Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-23-2008, 01:29   #174
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hacer ve İsmail as.’ın Issız Bir Çöle Bırakılması :



Bazı rivayetlere göre de İbrâhim Filistin’den Mekke’ye üç defa gitmiştir. İlk seyahatini Allah’ın buyruğu üzerine Burak ile yapmış, Cebrail’in kendisine yol gösterdiği bu yolculukta iki yaşındaki oğlu İsmail’i önüne, Hâcer’i terkisine bindirerek onları bugünkü Beytullah’ın bulunduğu yere bırakmıştır.

Ailesinin ziyaret için Mekke’ye ikinci defa gittiğinde Hâcer’in vefat ettiğini öğrenmiş, İsmail’i de görememiştir.

Kâbe’nin temellerinin yükseltilmesi emrini aldığında üçüncü defa Mekke’ye giden İbrâhim, oğlu İsmail ile birlikte Beytülharam’ı bina etmiş ve haccı ilân etmekle görevlendirilmiştir.[1]

Mutezile’den Kadi’ye göre, bu göç hadisesi hakkında anlatılanların çoğu, mantığa aykırıdır. Çünkü Hz.İbrâhim’in, ailesi ve çocuğunu, yiyecek ve içeçek bir şeyin bulunmadığı bir yere götürüp koyması caiz değildir. Sara’nın sözüne uyarak onları evden uzaklaştırmasına gerekince Şam diyarında herhangi bir yere götürmesi mümkün iken ne diye susuz bir yere götürüp bıraksın?[2]

İbrâhim Baydar diyor ki; "Bir peygamber, eşini ve küçücük çocuğunu, kimsesiz bir çölde perişan bir hayata terketmiş olamaz. Tarihi kaynaklar, Hz.İbrâhim’in Mekke’ye gelmesinden daha önce orada yerleşik bir hayatın olduğunu bildirmektedir. Tarihçilere göre kentin ilk sakinleri Amâlika[3] Araplarıdır. İsmail ve annesi oraya yerleştikten sonra, Yemen’den başka bir Arap soyu olan Cürhümlüler gelerek Amâlika toplumunu oradan sürmüşlerdir. Zaten Kur’ân-ı Kerim, Hz.İbrâhim’in eşi Hâcer ve oğlu İsmail’i Mekke‘ye getirme sebebini, iki kumayı ve çocuklarını birbirinden ayırmak amacına bağlamaz. Onları “Namazı kılmaları” için oraya getirmiş olduğunu belirtmektedir."

“Rabbimiz, ben zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes evinin yanında ekin bitmez bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye.”[4]

Bu konudaki ayetten anlamamız gereken bir şey olmalıdır. Başka yerlerde de namaz kılınabilirdi. Demek ki Bekke kenti, o zaman da dinin bir merkez olarak bilinen, hatta ziyaretçileri olan bir yerleşim birimidir. Bu durumda Mekke, kimsenin yaşamadığı ıssız bir çöl değildir.[5]

“Bir zaman İbrâhim şöyle demişti: ”Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara kulluktan uzak tut.”[6]

Bu konuda temas edebileceğimiz bir başka hususta Kur’ân-ı Kerim’in o günün Mekke’sinden, yerleşim birimi anlamında “Beled” şeklinde söz etmesidir. İslâm Kaynaklarında İsmail’in süt çağında Mekke’ye getirildiği belirtilir. Eğer böyleyse, babası defalarca onları ziyarete gelmiş, sonuncusunda da hem “Rüyâ” olayı hem de Kâbe’yi tamir işi gerçekleşmiş olmalıdır. Tevratın nakline göre ise; İsmail annesiyle birlikte Mekke’ye geldiklerinde 13 yaşlarındadır. Yani bebek çağında değil, aksine en azından inşaatta babasına yardım edebilecek bir yaştadır. Bütün bunlar Allahu Teala’nın, orada İbrâhim’e ulaştırdığı sözlerden anlaşılmaktadır.”[7]

Süleyman Ateş’e diyor ki: "Hz. İbrâhim’in, Filistin’den bin kilometre uzakta bulunan bir çöle, kırısını ve çocuğunu götürüp bırakması ve oraya birkaç kez gidip tekrar Filistin’e dönmesi, garip görünebilir. Fakat bütün İslâm kaynaklanın böyle anlatması, olayın doğruluğunu kanıtlar. Ayrıca Yahudilerin, Yarımada’nın güneyindeki Yemen’de yerleştikleri ve orada bir devlet kurdukları da bilinmektedir. Demek ki eskiden beri Yahudiler, Yemenle Filistin arasında seyahat etmişlerdir. Belki de İbrâhim zaman zaman ticaret için gidip geldiği Mekke’nin, çocuklarının hayatı ve geçimi için uygun ve güvenli bir yer olduğu kanısına vararak ailesini oraya götürmüştür. Kaldı ki Allah’ın, İbrâhim’e, oğlu İsmail’in neslinden ayrı bir ulus, müsta’rebe Arap olan Mekke halkıdır.” [8]

Arabistan, dörtbin yıl önce, bugünkü gibi çölden ibaret değildi. Özellikle kervanların geçtiği yerler, insanların rahatça yolculuk yapacakları olanaklara sahip idi. Bu topraklar, insanların ağaçları katletmesi ve kuraklığın etkisiyle zamanla çölleşmiştir. Arap Yarımadasında bol miktarda petrolün bulunması da buranın vaktiyle çok miktarda ağacın, ormanın ve hayvanların yaşadığı bir mıntıka olduğunu kanıtlar.[9]

Unutmamak gerekir ki, bu hikaye, orijinal Kur’ân vahyi değil, ibret için, bilinen bir kıssanın vahyen anlatılmasıdır. Bu tür anlatımlarda önemli olan, hikayenin tarihi vukuundan ziyade, Peygamber zamanında yayılmış ve halkın vakaya inanmış olmasıdır. İşte Kur’ân-ı Kerim, insanların inandıkları bir olayı anlatarak onları, ataları İbrâhim’in tevhid yoluna girmeğe çağırmıştır.”[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi: c.21/270.

[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu'l-Gayb: c.19/136, Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/132.

[3] Kızıldeniz çevresinde, Medyen ve Mısır’da yaşamış göçebe Araplardır. Şimdi “Ba’ide” (soyu tükenmiş) sayılırlar. Amâlika sözcüğünün, Amalık, Amelek yahut İmlik biçiminde söylenişleri de vardır.

[4] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 14/37.

[5] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s. 46.

[6] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 14/35.

[7] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s. 47.

[8] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/33.

[9] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.10/293.

[10] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.133.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla