Laiklik (5): Sonuç
Fransız düşünce geleneği, laikliği eşitlik ve özgürlük ilkelerinden hareketle tanımlıyor. Ancak aynı düşünce geleneği doğrultusunda, dinin söz konusu eşitlik ve özgürlüğü tehdit ettiği de varsayıldığından, eşitlik ve özgürlüğün, ancak herkesin nötralize edilmesiyle gerçekleşebileceği noktasına varılıyor. ABD'de ise, bireysel haklardan söz edebilmek için düşüncelerin olduğu gibi inançların da 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi hakim. Türkiye’de bireysel haklar konusundaki duyarlılıkların artıyor olduğu ve bunun sonucunda laiklik kavramının giderek daha çok özgürlükler ekseninde gündeme gelmeye başladığı düşünülecek olursa, Türkiye'deki laiklik arzının Fransız anlayışıyla örtüşmesine karşın, artmakta olan bireysel haklar talebinin ABD zihniyetine karşılık geldiği söylenebilir.
Söz konusu arz ve talep arasındaki uyuşmazlığın nedeni, bir kültür devrimiyle yukarıdan-aşağıya gerçekleştirilen medeniyet ithali.
Şöyle ki, herhangi bir askeri teknolojiyi ithal etmek isteyen bir komutanın, işe know-how satın alma emri vererek başlaması, ardından da, bu teknolojiyi kullanabilecek alt yapıyı oluşturma adına beşeri sermaye yatırımına gitmesi, imkanlar ölçüsünde, o alanda belli bir açılımı yakalamayı mümkün kılabilir. Ancak zihniyet kavramının işin içine girdiği medeniyetler konusunu (kağıt üzerinde dahi) bu kadar basite indirgeyebilmek maalesef mümkün değil. Dahası, toplumun kendi dinamikleriyle değişmesine ve gelişmesine izin vermeyi reddetmek ve hakim olan medeniyetin kültürel bir devrimle ortadan kaldırılması yoluna gitmek, (uyum göstermeyen insanları zorla değiştirmeyi ya da ortadan kaldırmayı beraberinde getireceğinden ötürü) otoriteryen bir yapıyı zorunlu kılıyor.
Türkiye'de Fransız tarzı bir laiklikten yana tavır koyanların, insanları zorla değiştirmeyi meşru addetmeleri, kendi doğrularını tartışılmaz görmelerinin olduğu kadar, bu doğruları (zorla da olsa) başkalarına da empoze etmeye hakları olduğuna inanmalarının da bir sonucu. 'Türkiye'nin imajı adına herkesi değiştirmek' olarak özetlenebilecek olan bu toplum mühendisliği projesi, laikliği, medeniyet ithaliyle yaşanacak olan bir kültürel dönüşüm sürecinde insanları değiştirme adına vazgeçilmez bir silah telakki ediyor. Bu durum da, üzüm yemekten ziyade bağcı dövmeye odaklanmış bir laiklik anlayışı çıkarıyor karşımıza.
Laiklik, siyasal bilimler nokta-yı nazarından değerlendirildiğinde de tuhaf durumlar göze batmıyor değil. Laiklik, herşeyden önce, politik bir sistem ya da rejim değil, farklı rejimlerde farklı şekillerde hayata geçirilmesi mümkün olan bir uygulama. Cumhuriyet ise, tanımı gereği, 'insanlara ait olan' bir rejimin ifadesi. Cumhuriyet gibi, özünde özgürlük yatan bir rejimi, zorba bir laiklik anlayışıyla cem edip adına 'laik Cumhuriyet' demek, ardından da, baskıcı bir laiklik anlayışını kullanarak cumhuriyetin özgürlükçü yönünü bastırmaya kalkmak, halkın devlet eliyle adam edilmesine yönelik politikalar eleştiriye maruz kaldığında da, 'Rejim elden gidiyor' nidalarıyla (resmin tamamını görmesini yıllardır engelledikleri) halka kin ve nefret aşılayarak olan biteni karambole getirmeye çalışmak, içimizdeki Fransızların alışmak zorunda kaldığımız tavırları arasında.
Bütün bunlardan hareketle, Türkiye'nin laikleştiği ölçüde cumhuriyet olma özelliğini kaybettiği rahatlıkla söylenebilir.
|