” görmeden, diğerinin nifak üzere olduğunu söylemeden ölmezler.

Sözün özü; mü’min nefsine değil Allah’a güvenmeli, O’nun inayetine sığınıp himmetini hep âlî tutmalı, O’nun yardımıyla en zor işlerin dahi altından kalkabileceğine inanmalı, iradesine terettüp eden vazifeleri hakkıyla yapmalı ve sonra da neticeyi Yüce Yaratıcı’nın lütf u ihsanına bağlamalıdır. Elde ettiği başarıları ve kendisine bahşedilen bütün mazhariyetleri Mevlâ’nın nimeti bilmeli ve şayet O inayetini keserse her şeyin sönüp gideceğini bir an aklından dûr etmemelidir. Zira, ancak böyle bir denge, insanı iddiadan, bencillikten, benlikten ve âidiyet mülahazasından uzaklaştırır; onu Allah’ın rızasına ulaştırır. Hâlis bir mü’min, kendisinin bir Mehdî, bir halaskâr, bir Heraklit ve bir Mesih olabileceği düşüncesini rüyasına bile misafir etmemeli; haddini bilip düz kulluğa rıza göstermelidir. “Kullardan bir kul” olarak Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktan başka maksatların ve hele fâikiyet (üstünlük) mülahazasının karşısında yer almalıdır. Ayrıca, yüksek payeler vermek suretiyle dostlarını tehlike zeminine sürükleyeceğine ve onları bazı hâsid kimselerin hedef tahtası haline getireceğine, dostluğunu ve muhabbetini onlara karşı fevkalade sadâkatle ortaya koymalıdır.
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla