Niyazi Berkes’e göre:
“Cevdet Paşa, Tanzimat döneminin belki en büyük devlet adamı olduğu kadar o rejimin ikiliğinin de (Doğu-Batı) gerçek sembolüdür. İslam bilimlerini ve bu arada fıkhı bir teknisyen olarak değil, onu kavramış, özünü ve kapsamını bilen, çağdaşlaşma tarihinin yürüyüşünü de anlamış açık düşünüşlü bu adam, bizim bugünkü açımıza göre şeriatçılara kıyasla ilerici, sınırsız Batılılaşma, daha doğrusu Fransızlaşma yanlılarına kıyasla gelenekçi olarak gözükür. Yazdığı tarihin bir çok yerinde göstermeye çalıştığı gibi Cevdet Paşa, bu iki tutumun ikisinin de aşırılık ve mutaassıplık, dogmatiklik olduğuna inanıyordu. Bundan ötürü, ne şeriat alanının ulema ve kadılar elinde başıboş gidişine, ne de Fransız elçisinin baskıları altında alafrangacıların Fransız Medeni Kanunu’nun olduğu gibi çevrilerek kabul edilmesine razı oluyordu.”
Berkes, Cevdet Paşa’nın görüşleriyle ünlü Alman hukukçusu Savigny’nin görüşleri arasındaki ben-zerliğe dikkat çeker. Almanya’da bir medeni kanun yapılması gündeme geldiğinde, Savigny Kod Napoleon’un alınmasına karşı çıkmıştır. Savigny’ye göre, hukuk halk inançlarından doğar, halk adetleriyle yeşerir, adalet uygulamalarıyla sağlamlaşır. O halde, hukuk dışarıdan alınmamalı, “milletin ruhu”-nun ifadesi olarak hazırlanmalıdır.17
Cevdet Paşa, bir “tutucu” değil, bir muhafazakârdır; Burke gibi modern zamanlardaki muhafazakârlık felsefesinin bizdeki en yetenekli bir temsilcisidir; Yahya Kemal’in deyimi olan “devamlılık içinde değişme” görüşünün mükemmel bir örneğidir.
Cevdet Paşa, “geleneğin” durarak değil, gelişerek, değişerek devamını savunmuştur. Klasik bilgimizi ve irfanımızı korurken, Batı’dan sadece pozitif bilimlerin ve teknolojinin alınmasını yeterli görmemiş, Batı hukukundan, insani bilimlerinden ve değerlerinden de yararlanmak gerektiğini göstermiştir. Böyle olmasaydı, sırf fetvaları derlemekle Mecelle meydana getirilemezdi.
Nitekim, Mecelle’nin dördüncü kitabı yayınlandıktan sonra, entrika ile Cevdet Paşa görevinden uzaklaştırılmış ve Mecelle’yi tamamlama işi Şeyhülislamlığa verildiğinde, tam bir fıyasko ile karşılaşılmıştır. “Hep ulûm-ı âliye ile ömür geçirmiş Hoca Efendilerin” yazdığı “Kitab ül vedia” öylesine kötüdür ki, derhal toplattırılır, Cevdet Paşa tekrar göreve çağrılır ve Mecelle’nin “Kitab ül emanat” bölümü böyle tamamlanır.18
Mecelle ve hukuk birliği
Mecelle’nin hukuk tarihimizdeki en önemli işlevi, dini inançlara göre farklılaşmadan, laik bir kanun şeklinde, her dinden ve her mezhepten bütün vatandaşlara uygulanmasıdır. Bundan başka Mecelle, eski cemaat mahkemeleri ve kadılık teşkilatı yerine, Türkiye’de Adalet Bakanlığı’na bağlı modern mahkeme ve adalet arama fikrinin güçlenmesini sağlamıştır.
Mecelle, İslam hukuk tarihinde “kanunların şahsiliği” ilkesinden “kanunların mülkiliği” ilkesine geçişin en önemli adımlarından biridir.
Çok ilginç ve önemli bir olgudur: Yerli Hıristiyanlar ve yabancılar Şer’iye mahkemelerinde yargılanmayı reddedip Kilise mahkemelerinde ve kapitüler Konsolosluk mahkemelerinde “kendi” hukuklarına göre yargılanmada ısrar ettikleri halde, Mecelle’ye karşı böyle din ayırımına dayalı bir itiraz görülmemiştir.
Mecelle, bizde vatandaşlık kavramına uygun ilk kodifıkasyondur. Klasik İslam hukukuna egemen olan “kanunların şahsiliği” ilkesinden uzaklaşıp kanunların mülkiliği ilkesini getiren büyük bir reformdur Mecelle. Bu bakımdan hukuk birliği ve egemenliği yolunda atılmış çok büyük bir adımdır.
|