KÖŞE YAZARLARI
GAZETESİ
CÜNEYT ÜLSEVER
BDP'ye açık uyarı!
"...Bakalım, BDP AKP ile nasıl bir pazarlık yapacak! Ben bu süreçte BDP'yi yakınen takip edeceğim. Kriterimi oluşturan soru basit: BDP Kürtlerin TBMM'de doğrudan temsil hakkına ne kadar sahip çıkıyor?... Ülkenin geçtiği tarihi süreçte BDP'den tüm ülkeyi temsil etmesini beklemek hem haksızlıktır, hem de BDP'nin "yüklendiğini" iddia ettiği tarihi misyona uygun düşmez. Bu açıdan baktığım içindir ki BDP'den şu iki can alıcı noktada talepkâr olmasını beklemiyorum: 1) Dokunulmazlık: ... BDP'nin dokunulmazlığa dokunmayan bir yargı reformuna karşı çıkması beklenir. Ama ben dokunulmazlığın bugünün Türkiye'sinde BDP'ye "siyasi zırh" oluşturduğu ön kabulü ile bu konuda onlardan medet ummuyorum. 2) ... Parti kapatılması taslakta "kendin pişir, kendin ye" esasına bağlanmış... Ama ben BDP'nin bu değişiklik tasarısına da itiraz etmesini beklemiyorum... Ancak AKP; Başbakan ülkeyi henüz hazır görmediği için (esasında Kürtleri hazır görmüyor) seçim barajının %10'dan aşağıya indirilmesine rıza göstermemesini sindirebilirse, karşılığında ne taviz alırsa alsın, benim gözümde biter. AKP'lilerin kendilerine referans aldıklarını her fırsatta söyledikleri Venedik Komisyonu da son raporunda Türkiye'nin Avrupa'da en yüksek seçim barajına sahip olmasına dikkati çekiyor. (Bizden sonra gelen Rusya'da bile baraj %7!) Barajın komisyonun hedef gösterdiği gibi %5-6'ya indirilmesi bu ülkede en fazla Kürtlerin TBMM'de doğrudan temsil hakkını olumlu etkileyecektir. Benim gözümde BDP'nin samimiyet testi seçim barajı ile ilgili alacağı tavırdır!..."
OKTAY EKŞİ
Önce samimi olalım
"...AĞIZLARINDAN nerdeyse bal damlıyor... Nitekim dün, "Biz uzlaşmaya da açığız. Eleştirisi, önerisi olan buyursun gelsin, bunu açık açık söylesin. Daha ne yapacağız?" dediği bildiriliyordu. Yardımcısı Cemil Çiçek de öyle... Dün medya yöneticilerine hitap ederken, "Biz uzlaşmayı arıyoruz ve yarın da aramaya devam edeceğiz" dedi.
İyi de aziz dostlar... Uzlaşmacı iseniz, demokrasinin gelişmesinden yana iseniz aylardır değil, yıllardır söylenenlere de kulak versenize! Meclis'te 338 milletvekiliniz var. İstediğiniz yasayı çıkartabilirsiniz. Tüm dokunulmazlıkları, bu arada milletvekili dokunulmazlığını da Avrupa Birliği standartlarına uydursanıza!... Başbakan ne derse desin, ne kadar "uzlaşmacı" görünürse görünsün. Maalesef siyasi sicili, bu sözlerde zerre kadar samimi olduğunu düşünmeye izin vermiyor. Ama diyelim ki biz hata ediyoruz. Öyle ya kendisini eleştiren kalemlerden biriyiz. O zaman samimiyetini ispat etmesi ve sadece bizi değil, bizim gibi pek çok insanı mahcup etmesi mümkün. O yolu denesin, yani getirdiği Anayasa değişikliği önerisi eğer referanduma (halkoylamasına) gidecek olursa, oylama her madde için verilen oyları gösterecek şekilde yapılsın. Böyle halkın neyi kabul edip neyi reddettiği ortaya çıksın. Bir başka deyişle öneri paketinin buna ilişkin maddesini, önerdiğimiz şekilde formüle ettirsin.
O zaman anlarız halkımız da kendisi gibi "Bu Anayasa Mahkemesi ideolojik karar veriyor. Bu Yargıtay haklıyı haksızdan ayıramıyor. Bu Danıştay siyasi iktidara karşı ön yargılı davranıyor" diye mi düşünüyormuş yoksa bu ülkede hukuk devletinin yerleşmesi için söz konusu mahkemeler başta olmak üzere tüm yargının bağımsız olmasını mı istiyormuş..."
GAZETESİ
HASAN CELAL GÜZEL
Anayasa reformuna neden karşı çıkıyorlar? (1)
"... ‘Anayasa Reformu Paketi'ne kimlerin, neden karşı çıktıklarını iyiniyetle açıklamak mümkün değil... Kutsal devlet anlayışıyla, halkın hasım kabulüyle ve devletin bireyden korunması esasına göre hazırlanan bu çağdışı anayasa ülkenin daima ayakbağı olmuş... Bütün siyasî partiler, muhafazakârından, sosyal demokratına, milliyetçisine kadar bu anayasanın değiştirilmesi gerektiğini savunmuşlar... Teklif edilen anayasa tadilleriyle, bir yandan antidemokratik bazı hükümler kaldırılırken, diğer taraftan ‘Yargı Reformu' mahiyetinde düzenlemeler getiriliyor. Ayrıca, insan hak ve hürriyetleri bakımından çok önemli yeniliklere yer veriliyor. İşin tuhaf tarafı şudur ki, şimdi bu anayasa tâdillerine şiddetle karşı çıkan muhalefet partileri ve bazı yargı çevreleri, geçmişte bu tâdilleri bizzat savunmuşlardır. 1980 sonrasındaki CHP programlarını, bildirilerini ve tekliflerini incelediğinizde, bugün getirilen paketin önemli bir kısmını görebilirsiniz... Özellikle parti kapatılması konusunda MHP'nin de başlangıçtan beri tâdilden yana olan tutumunu biliyoruz. Anayasa Paketi'nin aslında yargı için de sürpriz olmaması gerekir. Nitekim, 2009'da Adalet Bakanlığı'nın düzenlediği, Yargıtay, Danıştay, Barolar Birliği ve YÖK'ün iştirakiyle yapılan Yargı Reformu Toplantısı'nda, bazı önemli esaslar üzerinde uzlaşmaya varılmıştı. Gene, 2005'te, Mustafa Bumin'in başkanlığı döneminde, Anayasa Mahkemesi yapısının değişiklik taslağı, bizzat AYM tarafından hazırlanarak TBMM'ye sunulmuştu. Hazırlanan bu metinle, bugün hazırlanan teklif arasında büyük bir benzerlik ve paralellik vardır. Bu durumda, Anayasa Reform Paketi'ne karşı çıkanların itirazları, tamamen kendi siyasî ve şahsî menfaatleriyle ilgilidir ve hiçbir makûl gerekçeye dayanmamaktadır... 1. HSYK Başkan Vekili, ‘Milletle alay ediyorlar' diyor... HSYK için teklif edilen sistem, yargının gerçek bağımsızlığına ve temsiline dayandırılıyor. Hâkim ve savcılar, toplamın ancak yüzde 3'ünü teşkil eden Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tahakkümünden kurtarılıyor. Temsil geniş tabana yayılıyor ve demokratikleşiyor... Açıkçası bu yeni sistem, Ahmet Necdet Sezer'in belli bir siyasî ve ideolojik önyargıyla seçtiği HSYK üyelerinin antidemokratik despotizmine son veriyor. HSYK üzerinde koparılan gürültünün asıl sebebi budur. Ayrıca, bu sistem sayesinde HSYK kararları yargı denetimine de açılıyor. Bu model, hâkim ve savcıların bağımsız iradesine değer veren ve sessiz hâkim ve savcı çoğunluğunun onayladığı demokratik bir modeldir. 2. Yargıtay Başkanı'nın ‘Anayasaya aykırılık' iddiası: Bu iddia tek kelimeyle gülünçtür. Bir anayasa değişikliğinin, değiştirilen anayasaya aykırılığı kadar tuhaf bir iddia düşünülebilir mi?... Bu arada, anayasa tâdillerinin kuvvetler ayrılığı ilkesine hiçbir aykırılığının olmadığının da altını çizelim. 3. TBMM'ye verilen yetkilendirme: Siyasî partilerin kapatılması konusunda Yargıtay Başsavcısı'nın TBMM tarafından yetkilendirilmesi (otorizasyonu), yasamanın yargıya müdahalesi olarak yanlış değerlendiriliyor. Bu, yasamanın yargıya müdahalesi değildir; olsa olsa bilgisayarının başında internette sörf yaparak ‘Nasıl şu partiyi kapatsam?' diye iddianame hazırlayan yargı mensuplarına karşı, demokrasinin korunmasıdır..."
AKİF BEKİ
Kapatma olasılığı ve imkânsız hamle
"...Olayların nasıl gelişeceğini tam olarak kestirmek zor görünüyor... Yargı bir karşı hamle yapsa, mesela AK Parti'ye bu aşamada bir kapatma davası açsa, sonuç başka olur. Anayasa paketi Meclis'ten geçse ve CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşınıp iptal ettirilse, daha başka bir yere çıkarız. İkisi de imkân dahilinde... Sürecin başat aktörü, tartışmasız bir şekilde AK Parti. Başlangıç hamlesiyle üstünlüğü ele geçirmiş durumda. Sebebi, dezavantajlarının aynı zamanda en büyük avantajları olması. Bunu fark edip, risk aldılar. Aleyhe olanı, lehe çalıştırmayı başardılar. Kıpırdayacak yeri kalmayan diğer aktörleri de büyük hata yapmaya zorladılar... Tartışmaya açtıkları taslak, çekingen bir metin. HSYK üyelerinin seçiminde Meclis'e etkin bir rol verilmiyor. Parti kapatma kriterlerinde hiçbir değişiklik ve kısıtlamaya gidilmiyor... Öngörülen yargı reformu, bu açıdan eksik ve beklentilerin gerisinde. Dünkü medya buluşmasında Cemil Çiçek, bu eleştirime hak verip gerekçesini anlattı. Uzlaşmaya zemin hazırlamak adına mütereddit davranmışlar. Paketin kapağını bile açmaya tenezzül etmeyen bir muhalefetle uzlaşma arayışı hatırına, demokrasiden fedakarlık yapılmamalıydı. Ama bu yaklaşımın AK Parti'yi öne geçirdiği kesin. Muhalefeti açığa düşürdüler. Çünkü, bu metne rağmen uzlaşma çağrıları samimiyet sınavından çaktı. Anlaşıldı ki dertleri, ne olursa olsun reform yaptırmamak, Meclis'in elini kolunu bağlamakmış... Muhalefet, süreci kilitlemeye çalışırken, kendisi tıkandı. Şimdi bir açmazla karşı karşıyalar. Atacakları her adım, bir imkânsız hamle olmaya mahkûm. Pata kalma şansı bile görünmüyor ufukta. ‘Şah-mat'la biter bu oyun. Yazı da gelse, tura da gelse AK Parti kazançlı çıkar yani..."
GAZETESİ
MEHMET ALİ BİRAND
Anayasa taslağı, Ak Parti'nin erken seçimine döndü
"...Bir kesim (muhalefet) için bu değişiklikler Türkiye'yi felakete götürüyor. Yargı teslim alınıyor. Ak Parti kendi yargısını oluşturuyor. İlerisi için kendini koruyor. Hem olası bir kapanmaya karşı, hem de olası bir Yüce Divan'dan kurtulmak amacıyla şimdiden önlem alınıyor. Diğer bir kesim (iktidar) ise, tam aksine bu adımları demokratikleşmenin yaygınlaşması olarak görüyor. Silahlı Kuvvetler'le başlayan ince ayar çabalarının şimdi de yargıya uygulandığını ve Avrupa Birliği'nin beklediği reformlardan oluştuğunu vurguluyor. Bir kesim, bu taslağın Anayasa Mahkemesi'nden geri döneceğine inanırken, diğer bir kesim ise halkın oyuna gideceğini söylüyor... Tarafsız bir gözle bakıldığında, muhalefetin hiçbir anlaşma niyeti bulunmadığı ve tek amacının, iktidarın ortaya attığı bir girişimi engellemek olduğu görülüyor... İktidar artık, yargının her işe karışmasını, sürekli demeçler verip yürütmeyi eleştirmesini istemiyor... Neresinden bakılırsa bakılsın, bu gidiş (eğer referanduma gidilecekse) Ak Parti'nin güven oylaması, hatta bir nevi erken seçim niteliğine kavuşacak gibi görünüyor..."
GAZETESİ
BİLAL ÇETİN
Bütün senaryolar "erken seçim" diyor
"...AKP anayasa değişikliği konusunda dönüşü olmayan yolda... Bu aşamadan sonra olabileceklerle ilgili olarak Ankara kulislerinde 6 senaryo konuşuluyor. 1. Başbakan Erdoğan'ın önceki gün partisinin grup toplantısından yaptığı çağrı muhalefeti çok etkiler, Meclis'te sürpriz bir uzlaşma sağlanır ve Erdoğan'ın dediği gibi "tarih yazılır"... Bu, gerçekleşme ihtimali sıfıra yakın, en olmayacak iyimserlik senaryosu. 2. Süreç Meclis'te sonuçlanır. Muhalefetle uzlaşma sağlayamayan AKP kendi içindeki fireleri de önleyemez ve paketin tümü üzerindeki gizli oylamada "evet" oyları 330'un altında kalır. O zaman teklif düşer. Ancak bu da en az ilk senaryo kadar düşük bir ihtimal... 3. Teklif 330'un üstünde bir oyla kabul edilir ve Haziran ayı içinde referanduma gidilir. CHP ve MHP'nin "hayır" safında yer alacağı kesin olan referandum sonucunda "evet" oyları yüzde 50'nin üstünde çıkar ve anayasa değişikliği yürürlüğe girer. Bunun elbette ciddi bazı siyasal sonuçları da olacak. Örneğin muhalefete karşı kazandığı referandum zaferini yeni bir seçim zaferi ile taçlandırmak isteyebilir Başbakan Erdoğan... 4. Referandumda "hayır" oyları yüksek çıkar, anayasa değişikliği reddedilir... O zaman, "milletimizin takdiridir" deyip yola devam eder AKP. "Evet" oylarının yüzde 40'lar civarında çıkmasını da halkın kendilerine olan güveninin devam ettiği biçiminde yorumlayabilir Erdoğan. Ancak öyle bir sonuçta muhalefetin de bunun aksini savunacağına kuşku yok. CHP de MHP de "halkın anayasa değişikliği ile birlikte iktidara da kırmızı kart gösterdiğini" iddia edecek. Her iki parti de erken seçim konusunda hükümet üzerinde müthiş bir baskı oluşturmaya çalışacak. 5. Teklif 330'un üstünde bir oyla Meclis'te kabul edilir ve referandum yolu açılır. Ancak bu arada muhalefet iptal ve yürürlüğün durdurulması talebiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurur. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse sorun yok. Ama ya kabul eder ve önce yürürlüğü durdurur ardından da iptal kararı verirse ne olacak? İşte bütün planların alt üst olacağı, siyasette şiddetli bir depreme yolaçacağı kesin. Bu durumda Erdoğan yine seçim silahına sarılacak ve tıpkı 2007'deki gibi "bize karşı yargı darbesi yapılıyor" propagandası ile seçime gidecek. 6. İşte tam bu noktada bir diğer senaryo, hem de son derece kaygı verici bir senaryo daha üretiliyor. Seçim kararı alınıp yola çıkıldığı bir sürede Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Anayasa Mahkemesi'nin iptal başvurusunu da dikkate alıp AKP hakkında yeni bir kapatma davası açması. Özellikle de bu davanın seçim kampanyası döneminde AKP açısından olumsuz bir biçimde sonuçlanması. Bu, demokrasiye, hukuka inanan, aklı başında hiç kimsenin arzu etmeyeceği bir sonuç. Ama, sıfıra yakın bir ihtimal olsa bile yine de kulis senaryoları arasında..."
CAN ATAKLI
CHP tarihi bir hata yapıyor
"...İktidar her zaman başardığı gibi yine gündemi elinde tutuyor ve olayları istediği gibi yönlendiriyor. Şimdi kalkıştığı Anayasa değişikliği ile neredeyse önümüzdeki bir ayın tüm gündemini de belirledi... Peki buna karşı ana muhalefet partisi CHP ne yapıyor? Hiçbir şey. "Bu taslakla gelirseniz sadece çay içer gidersiniz" demekten başka bir şey yapmıyor. Bu muhalefet olmamanın sonucudur. Daha da önemlisi tembelliktir... Açıkça söylemeliyim ki, CHP'nin sadece "Bu anayasa değişikliğine karşıyız, bu nedenle müzakere bile etmeyiz" deme lüksü olamaz. Tam tersine CHP'nin kendilerini iknaya gelecek AKP temsilcilerine "gerçek bir anayasa değişikliği paketi sunmaları" gerekir. Her ne kadar sanki hiç değişmemiş gibi bu Anayasa'ya "asker anayasası" desek de, yüze yakın maddesi değişmiş bir Anayasa var elimizde. Ancak böyle olması bu Anayasa'nın iyi ve yeterli olduğu anlamına gelmiyor. Elbette özellikle birey hakkını öne çıkarmayan bölümlerinin değişmesi, demokrasi, hukuk ve özgürlükler alanındaki eksiklerin giderilmesi gerekir... CHP anayasa değişikliğine karşı çıkacağına tam tersini yapmalı ve örneğin demeli ki "Yolsuzluk suçlamaları ile ilgili konularda dokunulmazlık kalkmalı, seçim barajı düşürülmeli, Siyasi Partiler Kanunu'nda değişiklikler yapılmalı." AKP'nin asıl amacı demokratikleşmek olmadığı için bu maddelere karşı çıkacaktır. Ne yazık CHP bu kadar basit bir gerçeği ve siyaseti göremiyor, toplumda yine "taş koyan" olarak algılanıyor..."
GAZETESİ
MAHMUT ÖVÜR
Referandum kimin için risk?
"...CHP geleneğinden gelen sosyal demokrat siyasetçi ve araştırmacı Tarhan Erdem, referanduma ilişkin genel bakışını şöyle özetledi: "Gelir dağılımı açısından zor koşullarda yaşayan toplum her açıdan değişim istiyor. Bundan daha doğal ne olabilir? Bu paket, çok beğenmesek de değişim öneriyor. Bu nedenle referandum isteyenler kazanacak, karşısında olanlar kaybedecek..." Bu yaklaşım ışığında siyaset yelpazesine baktığımızda durum 22 Temmuz 2007'den pek farklı değil. Siyaset "AK Parti ve karşıtları" biçiminde şekilleniyor. 22 Temmuz'da tek tek partiler yarışırken burada bloklar yarışacak. Tam da bu nedenle AK Parti'nin geleceğini riske attığı söyleniyor... Gerçekten bu risk... Siyaset uzmanları bu riskin varlığına dikkat çekiyor ama bu noktada asıl önemli olan, anayasa reformuna toplumun nasıl baktığı... İşte AK Parti'yi riskten kurtaran ama bu kez muhalefet partilerini riske atan gerçek bu... Yani sekiz yıllık yıpranmışlığıyla referanduma giden AK Parti, muhalefete kendisini yenme fırsatı veriyor ama onları da en korktukları ateşin içine atıyor. Halkla karşı karşıya getiriyor. "Ya değişimden yana olun ya da karşı çıkın" diyor. Ne yazık ki belli alanlara sıkışan ve birer bölge partisi haline gelen muhalefet bu kez de değişimi değil statükoyu seçti. Oysa toplumun büyük çoğunluğu paket yetersiz de olsa pakete "sıcak" bakıyor. Bu nedenle sadece AK Parti'ye oy verecekler değil, oy vermeyi aklından geçirmeyenler bile pakete destek verecek. Özellikle de muhafazakâr, milliyetçi kesimlerle, Kürtlerin büyük bir kesimi mevcut partileri "Hayır" dese bile referanduma "evet" diyecekler. MHP, Saadet Partisi, DP ve diğer partilerin tabanı böyle... Deneyimli siyasetçiler, bu partilerin yüzde 50'ye yakın kısmının referandum lehine oy vereceklerini söylüyor. Doğrusu ilk kamuoyu yoklamaları da bunu doğruluyor. Bu bilgiler ışığında geleceğe bakan deneyimli bir siyasetçi şöyle diyor: "Referandumun geçmesi AK Parti'nin iktidar ömrünü 10 yıl bile uzatabilir." Bunu öngörmeyip değişime destek vermeyen siyasetçilerin yarın seçimde işleri daha zor olacak..."
EMRE AKÖZ
Hukuk maskesi takmış siyasetçiler
"...Roman vatandaşlardan beni affetmelerini dileyerek Koca Ragıp Paşa'nın o ünlü lafını hatırlatmak isterim: "Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler."
Bu lafı günümüz Türkçesiyle şöyle ifade edebiliriz: "(Mısır kökenli) Çingene, yiğitliğinden söz ederken, yaptığı hırsızlığı anlatır." Buradaki temel fikre son zamanlarda sıkça rastlıyoruz: Kendilerini övmeye ya da savunmaya çalışırken, çoğu kez farkında olmadan bir yanlışı ifşa ediyorlar. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek, bu Anayasa önerisiyle AKP'nin yargıyı "ele geçirmeye" çalıştığını söyledi. İşte ifşaat tam bu noktada: Yargı kimin elinde ki başka birileri orayı ele geçirmeye çalışıyor? Herkesin bildiği sırrı biz de söyleyelim: Yüksek yargı '6 Okçu' zihniyetin elinde. Orayı bir kale gibi görerek, savunuyorlar. O kadar ileri gittiler ki kararları Yasama'yı prensipte çalışamaz hale getirdi. Yasamanın bağımsızlığını yok ettiler. Bu tavırları şahikasına 2008'in Haziran ayında çıktı. Anayasa'daki "bariz, apaçık, tartışmasız" hükme rağmen (148'inci madde)... Yani hiçbir yetkileri olmadan... Meclis'in yaptığı Anayasa değişikliğini iptal ettiler... İşte vesayet budur: Yüksek yargı, hiçbir yetkisi olmamasına rağmen, yüzde 100 Meclis'e ait olan bir yetkinin kullanılmasını engelliyor. Peki, niye bunu yapıyor? Çünkü mesleki saiklerle değil, siyasi amaçlarla davranıyor. "Olumsuzluk" üzerine kurulmuş bir siyaset bu: "Her türlü aracı kullanarak, icabında yetkimizi de aşarak... Yaptırmayalım, izin vermeyelim, önleyelim, taş koyalım, reddedelim, çelme takalım, vb." ..."
GAZETESİ
TAHA AKYOL
Yargı reformunda kaygılar Gül devreye girmeli
"
...BİZDEKİ yargı sisteminin ve yargı ideolojisinin tarihen "bekçilik, dar kadro ve vesayet" ilkelerine göre oluşturulduğu, darbelerin bunu pekiştirdiği bir gerçektir. Son olarak, HSYK'daki yüksek yargı kökenli üyelerin "gündem dışı atamalar" yapmaya kalkması ne kadar taraflı hale geldiğinin göstergelerinden biridir; reform zorunludur.Ancak reform süreci dengeli bir şekilde yürütülemezse sorunlar büyüyebilir.Elbette yargı reformunun gerekçesi olan "bağımsızlık ve tarafsızlık, geniş temsil, demokratik meşruiyet" gibi felsefi ilkeler kesinlikle doğrudur. Bunlar daha AKP ortada yokken de savunduğum değerlerdir. Fakat bu felsefi ilkelerin altına yazılan maddelerde mutlaka düzeltilmesi gereken yönler vardır... Taslak'ta HSYK üyelerinin sayısı 21'e çıkıyor, bunların 7'sinin 11 bin hâkim ve savcı tarafından seçilmesi öngörülüyor. Bu usulün etnik, siyasi, ideolojik, itikadi gruplaşmaları tabana yayarak yargıyı tümüyle 12 Eylül öncesinin emniyet teşkilatına çevirmesinden kaygılıyım... Taslakta ise, Cumhurbaşkanı'nın zaten fazla olan atama yetkileri daha da artırıldığı gibi, HSYK'nın 7 üyesi için ortaya sandık konulup 11 bin hâkim ve savcının oy vermesi öngörülüyor!... Benim önerim, HSYK'ya ‘taban'dan seçilecek üyelerin, "kıdem, liyakat, performans, akademik kariyer" gibi kıstaslara göre bilgisayarla belirlenmesidir. Bundan başka, Anayasa Mahkemesi'ne ve HSYK'ya üye seçiminde yüksek yargının ‘otarşik' egemenliğini gidermek ve çeşitlilik sağlamak doğrudur, ama taslakta yüksek yargının adeta marjinalize edilmiş olması yanlıştır!... Önerim, Cumhurbaşkanı'nın üye atamasının daraltılması, yüksek yargının payının taslaktakine göre artırılmasıdır. Gerilimin düşmesine de bunun katkısı olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanım, Siz, yargı ile yürütmeyi bir araya getirmiştiniz. Bunu yapabilmenin prestijine sahipsiniz. İktidar üzerindeki prestijinizi ise belirtmeye bile gerek yok. Devreye girmenizin hem taslağı elden geçirme hem kutuplaşmayı yumuşatma bakımından etkili olacağını düşünüyorum. Taslağın doğru felsefi ilkelere dayanması yetmez. Doğru ilkelerle yola çıkıp, maddi hatalar ve yoldaki çekişmeler yüzünden olumsuz sonuçlara maruz kalmak bir hayat kuralıdır!... Sizin telkininizle taslağın ‘minimalist' ya da daha ‘dengeli' hale gelmesi mümkündür ve bunun hem gerilimi azaltacağını, hem reformun olumlu sonuçlar vermesine ciddi katkıda bulunacağını düşünüyorum. Aksi halde referandum sürecinde toplumsal gerilimin tehlikeli şekilde tırmanması, kurumlar arası çatışmanın keskinleşmesi ihtimali vardır..."
HASAN CEMAL
Öyleyse size diyecek bir şeyim yok!
"...Evet, gecikmiş bir anayasa değişikliği... Evet, eksiği fazla bir paket... Evet, bazı konularda fazlasıyla çekingen davranıldığını ve geri adımlar atıldığını gösteren ya da biraz aceleye getirilmiş bir hazırlık... Evet, büyük bir toplumsal ve siyasal ‘uzlaşma'nın ürünü olabilecek bir anayasa projesiyle yola çıkılsaydı keşke... Bu keşkeler uzatılabilir. Ancak, Ak Parti hükümetinin 26 maddelik anayasa değişikliği paketini, sivil darbe girişimi diye nitelemek ne insafla, ne de gerçekle bağdaşabilir. Paket, demokrasi ve hukuk açısından bir ilerlemedir, Avrupa Birliği standartlarına bir yakınlaşmadır. Bu görüşte değilseniz, o zaman bazı soruları bir kez daha düşünmenizde yarar var diyorum. 12 Eylül darbecilerini koruyan, otuz yıldır onlardan hesap sorulmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırılmasına mı karşısınız? Asker kişilere sivil yargı yolunun açılmasına mı karşısınız? Sivillere askeri mahkemelerde yargı yolunun kapatılmasına mı karşısınız? Yüksek Askeri Şura kararlarına yargı yolunun açılmasına mı karşısınız? Partilerle ilgili kapatma davalarının açılma izninin, Avrupa demokrasilerinde olduğu gibi parlamento içinden çıkacak izne bağlanmasına mı karşısınız? Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde, Avrupa demokrasilerinde ve 27 Mayıs'ın 1961 Anayasası'nda olduğu gibi, parlamentonun da sınırlı bir katkı yapmasına mı karşısınız? Askeri Yargıtay'ın kuruluş ve işleyişle ilgili yasaların yeniden düzenlenmesine, biraz daha sivil ve demokratik özellikler kazanmasına mı karşısınız? Kısa adı HSYK olan Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu‘nun üye sayısının 19'a çıkarılmasına ve öğretim üyeleriyle avukatların da kurula üye seçmesine mi karşısınız?... Memura toplu sözleşme hakkının verilmesine mi karşısınız? Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının getirilmesine mi karşısınız? Kadın-erkek eşitliğinin, çocuk, yaşlı ve engelli haklarının daha bir güvence altına alacak anayasal düzenlemelere mi karşısınız? Ombudsmanlık kurumunun Avrupa demokrasilerindeki gibi Anayasa'ya girmesine mi karşısınız?... Eğer karşıysanız neden?Bütün bunlar olursa, Türkiye'ye Erdoğan'ın sivil diktası gelecek diye mi düşünüyorsunuz? Öyleyse, bilesiniz, inandırıcı olabilmeniz uzak ihtimaldir, çok güçtür. Eğer diyorsanız ki, anayasalar ancak askeri darbeler eliyle yapılabilir... Eğer diyorsanız ki, Şemdinli'de olduğu gibi, Genelkurmay Başkanı iteklemesiyle savcısını görevden alıp hayatını karartan HSYK istiyoruz... Eğer diyorsanız ki, hakkında ağır hapis cezası istenen bir ordu komutanını, anayasa ve yasaları hiçe sayarak savunan Genelkurmay Başkanı'na ses etmeyen bir sivil yargı düzeninden yanayız... Eğer diyorsanız ki, 12 Eylül darbecilerinden bir otuz yıl daha yargı önünde hesap soramayacak bir anayasal düzenden bir şikayetimiz yoktur bizim...O zaman benim de size diyecek bir şeyim yoktur..."
GAZETESİ
AHMET İNAM
Demokrasiyi ararken unuttuğumuz gönül
"...İktidar ve muhalefet olarak giriştiğimiz siyaset mücadelesinde gönlümüz nerede? Gönül insanları var mı siyaset hayatımızda? Yoksa sürekli olarak birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, ne pahasına olursa olsun, güç kazanma peşinde olanların yeri midir siyaset? Halkın gönlü mü yoksa oyu mu kazanılmaya çalışılıyor siyasette? Gönül açık olmak ister. Açık olmak, gizli kapaklı olmamak, özü sözü bir olmak demek, bir anlamıyla... Gönül içten olmak ister. İçten pazarlıklı, başkalarıyla ilişkilerinde sürekli hesap kitap yapan biri gönül sahibi olamaz. Gönül sahibi insan, özgür düşünebilen, kendi başına karar alabilen, özerk bağımsız bir insandır... İnsanın tarih boyunca sahip olduğu yüksek değerlere, içinde bulunduğu kültürün uzun yıllar boyunca edindiği yaşam birikimiyle devşirdiği ilkelere, görüşlere, saygısı olmayan birinin gönlü olamaz. Elbette gönül aşk ister... Şimdi gönlün bu beş temel özelliğinden, açıklık, içtenlik, özerklik, edeplilik, aşk sahibi oluştan yola çıkarak soralım siyasetimizde gönül var mı? Gönlü olan siyasetçilerimiz var mı? Muhalefetimizin gönlü nerede? İktidar gönül taşıyor mu? Açılım yapmak istiyor. Yeterince açık değil. Kendisi gibi düşünmeyenlere güven telkin edemiyor. İçtenliğinden kuşku duyuluyor... Eleştiriye tahammül edemiyor... Gönül, bütün düşünceleri, duygularıyla gönüldür. Gönül, anlayışla, kucaklayışla gönüldür... Unutmayalım, açılım bir gönül kazanma sorunudur... Halkı ikna etmek, şu ya da bu biçimde ona kısa vadeli çıkarlar sunarak sağlansa da, onun gönlünü kazanma anlamına gelmez. Gönlü olan bir halkın gönlü olan iktidarı olduğunda bu ülke, demokrat olabilir... Açılım, halkın gönül sahibi olması için gereklidir... Gönül sahibi bireylerin, gönül sahibi toplulukların, gönül sahibi bir halkın yaşadığı bir ülke olamaz mı ülkemiz? Elbette olabilir. Olamazsa demokrat da olamaz..."
GAZETESİ
MUSTAFA KARAALİOĞLU
Dürüst bir cevap yeter
"...Danıştay/Yargıtay/HSYK/CHP ittifakı daha ilk andan itibaren, paketi görmeden ve görmeye gerek duymadan anayasa değişikliğine itiraz ediyor. Şaşırtıcı mı? Değil. Zira, bu yapının ilk kez bir araya gelişi değil... Her defasında demokratikleşme ve sivilleşme temalı bütün reformlara karşı keskin bir itiraz yükseltmektedirler. Laiklik adına... Bu kez de benzer sinyaller verilmektedir. Dün, AK Parti'nin anayasa heyeti (Cemil Çiçek, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik ve Bekir Bozdağ) bütün gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenlerine anayasa taslağını anlattılar. Konu, beklendiği gibi hemen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yeni yapısıyla ilgili değişiklik önerisine odaklandı... Önerilen HSYK değişikliğine karşı işin özüne dair bir itiraz gelmedi. Hatta hiç ses çıkmadı. Kabul. Medyanın hukuki detayları anlaması beklenemez... Bakanlardan sonra HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in açıklamasını da dinledik... Özbek, Adalet Bakanı ve Müsteşar'ın HSYK'dan çıkarılmasını da istedi... Önerilen sistemde Yargıtay ve Danıştay üye seçimine devam edecek ama kürsü hakimleri ve savcıları, yani ilk derece mahkemeleri üyeleri de 10 üye seçecekler. 4 üyeyi de Cumhurbaşkanı seçecek. Şimdi soralım. Hangi yapı daha çok bağımsızlık sağlıyor, hangi yapı daha demokratiktir?... Acaba, bütün bu itirazlar tek nedeni, kendilerini devletin yerine koyan ve sadece kendileri varsa laikliğin korunacağına inananların varsayımları mı? Yani, o kurullarda birbirini bilen tanıyan 3-5 kişi olursa laiklik teminat altına alınacak; olmazsa ve hakimler-savcılar ve Cumhurbaşkanları üye seçerse laiklik tehlikeye mi atılmış olacaktır? Mesele bu mudur? Birisi bize dürüstçe anlatsın da boşuna gerilmeyelim..."
AHMET KEKEÇ
Açık ol, mert ol, delikanlı ol!
"...Ne oluyormuş? AK Parti kendi yargısını oluşturuyormuş... Uzaydan hâkim ve savcı mı getirecekler? Atama yetkisini HSYK'nın elinden alıp Bulgar parlamentosuna mı verecekler? Anayasa Mahkemesi'ne üye seçme işini Kolombiya Cumhurbaşkanı'na mı havale edecekler? Nedir? Neden bir Allah'ın kulu çıkıp, "Eskiden bu anayasadan çok şekvacıydık, bir an önce değiştirilmesini istiyorduk... Ne oldu bizim tutarlılığımıza?" diye sormaz... Neden bir Allah'ın Baykal'ı çıkıp, "Mevcut Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapısı yargı oligarşisine zemin hazırlamaktadır. Bunu Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirmek lazım" demez... Baykal, anayasa değişikliği taslağının, "sivil darbenin son aşaması olduğunu" söylüyor. Baykal'dan sufle alan "bağımsız" gazeteciler de bu görüşte... Kafasına göre atama yapan HSYK'nın yapısını değiştirmek, Batı standartlarına uygun hale getirmek neden bu arkadaşları rahatsız ediyor?... Darbenin "sivil"ine karşılar, anlıyoruz... Peki, darbenin "askeri"sine karşı neden seslerini bu kadar yükseltmiyorlar? HSYK'nın kural dışı tasarruflarını neden sorgulamıyorlar? Parlamento üstü siyasi erk işlevi gören mevcut Anayasa Mahkemesi yapısını neden problem yapmıyorlar? Bu ülkede darbeler oldu... Bir Başbakan ve iki bakan asıldı. Baykal ve refikleri neredeydi? Bu ülkede partiler kapatıldı... "27 Mayıs devrimdir... Devrimi koruyan Tedbirler Kanunu'nu kaldırmaya yeltenmek bir anayasa ihlalidir" şeklinde kararlar alındı... Baykal ve refikleri neredeydi? Bu ülkede "367" türünden garabetlere, anayasa değişikliğini "esastan" görüşmek gibi tuhaf uygulamalara imza atıldı. Baykal ve refikleri neredeydi? Madem AK Parti'nin kendi yargısını oluşturmasından korkuyorsunuz... Madem "sivil darbe" ihtimali uykularınızı kaçırıyor... CHP'nin her başvurusunu lehte kararlarla neticelendiren Anayasa Mahkemesi'ni de görün... Ergenekon sanıklarıyla darbe toplantıları düzenleyen yüksek yargı üyelerini de görün... HSYK'nın yaptığı kural dışı atamaları da görün... 28 Şubat sürecinde brifinglenip tütsülenen savcıları da görün... Yargıtay'a üye seçiminde esas alınan kriterleri de görün... Danıştay'ın "yürütme" erkine "doğrudan" müdahalelerini de görün... Pıtrak gibi ortalığa saçılan "darbe planları"nı da görün... Yeraltından fışkıran askeri mühimmatı da görün..."
GAZETESİ
YASİN DOĞAN
Sıra hukukun demokratikleşmesinde
"...Milli iradeyi ve bu iradenin tezahürü Meclis'i sakınılması gereken bir tehlike olarak gören, milli egemenliğin sağladığı meşruluğu "siyasallaşma" olarak yaftalayan bir anlayış demokrasinin önünde en büyük engel olur. HSYK üyelerinin seçiminde hakim ve savcıların tercihte bulunmasına karşı çıkmak ve binlerce kişiyi birkaç yüz kişinin kontrolüne tabi tutmak, belli bir grubu imtiyazlı hale getirerek tabana yayılan bir irade sergilenmesinden kaçınmak demektir. Yüksek Yargının kendi içinde yaşanan bir dönüşümle belli kurullara üye seçmesi, diğer binlerce hakim ve savcının bu zinciri bir türlü kıramaması demokratik bir anlayışla izah edilemez... Gelişmiş demokrasilere sahip Avrupa ülkelerindeki uygulama Meclis, Senato ve Parlamentoların bu üyelikleri belirlemesi şeklindedir. Türkiye'de ise böyle bir yöntem Cumhuriyetin temeline dinamit koymak gibi gösteriliyor. Sebep ise Meclis'in çoğunluğunu AK Parti'nin oluşturması... İlk görüntü, AK Parti'ye karşı olunduğu, ikinci görüntü Meclis iradesine karşı olunduğu, üçüncü görüntü milli iradeye ve halkın tercihlerine, yani demokrasiye karşı olunduğudur. "AK Parti yargıyı ele geçiriyor" yaygarası, milli iradeden kaçırılan, uzak tutulan bir alan oluşturulmasını, belli bir kesimin imtiyazlı konumlarını kaybetmeme telaşını yansıtır... Danıştay ve Yargıtay'ın yürütmeyi ablukaya alarak her adımına karşı engelleyici bir tutum takınması, yerindelik değerlendirmesi yaparak yürütmenin yetkisini paylaşması, siyasi sonuçlar doğuracak kararlar alarak yürütmeyi zor durumda bırakmaya çalışması yargının hukuku ne kadar esneterek keyfileştirdiğini ve hatta siyasallaştırdığını gösteriyor. Ortada bir alay edilme duruma var gerçekten. Ama alay edilen yüksek yargı değil, yasama ve yürütme ile milli iradedir... Muhalefet fonksiyonlarını bir dönem orduya ihale etmeye çalışan CHP'nin bir süredir bu fonksiyonu yargıya yıkmaya çalıştığını görüyoruz... Anayasa değişikliği meselesi uzun zamandır CHP ile kol kola giren MHP için ise turnusol kağıdı özelliği taşıyor. "Laiklik elden gidiyor" korkutmasıyla pakete karşı çıkan CHP'nin muhalefeti ve siyaseti yargıya havale eden tavrına ortak olmak MHP için ciddi bir güven bunalımı oluşturacaktır. Türk siyasi tarihinin uzlaşma ve diyalogdan en uzak partisi görünümündeki CHP'nin bu paketi uzlaşma noktasında eleştiri konusu yapması milletin hafızasıyla alay etmektir... Madem muhalefet uzlaşıya yanaşmamaktadır, o halde referanduma giderek doğrudan Milletin takdirine başvurmaktan başka yol yoktur..."
ALİ BAYRAMOĞLU
Sürüye karışmayız biz dokuz yargıcız. Son sözü biz söyleriz, dokuz büyük zekayız. (*)
"... Bir ülkede yargı hukuk devletinden ziyade devletin hukukunu kollama işini üstlenmişse, aynı zamanda ülkenin yerleşik devlet ideolojisini koruma görevini de üstlenir. Türkiye'de bu böyledir. Yargı belki asker kadar öne çıkmaz ama otoriter durum ve tutumlara hukuki görüntüsünü ve kanuni meşruiyetini kazandırır, bu yolla gerideki asli aktör işlevini üstlenir... Yüksek yargı düzeyinde yargıçların siyasete soyunması, siyaset yapması buradan kaynaklanır... Yıllardır her kritik siyasi gelişmede ya da değişim hamlesinde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay'ın siyasi açıklamaları, hatta siyasi eylemlerine ülke aşina hale geldi. Bu durum yeni bir otoriter dönemin başlangıcı kadar, hukukun can çekişmesine işaret eder. Nitekim bir ülkede yüksek mahkemeler bir diğer yüksek mahkemeyi etkileme, kamuoyu önünde siyasi tavır alma, hükümetleri siyaseten yargılama girişimlerinde hiçbir endişe taşımaz hâle gelmişlerse, o ülkede demokrasinin geldiği nokta gerçekten vahim demektir... Türkiye'de yargı-siyaset ilişkileri, yargının ideolojik işlevi konusunda gelenek derin, uygulamalar ise pek sert, hatta sığdır. Örneğin Hikmet Özdemir'in "Rejim ve Asker" kitabının, "Anayasaya Yargısında Askeri Etki" başlığını taşıyan son bölümü bu konuda pek zengin ve çarpıcı örneklerle doludur. "Katıksız hapis cezası, hekim gözetimi altında çektirilen bir cezadır. Halkının büyük bir çoğunluğunun başlıca gıdasını ekmek teşkil eden bir ülkede bir cezalının üç gün yalnızca bu gıda ile yetinmek zorunda kalmasını eziyet ve işkence saymak gerçekçi bir görüş ve anlayış olamaz..." (Esas no: 1963/57, karar no: 1965/65 ve 27 Aralık 1965 günlü karar) "Askerliğe ilişkin cezalarda ve cezalandırmalarda elbette ki değişik yönler ve tutumlar bulunacaktır. Bunlar askerliğin gerçeklerinden tecrit edilerek incelenirse hiçbir zaman isabetli bir değerlendirmeye varılamaz..." (Esas no: 1963/57, karar no: 1965/65 ve 27 Aralık 1965 günlü karar) "Askerlik şerefli bir görevdir. Bu şerefin korunması en ağır müeyyideleri dahi haklı kılar. Askerlik şerefine leke sürenlerin, yerine göre hapis, ağır hapis, hatta idam cezasıyla cezalandırılmaları yeterli değildir..." (Esas no: 1963/132, karar sayısı 1966/29 ve 28 Haziran 1966 günlü karar) İdam cezasını bile yeterli görmeyen bir hukuk mantığı mümkün olabilir mi? Askerin yargıyla el ele kurucu ve kollayıcı görev yapması bu sonuca yol açar... Yargıçlar hükümeti, yargıçların siyaset yapması, siyasete soyunması demokrasilerin önündeki ciddi engellerden birisidir... Mümkün olabilirse, Anayasa değişikliği paketi işte buna son verecek... (*)Franklin Roosevelt döneminde yargıçlar iktidarını hicveden bir anonim halk şarkısından..."
GAZETESİ
YILDIRAY OĞUR
Siyasallaştıramadıklarımızdan mısınız
27 Mayıs darbesinden, 12 Eylül'den bugüne miras kalmış en baskın zihniyet siyaset ve siyasallaşma korkusudur... Anayasa reformuna karşı çıkanlar da yorulmadan "Yargı siyasallaştırılıyor" diye korkutuyorlar herkesi. Ve bunu yaparken de apaçık yalan söylüyorlar. Düşünün; Başbakanı ve bakanları asarken yargı siyasal değil miydi? Denizleri asan yargı siyasal değil miydi? Erdal Eren'i 17 yaşında asan yargı siyasal değil miydi? 367 kararı alınırken, Hrant Dink'i ölüme gönderen 301 kararları verilirken, Eğitim Sen kapatılmaya çalışılırken yargı siyasal değil miydi? Baskın Oran'a küfretmeyi serbest bırakan, Kürtlere ayrı işleyen yargı siyasal değil de nedir? Türk yargısı siyasaldır. Hem de devletçi, Kemalist, laikçi ve milliyetçi bir siyasetten yana açık taraftır. Bu siyasallık onun hukuksal vazifesidir. Bu yüzden Danıştay'ın, Yargıtay'ın, Anayasa Mahkemesi'nin kararları sürprizlere kapalıdır... Ama bu kez bu siyasallaşma kendinden menkul olmayacak, meşruiyetini biz vatandaşların siyasallaşmasından alacak. Ve bu siyasallaşma bu kez bize adaleti getirecek... Genelkurmay'ın psikolojik harekât sitelerinden irtica.org'un ana sayfasından anonslanacak kadar ses getirmiş olan Mahalle Baskısı araştırmasındaki "Sivas'ta Cuma saatleri trafik alt üst oluyor", "iş bulmak isteyenler iki bin Euro bayılıp umreye gidiyor" gibi sonuçlar beni pek korkutmuyor... Ama eğer sahiden tanımadığınız, bilmediğiniz, size benzemeyen dindarların fazlaca güçlenip bir gün içkiyi yasaklayacaklarından, başınızı örteceklerinden korkuyorsanız ve bir türlü bastırmadığınız bu korkunuzu sömüren CHP, merkez medya ve ordunun elinde oyuncak olmaktan da sıkıldıysanız çareyi anayasa paketindeki şu iki maddede bulabilirsiniz. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel "anayasal şikâyet" hakkı. Kamu denetçiliği ya da ombudsmanlık kurumu... Artık Hürriyet'i Cumhuriyet'i aramanıza gerek yok. Ombudsmana başvurun, hakkınızı arayın. Laikliği koruma refleksleriniz çağın gerisinde kalmasın. Bütün dünya böyle yapıyor. Unutmayın bir gün dokunulmazlıklarına dokundurmadığınız o yargı ve ordu o çok korktuğunuz dincilerin eline geçebilir. Gün gelir masanın üzerinden kaldırmadığınız o silah size doğru da çevrilebilir..."
MARKAR ESAYAN
Bir sivil darbe olarak demokrasi
"...Biliyorsunuz, 2007 seçimlerinden sonra hükümet, başında değerli bilim insanı Prof. Dr. Ergun Özbudun'un yer aldığı bir Bilim Kurulu'na yeni bir anayasa taslağı hazırlamaları görevi vermişti. O taslağa, darbe dönemlerinde dayatılan öncellerine gönderme yapılarak "Sivil Anayasa" adı verilmişti... Yanlış hatırlamıyorsam Bilimsel Kurul bu taslağı değişik ülkelerin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi belgelerinden yararlanarak, lakin büyük bir kısmında özgün kalmaya özen göstererek iki ay içerisinde hükümete teslim etti. Peki, ne oldu? 2008 ocak ayında taslak kamuoyuna açıklandı. Bugün hangi kepazelikler yaşanıyorsa, o gün de aynı şeyler yaşandı... Başbakan Erdoğan 27 Eylül 2009'da Amerika seyahati dönüşünde "Ne parlamento ne de kurumlar Anayasa değişikliğine hazır" dedi ve konuyu kapatıverdi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay da, şu anki parlamentoda sivil anayasa için zemin olmadığını, 2011 yılındaki seçim sonrasında sivil anayasanın gündeme gelebileceğini belirterek üstüne cila çekti... Şimdi AKP 23 maddelik bir anayasa değişikliği ile sahnede. Hoş geldi, sefalar getirdi. Gerçi eş maddeleri ile mukayese ettiğimizde Özbudun ekibinin hazırladığı taslaktan daha geride, lakin, yargıdaki darbe yapıcı unsurlarını temizleme yönünde bir devrim niteliğinde... Paketin geçici üç maddesinden ilki, parti kapatmaları ile yetkinin Meclis'e geçtiği, değişikliğin Anayasa Mahkemesi'nde halen görülen davalar için de geçerli olduğu üzerine. Allah Allah, şu an için mahkemede böyle bir dava yok ki! Ama AKP'ye göre demek ki üç vakitte olacak. Benim de kanaatim, darbe yapıcıların AKP'yi kapatmak üzere ikinci bir kamikaze saldırısında bulunacağı yönünde. Hükümet hem bunu gördüğünden, hem de seçim startı verdiğinden, bence riskli ama akıllıca bir hamle yaptı... Ancak benim tahminim, eğilip bükülmedikçe bu işten AKP'nin, dolayısıyla, tarihin ulusalcılarımıza bir sürprizi olarak, demokrasinin kârlı çıkacağı yönünde. Umarım AKP, vesayet koalisyonunun "Artık bu kadarı da olmaz" denecek her türlü çılgınlığa girişebileceklerini anlamıştır. Onlar ne 28 Şubat, ne 367 kararı, ne de 28 Nisan muhtırasının sonuçlarından ders alacak zihniyete sahipler çünkü. AKP farkında mı bilmem ama, onlar bir ölüm kalım savaşı verdiklerinin farkındalar ve AKP'yi asla affetmeyecekler. Çünkü kendi varlıklarına âşıklar. Halktan o kadar tiksiniyorlar ki, asla değişen Türkiye'yi doğru okumak gibi bir akıl duruluğuna erişemeyecekler... Demokrasiyi isteyenler AKP'nin yanında saf tutmak, AKP de demokratikleşme konusunda daha kararlı olmak zorunda kalacak. Eh, buna da sivil darbe deniyor..."
GAZETESİ
ERHAN BAŞYURT
Anayasa Değişiklik Paketi görücüye çıktı: Haklı eleştirileri
değerlendireceğiz
"...Bu sözler Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'e ait. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile birlikte dün İstanbul'da medya yöneticilerine yönelik yapılan bilgilendirme toplantısında dile getirdi... Bakan Çiçek, şu ana kadar yapılan görüşmelerde dile getirilen talepler doğrultusunda, Meclis'e sunulacak paketin maddelerinin daha da artacağını belitti... Ancak son yıllarda atılan en önemli sivil demokrasi paketi olduğundan da şüphe yok. Çiçek buna rağmen kendilerinin "temel hak ve özgürlükler ile demokrasi standardını yükseltmeye yönelik maddelere öncelik verdiklerini" kaydetti. Muhalefetin "kapağını bile açmadık" şeklindeki tepkilerine hükümet temsilcilerinin alındığı her halinden belli. Geçmişte daha ileri demokratik talepleri dile getiren CHP'nin sırf muhalefet olsun diye takındığı tavır şaşırtmış. Yargı çevrelerinin tepki gerekçelerini de şu ana kadar gerçekçi bulmuyorlar. Hatta tasarı içeriğinin çarpıtılması söz konusu... Adalet Bakanı Ergin bunun somut misallerini verdi. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili düzenleme Avrupa ülkelerinde aynıyla mevcut... HSYK kararları için üst itiraz yolu ve ihraç kararları için de yargı yolu açılması, ileri demokrasi örneklerinden. Anayasa Mahkemesi ile ilgili oluşturulan tasarı da Avrupa ülkeleriyle uyum arz ediyor... Yargı çevrelerinin "bağımsızlık geriye götürülüyor" tepkileri gerçeği yansıtmadığı gibi, mevcut yapının çok çok ilerisinde bir düzenleme haksız isnatlarla yıpratılmaya çalışılıyor... Bakan Ergin, siyasi partilere dava açılması ile ilgili Meclis Komisyonu onayı şartının "erkler arası ayrıma aykırı" olduğu eleştirilerini de cevapladı. Ergin, hâlihazırda bir milletvekili ile ilgili soruşturma açmak için Meclis onayının şart olduğunu hatırlattı. Yine kamu görevlileri için de benzer uygulamaların varlığına işaret etti: "Bir Yazı İşleri Müdürü'ne dava açmak için Vali'nin onayı gerekiyor." Ergin bütün bu uygulamaların yargıya müdahale olarak algılanmadığı halde parti kapatma izninin böyle lanse edilmesini "çifte standart" olarak niteledi. Türkiye, 25 parti kapatma ile Avrupa lideri... Çiçek ve Ergin, seçim barajının düşürülmesiyle ilgili bir düzenlemenin neden paket içerisinde yer almadığına dair soruya da cevap verdiler. Seçim barajının aşağıya çekilmesi için kanun değişikliğinin yeterli olduğunu, Anayasal değişikliğe ihtiyaç bulunmadığını kaydettiler... Mevcut içeriğinden geriye gitmezse, paketin halkın onayından geçmesi çok yüksek ihtimal... Ancak halen Genel Kurul'dan geçeceğine olan iyimserliğimi sürdürüyorum. Muhalefet partileri, hassaten MHP, toplumun taleplerine kulak tıkamayacaktır..."
GAZETESİ
BÜLENT ERANDAÇ
Hayır, hayır yüzbin kere hayır
"...Günümüzün en heyecanlı tartışması, anayasa değişikliği yapmak ve yaptırmamak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en sevdiği şarkı açıklanmıştı. İrlanda'nın en ünlü müzisyenlerinden Enya'nın, "Kasımda Aşk Başka"dır filminde ünlenen "Sadece Zaman" adlı şarkısı. Güzel sözleri var: "Yolun nereye gittiğini kim söyleyebilir? Günün nerede aktığını? Sadece zaman Günün ne zaman uyuduğunu kim söyleyebilir? Ve yolun nereye gittiğini kim söyleyebilir? Günün nereye aktığını? Sadece zaman Kim bilir? Sadece zaman... CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Bir ara "Şu an en sevdiğim şarkı Melahat Gülses'in söylediği "Günaydın, Narçiçeğim sevgilim şarkısı" demişti. MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin Ferdi Tayfur'un 'Ben de özledim ben de' ve 'Sen de mi Leyla' şarkılarını sevdiği söylenir. Şarkılarla günümüzü anlatalım. İktidarın günümüzdeki şarkısı, "Dönülmez akşamım ufkundayım'' olmuş. Muhalefetin bugünlerde sevdiği parça ne olabilir? Rahmetli Barış Manço'nun "Hayır, hayır, yüz bin kere hayır''..."
GAZETESİ
SİBEL ERASLAN
Çay, kahve ve referandum...
"...Muhalefet, anayasa değişim paketini daha zarfından çıkarıp göz atmadan cevabını hazırlamıştı: "Çay kahve içerler, geldikleri gibi giderler"... Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı çoğalacak, HSYK ve Yüksek Askeri Şûra kararları yargı denetimine açılacak, asker şahıslara sivil yargı yolu gözükecek, buna karşılık siviller askeri yargıda muhakeme edilemeyecek, siyasal partilerin kapatılması zorlaşacak, partilerin mali denetimi Sayıştay'a verilecek, kamu denetçiliği (ombudsman) kurumu ihdas edilecek, memurlara toplu iş sözleşmesi hakkı tanınacak, 12 Eylül askeri darbesini yapanlara yargı yolu açılacak... Değişim değil kısıtlı bir tadilat dense daha yerinde... Yargıtay ve HSYK'nun iddia ettiği gibi yargının by-pass edilmesi sonucunu getirmiyor bu değişim taslağı. Tam tersine Yargıyı, Yargı'ya havale ediyor. Kontrol edilebilirlik ve gözden geçirme şeklinde tanımlayabileceğimiz mekanizmaları açıyor... Ne var bunda? Niçin kızıp köpürüyorlar? İdari her karar hukuk devletlerinde ilgililerinin itirazına açıktır... YAŞ ve HSYK, niçin bu denetimin dışında kalsın? Bu kurumlara la'yüsel, sorgusuz sualsiz denetimsiz olma hakkını kim veriyor?... Üstelik Yasama veya Yürütme, YAŞ'a itiraz edeceklerin işlerine ben bakacağım da demiyor mesela... Yargıyı yine yargının kontrolünde denetime açıyor... Sivil meclis anayasa tartışmasına girdiği zaman, işte diyoruz, sivil darbe... Pardon ama anayasayı ille de darbeciler mi yapacak? Hem Allahaşkına sivil anayasa diye büyüttüğümüz, tantanalarla tartıştığımız şu kısmi değişiklik paketine bir göz atınız... Adı üstünde paket... Bu konuda kendini gerçekliğe kapamış CHP tam olarak ümitsiz vak'a da... MHP'ye neler oluyor?... Askeri darbenin tüm fena ve akılalmaz sonuçlarını ağır bedeller ödeyerek görmüş geçirmiş bir kesim; "çay, kahve" diyerek geçiştiremez bu işi... O "çaykahve" dedikleri şeyin altında, mezarlarda yatan sıra sıra gençler, işkenceler, faili meçhuller, nice provokasyonlarla hayatı karartılmış, uzun mahpushane günlerinden sonra çek-senet-mafyaya berkitilmiş bir gençlik var... Yazıktır günahtır... "Asmayalım da besleyelim mi' diye soran adamların yaptırdığı anayasa niçin böylesi muteber hale getiriliyor MHP lordları tarafından?..."
GAZETESİ
MUHARREM SARIKAYA
Ne karşısında, ne de yanında
"...ANKARA dün şu iki soruyu tartışıyordu: 1 - AK Parti 3'ü geçici olmak üzere, taslağında yer alan 26 maddenin kaçından ödün verebilir? 2- Yenilerinin eklenmesine izin verir mi? Bu sorulara ilk yanıt dün Başbakan Erdoğan'dan geldi; gerekirse taslakta değişime hazır olduklarını bildirdi. Hafta sonuna kadar da süre tanıdı. CHP ve MHP ise tavrında geri adım atmayacağını açıkladı. BDP ve DSP de "şartlı duruşunu" sürdürdü... DP, Anayasa paketi konusunda aslında CHP ve MHP'den farklı düşünmüyor... AK Parti'nin bugün kapısını çalacağı Saadet Partisi'nin (SP) görüşü ise dün kesinleşti. SP Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, dünkü sohbetimizde Anayasa'nın daha geniş bir katılımla yapılması gerektiğini belirtti. Bugüne kadar parti kapatmadan en fazla mağdur olan bir siyasi hareketin başında bulunan SP liderinin, Anayasa değişikliğiyle getirilmek istenen parti kapatmayı zorlaştıran maddesine bakışı ise dikkat çekiciydi: "Siyasi partilerin kapatılması kararını Meclis'te kurulacak bir komisyona bırakan madde düzenlemesine karşıyız. Siyaset, yargının yerine geçmemeli..." Bu da gösteriyor ki aslında parlamento dışı muhalefetin de paketin tümüne bir desteği söz konusu değil. Aynı durum, sivil toplum örgütleri için de söz konusu... Karma İstişare Kurulu diye de adlandırılan 7 büyük sivil toplum örgütünün açıklamasının ana teması, "Maddeler yerine toptan bir Anayasa değişikliği özlemini" yansıtıyordu. Anlaşılan o ki bu açıklamanın yapılması için önceki gece yarısı metin üzerinde epey gelgit olmuş. Sonunda orta yolda buluşulmuş. "Ne yanındayız, ne de karşısında... Ancak yeni bir Anayasa değişikliğine de ihtiyaç var..." ..."
FATİH ALTAYLI
Bakan Ergin: Referandum maddesini de değiştiririz
"...ADALET Bakanı Sadullah Ergin dün akşamüzeri HABERTÜRK'ü ziyarete geldi. Konumuz tahmin edebileceğiniz üzere Anayasa değişiklik taslağıydı. Bakan Ergin, CHP'nin tavrından yakındı. Bugünkü taslakta yer alan pek çok değişikliğin, 1993 yılında Deniz Baykal'ın da içinde bulunduğu SHP tarafından daha da ileri bir şekilde önerildiğini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili olarak o dönem SHP'nin yaptığı önermenin bugünküne çok benzer nitelikte hatta daha da siyasi olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine Bakan Ergin'e, "Dün Deniz BaykalTa birlikteydim. Paketin tamamına karşı çıkmıyorlar. İçlerinde destekleyecekleri, hatta daha ileriye götürebilecekleri maddeler olduğunu söylüyor Deniz Bey" dedim. "Ama kapağını bile açmadan reddediyorlar. Tartışmıyorlar" dedi. Ben de "Orada da haklı oldukları bir nokta var. Paketin 25 maddesinde uzlaşıp 1 tek maddesinde bile uzlaşamazsanız ve bu madde Meclis'te kabul edilmezse, paketin tamamı referanduma gidiyor. O zaman da uzlaşmanın bir anlamı kalmıyor. Oradaki sıkıntı, paketi bir bütün olarak referanduma götürmekte" dedim. Benim bu sözüm üzerine Adalet Bakanı Sadullah Ergin hiç de beklemediğim bir yanıt verdi: "Eğer böyle düşünüyorlarsa bunda da haklı olabilirler. Buna da karşı çıkmıyoruz. Eğer sıkıntı yaratan, paketin bir bütün halinde referanduma götürülmesi ise bu da bizim için tartışmaya ve uzlaşmaya açık bir konu. Gelsinler konuşalım. Biz bunda diretmiyoruz ki. Gerekirse o maddeyi de değiştiririz. Çıkarırız."... Doğrusu şaşırdım ve bu yaklaşımı çok olumlu buldum. Bu arada ben de paketle ilgili çekincelerimin bazılarından söz ettim. "Bunları yazın lütfen. Yazın. Okuyalım. Değerlendirelim. Gerekiyorsa düzeltme yapalım" dedi. Bunda samimi olduğunu biliyorum... ADALET Bakanı Ergin'le konuştuğumuz konulardan biri de "dokunulmazlıklar" meselesiydi... Dokunulmazlıklar konusunu bir bütün olarak ele aldığını anladık... Milletvekillerinin kürsü, yargı mensuplarının görev nedeniyle dokunulmazlığa sahip olması son derece normal ve olması gereken. Ama bunun dışında dokunulmazlığa kimsenin tahammülü yok..."
GAZETESİ
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE
Anayasa bazen anayasa değildir
"...Gençlik yıllarımda, kavgada kullanılan sopalara "anayasa" denirdi. Toplu kavgaya giderken dağıtılan, marangoz elinden çıkma kısa yuvarlak sopalara sağda ve bazı sol örgütlerde "anayasa" adı verildiğini, 80 öncesini yaşayanlar hatırlayacaktır. 2000 krizini başlatan anayasa kitapçığı da galiba gerçek bir anayasa değildi... Tıpkı bugün iktidar partisi ile muhalefet arasındaki kutuplaşmanın gerçekte anayasa konusunda bir ihtilafa dayanmaması gibi. MHP ve CHP, AK Parti hükümetine, "anayasa değiştirme iktidarını ve onurunu" yedirmek istemiyor. MHP'nin "seçim sonrasına kalsın" rezervi ile CHP'nin "AK Parti mutfağında pişti" itirazı, anayasanın esaslarına müteallik bir tavır değil. "Anayasa değişmesin" demek, 1982 Anayasası'na sahip çıkmak anlamına geliyor... Gerçekte AK Parti'nin hazırladığı paket özünde kritik bir tek maddeye dayanıyor. Anayasa'nın 145. maddesinin değişmesi, Türkiye'de her şeyin değişmesi demek. Bu madde değişirse asker anayasa zoruyla asli işlerine dönecek... Koca ordunun başındaki Genelkurmay Başkanı'nın, bir terör davası sanığı orgeneral için "arkasındayız" diyerek mahkemeler üzerinde baskı kurması, hepimizin temel hak ve özgürlüklerini ilgilendirmiyor mu? Bir ordu komutanının terör sanığı olduğu; ama yargılanamadığı bir ülkede hangi anayasadan bahsediyorsunuz? Devlet içindeki iktidar sandıktan çıkan hükümet ile "devlet kurumları" tabir edilen askerler ve yargı arasında paylaşılıyor. Yüksek yargı oligarşisi, bu iktidar paylaşımının en güçlü ayağını oluşturuyor. Bu oligarşi hukuku işletmiyor, iktidarı kullanıyor. Başsavcı kapatma davasını, iktidarı hizaya çekmek için açıyor veya açmakla tehdit ediyor. Anayasa Mahkemesi verdiği kararı, yürütme-yasama ikilisine vesayet kurmak için veriyor. Peki hukuk? HSYK'nın verdiği kritik kararlar yargıç teminatını zedelediğine göre, tarafsız yargıdan ve adil yargılamadan söz etmek mümkün mü? Devlet içinde hukuku oyuncağa çeviren bu iktidar denklemi ortadan kalkar, yargı tamamıyla bağımsız ve tarafsız olarak kendi işine bakarsa, asker elindeki silahla yönetme hakkına yargı oligarşisinden destek bulamadığı için sahneden çekilirse, sistem sorunumuz, yani anayasa tartışmamız da olmayacak. MHP ve CHP anayasa tartışmasına parti rekabeti gözlüğüyle bakıyor. Bu partileri ikna etmek zor; ama bu partilere oy veren seçmeni ikna etmek kolay. Çünkü bu anayasa değişikliğine hepimizin ihtiyacı var... Başsavcının aklına estiğinde kapatma davası açamaması, HSYK'nın görülmekte olan terör davalarına sanıklar lehinde müdahalede bulunamaması için objektif kriterlere ihtiyaç var. Kimin ihtiyacı var? Canından emin olmak isteyen herkesin. CHP'nin ve MHP'nin seçmenleri de dahil herkesin... AK Parti'nin anayasa değişikliği teşebbüsü, Türkiye için bir ihtiyaç..."
ŞAHİN ALPAY
Anayasa değişikliklerine niçin evet?
"...1982 Anayasası'nın bugüne kadar yaklaşık üçte biri değiştirildi. 2001-2004 arasında demokratikleşme yönünde çok önemli değişiklikler gerçekleşti. Bunlar sayesinde AB Konseyi, Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni "yeterince" yerine getirdiğine ve katılım müzakerelerine başlanabileceğine karar verdi. Ancak bütün bu değişikliklere rağmen Türkiye bugün mevcut anayasa ile yönetilemez, reform yapamaz durumda. Ne var ki, bugünkü koşullarda TBMM'de, liberal demokratik ilkelere dayalı yeni bir anayasayı kabul edecek genişlikte bir mutabakat bulunmuyor... Yargıyı bürokratik vesayetin aracı olmaktan kurtaracak, partiler rejimini demokratik esaslara uygun hale getirecek, hukuk devletini güven altına alacak kısmi değişiklikler zorunlu hale geldi. Bu nedenle, prensip olarak, AKP milletvekilleri tarafından önerilen değişiklikler paketine olumlu bakıyorum... Seçmenlerin yüzde 85'inin tercihlerinin temsil edildiği bu parlamentonun anayasayı değiştirecek meşruiyete sahip olduğu hususunda da en küçük bir tereddüdüm yok. Mevcut anayasada TBMM tarafından yapılan değişiklikleri, Türkiye'nin aşağıdan yukarı demokratikleşmesinin adımları olarak görüyorum... Demokrasilerde her konu olduğu gibi, anayasa değişiklikleri de enine boyuna tartışılır; tartışmalar (bu arada partiler arasında pazarlıklar) sonunda düzeltmeler yapılabilir, ama sonunda karar (anayasada belirtilen) çoğunluğun oyuyla alınacaktır. Herkesin de alınan karara saygılı olma zorunluluğu vardır. İlke olarak, referandum aracılığıyla karar alınmasına olumlu bakmıyorum. Temsilî liberal demokrasinin, yani temel hak ve özgürlüklerle sınırlı çoğunluk yönetiminin bugüne kadar bulunabilmiş en iyi yönetim biçimi olduğuna inanıyorum. Bu anlayışla, tabiidir ki özgürlüklerin kısıtlanması sonucunu verebilecek referandumlara kesinlikle karşı çıkarım, ama özgürlükleri güçlendirecek nitelikteki referandumlara karşı çıkmam söz konusu olamaz..."
GAZETESİ
ÖZCAN YENİÇERİ
Rest değil, test!
"...Beklendiği gibi hükümet Anayasa değişikliğiyle ilgili paketi devreye soktu. Adalet Bakanı, teklif taslağına yönelik olarak muhalefet ve STK'larla uzlaşma arayacaklarını daha sonra da pazartesi günü TBMM'de görüşülmeye başlanacağını söyledi. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, iktidarın Anayasa taslağına ilişkin olarak "yargı bağımsızlığını geriye götürücü, kuvvetler ayrılığına aykırı" olduğunu bu durumun anayasaya aykırılık oluşturduğunu açıklamıştır. Bunun "yargıyı kuşatmanın da ötesinde yargıyı ele geçirmekle eş anlamlı" olduğuna da dikkat çekmiştir. HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ise değişim ile ilgili taslak konusunda "Yüksek yargıyla dalga geçiyorlar" dedi. Adalet Bakanı bu eleştirilere verdiği cevapta "Yüksek yargının söylemleri 1960'lardan beri aynı. Gelişmelere ayak uyduramayan kurumlar şikâyetçi oluyor" dedi. Başbakan Erdoğan ise Anayasa değişikliğine ilişkin olarak "Mecliste uzlaşma olmaması halinde halkla uzlaşacaklarını" söyleyerek referanduma gideceklerini açıklamış bulunmaktadır... Zira Anayasa değişikliğinin toplumsal karşılığı vardır. İktidar bu nedenle Anayasa değişikliğini referanduma götürmek istiyor... Ayrıca iktidar, Anayasa değişikliği kampanyası sırasında muhalefeti hata yapmaya da zorlayacaktır. Medyanın iktidar görüşleri doğrultusunda kamuoyunu yönlendirici kampanyalar yapacağını da tahmin etmek zor değildir. Böylece iktidar açılım, işsizlik, yolsuzluk vb., ekonomik sıkıntılardan dolayı aşağıya düşen seçmen desteğini tersine çevirmeyi hesap etmektedir. Bu arada da muhalefetin "erken seçimle" halka gitme taleplerine de iktidar referandumla halka giderek cevap vermiş olacaktır. Yani iktidar Anayasa çıkışıyla bir taşla birden fazla kuş vurmuş olacaktır... İşin özeti şudur: Anayasa değişikliği konusunda iktidar gerçekte referandum resti değil referandum testi yapıyor. Hem kendisinin hem de muhalefetin durumunu birinci elden anlamaya çalışıyor..."