|
Osmanlıca sözlük (M)
MAA: Beraber, birlikte.
MAAD: 1. Dönüp gidilecek yer. 2. Ahiret. 3. Dönüş, geri gidiş. 4.Dünya'dan sonraki hayat. 5. Gaye, amaç, ulaşılacak yer.
MAA-HÂZA: Bununla beraber, bununla birlikte
MAAMÂFİH: Bununla beraber.
MAASÎ: Âsilikler, isyanlar, günahlar.
MAAZALLAH: Allah korusun, Allah saklasın.
MABA'D-TABİA: Fizikötesi, metafizik.
MA'BUD: Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
MÂCİN: Hileyi, hile yolunu öğreten.
MADDE: 1. Madde. 2. Maya, cevher. 3. Cisim.
MADDE-İ ÛLÂ: İlk cevher.
MADDİYET: Gözle görülür, elle tutulur şey.
MADDİYYAT: Gözle görülür, elle tutulur şeyler.
MADDİYYUN: Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
MA'DUM: Yok olan, mevcut olmayan.
MÂDÛN: Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
MAFEVK: Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
MA'FÜVV: 1. Suçu bağışlanmış, affolunmuş. 2. Muaf tutulan, istisna edilen.
MAĞFUR: Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
MAĞRİB: Batı, garb, batı tarafında olan yerler.
MAĞRİBÎ: Batılı, mağribli.
MAĞRİFET: Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
MAĞŞUŞ: Karışık, katışık, saf olmayan.SİKKE-İ MAĞŞUŞ: Karışık, hileli madenî para.
MAHALL: Yer.
MAHARET: Ustalık, beceriklilik.
MAHBUB: Sevilmiş, sevilen, sevgili.
MAHFÎ: Gizli, saklı.
MAHFUZ: 1. Saklanmış, korunmuş. 2. Ezberlenmiş.LEVHİ MAHFUZ: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.
MÂHİR: Maharetli, hünerli, becerikli.
MAHİYET: Bir şeyin aslı, esası, içyüzü, özü.
MAHKEME: Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
MAHKEME-İ KÜBRA: Âhirette Allah huzurunda kurulacak büyük mahkeme.
MAHKÛM: 1. Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan 2. Hüküm giymiş. 3. Katlanma, zorunda olma.
MAHLAS: 1. Kurtulacak yer. 2. Bir kimsenin takma adı, mahlası.
MAHLÛK: Yaratılmış, yaratık.
MAHMUD: 1. Hamd olunmuş, övülmüş, övülmeye layık. 2. Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için getirdiği filin adı.
MAHMUL: 1. Yüklenmiş. 2. Bir şeyin üzerine kurulmuş.
MAHREC: 1. Dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. Ağızdan harflerin çıktığı yer.
MAHREK: 1. Hareketli bir noktanın takip ettiği yol. 2. Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzolunan dairevî hat, yörünge.
MAHSUSÂT: Gözle görülür şeyler.
MA'HUD: 1. Ahdolunmuş, bilinen, sözleşilen. 2. Sözü geçen.
MAHV: 1. Yok etme, ortadan kaldırma. 2. Beşerî noksanlardan kurtulma hali.
MAHZUF: Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.
MAHZUR: Sakınılacak, korkulacak şey, engel, sakınca.
MÂİ': 1. Men eden, alıkoyan, engel olan. 2. Engel, özür.
MAİDE: 1. Yemek yenilen sofra, yemek, ziyafet. 2. Kur'ân-ı Kerim'in 5. sûresi.
MAİŞET: Yaşama, yaşayış, geçinme, geçinmek için lüzumlu şey.
MAİYYET: Beraberlik, arkadaşlık, bir büyük memurun emrinde bulunma.
MAKAM: 1. Durulan, durulacak yer. 2. Memuriyet, memurluk yeri.
MAKAM-I İBRAHİM: Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.
MAKAM-I MAHMUD: Peygamberimizin cennetteki makamı, şefaat makamı.
MAKARR: Durulan yer, karargâh,ocak, merkez, başkent, payitaht.
MAKBUZ: 1. Alınmış, alındı belgesi. 2. Sıkılmış, daraltılmış.
MAKLÛB: Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.
MAKSUD: Kastolunan, istenilen şey, emel.
MAKSURE: Camilere etrafı parmaklıklı yüksekçe yer.
MAKTUL: Vurulmuş, öldürülmüş, katledilmiş.
MA'KUL: Akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı, mantıklı.
MAL: Varlık, para, kıymetli eşya.
MÂLİK: Sahip, bir şeyi olan, bir şeye sahip olan.
MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün sahibi, Allah.
MA'LUL: İlletli, hastalıklı, sakat.
MA'LÛM: Bilinen, belli.
MA'LUMAT: Bilinen şeyler, biliş, bilgi.
MAMÛRE: İnsan bulunan, bayındır, şenlikli yer, şehir, kasaba.
MÂNÂ: 1. Anlam. 2. İçyüz. 3. Akla yakın sebep. 4. Rüya, düş.
MÂNEVİYE: İyilik ve kötülük ilâhı diye iki ilâha inanmaktan ibaret batıl bir mezhep olup zerdüştlerden alınmıştır.
MANEVİYYAT: Maddî olmayan, manevî olan hususlar.
MANSUB: Nasbolunmuş, konmuş dikilmiş, nesne.
MANTIK: 1. Söz. 2. Mantık ilmi, vasıta ve delil arasında tutarlılık.
MANTIKU'T-TAYR: Kuş dili, Feridüddin Attar'ın meşhur eseri.
MANTUK: Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk, mefhum.
MARAZ: Hastalık, illet.
MA'RİFE: Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz, belirli.
MA'RİFET: 1. Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey. 2. Bilme, biliş, bilgelik.
MA'RİFETULLAH: Allah'ı tanıma, bilme.
MARUF: 1. Bilinen, tanınan, meşhur ünlü. 2. Şeriatin emrettiği, uygun gördüğü.
MASARİF: Sarfolunanlar, harcananlar.
MASDAR: 1. Bir şeyin çıktığı yer, temel, kaynak. 2. Fiil kökü.
MASHARA: Maskara, soytarı.
MÂSİVA: 1. Bir şeyden başka olanların hepsi. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler. 3. Allah'tan başka her şey.
MASİVALLAH: Allah'tan başka her şey.
MA'SİYET: İsyan, günah, âsilik.
MASLAHAT: 1. İş, emir, madde, keyfiyet, önemli iş. 2. Barış, dirlik-düzenlik.
MASLAHAT-I ÂMME: Kamu işler.
MASRİF: Sarfetme, harcama mahalli.
MASRUF: 1. Sarfedilmiş, harcanmış. 2. Çevrilmiş, döndürülmüş.
MA'ŞUK: Sevilen, sevilmiş.
MATBU': 1. Tabolunmuş, basılmış. 2. Hoş, latif, makbul.
MATBUAT: Matbaada basılmış şeyler.
MATLA': Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması, kaside veya gazelin ilk beyti.
MATLAB: 1. İstenilen şey, istek. 2. Bahis, mesele, kazıyye, önerme.
MATLUB: İstenilen, aranılan şey.
MA'TUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2. Birine isnat olunmuş, yöneltilmiş.
MÂUN: 1. Malın zekatı. 2. Kendisinden faydalanılacak şey, eve gerekli olan şeyler.
MÂVERÂ: Art, geri, bir şeyin ötesinde bulunan.
MÂYE: 1. Maya, asıl, esas. 2. Para, mal. 3. İktidar, güç, 4. Bilgi. 5. Dişi deve.
MÂYİ': Sıvı, akıcı.
MAZÎ: Geçen, geçmiş olan, geçmiş zaman.
MEAL: Anlam, kavram.
MEBADİ: Başlangıçlar, ilkeler.
MEBAHİS: Arama, araştırma yerleri, araştırma veya münakaşa konuları.
MEBANÎ: Yapılar, binalar, temeller.
MEBDE ve MEAD: Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.
MEBDE': 1. Başlangıç. 2. Kaynak, kök. 3. Bilgilerin ilk kısımları. 4. İlke. 5. Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.
MEBDE-İ KÜBRA: Büyük başlangıç.
MEBDE-İ ÜMİD: Ümidin kaynağı.
MEBİ': Satılmış şey, satılan mal.
MEBNA: Yapı, bina, yapı yeri, bina yeri.
MEBNÎ: 1. Yapılmış kurulmuş. 2. Bir şeye dayanan. 3. ...den dolayı.
MEB'US: 1. Gönderilmiş, 2. Peygamber olarak gönderilmiş kimse. 3. Öldükten sonra diriltilmiş kimse. 4. Halk tarafından seçilerek parlementoda yer alan kimse, millet vekili.
MECAZ: 1. Yol, geçecek yer. 2. Gerçeğin zıddı. 3. Kendi öz mânâsıyla kullanılmayıp benzetme yolu ile başka mânâda kullanılan söz.
MECAZ-I AKLÎ: Akla uygun olan mecaz, akılla bilinen mecaz, bir şeyi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe isnad etmek.
MECAZ-I LÜGAVÎ: Mecaz-ı müsrseldir.
MECAZ-I MÜRSEL: Benzetme dışında başka bir ilişki sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: "O köye sor" demek, "o köyden birine sor" demektir.
MECRUR: çekilmiş, sürüklenmiş, sonu kesre olan isim.
MEC'ÛL: Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık, uydurma.
ME'CUR: 1. Ecir veya sevabı verilmiş olan. 2. Kiraya verilen.
MECUSİ: Ateşe tapanlara verilen ad.
MECZUM: Kesin karar verilmiş. Sonu cezimli olan kelime.
MEDAİN: Şehirler.
MEDAR: 1. Bir şeyin döneceği yer, etrafında hareket edilen nokta. 2. Yörünge, gezegenin güneş etrafında dönerken çizdiği daire.
MEDAYİN: Şehirler.
MEDD: 1. Uzatma, çekme. 2. Yayma, döşeme.
MEDENÎ: 1. Şehirli. 2. Medine'li. 3. Terbiyeli, kibar, nazik, 4. Medine'de nazil olan sûre veya âyet.
MEDHAL: 1. Girecek yer, kapı, giriş. 2. Başlangıç.
MEDİNE: 1. Şehir. 2. Eski adı Yesrib olan ve Peygamberimizin türbesi bulunan Hicaz şehirlerinden.
MEDLUL: 1. Delil getirilmiş şey. 2. Delalet olunan, gösterilen. 3. Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
MEDYUN: Borçlu, verecekli.
MEFAZE: Çöl, sahra.
MEFHUM: 1. Anlaşılmış. 2. Sözden çıkarılan mânâ, kavram.
MEFHUM-İ MUHALİF: Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.
MEFKUD: 1. Yok olmayan, bilinmeyen. 2. Ölü veya diri olduğu bilinmeyen kayıp kimse.
MEFKURECİ: Ülkücü, idealist.
MEFTUH: 1. Fethedilmiş, açılmış, açık. 2. Zaptedilmiş, ele geçirilmiş. Sonu üstün ile harekeli isim.
MEFTÛN: 1. Sihirlenmiş, fitneye düşmüş. 2. Gönül vermiş, tutkun, vurgun. 3. Hayran olmuş, şaşmış.
MEF'UL: 1. İşlenmiş, yapılmış, kılınmış. 2. Tümleç.
MEHABET: Azamet, ululuk, korkunçluk.
MEHÂFETULLAH: Allah korkusu.
ME'HAZ: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, kaynak.
ME'HUZ: 1. Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş. 2. Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
MEKÂN: 1. Yer, mahal. 2. Ev, oturma yeri, konut.
MEKÂRİM: Cömertlikler, elaçıklıklar, iyilikler.
MEKÂRİM-İ AHLÂK: İyi huy, güzel ahlâk. Peygamberimizin ahlâ-kı.
MEKKÎ: Mekke ile ilgili, Mekkeli, Mekke'de nazil olmuş âyetler veya sûreler.
MEKR: 1. Hile, oyun, düzen. 2. Hile ile aldatma, maksadından vazgeçirme.
MEKRUH: 1. İğrenç, tiksinti veren. 2. Haram olmayan ve zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.
MELÂİKE: Melekler.
MELÂİKE-İ MUKARREBÎN: Allah'a yakın olan melekler.
MELCE': Sığınacak yer, sığınak.
MELE': 1. Doldurma, dolma, doluluk. 2. Kalabalık, topluluk.
MELE'-İ A'LÂ: Büyük meleklerin toplandığı yer.
MELE'-İ FİRAVN: Firavun'un cemaati.
MELEKE: Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
MELEKÛT: 1. Hükümdarlık, azamet. 2. Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
MELHÛZ: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen.
MELİK: 1. Padişah, hükümdar. 2. Allah'ın adlarından.
MEMAT: Ölüm.
MEMLÛK: 1. Birinin malı olan. 2. Kul, köle.
ME'MUR: Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse, emrolunan.
MENÂKIB: Menkıbeler, övünülecek vasıflar.
MENÂM: 1. Uyunacak yer, yatak odası. 2. Uyku, düş, rüya.
MENÂR: 1. Nur, ışık yeri. 2. Yol işaretleri. 3. Fener kulesi.
MENÂSİK: İbadet yerleri, görevleri.
MENÂSİK-İ HACC: Hac ibadeti için ziyaret edilecek yerler, görevler.
MENAT: Cahiliye devrinde Kâbe'de bulunan bir putun adı.
MENDUB: 1. İyilikleri sayılarak arkasından ağlanan ölü. 2. Şeriatçe yapılıp yapılmamasında bir sakınca olmayan ama uygun görülen işler.
MENEND: Eş, benzer.
MENFİ: 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2. Bir şeyin tersini ileri süren. 3. Olumsuz.
MENHİ: Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.MENHİYYAT: Şeriatin yasak ettiği şeyler.
MENKÛL: 1. Nakledilmiş, taşınmış. 2. Ağızdan ağıza geçmiş söz.
MENSUH: Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten kaldırılmış.
MENŞE': 1. Bir şeyin çıktığı yer, esas, kök. 2. Yetişilen yer, bitirilen mektep.
MENZİL: 1. Yollardaki konak yeri. 2. Ev. 3. Bir günlük yol, konak. 4. Mesafe.
MERCİ: 1. Dönülecek yer. 2. Müracaat olunacak, baş vurulacak yer kimse.
MERCUH: 1. Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey. 2. Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.
MERFU': 1. Kaldırılmış, yükseltilmiş. 2. Sonu ötre ile okunan kelime. 3. Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e isnad olunan hadistir.
MER'Î: 1. Riayet edilen, saygı gösterilen. 2. Yürürlükte olan, gözle görülen.
MERTEBE: 1. Derece, basamak. 2. Pâye, rütbe. 3. Miktar.
MERVÎ: Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.
MESABE: Derece, rütbe, kadar.
MESAFİH: 1. Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar. 2. Mushaflar, Kur'ânlar.
MESAĞ: İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
MESAİ: Çalışmalar.
MESALİH: Maslahatlar, işler.
MESBÛK: 1. Geçmiş, arkada kalmış. 2. Önde bulunan, ondan evvel geçmiş. 3. Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
MESEL: 1. Örnek, benzer, nümune. 2. Dokunaklı ve mânâlı söz. 3. Yararlı hikâye. 4. Delil, hüccet.
MESELE: 1. Sorulup karşılığı istenen problem. 2. Önemli iş.
MESH: 1. Silme, sığama. 2. Bir şeyi el ile sığama. 3. Abdest alırken ıslak eti başın dörtte birine sürme, mest üzerine sürme.
MESH: Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
MESKEN: Oturulacak yer, oturulan ev.
MESNEVÎ: 1. Her beyti kendi arasında kafiyeli ve baştan sona aynı vezinle yazılmış manzume. 2. Mevlânâ'nın ünlü eseri.
MESNÛN: 1. Bilenmiş. 2. Sünnete uygun olan. 3. Yıllanmış şey.
MESRUR: Memnun, sevinçli, meramına ermiş.
ME'SÛR: Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.
MEŞÂİR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken önemli yerler. 2. Hasseler, duygular.
MEŞAKKAT: Zahmet, güçlük, zorluk, sıkıntı.
MEŞ'AR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken yerlerden her biri. 2. Duygu, hasse.
MEŞ'AR-İ HARAM: Müzdelife'de şimdi üzerinde mescit bulunan yer.
MEŞAYİH: Şeyhler, ihtiyarlar.
MEŞHED: 1. Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer. 2. İran'da bir şehrin adı. 3. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.
MEŞHUR: Şöhret kazanmış, tanınmış.
MEŞİYYET: 1. İrade, arzu, istek. 2. Yürüyüş, yürütme.
MEŞREB: 1. Mizaç, huy, ahlâk. 2. İçecek yer.
|