1. Kurban İbadeti :
Kurban, insanın yaklaşmak maksadıyla yaratıcısına takdim ettiği bir sadaka olarak nitelenebilir. Bu sadece “Kesme” eylemiyle değil, her çeşit “Bağışla” da gerçekleşebilir. Ancak insanlık tarihinde daha yaygın olanı, bir canlıyı keserek Yüce varlığa kurban sunma şeklinde açığa çıkmıştır. Din, kurban adetini ilk insanla başlatır. Peygamberlerin rehberlik ettiği bu adet zamanla bozularak dejenere edilir. Kur’ân-ı Kerim de bunu doğrular.
“Onlara Âdem’in iki oğlununun haberini de gerçek olarak oku. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.”[1]
Arkeologlar, tarihte “İnsan’ın da kurban edilmesinden söz etmektedirler. Hatta bu uygulamayı (M.Ö. 10.000’li yıllara tekabul eden, taş devrinin son kısmı olan yeni taş devri ) neolitik döneme kadar indirirler. Nitekim Moğollar’ın, atalarının ruhlarına “İnsan” kurban ettikleri bilinmektedir. Mısır, Cerhem ve Yunan geleneğinde de insan kurban etme adeti vardı. Amerika’da Aztekler, kurbanlarının genelde askerlerden ve çocuklardan seçerlerdi. Batı Afrika’da İbolar, çocuklarını kurban ettikten sonra kendileri yerlerdi. Kartacalılar ve Fenikeliler ateşten geçirilen çocuk kurbanın anne ve babanın bedeli olduğuna inanırlardı. İnsanın kurban edilmesi, eski Sâmi kavimlerde (Hz.Nuh’un oğullarından Sâm’ın soyundan gelen insan topluluğu) çok yaygındı. Urlular, kralları öldüğü zaman, ölüm yolculuğunda ona eşlik edeceği düşüncesiyle, onun için sarayın kadın ve askerlerinden kurban ederlerdi. Batı Sâmilerinde çocukların yakılmak suretiyle kurban edilmesi âdeti yaygında. Onların inancına göre, Tanrılar insandan her şeyin ilkini istemekteydiler. Bu nedenle ailenin ilk çocuğunun Tanrılara ait olduğunu kabul ederlerdi.[2]
Hz.İbrâhim de Sâmi kavimlerden bir fertti. Herkes kendi öz çocuğunu, elleriyle yaptıkları putlara kurban edebiliyorken, O Allah için nasıl bir fedekârlık yapması gerektiğini bilemiyordu. Eğer bir kimsenin Tanrısı için kendi çocuğunu kurban etmesi bir fedâkarlık ölçüsü ise, her şeyi yaratan Allah, fedâkârlıkların en büyüğüne layık olmalıydı. Fakat acaba böyle bir şey doğru olur muydu? Her hangi birşeye ihtiyaç duymaktan yüce olan Rab, sevdiği bir kulundan bu cins bir fedâkârlık bekler miydi? O güzel ahlâkla donatılmış olan seçkin bir insandı. Dahası, anlamsız ve zulüm dolu geleneklerle savaşmada da öncüydü. Allah’ın rızası bulunmayan her işten elbette uzak kalması gerekirdi. Fakat bütün bunların yanında O, cemiyet içinde bir fertti. İnanaçta zihni berrak ve yalnızdı. Ama, sosyal hayatta herkesle birlikteydi. Üstelik çok hisli bir kimseydi. Çevresinde olup bitenlere seyirci kalamaz, duyarsız olamazdı.[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Kur’an-ı Kerim: Maide, 5/27.
[2] Bkz. Ahd-i Atik; Yeremya, 7/31, Hezekiel, 20/24-26, Çıkış, 34/19-20.
Hakim Yeftah’ın, kızını Tanrı için kurban ettiği nakledilir. Hakimler

1/29-40.
Bir söylentiye göre de; Sâmi kavimden olan Hz.Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib de, eğer Zemzem kuyusunun temizlenmesinde kolaylık olursa, on oğlundan birini Kâbe çevresinede kurban edeceğinin adamıştı. Adağını yerine getirmek için oğulları arasında kur’a çekmiş ve bu kur’a Rasûlullah’ın babası olan Abdullah’a isabet etmişti. Fakat Abdulmuttalib, daha sonra bu kurban fikrinden vaz geçmişti. Yerine, on (yahut yüz) deve fidye vererek onu bağlışlamıştı.
[3] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.51-53.