Havva Âdem için, benim değildi ben'di. Ben değil sen'di. Hasılı bu insan çiftinden hiçbirisi bir tek ve kendisi için değildi.
Ne Hava Âdem'e eşit.
Ne Âdem Havva'dan üstün.
Eşitliğin muteber ölçü olmadığı bir her zaman endazesinde eşit değil denklerdi.
Bu kadar farklı ama bu kadar birbirine göre. İkisinin varlık nedeni, başka bir hesabın rakamlarıyla yazılı: Bütünleyici.
***
Cennetin üzerine bir dehşet sessizliği çöktü. Şeytanın kibri görünürde Âdem'e yönelikti. Ama emri Âlemlerin Rabbi vermişti. Öyleyse asilerin bu ilki, Âdem'e başkaldırırken Âlemlerin Rabbine de mi kafa tutuyordu? Kendi iradesini O'nun iradesinin üzerine mi koyuyordu?
Üzerine bir lânet inmesi ân meselesi. Güzelliği, itibarı, ismi onu terk etmek üzere.
Elini uzatsa. Gitme, dese. Gitmezlerdi.
Ama.
Ne pişmanlık ne dönme. Ne vazgeçiş ne af dileme.
Hata üstüne hata.
Sapma üstüne sapma.
Şeytan diye bir şey olmazdı, adı şeytana çıkmazdı, isyanından çok isyanında ısrarı, aya diremesi olmasaydı. Ama o direttikçe diretti, azgınlaştıkça azgınlaştı. Bu kadar istekle kışkırtılmış bir azgınlığın sonunda, kopardığı selin önünde boğulması, kendi başını yemesi kaçınılmazdı.
Uyarıldı. Sorgulandu. Azarlandı. Demek ki yollar hâlâ açık, kapılar aralıktı. Ama o, geri dönecek gibi değildi.
Başını kaldırdı.
Seslendi, beni Sen azdırdın, dedi. Kaderimi Sen yazdın.
Sorumluluğu, Kaderler Çizen'e yükleyiverdi.
Müsebbib-ül Esbâb olana sebep gösterdi.
Kabahatinden büyük bir özrü sahiplendi.
Bir makamı varsa makamından düştü. Gözde idiyse gözden. Yürekteyse yürekten.
Üzerinden bir olumsuzluk nefesi geçti. Hatırası kirlendi. Şöhreti şaibelendi.
Lânetlendi. Ayıplahdı. Kınandı. Adı şeytana çıktı.
Bütün bu eylem sözcükleri onun üzerine birer sıfat olarak kaldı.
Cennet yine zamansız mekânsız bahçe. Ama başkaldırıcıların bu ilkiyle arasına sonsuz bir uçurum girdi.
Şeytana aşikâr, cennet sakinlerine gizli.
Konu NûN tarafından (09-12-2010 Saat 11:51 ) değiştirilmiştir..
|